Bölüm 1: Neredeyim Ya Ben
"Melisaaa! Hadi artık kızım bu ne süstür yaa! İki saattir ağaç ettin beni bu kaldırımda."
En yakın arkadaşım Selen'in seslenmesiyle penceremin yaz ayı boyunca açık duran camından kafamı uzatarak aşağı doğru bağırdım. Bu minik kızdan bu ses nasıl çıkıyor anlamıyordum ki.
"Tamam ya geliyorum." Cam kenarında dizili duran lalelerimi düşürmemeye dikkat ederek ve cevap vermesine fırsat tanımadan geri çekildim. Benim gibi bir kızın odasında lalelerin olması biraz tuhaf ama ne yapayım seviyorum çiçekleri. Derslerden bunaldığım zaman, kitaplarım da teselli edemezse eğer kendimi çiçeklerime adıyorum.
Dışarıdan bana bakanlar ne kadar zarif ne kadar güzel bir kız diyordur kesin. Oysa tanıyanlara sorsalar ne kadar manyak olduğumu, anlat anlat bitiremezler. Selen'e hiç sormasınlar. Kesin, psikopat o kız diye anlatmaya başlar beni. Ona kalsa her gün çarşı pazar gezer, sınavdan sınava ders çalışırız. Benim böyle bir lüksüm yok tabi ki çünkü diktatör bir babam var. Derslerimden biri bile kötü olsa mahvolurum. Katılmam gereken yarışmalar da olunca asosyallikte kraliçeyim. Bu Selen cadısı da olmasa okula gitmek dışında sokağa hiç çıkmam.
Hızla dolabımın boy aynasından üstümü başımı kontrol edip kendime son kez baktım. Makyajım ve (ki bu sürdüğüm nemlendiriciye makyaj denirse) saçım da iyi görünüyordu. Tarzımla hiç alakası olmayan beyaz bir elbise giymiştim. Sırtıma da çantamı geçirdiğim gibi merdivenlerden hızlıca indim. Merdivenleri ikişer üçer inerken elbisemden bir cırt sesi geldi, baktım ucu hafiften yırtılmış. Genelde elbise giymediğim için bu dandik elbisenin yırtılmasına hiç üzülmemiştim.
Bir daha giyemeyecek olsam da yine üzülmezdim. Bu elbiseleri bence Çinliler yapıyor. Amerikalılar da markayı basıp bize kakalıyor. Biz de Amerikan malı ne de olsa deyip havalı olacağımız düşüncesiyle parayı bastırıyoruz. Aşağı Selen'in yanına indiğimde suratının hafiften düşmüş olduğunu gördüm. Ayağıyla yerdeki kola kapağını itiyordu. Sırf beş dakika beklediği için suratı sirke satıyordu resmen. Benim onu beklediğim günleri ne çabuk unuttu bu deli kız. Kapağın yolun kenarına gitmesine gülmüştüm. Bu kız da delilik konusunda benden aşağı kalmaz ha...
Aramızdaki birkaç farklılığı ikimiz de umursamıyorduk. Bizim yıllar öncesine dayanan sağlam bir dostluğumuz vardı ne de olsa. O sürekli erkeklerle dışarıda zaman geçirmekten hoşlanır, bense genelde evde kalıp kafa dinlemeyi ve spor yapmayı severim. Arkadaşlığımız hatırına bu aralar onunla sık sık dışarı çıkıyordum ama bu durum fazlasıyla canımı sıkmaya başlamıştı.
"Yahu sen iki erkek için kankana bağırmaya, trip atmaya utanmıyor musun?" diye sordum ve kafasına bir tane patlattım. Elimin ayarı pek yoktur, kesin çok acımıştır. Sesim istediğimden birkaç ton yüksek çıkmıştı ama olsun, bu kız benim deliliklerime alışkın zaten. Tıpkı benim onun ağzının bozukluğuna alışkın olmam gibi.
Tam küfredecekti ki ağzını açmasına izin vermeden ben konuşmaya başladım. Ağzını açarsa konuşma uzayacak, benim de eve dönüşüm bir o kadar gecikecekti. Babam gelmeden kendimi eve atabilirsem epeyce şanslı hissedecektim. Çünkü İletişim dersinden son aldığım not yüzünden aramız bayağı bozuktu. "Sus, hiç başlama bence düş önüme," dedim. İşaret parmağımla sırtından hafifçe ittirip yürümeye başladım. Bu salak erkek düşkünü yüzünden pazar pazar yollara düşmüştük. Neymiş efendim tek gidemezmiş. "Madem tek gidemiyorsun niye beni alet ediyorsun, bir sürü erkek düşkünü kız var okulda, git birini al işte yanına. Ama yok bir kere kanka olduk ya, tuvalete bile beraber gideceğiz illaki diye içimden söylene söylene yürüyordum. Selen otobüs ile gitmek istese de ben taksiyle gitmek için direttim. Mantıklı sebeplerimi sıralayınca mecburen boyun eğmişti yine. Arabama ve ehliyetime aşırı hızdan el konulmuştu ve babam finaller bitene kadar araba kullanmamı yasaklamıştı. Tamam insan içine çıkmayı pek sevmem ama arada kafa dinlemek için sessiz sakin yerlere kaçma isteği depresyondaki insanlarda bile olur.
Selen'in ailesinin maddi durumu pek iyi olmadığı için onun henüz bir arabası yoktu. Gerek de olmuyordu ben ceza alana kadar. Çünkü hemen hemen her yere beraber gidiyorduk. Taksiye binip Bağcılar'da indik. "Ne biçim yerlere getiriyorsun beni Selen ya? Neyse bir eve dönelim, ben sana göstereceğim."
Ben bunları düşünürken Selen normalden biraz yüksek sesle rap şarkısı söyler gibi konuşmaya başladığında yüzümü buruşturdum. Böyle anlarda arkadaşlığımızı ciddi anlamda sorgularken buluyordum kendimi.
"Burası Bağcılar vel kam tu cehennem!" dedi. Ya ben bu kızı çoktandır boşladım galiba. Yok ya birkaç haftadır her gittiği yere peşinden beni de sürükleyip duruyordu. Boşlamamıştım ki. Neyse, yakında çıkar kokusu.
"Kız yoksa bulduğun çocuklar torbacı, esrarkeş falan mı?" dedim.
Böyle şarkılardan hoşlanmayan Selen'in bir anda aşka gelmesinde yeni bulduğu çocukların etkisi vardır diye düşünüyordum.
"Ne alakası var ya? Geçenlerde Tamer söylerken duydum. Her gün bir başka şarkıya takıyor zaten, benim de dilime takılmış işte," dedi. Tamer Selen'in kardeşi ve bizimle aynı üniversitede birinci sınıfta okuyor. O değil de bu çocuk bu kafayla nasıl burs kazandı da bizim okula geldi onu hiç anlamadım.
Selen tip tip bana bakınca kafasına bir tane daha geçirdim, o bana karşılık veremeden geriye kaçtım. He heyt... "Benden uzun olabilirsin, hatta o uzun kolların ile daha iyi bir menzile de sahip olabilirsin ama daha hızlı olamazsın." Boyum ancak bir altmış, Selen'in boyu giydiği topuklularla bir yetmişten fazla olduğu için bana tepeden bakıyordu. Gözlerinde gördüğüm onaylamaz bakışları yok sayarak ilerlemeye başladım. Acayip bir kafede bu salağın bulduğu çocuklarla buluştuk. Salak diyorum ama pek de salak sayılmaz aslında ne de olsa burslu okuyor. Kafeye baktıkça yüzümü buruşturmadan edemiyordum.
İçeri girince çocuklara göz ucuyla bakıp yüzümü buruşturdum yine. Nereden bulduysa; tip sıfır ama para gani bu veletlerde. Kıyafetlerinin pahalı olduğu belli ama tarzları hiç de iç açıcı değil. Boynunda altın kolyeyle gezen adamların, okuduğum kitaplardaki karakterlerle uzaktan yakından alakası yok. Öyleleri var mı ki bu gezegende diye sorgulamıyor değildim kendimi bazen.
Veletlerin söyledikleri ile ilgilenmeden telefonumu çıkartıp saate baktım. Akşama yayınlanacağını öğrendiğim Teen Wolf 'un yeni bölümünde neler olacağını düşünmeye başladım. Dizideki kurt erkeklerden çok kılıçla dövüşen Kitsune'nin hayranıydım. Kızın hareketlerinden bazıları beni bile şaşırtıyordu. Ayrıca çok şekerdi. Çekik gözlülere ayrı bir sempatim vardır zaten. Çocuklar biz kafeye girdiğimizde sandalyelerinden kalkıp bizi karşılayarak masaya yönlendirmiş, sürekli bir şeyler içip yememiz için önerilerde bulunmuşlardı. Ben tüm tekliflerini geri çevirerek bir kutu kola ile yetinirken Selen ne önerirlerse kabul edip önüne konulan nimetlerden fazlası ile faydalanıyordu. Şimdi neden kutu kola diyeceksiniz. Bir kola benim vazgeçilmezim; iki babaannem... “Bilmediğin kişilerin verdikleri içecekleri içme, kutusu açılmamış şeyler iç, sonra hap falan atarlar yavrum!" derdi.
Eee büyük lafı dinlemekte fayda var. O Türk filmlerinin hepsinin hayal ürünü olmadığını düşünüyorum ben de. Bir yerlerde hâlâ yaşayan Sapık Coşkun'lar ve Nuri Alço'lar var biliyorum. Yalnızca daha modern görünüyorlar. Yemek bitene kadar saçma sapan sohbetlerine katılmayıp mekânı incelemekle ve esnemekle geçirmiştim zamanımı. Sıkıntıyla iç geçirerek duvarda asılı olan çakma Mona Lisa tablosunu incelerken şımarık veletlerden biri konuşmaya başladı. Bunların da ses ayarı bozuktu galiba. Bağıra çağıra konuşup etrafımızdaki herkese bizi rezil ediyorlardı. Bir süre sonra onlar da sıkılınca Selen'i dirseğimle dürttüm. Kalkmak için ne bekliyordu hâlâ? "Bu salaklardan bir cacık olmaz" bakışımı atarak yarım kalan suyumu çantama koyup ayaklandım. Biri tutturdu, "babamın yatıyla denize açılalım," diye. Babanın yatı işte adı üstünde babanın, senin değil! Bırak baban açılsın, ne işimiz var bizim yatla matla. Ben reddetmesini beklerken Selen sevinçle lafa atlayınca resmen boğazını sıkmak istedim. Bu insanlar boşuna katil olmuyor ya! Öldüreceğim kızım seni. Babam da beni öldürecek o olacak!
"Bak kızım zaten yüzme bilmiyorum, hava da kötü!" dedimse de biricik arkadaşım Selen'e dinletemedim. Aşırı derecede hevesli olması ve o cici bakışları karşısında yumuşayarak kabul ettim. İki zengin bebesi ile düştük yollara. Zenginlikleriyle ilgili sıkıntım yok. Benim ailemin de durumu iyi ama parayı bu kadar ön planda tutmaları, bunu yaparken de havalı olduklarını düşünmeleri acayip sinirimi bozuyor.
Kafeden çıkınca gördüğüm araba karşısında şaşkınlıkla yutkundum. İçeriye girerken nasıl dikkatimi çekmemişti ki? Benim gibi hızlı arabalara düşkün birinin gözünden nasıl kaçmıştı? Yuh be! Ya bu kadarcık çocuklara bu araba verilir mi be? Ufacık dediğime bakmayın, kıskançlıktan ne dediğimi bilmiyorum. Benim böyle bir arabaya sahip olmam için yani babamdan destek almadan sahip olmam için en az bir on yıl yemeden içmeden çalışıp para biriktirmem gerekir. Adamların altında araba değil aslan var mübarek, gaza bastılar ve iki saat sonra denizdeydik. Üç saat sonra da gözlerimi çok parlak bir yerde açtım. En son "geri dönelim bak," diye bağırdığımı, bu salakların da gülerek devam ettiğini hatırlıyorum. Ne oldu bana ya? Neden hatırlamıyorum ki olanları? Hem burası neresi? Uzandığım beyaz koltuktan ayağa kalkıp seslendim.
"Neredeyim? Bu bir şakaysa göstereceğim kızım sana Selen," dedim bağırarak. Fena halde ürkmüştüm ve şaşkındım ama bunu kızgınlığımın ardına gizlemeye çalışıyordum. Karşımda bana bakan iki adam gördüm! Tamamen beyaz giyinmiş adamlar bana şaşkınlıkla bakıyordu. Sağdaki esmer olan diğerine döndü. Şaşkınlıkları geçmeye başladığında ise kaşlarını çattılar. Hareketlerimi onaylamadığını başını sallayarak belli etti bir tanesi.
"Bu mu? Emin misin?” diye sordu. Şaşkınlıkla bir ona bir diğerine bir de etrafıma bakınıyordum.
"Ne oluyor ya?" dedim. İkisiyle çok uzun bir sohbetten sonra dank etti artık. O iki zengin bebesi ve en yakın arkadaşım Selen yüzünden çıktığımız o gezide yattan denize düşüp boğulmuştum. En çok korktuğum şey başıma gelmişti. Tabi ki kimseyi suçlayamıyordum. Ne de olsa itiraz edip eve gidebilir, hatta en başından evden hiç çıkmayabilirdim. Kaderimde böyle ölmek varmış demek ki. Etrafıma iyice bakıp bir şaka olmadığına emin olduktan sonra yüzümü buruşturup yanan gözlerimi kapatıp açtım. Ağlamayacaktım. Hem daha ağlayabileceğime bile emin değildim. Ölüler ağlayabilir mi ki?
Diğer taraftaydım artık. Cidden şaka gibi ya! Şaşkın ve korkulu gözlerimi bulunduğumuz beyaz odada hızlıca gezdirip acı bir tonda inledim. Henüz buna hazır değildim ben ama ya... Dünyayı, yaşamayı, hayatımı ve ailemi çok seviyordum. Ölmek için çok gençtim. Geri dönmek ve hayatıma devam etmek istiyordum. Bu isteğimi onlara ilettiğimde iki adam da anlayışla gülümsediler.
"Evet doğru kişi," dedi soldaki bana gözünü kırparak. Şimdi ne demeye göz kırpıyor anlamadım ama umarım iyi bir şeydir sebebi. Yoksa o gözünü... Hiçbir şey yapamam biliyorum ama söylenmeden de duramıyorum, kahretsin!
"Dünyaya dönebilirsin ama birkaç küçük şartımız ve bir görevin olacak" dediler. Ne deseler kabul etmeye hazırdım ama "koruyucu melek olacaksın," dediklerinde bayılabilseydim kesinlikle düşer bayılırdım.
Teknik olarak bir ölüydüm ve ölüler bayılamaz değil mi? Ben ve Melek? Histerik kahkahalar atmama az kalmıştı. Cidden bunlar benden melek olacağına inanıyorlar mıydı? Hem de koruyucu?