Yazarın anlatımı...
Yılmaz, İlkim ’e durumu onun anlayabileceği kadar basit bir şekilde anlatmıştı. Ancak, onun bu şekilde konuya giriş yapacağını tahmin edememişti. Aslında etrafa karşı kızının söyledikleri doğruydu; burası insanların içinde bulunduğu sıradan bir mahalleydi. Özellikle seçilmiş bir evdi. Herkesin birbirini tanıdığı mahallelerde ne kaybolan birini aramak gerekiyordu ne de yabancı biri geldiğinde fark edilmesi uzun sürüyordu. Zaman zaman polis de bundan faydalanıyordu. Eğer kalıcı şekilde kimlik değiştirmeyi gerektirmeyecek kadar basit bir görevse veya olayın hızlı bir şekilde sonuçlanacağı düşünülüyorsa, bu tür evler kullanılıyordu. Hatta bu eve dair "perili ev" söylentileri bile dolaşıyordu. Kiracılar uzun süre kalmıyor, çevre halkına göre eve yeni bir kiracı bulmak da zor oluyordu. Ev sahipleri de genelde yurt dışında oluyordu.
Yılmaz, kızını kırmak istemiyordu ama durum onu da rahatsız etmeye başlamıştı. Eşyaları odaya yerleştirecekti; fakat İlkim, “Ben acıkmaya başladım.” dediğinde önceliği alışverişe vermeye karar verdi.
Markete gidip makarna, dondurulmuş pizza, hazır meze, hazır çorba, İlkim için meyve suyu, salata malzemesi, su ve kahve aldı. Alışverişi bitirip eve döndüğünde, poşetleri yere bırakarak ayakkabısını çıkarmaya çalışırken İlkim eline yapıştı.
“Hoş geldin babacığım! Gel bak, Handan Abla ile Lila ’ya yatak yaptık!” dedi sevinçle.
Yılmaz mecburen İlkim ’in peşinden yürüdü. Yatak odasında iki sandalye karşılıklı konulmuş, üzerlerine bir örtü serilmişti. Oyuncak bebek Lila için bir yastık yapılmış, bebek bu yastığa yatırılmış ve üzerine örtülmüş halde yatağın yanında duruyordu.
“Babacığım, nasıl olmuş? Yatak iki kişilik olunca Lila benimle yatamayacak diye üzülmüştüm. Handan Abla böyle bir çözüm buldu. Böylece Lila da bizimle uyuyacak!” diye açıkladı İlkim.
Yılmaz, kızının saçlarını okşayarak gülümsedi. Aslında bebek her türlü sığardı ama anlaşılan İlkim' in işine gelmemişti bunu kabul etmek.
“Çok güzel olmuş güzelim. Elinize sağlık.” dedi. Buraya gelmeden önce endişeliydi. Avukatla arası iyi değildi ve kızının yanında tartışmalarının devam etmesi halinde İlkim ’in olumsuz etkilenmesinden korkuyordu. Ancak gördüğü bu manzara onu rahatlattı. Handan’ ın gerçekten çocuklar konusunda hassas bir insan olduğunu anladı. Bunu anlamak için daha fazla kanıta ihtiyacı yoktu.
Yılmaz odadan çıktı. Getirdiği poşetleri almak için eğildiğinde canı acımıştı. Şu işi de halledip pansumanını yapması gerektiğini düşündü. Poşetleri mutfağa götürüp tezgahın üzerine koydu.
“Dışarıdan gelmiş ve az önce yerden aldığınız bir şeyi tezgaha koyamazsınız.” dedi Handan, uyarıcı bir ses tonuyla.
“Ne yapayım, elimde mi tutayım?” diye karşılık verdi Yılmaz, hafif bir sitemle.
Handan cevap vermek yerine poşetleri aldı, yere koydu ve içindekileri çıkarmaya başladı. Çıkardıklarını masaya diziyordu.
“Bunları mı aldınız?” diye sordu, hafif bir şaşkınlıkla.
“Ya ne alacaktım?” dedi Yılmaz, savunurcasına.
“İlkim bu şekilde besleniyorsa...” diye söze başlayan Handan, Yılmaz ’ın sözünü kesmesiyle durakladı.
“Kızıma nasıl bakacağım sizi ilgilendirmez. Ayrıca Elif onun ihtiyacı olan her şeyi yapıyor.” dedi Yılmaz, biraz sert bir tonda. Kızı kırmızı çizgisiydi.
Handan bir an “Elif kim?” diye düşündü. Sanki daha önce de bu ismi duymuştu, ama üzerinde fazla durmadı.
“Bir dahaki sefere listeyi ben veririm, öyle alırsınız. Elif ’i bilmem ama sizin aldıklarınızla sağlıklı beslenmek mümkün değil.” dedi Handan, kararlı bir şekilde.
“Ne yapacaksın, kızıma sadece ot mu yedireceksin?” diye çıkıştı Yılmaz.
Handan dondurulmuş pizzayı poşetten çıkarıp masanın üzerine bıraktı. “Ot değil, sebze. Ve ayrıca ne yedirsem şu pizzanın üzerindeki işlenmiş etimsi ürünlerden iyidir.” dedi sakin bir ses tonuyla.
“Vegan ya da vejetaryen misin sen? Biz değiliz, haberin olsun.” dedi Yılmaz.
“Değilim Yılmaz Bey. Ama bunlar da et değil.” diye karşılık verdi Handan.
“Sana da iyilik yapılmıyor. Yapmak kolay olsun diye düşündük. Nişantaşı’ nda antin kuntin yerlerde yemeye alışıksındır da yemek yapmandan umudum yok zaten.” dedi Yılmaz, hafifçe kaşlarını kaldırarak.
Handan, Yılmaz’ ın karşısına dikildi. “Nişantaşı ile derdiniz ne bilmiyorum ama bu aldıklarınızla şu an yapabileceğim tek şey salata. Kızınızın düzgün beslenmesini istiyorsanız gidin en azından kıyma alın. Çocuk aç. İki dakikada köfte yapar, bugünü geçiririz en azından.” dedi sabırla.
“İyi, tamam. Alınacak başka bir şey var mı?” diye sordu Yılmaz.
“Ben yarın için liste hazırlarım. Şimdi acil olanları alalım. Kıyma al. Soğan zaten almışsınız. Baharat ve yumurta da lazım. Kahvaltıda kullanırız.” dedi Handan.
Yılmaz, tekrar alışverişe gitmek için dışarı çıkarken, Handan kendine bir kahve hazırladı.
Yılmaz, tekrar alışverişe çıkarken içinde hafif bir öfke vardı. Kızıyla ilgili konularda fazlasıyla hassastı; ona iyi bir hayat sunmak için elinden geleni yapıyordu. Ancak bazen bu çaba onun omuzlarına ağır bir yük bindiriyordu. İlkim, yaşıtlarına göre çok daha olgun bir çocuktu. Küçük yaşta annesiz bir hayatla baş başa kalmıştı ve bu durum onu erken büyümeye zorlamıştı. Bir polis kızı olarak sürekli tetikte yaşamaya, dünyaya çok daha dikkatli bakmaya alışıktı. Diğer çocuklar gibi kaygısızca oyun oynamıyor, etrafında olup biten her detayı gözlemliyor, aklına kazıyordu. Beş yaşındaki bir çocuk için böylesine bir farkındalık ağır bir yüktü; Yılmaz bunun farkındaydı, ama ona daha iyisini sunma şansı da yoktu. Yaptığı iş, hayatına koyduğu sınırlar ve gizlilik gereği, ailesine verebileceği hayat buydu.
İlkim ’in gözlemci yapısı, onu yaşıtlarından çok daha dikkatli ve bilinçli bir çocuk yapmıştı. Etrafta olup biten her şeyi gözlemliyor ve hiçbir detayı kaçırmıyordu. Sokaktaki insanların yüz ifadelerinden, babasının eve geldiğinde ki hal ve tavırlarına kadar her ayrıntıyı kaydediyordu. İlkim, kendine göre hayatın büyük meseleleri hakkında bile düşünebiliyor, olayları yorumlayabiliyordu. Bu nedenle bazen olduğundan daha büyük yaşta gibi konuşuyor, her konuda fikir yürütmekten çekinmiyordu. Babasına göre, bu yaşındaki bir çocuk için alışılmadık bir davranıştı ama Yılmaz, kızının neden böyle olduğunu biliyordu. Hayat şartları ve yaşadıkları olaylar, onun çocukça safiyetten uzak, ciddi bir çocuğa dönüşmesine neden olmuştu. Tabii ki oynamayı ve eğlenmeyi biliyordu ama o genelde babasının olduğu ortamlarda şımarırdı. Handan' ın çocuğuna iyi bakamıyor gibi konuşması sinirini bozmuştu.
Yılmaz, tüm bunları düşünerek sinirli adımlarla yürürken, bir yandan da içindeki vicdan azabıyla mücadele ediyordu. Kızının yaşadıkları onu her ne kadar olgunlaştırmış olsa da, bir yandan da masumiyetini elinden almış gibiydi. İlkim ’in, çevresinde olup bitenleri anlama isteği, gözlemleri ve büyümüş de küçülmüş tarzı konuşmaları Yılmaz ’ı her seferinde şaşırtıyordu. Küçücük bedeniyle koca koca laflar eden bu minik kız aslında sadece beş yaşındaydı. Ama Yılmaz, kızının erken yaşta bu kadar bilinçlenmek zorunda kalmasını istememişti. Hayat ona daha farklı imkanlar sunsaydı, belki de İlkim daha sıradan bir çocukluk yaşayabilirdi. Fakat Yılmaz bir polisti ve kızına sunabileceği hayat buydu. Görevleri, sorumlulukları, her an tetikte geçmesi gereken bir hayatı vardı ve bu durum, ister istemez İlkim ’in hayatına da yansıyordu.
Markete geldiğinde bu düşüncelerin ağırlığı omuzlarında hissediliyordu. Kendine, her şeyin daha iyi olacağına dair güvence vermeye çalıştı. İlkim, ne olursa olsun onun hayatının merkezindeydi, ve Yılmaz, bu zorlu şartlar altında bile ona en iyi hayatı sunabilmek için her şeyi yapacaktı.
.......
Handan' ın anlatımı...
Mutfağa girip kolları sıvadığımda içimi garip bir huzur kapladı. İlkim için güzel bir yemek hazırlamak… Eskiden hayalini bile kurmayacağım bir şeydi bu. Evin içinde tatlı bir sessizlik, sadece yağda kızaran köftelerin cızırtısı. O kadar özlemişim ki bu türden bir sıcaklığı, bir aileye ait olma hissini.
İlkim yanımda, koca gözlerini köftelere dikmiş, merakla izliyor. Her şeyi büyük bir ciddiyetle takip ediyor. Arada bir minik parmak uçlarında yükselip ne yaptığımı anlamaya çalışıyor. “Handan abla, köfteler ne zaman hazır olur?” diye soruyor sonunda, sesi sabırsız ama tatlı. O kadar masum ki, istemsizce gülümsüyorum.
“Az kaldı, tatlım.” diyorum, bir yandan da elimdeki maşayla köfteleri çeviriyorum. “Birazdan sofraya geçeriz.”
Yemek neredeyse hazır olduğunda Yılmaz da mutfağa geliyor, ağır adımlarla, sessizce. Yüzü her zamanki gibi ifadesiz. Onun bu soğuk tavırları, hiç de davetkar değil. Belki de bugüne dek alıştığı tek şey soğukluk ve mesafe kurmak… Ama ben kendimi daha fazla rahatsız hissetmemeye çalışıyorum. İlkim’ in heyecanı her şeye değer.
Köfteleri masaya koyduğumda İlkim hemen sandalyeye oturuyor, neşeyle yerinde kıpırdıyor. Benim yapabildiğim sıradan bir yemeğe bile bu kadar sevinen bir çocuğu izlemek o kadar hoş ki… O minik ağzına bir lokma köfte attığında, gözlerinin içi parlıyor. “Handan abla, bu köfteler harika!” diyor, övgüyle. “Sen dünyanın en iyi köftecisisin!”
Gülümsüyorum. Küçük ellerini bir köfteden diğerine atarken mutlu hali bana da bulaşıyor. Yılmaz ise bir yandan yemeğini sessizce yiyor. Her zamanki gibi, sessiz ve soğuk. Ama bir an, belki sadece bir an, yüzünde hafif bir gülümseme beliriyor. “Ellerine sağlık.” diyor, kısık bir sesle. Öyle kısa, öyle ölçülü ki, yine de anlamamı zorlaştırıyor. Sanki bir duvar aramızda, aşılması imkansız bir mesafe…
Yemekten sonra, İlkim tabaklarını mutfağa taşıyor, bana yardım etmek istiyor. Gülüyorum ama içim sızlıyor da; bu yaşta, bu kadar olgun… Onun hayatında daha az kaygı, daha çok çocukluk olması gerektiğini düşünüyorum ama gerçekler başka.
Kendi odama çekildiğimde yatakta uzandım, ama uyku bir türlü gelmedi. Bugün yaşadıklarım aklımda dönüp duruyor. Gerçekten aynı çatı altında mı yaşıyorduk? Yılmaz ve tatlı kızıyla… Başka biri söylese inanmazdım. Ama İlkim ’in o saf, sıcak hali, bana “anne” dediği an… O an içimde öyle tuhaf bir şey hissettim ki, tarifi zor. Bir boşluğun dolduğunu hissettim sanki. O küçücük kalbinde bana yer açması, böylesine saf bir sevgiye yer vermesi…
Yılmaz ’ın sessizliği, soğukluğu… Bu evde kendimi bir yabancı gibi hissetmemi sağlıyor bazen, ama İlkim’ in varlığı her şeyin daha anlamlı olduğunu hissettiriyor.
Sağa sola dönüyorum yatakta, gözlerimi kapatıp uyumaya çalışıyorum ama olmuyor. Bileğimdeki sargı gevşemiş, doğrulup yeniden saracağım ama sol elle zor. Hırkamı üstüme geçirip koridora çıktım.