"Bence siz önce insanları dinlemeyi öğrenin, Yılmaz Bey. Az önce müvekkilimle ilgili bir durum olduğu için ifade vermeyeceğimi söyleyerek, zaten olayı gerçekleştirenin müvekkilim ya da ona yakın biriyle bağlantılı olduğunu söylemiş oldum. Burada zaman kaybetmeye devam etmek istiyorsanız, siz bilirsiniz. Ama benden bu kadar."
Çantamı alıp sorgu odasından çıkmak üzereydim ki, Nazmi seslendi:
"Handan Hanım, bu şekilde de sizin dediğiniz gibi ifade vermiş oluyorsunuz. Eğer güvenlik nedeniyle bilgi vermek istemiyorsanız, güvenliğinizi bizzat sağlarım. Bu konuda kesinlikle endişeniz olmasın. "
Ona doğru yürüyüp tam önünde durdum. Gözlerine baktım, sesim soğuk ve kendimden emindi.
"İfade vermiyorum çünkü sonucun ne olacağını biliyorum. Ama siz öğrenmek isterseniz, kamera görüntülerini bulur gönderirim. Sonuçta mutlaka kendini göstermiştir, kurşunu getiren. Ve benimle kişisel husumeti olduğunu da söyleyecektir. Trafikte yol vermedi bile diyebilir. Sonucunu bildiğim şeyler için zaman harcamayı sevmem. Ama siz illa ki harcamak istiyorsanız, kayıtlar iki saate elinizde olur."
Sözlerimden sonra odadan çıktım. Arkama bakmadan ilerlerken, söylediklerimin her kelimesinin gerçek olduğunu biliyorduk. Hem Yılmaz, hem Nazmi, hem de ben. Fakat o iri yarı, izbandut kılıklı herifin burada olmasının sebebi ben değildim ve bunu hepimiz farkındaydık. Yine de ona yardım edecektim. Ancak onun bundan haberdar olmasına gerek yoktu.
...
Yazarın anlatımı...
Handan odadan çıkar çıkmaz, Yılmaz ve Nazmi birbirlerine baktılar. Yılmaz’ ın yüzündeki öfke barizdi. Sessizliği ilk bozan Nazmi oldu.
"Kadın çok zeki. Tehlikeli derecede," dedi, takdir dolu bir tonla.
Yılmaz, alaycı bir şekilde kaşlarını kaldırarak cevap verdi: "Ne demezsin. Senin zeka anlayışın biraz tuhaf."
Nazmi, Yılmaz 'ın sözlerine aldırmadan devam etti: "Bence sen, kendinden başka gözü kara birinin olmasından hoşlanmıyorsun. Avukat Hanım ’ın senden ne farkı var? Sen tehdit alınca ne yapıyorsun sanki?"
"Polise başvuruyorum." dedi Yılmaz, umursamaz bir edayla.
Nazmi, gülümseyerek karşılık verdi: "Yani kendine."
"Aynen. " diye onayladı Yılmaz. Ardından, Nazmi devam etti:
"O da avukata başvuruyor bu durumda. Kabul et Yılmaz, kadın ‘tehdit aldım’ gibi laflar etseydi, bütün müvekkilleri incelemeye alınırdı. Hangisi bırakmış olabilir diye düşünecektik. Ama ‘müvekkilimin çıkarı’ diyerek sadece şu an savunduğu kişileri işaret etti."
Yılmaz, ellerini cebine sokarak sinirle cevap verdi: "Ama delili kullanılmaz hale getirdi. Elimizde başka delil de yok."
Nazmi omuz silkti: "Onu bulmak da bizim işimiz. Kadın hem onunla iş yapan insanları korudu hem de çalışanlarını. Ayrıca ifade vermiş gibi göründü."
Yılmaz, Nazmi 'nin hayranlığını umursamayarak ters bir bakış attı. "Hayranlığın bitince haber verirsin. Bu kadının başına gelecekler henüz bitmedi nasılsa. Dönüp davayı geri alacak gibi de görünmüyor. İnatçı bir tip."
Nazmi, sakin bir tonla konuşmaya devam etti: "İyi işte, sen de kadına gıcık gitmeyi bırak. Bak, o herifi savunmayı da bırakmış. O yüzden takmamış mıydın bu kadar kadına?"
Yılmaz, kapıyı açmak üzereyken duraksadı ve Nazmi ’ye dönerek alaycı bir gülümsemeyle baktı: "Bence sen üniversite sınavına gir. Ben sende avukat olma konusunda ciddi bir yetenek görüyorum."
Nazmi, masanın üzerinde duran kahve bardağını eline aldı, ama bardak kartondandı ve sinirini çıkarabileceği bir ağırlığı yoktu. Yılmaz ’ın dalga geçer gibi güldüğünü görünce iyice sinirlendi.
"Gülme lan! İnsanı sinir etmekte üstüne yok. Ben senden daha iyi dereceyle mezun oldum, tamam mı?"
Yılmaz, kapıyı açıp çıkmadan önce son bir imada bulundu: "İşte derecenin o kadar önemli olmadığının kanıtı da bu."
Yılmaz odadan çıkıp kapıyı kapatırken, Nazmi sinirle arkasından baktı. Kalktı ve Yılmaz’ ın peşinden gitmeye karar verdi, ama koridorda kimse yoktu. Yine lafını sokup gitmişti. Nazmi, bu durumun kendisini deli ettiğini fark etti. Yılmaz, her defasında imalı laflarıyla Nazmi 'yi kızdırıp arkasına bakmadan çıkıp gitmeyi başarıyordu. Nazmi ise her seferinde ona söyleyemediklerini sonradan düşünüyor, "Keşke şunu söyleseydim!" diye kendi kendine kızıyordu. Ama bir türlü o karşılığı verecek fırsatı bulamıyordu. Yılmaz’ la yüz yüze geldiklerinde hep bir şeyler onu engelliyor, her şeyin içinde birikmesine neden oluyordu. Bir gün bir patlayacaktı. O gün geldiğinde, çat çat cevaplarını verecekti ama o gün bir türlü gelmiyordu.
Nazmi, bir an durup düşündü. Avukat Handan’ ın da Yılmaz ’a benzediğini fark etti. İkisi de iş konusunda hassastı, ikisi de laf sokmakta iyiydi. İkisi de lafını sakınmazdı. Bu yüzden aralarındaki sürtüşme kaçınılmazdı. Nazmi, kamera kayıtlarını incelemek üzere dosyaya eklemek için kayda aldı. Sonuçta ifade verilmemiş bir ifade vardı elinde. Ama imzalanmamış bir ifade olduğu için Handan ’a imzalatamazdı. Bununla birlikte, resmi bir tutanak tutup kamera kayıtlarını dosyaya eklemesi gerekiyordu.
...
Handan ’ın anlatımı...
Bu işin tek bir yolu kalmıştı. Şahin Bey' in yanına gitmek zorundaydım. Kapıdan içeri girdiğim andan itibaren beş farklı güvenlik ve görevliyle karşılaştım. Önce kapı güvenliği, ardından iç güvenlik, kat güvenliği, asistan ve son olarak özel sekreter. Sekreter beni Şahin Bey ’in odasına kadar götürdü, onun beni kabul ettiğini belirterek. Pazar günü olmasına rağmen ofis kalabalıktı. Herkes görev başındaydı. Hafta içi burada neler yaşanıyordu, hayal bile edemiyordum. Sekreter, çay ya da kahve isteyip istemediğimi sordu ama içimden hiçbir şey içmek gelmiyordu. Şahin Bey' in hafif bir el hareketiyle sekreter odadan çıktı.
Şahin Bey, kısa bir süre sessiz kaldı. Sonra sert bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
"Umarım aklınızı başınıza almışsınızdır."
Ona karşılık vermekte gecikmedim:
"Ben de aynı şeyi sizin için umuyorum. Bakın, Şahin Bey, sizin ailenizi savunmak için canını dişine takacak bir sürü avukat bulabilirsiniz. Neden ben?"
Elindeki kalemi sinirle masaya bıraktı ve dosyasını kapattı. Gözlerime bakmadı bile. Normalde konuşurken göz teması kurmayı severdim, ama bu durumda pek de önemli değildi.
"Bu davayı en başında kabul etmeseydiniz, medeni bir şekilde yollarımızı ayırırdık, Avukat Hanım."
"Yollarımızı hala ayırabiliriz. Eminim benden çok daha iyi birini bulabilirsiniz. Ama bana soracak olursanız, hiç kimseyi bulmayın. Oğlunuz suçunun cezasını çeksin. Kim bilir, belki bu sayede ıslah olur."
Bu sözlerimin arkasında en ufak bir ümit dahi yoktu. Oğlunun karakter gelişiminde ciddi sorunlar olduğunu biliyordum. Böyle bir babayla yetişmiş olmak zaten baştan sorunlu bir durumu işaret ediyordu. Ailelerin, farkında olmadan ya da bile isteye çocuklarını katil yetiştirdikleri durumlar çok yaygındı. Elbette herkes aynı ortamda büyüyüp suçlu olmazdı, bir noktadan sonra kişisel tercih ve gelişim devreye girerdi. Ama aile etkisi inkar edilemezdi.
Şahin Bey aniden sesini yükseltti.
"Bak Avukat Hanım, benim oğlum kim, öldürülen kız kim? Sen hala benim kim olduğumu, oğlumun neyin varisi olduğunu anlamamışsın. Bizim emrimizde kaç kişi çalışıyor, ne kadar vergi ödüyoruz biliyor musun? Bugüne kadar kaç okul, kaç hastane yaptırdık? Böyle bir insan sıradan biri için harcanmaz. Oğlumun suçunu üstlenmek için sıraya giren insanlar var. Aldığı nefesi bile bize borçlu olanlar var. Sen bu davaya gireceksin, gerisini ben hallederim. Hem ünleneceksin de."
Gözlerimi ona diktim, sakinliğimi koruyarak cevap verdim.
"İnanmadığım bir davaya girmem. Zaten böyle bir dava bana da fayda sağlamaz."
Şahin Bey, bana doğru eğilerek tehditkar bir şekilde sordu.
"Vicdan yaptın, öyle mi? Kaç para susturur bu vicdanını?"
Sakinliğimi bozmadan yanıtladım.
"Vicdan satılık değildir, beyefendi."
O ise soğukkanlı bir şekilde konuşmasını sürdürdü.
"Her şey satılıktır, can bile. Aklını başına al."
Derin bir nefes alarak onu daha iyi anlamaya çalıştım. Ama ısrarcı tavrı beni sinirlendirmeye başlıyordu.
"Sizin savunmaya bile ihtiyacınız yok, bunu kendiniz de söylüyorsunuz. O halde neden bu kadar ısrar ediyorsunuz?" diye sordum.
"Çünkü sen davadan çekilirsen hem hakimin hem de insanların gözünde şüphe uyandırırsın, Avukat Hanım. Bak, yanına bir avukat daha veririm. Duruşmada konuşmana gerek yok. Ama orada olacaksın."
Ayağa kalktım, ellerimi masasına koydum ve ona doğru eğildim.
"Sanırım siz ‘hayır’ kelimesinin anlamını bilmiyorsunuz. Oğlunuzu savunmayacağım."
Bu kez onun sinirlerinin gerildiğini hissediyordum. Tehditlerini daha açık hale getirdi.
"Bana bak, Avukat... Ya o gün dava için adliyede olursun ya da adli tıpta. Anladın mı?"
Gözlerimi ona diktim, içimde korku yoktu. Gözlerinden, beni korkutmak istediğini okuyabiliyordum.
"Bu tavrınıza devam ederseniz, adliyede olacağım. Ama karşı tarafın avukatına yardımcı olarak. Sakın bir daha beni tehdit etmeyin. Ben sizden korkmuyorum. Eğer bir kez daha tehdit ederseniz, sizi içeri attırır ve oğlunuza kavuştururum."
Ona son bir bakış attıktan sonra ellerimi masadan çektim ve odadan çıktım. Anladığı dil buysa, ben de aynı dilden konuşmuştum.
Arabamla evime doğru yola çıktım. Son zamanlarda ofisteki işleri Nevin ve Sevil’ e bırakmıştım. Saat öğleni geçmişti ve karnım açıktı. Yolda bir pizzacının önünde durdum, içeri girdim ve herkes için birkaç büyük boy pizza sipariş ettim. Pizzaları alıp dışarı çıktığımda, birden üzerime doğru gelen iri yarı birini fark ettim. Ayı gibi adam, pizzaları ezerek bana doğru sarıldı. Elimdeki pizzalar yere düştü ve aynı anda bir silah sesi yankılandı. O dev cüsseli adamla birlikte yere yığıldım.
Üzerime düşen adamın ağırlığı ile eziliyordum, ama kafamdaki tek şey o silah sesi ve neye ya da kime isabet ettiğiydi. Elime gelen sıcak ıslaklık üzerimdeki kişiye isabet ettiğini düşündürse de bunu kabul etmek istemiyordu aklım. Biri zarar görecekse bu ben olmalıydım.