Yılmaz, Emniyet Müdürlüğü ’nden çıktıktan sonra Can' ı yanına alarak Handan ’ı takip etmeye başladı. Handan ’ın, Şahin Bey ile görüşeceğini tahmin ediyordu. Onun öyle kolay geri adım atacak bir kadın olmadığını gayet iyi biliyordu. Oradan çıktığında takibe devam etti. Ancak, fark etti ki arkalarına başka bir araba daha takılmıştı. Yılmaz, aslında görevi Can ’a bırakıp işine geri dönmeyi düşünüyordu, fakat takip eden arabayı görünce vazgeçti. Handan’ ın, Şahin ’i sinirlendirdiğinden emindi. Şahin normalde bu kadar gözler üzerindeyken bir hamle yapmaz, durumu izler ve beklerdi. Ama Handan, belli ki Şahin ’i delirtmişti. Yılmaz nedense buna şaşırmıyordu.
Handan, hiçbir şeyden habersiz, pizza almak için durduğunda Yılmaz rahatsız oldu. Kadının, her şeyin yolundaymış gibi davranması sinirini bozuyordu. Arabadan indi ve Handan ’ın içeri girmesini izledi. Takip eden adam da arabadan inmişti, ancak pek saklanıyor gibi görünmüyordu. Yılmaz, sanki pizzasını bekleyen bir müşteriymiş gibi arada bir saatine bakıyordu, ama yan gözle adamı gözlüyordu. Handan içerideyken Can’ a işaret verdi. Can, adamın yanına doğru yürümeye başladı, ama o sırada telefonla konuşuyordu. Yılmaz, ona sadece konuşuyor gibi yapmasını söylemişti, fakat Can, fırsattan istifade sevgilisini aramıştı. Kulaklıkla konuşuyordu.
"Ah, bebeğim... Ben istemez miyim şimdi yanında olmak?" derken, adamın silahını çıkardığını fark etti. Yanından geçip gitmek zorunda kalmamak için durakladı.
"Güzelim, bal peteğim benim. Evet, dışarıdayım. Ama patron öğle yemeği için pizza siparişi vermiş, onu almaya geldim..." Bir an duraksadı, sevgilisinin inanmayan sesi kulaklarına çalındı. "Ne demek inanmıyorum? Dur, bak, birini bulayım, o sana söylesin."
Etrafa hızlıca göz gezdirdi ve adama doğru yürümeye başladı. Yani bir taşla iki kuş vurabilirdi. Ancak, adam onu umursamıyordu. Gözleri Handan ’da, silahı ise ona doğrultulmuştu. Can, adama hızla yaklaştı. Fakat zamanlamayı iyi ayarlayamadı. Tam silah ateşlenirken adamın koluna yapıştı. Kolunu dizine vurarak silahı düşürdü ve adamın kolunu arkaya kıvırdı.
"Zorluk çıkarma, tutuklusun." derken, belinden kendi silahını çıkardı ve adamın sırtına dayadı. Ardından, kafasını çevirip havalı bir şekilde Yılmaz’ a baktı. Ancak, Yılmaz’ ın Handan’ ın üzerinde, yerde olduğunu gördüğünde içi cız etti. Adamı hızla kelepçeledi, yerdeki silahı aldı ve adamı arabaya yönlendirdi. Onu arabaya bindirip kapıyı kilitledi. Koşar adımlarla Yılmaz ’ın yanına geldiğinde, yerdeki kanı fark etti.
....
Handan' ın anlatımı...
Üzerimde resmen bir ayı vardı. Eziliyordum. Bir an nefes alamayacak gibi hissettim. Gözlerim bulanıklaşmaya başlamıştı ki bize doğru koşan birini fark ettim.
"Amirim! Amirim, iyi misiniz?"
Adam üzerimden kalktı. Yüzünde acı çektiği belliydi. Kafamı kaldırıp ona baktığımda kim olduğunu yeni yeni anlıyordum.
"Senin yapacağın işi sikeyim, Can! Kaldır şu Avukat Hanım' ı."
O sırada üzerime düşen kişinin, izbandut komiser olduğunu fark ettim. Eli arkasında duruyordu, yere kan sızıyordu. Can’ ın yardımıyla yerden kalktım. Her yerim ağrıyordu. Özellikle sırtım ve kollarım zonkluyordu. Ama kafam... Kafam hariç. Onu izbandut komiser korumuştu. Düşerken sırt üstü yere doğru giderken, kafamın arkasına elini koymuştu. Kalkar kalkmaz kanı fark ettim. Hemen yanına koştum.
"Vuruldunuz mu?" diye sordum, endişeyle.
"Sıkıntı yok." dedi umursamaz bir tavırla.
"O nasıl bir cevap öyle?" diye çıkıştım.
O sırada Can, komiserin etrafında dolanmaya başladı. Bir anda durup garip bir ifadeyle başını kaldırdı.
"Komiserim... Poponuzdan vurulmuşsunuz!"
"Can!" diye sertçe çıkıştı komiser. Sesindeki öfke açıkça belli oluyordu.
Tamam, adam hayatımı kurtarmıştı. Hedefin ben olduğumdan hiç şüphem yoktu. Ama Can ’ın söylediği şey o kadar komikti ki kendimi tutamadım, gülmeye başladım. Komiser bana öfkeyle baktı.
"Bakıyorum, pek komik geldi, Avukat Hanım!" dedi, gözleri fena halde kısılarak.
"Şey, affedersiniz. Teşekkür ederim." dedim ama gülmeme engel olamıyordum. Sinirlerim tamamen boşalmıştı. Hala gülüyordum. Daha düzgün teşekkür etmem gerekirdi ama yapamıyordum. Adam, resmen kan kaybını durdurmaya çalışırken muhtemelen poposunu tutuyordu, ve bu beni daha da çok güldürüyordu.
"Avukat Hanım!" diye bir kez daha uyardı komiser.
"Pardon." dedim, nefes almaya çalışarak. "Elimde değil. Kendime engel olamıyorum. Sinirlerim bozuldu."
"Bozulsa iyi olur." diye homurdandı. "Kurşun benim belimin altına gelmiş olabilir ama bu boyunuzla size denk gelseydi, kesinlikle hayati bir yerinizde olurdu."
Birden donup kaldım. Adam haklıydı. Kurşun bana isabet etseydi, büyük ihtimalle öldürebilirdi. Gülmeyi bir anda kestim. Genç polis Can, gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. İzbandut komiser, bu sırada telefonunu çıkardı ve ambulansı aradı.
Adam yaralıydı, ama biz sağlam iki kişi, ambulans aramayı bile akıl edememiştik. O sırada adının Can olduğunu öğrendiğim polis, ekipleri aradı. Kısa süre sonra ambulans ve polisler geldi. Ateş eden adamı tutuklayıp götürdüler. Beni de düştüğüm için ambulansa bindirdiler.
İzbandut komiser ise ambulansın içinde, iki büklüm ayakta duruyordu. Ne kadar uzundu bu adam. Sedyeye beni yatırmışlardı. Düşmenin etkisiyle her yerim ağrıyordu, ama onun durumu çok daha ciddi görünüyordu. Yine de kimse ona laf geçiremedi. Dimdik ayakta durmaya devam ediyordu. Ben de hayatımı borçlu olduğum bu adamla daha fazla tartışmak istemedim. O halde bile hala dik durmaya çalışması, saygı duyulacak bir şeydi. Ama içten içe, keşke biraz dinlenip yardım kabul etse diye düşündüm.
Ambulansın içinde ilerlerken başımı çevirip ona baktım. O ise dışarıya, uzaklara dalmıştı.
....
Yazarın anlatımı...
Yılmaz yatakta yan yatmış, hemşirenin pansuman yapmasını sessizce izliyordu. Ancak sinirleri bozulmuştu. Can’ ın da yanlarında durup pansumanı izlerken, dikkatle kalçasına bakması bu sinir bozukluğunu iyice tetiklemişti. İçindeki sabır taşmak üzereydi.
“Sen nereye bakıyorsun? Başka bir yer bulamadın mı? Hem senin başka işin yok mu? Burada tepemde dikilip duruyorsun. Yoksa işten mi kaytarmaya çalışıyorsun?” diye patladı Yılmaz.
Can, Yılmaz 'ın yanında yetişmiş, fakat hala acemi olan genç bir polis memuruydu. Yılmaz ona çok yardımcı olmuş, hatta bir süre evinde kalmasına bile izin vermişti. Can, Yılmaz ’ı abisi, İlkim’ i de kız kardeşi gibi görüyordu. Yılmaz ne derse desin, Can ona asla karşı gelmezdi. Çünkü Yılmaz ne kadar kızarsa kızsın, onun da kendisini kardeşi gibi gördüğünü bilirdi. Bu da Can’ ın arada sırada şımarıklık yapmasına neden oluyordu.
"Komiserim, sizi bırakıp nasıl giderim?" dedi Can, gülerek. “Çok kıymetli bir yerinizden vurulmuşsunuz…”
Yılmaz sinirle kalkmaya çalıştı, fakat aniden ağrı saplandı vücuduna. Dişlerini sıktı ama ağrının şiddeti onu zorluyordu.
“Ahh! Ahhh!”
Hemşire, sakin olmasını ve hareket etmemesini söyledi.
“Bir kalkayım buradan, dalga geçmenin hesabını soracağım sana!” diye tehdit etti Yılmaz, zorlukla nefes alarak.
“Sürekli nöbet tutturarak aklını başına getireceğim. Çok yüz verdim sana, suç bende!”
Can, gülümsemesini zorla bastırmaya çalışarak konuştu. “Estağfurullah komiserim, benim haddime mi sizinle dalga geçmek? Yanlış anladınız beni.”
Yılmaz, öfkeyle devam etti: “Başkomiserim! Bundan sonra bana Başkomiserim diyeceksin!”
“Amirim desem?” diye alayla sordu Can.
“Bu bir emirdir, Can!” diye bağırdı Yılmaz.
Can, disipline uygun bir şekilde toparlanarak cevap verdi: “Emredersiniz, Başkomiserim!”
Pansuman bittiğinde Yılmaz, yerinden kalkmaya çalıştı, ancak hemşire hızla araya girip onu durdurdu. "Bugün dinlenmelisiniz, yarın taburcu olabilirsiniz." dedi sert bir tavırla. "Bir süre oturmayın, iyileşme sürecini zorlaştırırsınız."
Yılmaz, itiraz etmek üzereyken hemşirenin kararlı bakışları onu susturdu. Sonuçta o da işini yapıyordu. Yılmaz, sağlık çalışanlarına büyük saygı duyardı. Onların hastanelerde maruz kaldığı psikolojik baskı, şiddet ve hakaretlere tahammülü yoktu. İnsanların hayatını kurtarmaya çalışan bu kahramanlara kimsenin kötü davranmaya hakkı olmadığını düşünürdü. Hemşire çıktıktan sonra kendi kendine mırıldandı.
“Dinlenmek mi? Alt tarafı bir sıyrık. Ne kadar abartıyorlar. Gerçi, onlar da işlerini yapıyor… Neyse. Ama Necdet Amirim çıkma demeseydi, bir dakika durmazdım burada. Emir, demiri keser işte.”
Can, hafif bir tebessümle “Tam da sıyıracak yeri bulmuş Başkomiserim. Necdet Amirim tedbirli olmakta haklı. Doktor müsaade edinceye kadar buradayız.” dedi.
Yılmaz, sinirle tekrar ona döndü. “Can! Ayağa kalk da seni…”
Tam o sırada kapıya vuruldu. Yılmaz, gözlerini kapıya çevirdi. Kapı yavaşça açıldı ve Emniyet Amiri Necdet içeri girdi.
“Yılmaz, müsait misin?” diye sordu Necdet, içeri adım atarak.
Yılmaz, doğrulmaya çalıştı, fakat yine bir ağrı hissetti. “Tabii Amirim, buyurun, hoş geldiniz.” dedi, ciddiyetini bozmadan.
Necdet, eliyle Yılmaz’ a kalkmaması gerektiğini işaret etti. “Hiç zahmet etme, fazla kalmayacağım. Nasıl oldu bu olay? Yılmaz vurulmuş dediklerinde inanamadım. Sen çok dikkatli bir adamsındır. Dışarıdaki kadın mı? Şu evine silahlı saldırı yapılan avukat. Onun yüzünden mi bu durum?”
Yılmaz, konuyu kapatmaya çalışarak cevap verdi. “Önemli değil, Amirim. Ufak bir sıyrık sadece. Zaten hemen çıkacağım buradan, görevimin başına döneceğim.”
Necdet, kısa bir süre Yılmaz ’a baktı. Onun fazla konuşmayacağını biliyordu.
“Anlaşıldı. Yine ağzından tek kelime alamayacağız. Ama dinlenmeye bak, bize daha lazımsın. Ben de şu Avukat Hanım ile bir görüşeyim.”
"Amirim, yanlış anlamayın ama böyle bir konuşmaya gerek yok. İnanın bana, bu görünmez bir kazaydı. Zaten şu an tek sıkıntım, sizin karşınızda böyle yatakta olmak. Size mahcup oldum." dedi Yılmaz, utançla gözlerini kaçırarak.
Necdet, başını sallayarak karşılık verdi.
"Saçmalama Yılmaz! Bir daha böyle konuştuğunu görmeyeyim." dedi sert ama samimi bir şekilde. Ardından bir şey hatırlamış gibi ekledi, "Ha, bu arada söylemeyi unutuyordum. Az daha atlıyordum. İl Emniyet Müdürü seni ziyarete gelecek. Haberin olsun. Üstün başarıların nedeniyle seni bizzat tebrik etmek istedi. Hatta gelmek üzeredir."
"Burada mı?" Yılmaz şaşkınlıkla Necdet' e baktı. İl Emniyet Müdürü' nün karşısına bu halde çıkacak olmak onu utandırmıştı. Kalçasına istemsizce bir bakış attı. Can, çaktırmadan güler gibi oldu. Zorla kendini tutuyor, ama kıpkırmızı olmuştu. Yılmaz göz ucuyla ona sert bir bakış fırlattı.
Tam o anda kapı çalındı. İçeri İl Emniyet Müdürü Kenan girdi. Odaya bir anda ciddiyet hakim oldu. Yılmaz ise tamamen mahcup olmuştu, yaralı haliyle müdürün karşısına çıkmak istemezdi.
"Rahatsız etmiyorum değil mi?" diye sordu Kenan, içeri adımını atarken.
Necdet Amir, hemen ceketinin düğmelerini ilikleyip saygıyla karşıladı.
"Hoş geldiniz Müdürüm. Rahatsızlık ne demek? Tam da sizin geleceğinizden bahsediyorduk." dedi ve kenara çekildi. Yılmaz, canı yanmasına rağmen biraz doğrulmaya çalıştı. Kenan, Yılmaz 'a doğru yaklaşarak elini omzuna koydu.
"Geçmiş olsun Yılmaz. Bizi korkuttun. Lütfen rahatsız olma, yaralısın. Doktorundan bilgi aldım ama." diyerek kısa bir duraksamayla Yılmaz’ ın kalçasına baktı, "Durumun iyiymiş." diye tamamladı sözünü.