#Ladin
Ufukta doğacak olan güneşe elimdeki çayla eşlik ediyordum. Sabah ezanı okunurken uyanmıştım. Namaz kıldıktan sonra uyku cazip gelmediğinden kendimi odamın küçük terasına attım. Sabaha karşı hafif kuş cıvıltısı, tertemiz havaya hafiften eserek eşlik eden rüzgâr insana öyle güzel duygular hissettiriyor ki bunu tarif edemiyorum ya da etmeye çalışayım. Böyle insan kendini dünyanın en güvenilir yerinde hissediyor ve oradan ayrılmak istemiyor. Sadece oranın güvenli limanlarında kalmak istiyor. İşte ben de bu küçük terasta elimdeki çayla kendimi güvende hissediyorum. İnsanlar uykunun verdiği sarhoşlukla kafayı gömerken ben burada onlarsız kafayı buluyordum ve bunun böyle sürmesini diliyorum...
Elimde bir bardak çayla oturduğum sandalyede güneşin tepeye çıkışını izlemeye devam ettim. Şu an beni saran güzel bir koku ve sımsıcak bir çayla dünyanın en mutlu insanıyım.
♡♡♡♡♡
Saate baktığımda geçen zamanın farkına bile varmamışım. Hemen terastan çıkıp odama geçmiştim. Dolabımda kendime uygun bir kombin seçip hazırlanır hazırlanmaz kahvaltı yapmadan işe geldim. Ofise girdiğimde asistanım Zehra oturduğu yerden kalkıp baş selamı verdi.
“Günaydın Zehra, gelen giden oldu mu?” diye sordum.
“Günaydın Ladin Hanım, bir beyefendi geldi. Sizi sordu. Burada olmadığınızı söyleyince kartını bıraktı. Geldiğinizde acilen ona dönmeniz gerektiğini belirtti.”
Duyduğum sözler üzerine sinir sistemlerim yerlerinden oynamaya başladı. Zehra’ya gülümseyerek elindeki kartı aldım.
“Durumu acilse her şekilde kendisi bana ulaşır. Acil değilse sana boşuna efor harcamış olmuş olur.”
Zehra bana hafif gülümseyip yerine oturdu. Ben de odama geçip kartın üzerindeki ismi okudum.
“Yiğit Ali POYRAZOĞLU."
İsmi baya havalıymış. Kartı yırtıp çöpe attıktan sonra sandalyeme yaslanıp elimdeki dava dosyasını incelemeye başladım.
♡♡♡♡♡
Kapımın tıklatılmasıyla başımı dava dosyasından kaldırmadan “Gir" dedim.
Göz ucuyla kapıya baktığımda Zehra yavaş bir şekilde içeriye süzülerek “Ladin Hanım, dışarıda bir bey sizinle görüşmek istiyor.” dedi.
Kafamı elimdeki dosyadan kaldırıp “Kim?” diye sordum.
Zehra bir dakika işareti yapıp kapının ardında adamla konuştuktan sonra tekrar içeriye girdi.
“Yiğit Ali POYRAZOĞLU, içeriye alayım mı?”
Demek ki işi acilmiş. Zehra’ya olumlu anlamda başımı salladığımda dışarıya çıkıp adamı içeriye aldı. Adam içeriye girince elimle sandalyeyi gösterip “Buyurun, böyle oturun.” dedim.
Adam gösterdiğim yere geçip otururken keskin bakışlarını üzerimde hissettim. Adamın bakışlarına anlam veremezken Zehra tekrardan söze girdi.
“Bir şeyler içer misiniz?”
“Ben bir çay alayım.” dedim ve dikkatli adama baktım. Bakışları rahatsız edici değil ama merak yüklüydü. Acaba hayatında ilk kez bu kadar güzel bir kadın görmenin merakı mı? Başımı olumsuzca sallayıp adamın gözlerine baktım.
“Siz bir şey içer misiniz?”
Adam “Sade bir Türk kahvesi alayım.” dedi.
Zehra bana bakınca başımı onaylar biçimde salladım.
Zehra “Tamamdır. Hemen getiriyorum.” dedi.
Zehra dışarıya çıktıktan sonra adama dikkat kesilip buraya geliş amacındaki acil durumu saptamaya çalıştım. Parmağında yüzük yok o zaman boşanma davası değil! Alacak verecek davası olabilir ama kahin olmadığım için ve adamın bakışları gülümsemeye dönüşmeden önce en makulü ona sorup öğrenmek.
“Buyurun, sizi dinliyorum.” dedim.
Adam hafif gülümsedikten sonra “Benim buraya geliş sebebim farklı.” dedi.
Merakla “Farklı derken?” diye sordum ve adamı anlamsız bakışlarla süzmeye başlayıp bakışlarıma anlam kazandırmaya çalışırken kapının tıklanma sesiyle bakışlarımı çekip “Gir” dedim.
Zehra içeriye girip içecekleri masaya bıraktıktan sonra “Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu.
Başımı hayır anlamında sallayınca Zehra dışarıya çıktı. Adam kahvesini alıp bir yudum alırken ben de çayıma şeker atıp karıştırmaya ve merakım ağır bastığından “Evet, sizi dinliyorum.” dedim.
“Ben sizinle evlenmek istediğim için sizinle görüşmek istiyorum.”
Allah’tan çay ağızımda değildi. Yoksa şu an karşımdaki adamın yüzünü yakmış olurdum. Onun yerine çayı karıştıran elim duyduğu sözlerle felç geçirmiş gibi dondu kaldı. Adamın yüzüne bön bön bakarken adam bana hafif gülümseyerek bakıyordu. Trans anından kurtulup “Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?” diye tepki gösterdim.
“Hayır, gayet ciddiyim.” dedi kararlı bir sesle ve ciddî olduğunu anladım.
“Gerçekten hiç güleceğim yoktu. Fakat kusura bakmayın ya da bakın beni ilgilendirmiyor. Derhal burayı terk edin.” diye elimle kapıyı gösterdim.
“Hemen sinirlenmeyin Ladin Hanım, bence bu evlilik için siz Türklerin deyimiyle biçilmiş kaftan olduğumu düşünüyorum.” diye ukala ukala konuştu.
Adamı başından gövdesine kadar süzünce pekte fena olmadığına karar verdim ama fena olmaması kabul edeceğim anlamına gelmiyordu. Adama tip tip bakarak “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?” diye sordum.
Adam yüzündeki emin gülümsemeyle öyle bir bakıyordu ki -Kızım sen beni o diğer yarmalara mı benzettin!- dermiş gibi.
“Çünkü sss Ormanlarını andıracak kadar kıllı bir vücuda sahip değilim.”
Adamın söyledikleriyle şaşkına dönerken o hâlimden keyif alırcasına gülümsüyordu. Eğer şaşkınlığımı sonraya saklamazsam adamın önünde dut yemiş bülbüle döneceğim o zaman kendimi assam utançtan kurtulamam! Başımı sağa sola sallayıp koltuğumda dik pozisyona geldim.
“Kıllı olup olmadığınızla ilgilenmiyorum. Çünkü ben evlenmeyi düşünmüyorum.” dedim net bir ses ve duruşla.
“Tam da tahmin ettiğim gibi.” diye sevinçle konuşan adama öküzün trene baktığı gibi değil, akıllının deliye baktığı gibi baktım çünkü adam deli!
“Anlayamadım?” diye şaşkınlığımı dile getirip bir ihtimal alacağım cevaba göre adama nasıl davranıp davranmam gerektiğine dair bana yol göstermesini bekledim.
“Siz evlenmemek için bahane arıyorsunuz. Kıl ya da başka bir kriter hepsi sizin için bir bahane.” demesiyle içimden gülümsedim. Sonunda bunu anlayan biri çıktı. Fakat o da bir deli ben de beni anlayan birinin çıktığını anladığım için gülümseyen küpeliyim!
“Bunu tahmin edebiliyorsanız o zaman burada bulunmanızın nedenini öğrenebilir miyim?” diye sakince sormaya çalıştım.
“Tabii ki de.” dedikten sonra kahvesini yudumlayıp bardağı sehpaya bıraktı. Yüzünü bana dönüp gülümseyerek gözlerimin içine baktı ve konuşmaya başladı.
“Bakın hanımefendi, ben Yiğit Ali POYRAZOĞLU, POYRAZOĞLU Şirketi’nin varisiyim. Sizin kafede o zavallı adamı ya da başka adamları sokağa bırakılmış kedi misali ortada bırakmanızdan sonra önce sizi araştırmak istedim. Araştırmalarım sonucunda ulaştığım veriler dahilinde konuşacak olursam siz evlenmek istemiyorsunuz. Sadece ailenizin size uyguladığı baskı sonucu bulduğu taliplerle görüşüyorsunuz. Fakat hepsine bir bahane bulup işin içinden bir şekilde sıyrılıyorsunuz.”
Şaşkınlığımı gizleyebilmek için “Bundan çıkarmam gereken sonuç nedir?” diye salağa yatmayı tercih ettim.
“Çok zeki olduğunuzu düşünüyordum.” dediği an gözlerim kararmaya başladı ve “Tamam şaka yaptım. Hemen de sinirlenmeyin.” dedi.
“Şaka yapacak kadar samimi olduğumuzu düşünmüyorum.”
“İstersiniz daha da samimi olabiliriz.”
Adamın liyakatsiz davranışları yavaş yavaş sinirlerimi zıplatmaya başlamıyor direkten zıplatıyordu. Daha fazla dayanamayıp “Siz ya da bir başkasıyla gereğinden fazla samimiyete gerek duymuyorum. Derhal burayı terk edin!” diye öfkeyle konuştum.
“Tahmin ettiğimden de sinirlisiniz hanımefendi.”
Bu adam konuştukça benim sinirlerim zıplamasında ne yapsın ya?
“Bakın beyefendi benim sinirim durduk yere gün yüzüne çıkmıyor. Gereksiz insanlarla gereksiz sohbetlere girişmek zorunda kalınca gün yüzüne çıkmamak için kendi kendilerini ne kadar zapt etmeye çalışırlarsa çalışsınlar olmuyor. Çünkü karşıdaki kişi gel beni yol diyor.”
“Yol derken?” diye şaşkınlık ve merakla sormasıyla beni delirtmek için böyle davrandığını düşündüm. O zaman açık açık söyleyeyim de ayağını denk alsın!
“Beni döv demek istedim!” diyerek elimdeki çay kaşığını sertçe tabağa bıraktım. Adam uyarımdan etkilenmemiş olacak ki yüzünde hafif bir gülümsemeyle “Şimdi buradaki gereksiz ben mi oluyorum hanımefendi?” diye sordu.
Evet, bu adam biraz daha bana -Hanımefendi!- derse gerçekten masadan kalkıp kafasındaki saçları yolacağım. Adam konuşmamamdan yararlanarak sözlerine kaldığı yerden devam etti.
“Bakın hanımefendi, ben de sizinle aynı mağduriyeti yaşıyorum. Ailem evlenmem için baskı uyguluyor. Benim bu durumdan sıyrılmam için formalite icabı bir evlilik yapsam hiç fena olmaz. Fakat günümüzün şartları belli herkese güvenilmiyor. Siz yanıma yakışacak kadar güzel ve evlenmek istemeyecek kadar kararlısınız. Bundan dolayı benimle yapacağınız üç yıllık formalite evlilik sizi bir süreliğine darlar fakat amaçladığınız en büyük hayalinize kavuşmanızı garantiler.”
Adama şaşkınlıkla bakarken dudaklarımdan “Hayalim!” kelimesi döküldü.
“Hanımefendi az önce size belirttiğim gibi sizi çok iyi bir şekilde araştırdım.”
Heyecanımın yerini sinir almasıyla “Siz sapık mısınız? Beni hangi hakla araştırırsınız. Bunun hukuktaki karşılığını biliyorsunuz değil mi?” diye arka arkaya sordum.
“Sakin olun Ladin Hanım ben her şeyin farkındayım.” diye sakinlikle ve rahatlıkla konuşmasına daha çok sinirlendim.
“Vay be, ne bilinçli bir birey! Farkında olduğunuz şeyleri keşke uygulamaya dökebilseydiniz.” dedim laf sokarak!
“Gerektiği zaman dökerim. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.” diye kendinden emin bir şekilde konuşmasına devam etti.
"Derhal odamdan çıkın!" diyerek ayağa kalkıp kapıyı gösterdim.
"Bu kadar çabuk sinirlenmeyi nasıl başarıyorsunuz?" diye aynı kelimeyi tekrar edip beni sinirlendirmeye devam etti.
"Bu kadar liyakatsiz olmayı nasıl başarıyorsunuz?" diye söylenip kalktığım yerime geri oturdum.
"Ben rahat bir insanım ve rahatlığım siz haricinde şimdiye kadar kimseye sorun olmadı." diye soruma ciddiyetle cevap vermesiyle içimden -Allah’ım sen bana sabır ver yoksa delirmem an meselesi.- diye geçirip adama baktım.
"Ben rahat insanlardan hoşlanmıyorum. Onun için hadi size güle güle."
Yiğit Bey ayağa kalkıp "Tekrar görüşeceğiz hanımefendi." dedi kendinden emin bir tavırla.
"Görüşmeyelim beyefendi." dedim kararlılıkla.
Yiğit Bey, beni umursamayıp gülümseyerek kapıya doğru ilerleyince sinirden yerimde tepinmemek için kendimi zor tuttum...