Bu kıyafetler nerede ya, nerede benim kıyafetlerim. Yırttı mı hayvan yoksa. Ahhhhhh... Çıldıracağım! Ayağa kalktım. Etrafıma bir bakınayım dedim ne göreyim!
Adam resmen fantezi yapmış benimle, her yerde gül yaprakları var. Yatak başında sönmüş mumlar. Hiçbir şey ha-tır-la-mı-yo-rum!
Ben ağlayabiliyormuşum. Cidden melekler ağlar mı? Gözyaşım da süt gibi beyaz akarsa tam komedi. Elimle gözümü sildim, baktım, normalmiş. Ben ne saçmalıyorum ya? Tanımadığım elin oğlu gelmiş her yerime dokunmuş! Gözlerimi kapatınca yataktaki hali aklıma geliyor. Gelmesin! İstemiyorum.
Bana ne!
Bu beni yatakta bırakıp nereye çekip gitti? Tamam, gitti, iyi oldu da, niye gitti? Aklıma elli tane sebep geliyor...
Selim çıplak halimi görünce beğenmedi! Sırtını dönüp yattı...
Selim yorgundu sabaha kadar uyudu?
Selim benimle yattığını bile hatırlamıyor?
Selim benim yüzümü bile görmeye tahammül edemiyor?
Selim beni tek gecelik kızlar gibi görüyor?
Selim o gelmeden evden gitmem için dışarı çıktı? Beni başından atmak istiyor?
Selim beni kolay kız olarak görüyor?
...
Daha niceleri kafamda dönüp duruyordu.
Kendimi kullanılmış, kenara atılmış değersiz bir mendil gibi hissediyorum.
O tip sende varken bir sürü kız bulursun benim gibi zavallı bir melekten ne istersin sen? Niye ben ya!
Ahhhhh ellerim acıyor, göğsüm de acıyor! Kollarım da... Parmaklarımı hareket ettiremiyorum neredeyse. Selim! Selim'e bir şey oldu. Ben burada kendi halime acırken Selim'in canı yanıyor. Ben koruyamadım onu. Bir an düşündüm. O çok sinir olduğum sırıtmasını, söylediği sözleri, gülümsemesini, beni öpüşünü... Yere diz çöktüm resmen. Ben bu Selim'e ne zaman kapıldım bu kadar!
Ben hep aşık olan, sevdiği için kendinden vazgeçen, gözü kör kızlarla dalga geçerdim. Hayatta iki günde aşık olmam derdim. Zaten hayatta olmamışım, öldükten sonra olmuşum. Anlamadım ki! Anlayamadım, nereden bileyim aşk nasıl bir şey! Laannnn, ben daha önce aşık da olmamıştım ki! Gittim tanımıyorum dediğim adama aşık oldum, hem de korumakla görevli olduğum adama. Bir an onun bu dünyada olmadığını düşündüm.
Ona olan tüm sinirim yerini korku ve heyecana bıraktı. Bir hırsla yerimden kalktım. Ben ne saçmalıyordum ya? Ben burada kendi derdime düşmüşken, telaşlanmışken o ne haldeydi kim bilir... Harekete geçmem lazım.
“Kalk kızım senin işin bu adam değil mi?” dedim. “Sadece işim değil galiba artık!” diye kendi kendime söylenmekten de geri kalmıyordum. Ona karşı neler hissettiğimi sonra netleştirirdim.
Gittim bunun dolabından ilk bulduğum tişörtü üstüme giydim. Hemen altına da bir şey bulmam lazımdı. Bugünü bir sağ salim atlatalım, gözümün önünden ayırmam bir daha. Selim'in dolabını dökerken kapı açılma sesi geldi kulağıma.
Deli gibi koştum hemen. Aklımda tek bir şey vardı; o da Selim.
Hızla koştum, kapıdan girerken sarıldım boynuna. Kalbim deli gibi çarpıyordu... Nefes alamıyordum resmen. Elinde bir şeyler vardı galiba... Yere düştüklerini duydum, dönüp bakmadım bile. Ne düşerse düşsün. Selim iyi olsun da. Ellerimle yüzünü avuçladım. “Selim neresi acıyor, ne oldu?” dedim. Sırıtıyor mu bu?
Ne öpüyorsun oğlum bıraksana beni. Yine yapıştı bu bana. Önce iteklemeye çalıştım. Bir milim yerinden oynatamadım. Öpüşlerini sevmediğimden değil, artık kabul etmiştim seviyorum hem de fazlasıyla ama onu kontrol etme ihtiyacı hissediyordum. İyi olup olmadığına bakmak istiyordum. Vücudumun her yerinde ağrı vardı. Halsiz hissediyordum. Selimin de benim kadar acı çektiğini biliyorum. Nasıl biliyorum emin değilim ama biliyorum işte! Ben onu iteklerken canı daha çok yanıyordu hissediyordum. Canını yakmamak için hareketsiz durmaya başladım. Canını yakan her kimse onu mahvedecektim! Görev tanımımda olmasa da yapacaktım. Dudakları dudaklarımda nefes almadan öpüyor. Hain dudaklarım! İçim yavaş yavaş ısınırken, bende karşılık vermeye başladım. Kendisine daha çok bastırdı beni.
Bu nasıl histi ya... Nasıl böyle öpebilir bir adam? İnatla yavaş yavaş öpüyor, beni daha çok kışkırtıyor. Bende iyice zilli oldum; adamın dudağını ısırmak nedir! Canı yanıyor biliyorum ama nasıl bu kadar istekli olabiliyor? Öptükçe kafam karışıyor, düşüncelerimin yönü değişiyor. Bu kadar ağrısı varken nasıl böyle sıkı sarılabiliyor? Göğsümde göğsünü hissediyorum, dudaklarının dokunuşunu... Aklımı alıyor bu çocuk. Etrafımı az çok fark ediyorum. Yatak odasına geri gelmişiz. İki dakika öptük ya, hemen yatağa geri atacak yok öyle... Ben bu işin peşini bırakır mıyım? Bırakmam ama öpüşlerine ara vermesi lazım. Kalbim yerine beynimi kullanmam gerekiyor. Kalbimin IQ'su yok, varsa da çok düşük. Odak noktasında tek bir şey var onu siz de anladınız artık... (Kalbime geri zekalı demeyin kırılır sonra... IQ'su düşük olabilir; belki EQ'su yüksektir, bilemezsiniz!)
Kendimi geri çektim. Gözlerimi vücuduna diktim. Her şey iyi gözüküyordu. Kan falan da yoktu.
“Selim?” dedim.
“Söyle tatlım?” dedi gülümseyerek. Tatlım mı dedi o, yerim ben onu yer!
“Neresi acıyor? Bir yerin acıyor biliyorum,” dedim. Hemen düşündüm, şimdi soracak nereden biliyorsun diye.
“Yüzünden belli, “dedim. Ne diyecektim ki başka. İçime mi doğdu diyecektim. Gözlerime, yüzüme baktı dikkatlice, nasıl güzel gözleri var bu çocuğun ya içime işliyor sanki.
“Yok tatlım bir yerim ağrımıyor. Sen nereden çıkardın?” dedi. Sırıtıyor, belimdeki elini hiç çekmiyordu. Gözleri yüzümde dikkatle bana bakıyordu. Niye sürekli yüzüme bakıyor ki?
“Yüzümde acayip bir şey var kesin!” diye düşündüm.
Elimi yüzümde gezdirdim hiçbir şey bulamadım. Aynaya bakmam lazım. Bir adım atmamla Selim kollarını iyice sıkılaştırdı. Beni kendine çekti tekrar sımsıkı sarıldı, kulağıma eğildi. Dudakları hafifçe kulağıma değiyordu. Konuştuğunda nefesi sıcak sıcak tenime değince, bir garip oldum yine.
“Sadece çok hoşuma gidiyorsun, yüzünde bir şey yok,” dedi.
Beni yine öptü ve bu kez kucağına aldı. Yatağa taşıdı, nazikçe bıraktı. Bu ne yapıyor, canını yakacak derken yanıma uzandı. Yavaş yavaş öperek konuşmaya başladı. Utanıyorum hâlâ ama eskisi gibi korkmuyorum öpüşlerinden. Kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor, nefesim daralıyor, karnıma bir ağrı giriyor, her yerim titriyor. Bütün bunları hissederken kötü olmam gerek ama garip bir şekilde mutlu hissediyorum. Zaten ortalığı karıştıran hep şu kalbim... Ben bu adamı korumak için izliyorum derken, iyiden iyiye sahiplenmişim haberim yok.
Ya ona bir şey olursa! Diğer tarafa geri döneceğim belki cehenneme de giderim ama endişelendiğim şey bu değil ki artık. Diğer tarafa gideceğim diye endişelenmekten çok onun canının yanmasından endişeleniyordum. Onun canının yanması düşüncesine tahammülüm bile yoktu. Ben Selim'i tanımıyorum bile diye düşünürken sesini duydum.
“Artık adam akıllı tanışsak diyorum. İsmini söylesen bana mesela? Kendinden bahsetsen! Seni tanımak için ölüyorum!" dedi.
Tam duygusala bağladım derken koptum. Ben öldüm seni tanımak için zaten! Gülmekten cevap veremiyordum. Başkası olsa şimdiye dalga geçiyorum diye kapı önüne atardı beni. Bu sabırla hatta sırıtarak beni izliyor, gülmemin bitmesini bekliyordu. Neyse kendime gelir gibi oldum ama ellerim acıyordu. Özellikle parmak eklemlerim fenaydı.
“Selim elini uzatır mısın?" dedim. Artık gülmüyordum.
Şaşırsa da ellerini uzattı. Elleri berelerle doluydu. Yumruk atmış gibi. Hem de böyle duvara yumruk atan manyaklar gibiydi, çok fenaydı. Bakarken canım yanıyordu resmen. Mecazen değil cidden yanıyordu! Bu herifin neresi acırsa benim de acıyordu. Haksızlık! Kafasına vazo bile fırlatamayacak mıyım ben bunun?
“Ne oldu?” dedim. Sırıtarak bakıyordu. Ya niye sırıtıyorsun ki sen, ben ciddi bir şey soruyorum burada illa kızdıracak beni!
“Eline ne oldu Selim?” dedim. Sırıtıyordu hâlâ. Neye sırıtıyor bu derken konuşunca yutkundum. Sesi de ayrı bir güzeldi...
“Önce bir ismini söyleseydin tatlım. Sonra hesap sorardın,” dedi.
Adımı hâlâ söylememiştim ben buna güleceğim falan derken.
“Melisa, adım Melisa... Şimdi eline ne olduğunu söyle bana?” dedim.