ŞAHİN KORGUN HAKKINDA

1691 Words
“Sen daha güzelsin kızım. Benim için sadece sen güzelsin.” dedi Yılmaz, İlkim’ e sevgi dolu bir bakışla. İlkim başını hafif yana eğip merakla sordu: “Ama Handan Abla da çok güzel. Sevgilin var mı Handan Abla?” Yılmaz şaşkınlıkla kızına bakarken, “Kızım…” diye mırıldandı. Handan gülümsedi ve nazik bir sesle, “Yok prenses. Beni taşıyacak şanslı biri henüz çıkmadı karşıma.” dedi. Yılmaz, göz ucuyla Handan’ a bakarken İlkim’ in bu tatlı sohbetle yüzünün nasıl parladığını fark etti. “Handan Ablacığım, müsait olduğunuzda bize yemeğe gelir misiniz?” diye sordu İlkim, gözleri parlayarak. Yılmaz hemen araya girip, “O nereden çıktı şimdi İlkim? Kapatmam lazım kızım, sonra konuşuruz.” dedi. İlkim biraz daha ısrar etti, “Ama baba…” Yılmaz telefonu kapattı. Handan hala yakınında duruyordu. Yılmaz kenara çekildi ve Handan’ ı bakışlarıyla süzdü. Handan hafif bir gülümsemeyle, “Kızınız çok tatlı. Maşallah, annesine çekmiş belli. İyi ki size çekmemiş.” dedi alayla. Yılmaz gözlerini devirdi. “Yok, Başkomiserime benziyor İlkim. Gözleri tıpkı babası. Huyu da öyle. Ona tatlı dediğinize göre bu durumda Başkomiserime de tatlı demiş oluyorsunuz, öyle değil mi?” Tam o sırada, ikisi de yatakta uzanmış sırıtmakta olan Can ’a döndüler. Can, keyifle onlara bakıyordu. Handan sinirlenip sert bir sesle konuştu. “Ne alakası var? Ne saçmalıyorsun?” diye çıkıştı. Yılmaz, onun sinirlenmesine alayla bakarak ekledi, “Neden çocuğa bağırıyorsunuz, Avukat Hanım? Az önce bana öyle bir şey diyordunuz, hani...” Handan, sinirle ona bakarak, “Ben de hala buradayım, bu muameleye rağmen. Vazgeçtim. Yaptığınız şey için teşekkür edecek değilim. Atlamasaydınız kurşunun önüne! Beni kurtarmak size kalmadı.” dedi sinirle. Yılmaz, onun konuyu değiştirme çabasını fark edip hafif bir gülümsemeyle sustu ve cevap vermedi. Bu sessizliği Can bozdu. “Uuuuu! Ateş ile Barut!” diyerek ikisine de alaycı bir bakış attı. Yılmaz ve Handan aynı anda sert bir şekilde, “Can!” diye bağırdılar. Can şaşırarak sustu. Handan öfkeyle kapıyı açtı ve odadan çıkarken kapıyı sertçe kapattı. Yılmaz, ardından Can ’a ters ters bakarak, “Kalk lan! Kurulmuş yatağıma, ayakkabılarını bile çıkarmamışsın, pis herif.” dedi. Can, masum bir ifadeyle, “Aşk olsun Başkomiserim, bu arada İlkim ’e rezil oldum. Herkese anlatacak, kesin.” diye karşılık verdi. Yılmaz, alayla kaşlarını kaldırdı. “Ya Can Efendi, sen bu işin eğlencesindesin değil mi? Ben sana nöbet yazayım da aklın başına gelsin.” dedi. Can, şaka yollu ellerini kaldırarak, “Elleriniz dert görmesin, Başkomiserim.” diye espri yaptı. Yılmaz ters ters bakarak, “Komiserim, ay Başkomiserim... İlkim krem demişti ya...” diye mırıldandı. Yılmaz, sırıtarak Can’ a döndü, “Çok oluyorsun sen Can, haddini aşma.” dedi. Can hemen toparlandı. “Anladım, susuyorum... Başkomiserim,” dedi gülümseyerek. Yılmaz tehditkar bir şekilde, “Tek kelime daha edersen seni döverim.” diye uyardı. Can gülümseyerek, “Ama... yaraya öpücükte demişti.” dedi alayla. Bu söz üzerine Yılmaz, bir yastığı Can ’a doğru fırlattı. Can hızla kapıdan çıkarken, Yılmaz ise ağrısıyla iki büklüm olup kalmıştı. ' Ahh! Çoluk çocuğun maskarası oldum resmen. ' Kapı geri açıldı. Can kapı arasından bakıyordu. ' İyi misiniz Başkomiserim?' Ah dediğini duyunca merak etmişti. ' Çık lan dışarı. Çık!' Can kapıyı tekrar kapattı. Yılmaz derin nefes aldı. ' Ben yetiştirmesem yapacağımı bilirdim ya neyse. Başımıza çıktı itoğlu it. ' … Can bir süre sonra sakinleştiğini düşünerek içeri girdi. Yılmaz, yan uzanmış dinleniyordu. Can ise koltukta oturmuş, sevgilisiyle mesajlaşıyordu ve yüzünde sürekli bir gülümseme vardı. Yılmaz, ona ters ters bakarken, telefonun mesaj sesleriyle iyice sinirlenmeye başladı. “Şu telefonunu sessize al! Yoksa gelip onu kıracağım. Başımı şişirdi iki saattir, bu ne ya?” diye çıkıştı. Can hemen toparlanarak, “Hemen alıyorum Başkomiserim.” dedi ve telefonunu sessize aldı. Ama mesajlaşmaya devam etti, yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Yılmaz kendi kendine söylenerek söylendi. “Bir de sırıtıyor karşımda... Ya sabır... Sen neden hala buradasın? Saat kaç oldu, gitsene!” Can, keyifli bir şekilde cevap verdi: “Siz burada böyle yatarken ben bir yere gitmem. İçim rahat etmez bir kere. Siz ne zaman çıkarsanız, ben de sizinle beraber çıkarım.” Yılmaz sinirlenerek, “Oğlum, sen polis değil misin? Gidip işinle ilgilensene. Buraya gelip dikildin başıma!” dedi. “Hiç merak etmeyin, bugün bir vukuat yok. Olursa bana haber verecekler zaten.” diye yanıtladı Can, rahatça. Yılmaz, Can ’ın gitmemesinden iyice rahatsız oldu. Ne yaralanmaları yalnız atlatmıştı. Alışık değildi. Ayağa kalkmaya çalıştı. Can hemen yanına gelip kolundan tutarak ona destek oldu. Yılmaz, lavaboya doğru yürüyüp kapısını açtı ve arkasında dikilen Can’ a sinirli bir bakış attı. “Buraya da gelmeyi düşünmüyorsun, değil mi?” diye sordu Yılmaz. Can, hafif utanarak, “Şey... Ben yardıma ihtiyacınız olur diye…” dedi. Yılmaz, derin bir iç çekip; “Fesuphanallah! Oğlum, git işine! Buraya da gelecekmiş... Oldu olacak... Tövbe tövbe!” diye söylendi. İçeri girerken kapıyı kapatıyordu ki Can yine seslendi. “Başkomiserim…” Yılmaz, daha da sinirlenerek, “Ne var Allah ’ın cezası?! Ne var?! Doğru düzgün tuvalete gitmeme bile izin vermiyorsun! Ne?!” Can, biraz mahcup bir şekilde, “Ben... oturmayın diyecektim. Malum, yaralısınız.” dedi. Yılmaz sinirle, “Gül sen, gül. Uyumak için yalvardığında ben de sana güleceğim!” diye çıkıştı. Ardından, Yılmaz sinirle kapıyı kapattı. Can’ ın yüzünde hafif bir korku ve çekingen bir ifade belirdi. ... Handan' ın anlatımı... İzbandut adam sinirimi bozmuştu. Kesinlikle kibar biri değildi. Ne demişti Can? Evli değilmiş. Eşi, bu tavırlarına katlanamamış ve onu terk etmişti kesin. Hatta belki de ondan kaçmıştı, kim bilir. O kadar saat teşekkür etmek için bekledim ama o beni resmen kovdu. Evet, tamam, benim yüzümden vurulmuştu, ama şu iki günde hayatımda sinirlendiğim zaman diliminden daha fazla sinirlendim. Ve hepsi de o izbandut adam yüzündendi. Neydi adı? Ha, Yılmaz. Yılmaz, demek. Ben yıldırmasını bilirdim. Arabayı karakolun park yerine park ettim. Koluma baktım; sargılıydı. İzbandut üzerime atladığında kolumun üstüne düşmüştüm. Hala ağrıyordu. Belimde, bacağımda ve başka yerlerde de morluklar vardı. Tamam, biraz hassas bir cildim olabilir ama bu ezildiğim gerçeğini değiştirmiyordu. Bu adam kaç kiloydu böyle? Çok kilolu görünmüyordu aslında; hatta oldukça fit ve kaslıydı. Spor yaptığı belli oluyordu. Bunca işinin arasında nasıl spor yapıyordu acaba? Yok, yok, çok uzundu; ondan öyle görünüyordu. Saçma düşüncelerimden sıyrıldım. Banane, ukala, kendini beğenmiş, kaba, ama bir o kadar da kaslı, hatta yakışıklı izbanduttan. Ama işte olmuyordu; haklıydı. Bazı noktalarda haklıydı yani. Nadiren. Bir kızı vardı. Çok tatlı, minik bir prenses. Üstelik onunla konuştum. Belli ki babası gibi laf cambazıydı. Ama kesinlikle babası gibi soğuk değildi. Kesin annesine çekmişti. Acaba annesi nerede? Yanına geliyor muydu? Neden gelmesin ki? Böyle tatlı bir kızı olduğu için çok şanslıydı. İzbandut da çok şanslıydı ve bunun farkındaydı. Kızıyla konuşurken bambaşka biri olmuştu. Sımsıcak bir çift mavi gözle bakıyordu. Ne çok taktım şu mavilere ben böyle… Karakoldan içeri girdim, üst kata çıktım. Şahin denen o adamdan şikayetçi olacaktım. Kendini ne sanıyordu? Gündüz vakti bile buna cesaret edebiliyorsa, ben de bazı şeylere cesaret ederdim elbette. Ya o minik prenses babasız kalsaydı? Neydi adı? İlkim. Babasına hayrandı. O minik kalbi, benim yüzümden paramparça olabilirdi. Buna asla göz yumamazdım. Hala gözleri, minik burnu, yüzü aklımdaydı. Çok güzeldi. Öyle bir kızım olmasını çok isterdim. Beni hemen yemeğe davet etmişti. İzbandut' un yüz ifadesini hatırlayınca yüzümde bir gülümseme belirdi. Kendimi toparladım, yoksa millet deli zannedecekti. Nazmi Bey’ in kapısına vurdum. İçeriden “Gel!” sesi gelince içeri girdim. O, beni görünce ilk şaşırdı ama sonra ayağa kalktı. “Handan Hanım, hoş geldiniz.” “Hoş buldum. Şaşırdınız, beni beklemiyordunuz tabii.” “Biraz öyle oldu. Buyurun, oturun. Bu arada, geçmiş olsun, duydum,” dedi. Otururken teşekkür ettim. Derin bir nefes verdim. İfade vermekten kaçındığım yere geri dönmüştüm, ifade vermek için. Ama İlkim, şu an her şeyden önemliydi. Çocuklar konusunda hassastım ve o miniği sadece telefonda görmüş olsam bile çok sevmiştim. “Merak ediyorsunuz tabii. Ben ifade vermek için geldim.” dedim. “Çok doğru bir karar verdiniz. Siz de gördünüz tehlikeyi. Bugün olanlardan sonra…” “Ben değil de... Yılmaz Bey. O yaralandı. Haberiniz vardır. Bir kızı varmış. Masum bir çocuğun babasını elinden alabilirdim. Dolaylı da olsa… Benim yüzümden…” “Anladım. Evet, ufaklık babasına çok düşkündür. Çocuk annesiz büyüdü tabii. Annesi de babası da Yılmaz oldu.” Annesiz mi büyümüştü? Ölmüş müydü yani? Üzüldüm. Hastanede, İzbandut ’a neler söylemiştim. Belki de etrafına karşı bu kadar soğuk olmasının nedeni buydu. Sevdiklerini kaybetmekten korkuyor, bu yüzden hayatına alabildiğince az kişi almaya çalışıyordu. Evet, kesin böyleydi. Bu dünyada herkes için olağan bir sorundu. Peki ya İlkim? O minik nasıl annesiz büyümüştü? Çok küçüktü ama yine de anne sevgisi bambaşkaydı. Üstelik babası polis ve belli ki ona fazla zaman ayıramıyor. İzbandut’ a olan saygım arttı; daha doğrusu olmayan saygımın yerine büyük bir saygı oluştu. Bu devirde bu kadar yoğun çalışırken kızına bu kadar iyi bakmak… İlkim ’le konuşmasından, onun heyecanlı sesinden anlamıştım. Gerçekten takdir ettim. “Annesi öldü mü?” diye sordum. Nazmi Bey, konunun özel hayata girdiğini fark edince sandalyesinde dikleşti, öksürerek boğazını temizledi. “Esas konumuza dönsek iyi olur, ne kadar çabuk, o kadar iyi. Evet! Sizi dinliyorum.” dedi. “Bugün pizzacı önünde saldırıya uğradım. Zaten biliyorsunuzdur. Öncesinde Şahin Korgun ’un yanına uğramıştım.” dedim. “Şahin Korgun mu?” “Evet. Oğlunun avukatıydım. Tabii, sizin bundan da haberiniz vardır elbette. Malum, oğlu tutuksuz yargılanıyor şu an. Kendilerine yeni bir avukat bulmalarını rica ettim. Sonrasında, oğlu Levent ’in avukatlığını yapmam konusunda ısrarcı olunca bugün konuşmak için yanına gittim. Sonrasında da bu olay gerçekleşti.” “Neden avukatlığını bıraktınız peki?” “Bunu açıklamam etik değil. Çekilmek istedim. O kadar.” Bunu açıklayamazdım henüz. Yasal olarak avukatıydım hala. “Davadan çekildiğiniz için sizi vurdurabileceği kanısına nereden vardınız?” “Tehdit etti beni. Azmettirici Şahin Bey.” “Nasıl tehdit etti? Silah mı çekti size?” “Hayır, hayır. Üstü kapalı bir imaydı sadece.” “Belki yanlış anladınız. Üstü kapalı…” “Nazmi Bey, tehdit olup olmadığını anlayacak yaştayım. Zekâmı hafife almayın, lütfen.” dedim. Sırf daha önce ifade vermedim diye beni oyalıyor muydu yoksa ben mi paranoyak olmuştum? “Sinirlenmeyin. Ben de işimi yapıyorum; sorgulamak da benim işim. Biz sizin yazılı ifadenizi alalım,” dedi. İfademi verdim. Hemen işleme konulacaktı. Şahin Korgun sorgu için getirilecekti. Nazmi Bey, bu sürecin benim için kolay geçmeyeceğini söyleyerek tanık koruma programına alınmam için işlem başlatacağını belirtti. Tanık koruma mi? Bu kadar basit bir şey için bütün hayatım değişecek miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD