Selim'in düzenli nefes alıp verişini dinleyerek yaklaşık yarım saat boyunca gözlerim kapalı halde hareketsizce bekledim. Sonrasında gözlerimi açıp bir süre sessiz nefesler alan Selim'i izledim. Henüz yeni çıkmış sakallarına elimi uzatmak istesem de dişlerimi sıkıp kendimi tuttum. Selim dokunduğumda uyanırsa başa sarardık ki şu an hiç böyle bir şey istemiyordum. Bu kez durmasını istemeyebilirdim. Ondan uzaklaşabilmek için bir şey yapmam lazımdı. Yatakta onu ve başka bir kızı hızla düşündüm. Bu Selim'den uzaklaşmam için yeterli olmuştu. Kıskançlık damarlarımda buz gibi akarken ondan hızla uzaklaşmak istesem de yavaşça gevşemiş olan kollarının arasından sessizce çıktım. Çıplak ayaklarımla yere temas ederek sessizce salona gittim. Yerlere yığılmış kutulara takılmamak adına dikkatlice ilerleyerek koltuğa yerleştim. Karşısına geçtiğim televizyonu açıp sesini kıstım. Kumanda elimde kanalları dolaşmaya başladım. Bir kanalda saçma bir korku filmi vardı. Diğerinde evlenme programı, bir diğerinde bal reklamı “şu an arayan şanslı izleyici…” derken başka bir kanala geçtim. Birinde maç yorumu derken hızla kapatma düğmesine bastım. Sabaha kadar böyle duramazdım.
Ayaklanıp evin içinde sessizce dolaşmaya başladım. İlk açtığım kapı sade bir odaya açılıyordu. Oda pek küçük olmasa da tek kişi için hazırlandığı belliydi. Odada tek kişilik bir yatak, küçük bir dolap vardı. Sadece misafir odası olduğunu anladığım odaya bakarken, sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Madem misafir odan var, ben neden her uyandığımda senin yatağında oluyordum! Bakalım daha neler gizlemişti benden. Biraz daha hızlı adımlarla yan odanın kapısını açtım; bir masa, bir deri koltuk, bir büyük kitaplık, masanın üzerinde duran dizüstü bilgisayar ve küllük. Küllük?
Selim sigara içiyordu ve daha ben bunu bile bilmiyordum. Sigaraya baktığımda yavaşça yutkundum. Geri döndüğümden beri hiç ağzıma sürmemiştim. Ama şimdi masanın üstünde duran sigara paketi ve çakmağı yan yana görmek bende çok fena sigara içme isteği uyandırıyordu. Pakete baktığımda açılmamış olduğunu görsem de küllükteki izmaritlerden daha önce burada çalışırken içmiş olduğunu anladım. Elim pakete giderken kendimi suçlu gibi hissetsem de daha fazla dayanamadım. Paketi hızlı ve usta hareketlerle açarak bir tane sigara çıkardım. Çakmağı çaktıktan sonra sigaramı dudaklarımın arasına koyup ucunu yaktım. İçime çektiğimde dumanın ciğerlerime doğru aktığını hissederek birkaç saniye dumanı içimde tuttum.
Evi gezmekten vazgeçtim. Sigara varsa mutlaka kola da olmalıydı yanında. Tuhaf olsa da sigarayı kahve ile içmeyi sevmezdim. Sigarayı sevsem de ağzımda bıraktığı acı tadı sevmezdim. Mutfağa girerek ışıkları açmadan dolabı açtım. Açılmamış bir kutu kola bulmamla altın bulmuş gibi sevindim. Yavaşça kolayı açtım. Bir yudum aldım ve ardından sigaramdan bir nefes daha içime çektim. Salona yürüyüp koltukta bıraktığım çantamı elime aldım. Elimde sigara ve kolayla yavaşça kapıyı aralayıp aşağı indim.
Yavaş yavaş merdivenlerden inerken bir yandan sigara içiyor, hemen ardından bir yudum kola yudumluyordum. Hafifçe sırıtarak çantamdan cep telefonumu aldım. Kulaklıklarımı da takıp müzik dinlemeye başladım. En yüksek sesi açtım. Müzik bir şeyler düşünmemi engelliyordu. Küçüklüğümden beri ne zaman canım sıkılsa yüksek sesle müzik dinlerdim. Sonra müzik dinlerken uyuyakalırdım. Şimdi uyuyamadığıma göre kendi evime gidip oyalanmam gerekiyordu. Aşağıya indiğimde hızla karşı tarafa geçip kendi daireme geçtim. İnsan kendi evini özler mi? Hızla evdeki tüm ışıkları açtım. Kulaklıklarımı çıkarıp evimin her yerini gezdim. Yüksek sesle müziği açıp altıma kısa bir tayt üstüme de göğsümün altında biten sporcu atletlerinden birini geçirdim. Hızla tüm eşyalarımı toparlamaya başladım. Belki yorulursam uyurdum.
Önce yatak odama geçip dolabımdaki her şeyi kenara attığım birikmiş boş kolilere doldurmaya başladım. Sonra ayakkabılarımı, banyodaki eşyalarımı hatta yedek battaniyelerime varana kadar ne varsa paketledim. Mutfağa geçip bir kola daha hazırladım. Dans ederek tüm kap kacağı toplamaya devam ettim. Mutfaktaki işim bittiğinde biraz terlemiştim ama hala pek yorgun hissetmiyordum. Salonda ses sistemi harici ne kaldıysa; kitaplarım, teleskobum, oyun konsolum ve televizyonum paketlenmişti. Akvaryuma baktım balıklarıma biraz yem attım. Onları da kapıya yakın bir yere taşıyıp prize taktım.
Hala hızımı alamamıştım. Benim bir şeyler yapmam lazım diyerek düşünürken elime aldığım kutulardan biri düştü ve bir resim kayıp süzülerek ayaklarımın dibine geldi. Annem ve babamın birlikte olduğu bir resimdi. İlk döndüğümde kendim gitmeye cesaret edemesem de birilerinden bu resmi çekmesini istemiştim. İlk günlerde arada bakıp ağlıyordum. Sonrasında Selim hayatıma dahil olmuştu. Ben tüm dikkatimi Selim'e vermiştim.
Yarın evleniyordum ve ailemle daha öncesinde çok samimi olmasak da onların yokluğu çok fena canımı yakıyordu. Tamam, sevgilerini pek belli etmezlerdi ama beni sevdiklerini bilirdim. Yanaklarımdan yaşlar süzülürken üzerimi değiştirip hızla beyaz bir kot ve gömlek geçirdim. Spor ayakkabılarımı ayağıma geçirip çantamı kaptım. Düğünümde yanımda olmasalar da onları düğünümden önce görecektim. Aşağıya indiğimde gün aydınlanmak üzereydi. İlerideki taksi durağına kadar hızla yürüyüp sıradaki taksiye bindim. Hızla ailemin yaşadığı evin adresini verdim.
Taksi, büyüdüğüm semte geldiğinde hızla arabadan inerek evin karşısında sürekli açık olan lokantaya kendimi attım. Mercimek çorbası istedikten sonra evi gözlemeye başladım. Babam birazdan ekmek almaya çıkardı. Heves ve stresle beklerken annemle ikisinin birlikte çıktığını gördüğümde çorba için bir miktar parayı bekleyen garsona bırakıp kendimi lokantadan dışarı attım. Çorbama dokunmamam adamın dikkatini çekse de bir şey sormamıştı. İlerleyen annem ve babamı takip ederken ileride bulunan bir çiçekçiden kırmızı bir lale saksısı aldıklarını gördüğümde gözümden akan bir damla yaşı silmeye uğraşmadım. Kırmızı laleyi çok severdim. Odamın penceresinde saksılarda bile yetiştirmiştim. Annem en az on yıl yaşlanmış, babam çökmüş görünüyordu.
Arkalarından belli bir mesafeden ağlayarak anne babamı takip etmeye devam ettim. Bir süre sonra kendi mezarımı görmemle dizlerimin üzerine çöktüm. Fark etmeden anne ve babama çok yaklaşmıştım. Gözüm onların üzerinde olduğu için mezarlığa girdiklerini bile fark etmemiştim. Yanımda kim olduğu umurumda bile değildi. Ben ölmüştüm ve mezara konulmuştum. Hem de kardeşim dediğim kız tarafından bile isteye terk edilmiştim o karanlığa! Ben hüngür hüngür ağlarken ailem şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Uzun süre kimseyi Selim'i, ailemi, Selen'i düşünmedim. Sadece kendi yasım için deli gibi ağladım. Gözlerimdeki yaşlar yavaş yavaş akmaz olurken omzuma dokunan eller ile başımı kaldırdım. Karşımda annem ve babamın bana üzgün ve şaşkın bakan gözleriyle karşılaştım.
Konuşabilecek kadar sakinleştiğimde Melisa'nın Fransa da yapılan bir yarışmadan beri çok samimi arkadaşım olduğunu, tanıştığımızda ikimizin de henüz on üç yaşında olduğunu, on üç yaşından beri tüm yarışmalara hırsla birbirimizi yenmek için hazırlandığımızı anlattım. Rakip gibi görünsek de zamanla çok iyi birer dost olduğumuzu, birbirimizin düğününe katılma sözü verdiğimizi söyledim. Türkiye'ye dönme sebebimin birinin de o olduğunu çünkü ona ulaşamadığımı anlattım. Öldüğünü öğrendiğimden beri cesaret edemesem de mezarına gelmekten artık kaçamadığımı onu çok özlediğimi, çok sevdiğimi söyledim. Mezarının başında ne kadar oturduğumuzu bilmiyorum ama kendi anneme ve babama yabancı gibi kızlarının onları ne kadar çok sevdiğini bana anlattığını, eski ben Melisa'nın ağzından anlattığımda babamı ilk defa ağlarken gördüm. Saatlerce konuştuğumuzda bir yandan gülüyor bir yandan ağlıyorduk. Selen dahil tüm meseleyi onlara sindire sindire anlatmıştım! Hem kızıyorlar hem de işin aslını öğrenmekten dolayı rahatlıyorlardı. Onların artık benim de annem babam olduğunu söylediğimde sevinmişlerdi.
Hayattayken yapmaya hep çekindiğim için sarılamadığım babama içtenlikle sarılarak Nazlı annenin verdiği davetiyelerden verdim. Annemi ve babamı resmen kendi düğünüme çağırıyordum. Diğer türlü içim rahat etmeyecekti. Onlar bilmese de kızlarının düğününü göreceklerdi. Nazlı anne verdiği zaman davet edecek kimsem olmadığı için almak istemesem de şimdi içimden ona sevgilerimi sunuyordum. Mutlaka geleceklerini söylediklerinde ayaklanmamla omzumda bir el hissettim. Bu kez hiç bakmadan gelen kişinin Selim olduğunu biliyordum. Omzumu tutmadan hemen önce kokusundan varlığını hissetmiştim. Annem ve babamla damatlarını tanıştırdım. Selim saygıyla ellerini öperken bir kere bile 'burada bu insanlarla ne yapıyorsun?' dememişti. Anladığım kadarıyla ben buraya geldiğimden beri beni izliyordu. Ya da daha öncesinden. Babamın Selim'e bakış şeklinden onu beğendiğini anlayınca babamın onayını almış olmanın verdiği bir rahatlama her yanımı sardı. Annemin Selim'e bakışlarının da kötü olmadığını gördükten sonra yanlarından ayrıldık. Ayrılırken onlar laleyi mezara ekerken ben hala ağlıyordum. Usul usul kendime, eski hayatıma veda ediyordum. Yeni bir hayatım vardı ve bunun tadını çıkartmaya kararlıydım. Her fırsatta annem ve babamın yanına gidip görüşecektim. Onlarla öncesinde geçiremediğim kadar zaman geçirecektim.
Hafifçe gülümseyip gözlerimi sildim Selim'e dönüp “hadi bana evimizi göster,” dedim.
Selim sarılırken kollarımı beline doladım son akan göz yaşımı da elimin tersiyle silip attım. Artık ağlamamaya söz verdim.