Mezarlıktan çıktığımızda kendimi yorgun, mutlu, hüzünlü kısacası karma karışık hissediyordum. Arabaya bindiğimizde başımı Selim'in omzuna yaslayıp gözlerimi kapattım. Selim'in kokusunu içime çekerken konuşmaya başladığında gözlerimi araladım.
“Sen daha kollarımın arasından çıkarken uyandım hemen. Yanımdan uzaklaştığında üzerime soğuk su dökülmüş gibi hissediyorum. Yanımdan kalktığında önce banyoya gideceğini düşündüm. Banyo değil de kapıya yöneldiğinde su içmek için mutfağa gideceğini düşünüp bekledim. Çok sessiz hareket ediyordun beni uyandırmak istemediğini düşünerek uyandığımı belli etmemeye karar verdim. Odaları dolaşırken misafir yatak odalarımdan birini gördüğünde ettiğin küfür uyuyor olsam da uyandırırdı sanırım,” dediğinde kötü kötü yüzüne baktım.
“Bana öyle bakma! Seni yanımdan bir dakika bile ayrı tutmak istemediğim için evlenme teklifi ettim ben. Yokluğuna tahammülüm yok bebeğim!” dediğinde odayı bulduğumda içime yerleşen tüm sinir aktı gitti.
“Sonra çalışma odama girdin, sigarayı yaktığında öyle şaşırdım ki...” diyerek bir an yoldan bana gözünü çevirip “tekrar ağzına sürdüğünü görmek istemiyorum. Her ne kadar sigara içişini bile sevmiş olsam da!” diyerek yola çevirdi gözlerini. Tam ağzını açacaktı ben lafa atladım.
“Sen de içiyorsun ama,” dediğimde kızgın bir bakış atıp yola çevirdi bakışlarını tekrar. Karşıdan gelen bir araç yanımızdan geçtikten sonra önümüzde kağnı gibi ilerleyen aracı solladı. Sonrasında hızını arttırarak konuşmaya devam etti.
“Ben ağzıma sürmem bir kere onlar it Mustafa'nın bazen bende kalır. En son geldiğinde birlikte çalışmıştık o zaman unutmuş,” dediğinde düşündüm. Hiç içerken görmemiştim. Sigara koktuğunu da hatırlamıyorum. Doğruyu söylüyordu.
“Sen elinde sigara, kola ve çantanla evden çıktığında öyle korktum ki. Aklımdan bir sürü şey geçti. Beni terk ettiğini bile düşündüm. Pencereden kendi dairene geçip deli gibi eşyalarını toplamaya başladığını gördüğümde arkandan bile gelemeyecek kadar korkmuştum. Sadece donmuş bir şekilde seni izliyordum. Sen evden çıkıp taksiye binene kadar giyinip aşağı indim ama taksiye bindiğinde gecikmiştim. Duraktan gittiğin adresi öğrendim. Sen araçtayken şoför yerinizi söylediğinde bile fark etmemiştin,” durakladı sesi gittikçe kısılıyordu. Arabama binip seni takip ettiğimde indiğin mahallede ne yaptığını fazlasıyla merak ettim,” diyerek derin bir nefes alıp sağ eliyle saçımdan bir tutamı kulağımın arkasına attı.
“Lokantada önündekine dokunmadan sadece karşındaki eve gözlerini diktiğini gördüğümde bir şeyler olduğunu anladım ama yaşlı amca ve teyzeyi takip etmeye başladığında rahatlamadım desem yalan söylemiş olurum,” diyerek başımın tepesine bir öpücük kondurup yola çevirdi gözlerini. Gözlerini kısarak anlatmaya devam ederken gayet ciddiydi sesi.
“Beni bir başkası için terk etmeyeceğini biliyordum ama o an ki ruh halimle aklıma her şey geliyordu. Ben bir erkek beklerken sen onların peşine takıldığında rahatlamam senin ağladığını görmemle duman olup uçtu resmen,” dedi ve sol elimi tutup dudaklarına götürdü. Ağzına bastırıp orada tutarak anlatmaya devam etti. “Senin ağlaman benin düşünmemi bile engelliyor. Ağlamana sebep olanı öldürebilirim. Mezarlığa geldiğinizde senin hıçkırıklarını gördüğümde ne yapacağımı şaşırdım,” dediğinde elimde hissettiğim sıcak nefesiyle susmuş sadece onun dudaklarına bakıyordum.
“Kimin mezarı olduğunu uzaktan göremiyordum. Benden önce aşık olduğun ve kaybettiğin biri olduğunu bile düşündüm. Arabadan inip yavaş yavaş yaklaştığımda anlattıklarını dinlerken arkadaşının kaybını resmen kalbimde yaşadım. Selen dediğinde okulda o kıza neden o kadar sert davrandığını anlamış oldum. Normalde kıskanç, laf atan, bana asılan kızları bile bu kadar umursamazken onun yaptıklarıyla resmen gözün dönmüştü. Sonrasında neden ağladığını pek anlamasam da seni daha fazla üzmemek için sormamıştım. Ailesine nasıl davrandığını, anlattıklarını dinlediğimde ailesini kendi ailem gibi görmüştüm resmen. Onlar sanki senin annen babandı ve benim de öylelerdi artık. Ellerini öperken öyle hissediyordum. Benim nişanlım gerçek bir melek diye bağırmak istedim resmen! arabayı sağa çektiğinde bir villanın önünde park etmiş olduğunu gördüm. Ben şaşkınlığımdan kurtulup gözlerimi bu güzel evden alamadan Selim arabadan inip kapımı açarak eğildi ve elimi tuttu.
Sorgulayan gözlerle ona baktığımda “evimize hoş geldin tatlım,” dedi.
Ben hayran hayran eve bakarken sokak kapısını açan Selim elimden tutarak beni bahçeye soktu. Bahçesinde kocaman ağaçlar ve renkli çiçekler, sallanan koltuklardan bile vardı. Çatıdaki odaların penceresinde pembe panjurları görmemle kahkahamı patlattım. Açık pencere ve panjurların arasından rüzgarla beraber dışarı hafifçe sallanan saçaklı tül perdeyi de gördüğümde Selim'in boynuna sarılıp şimdiye kadar öpmediğim kadar şevkle öptüm onu gülücüklerimin arasından. Daha evin içini görmeden aşık olmuştum.
İçeri girerken tam kapıdan geçerken Selim beni kendisine çekip benim öpüşümü rahatlıkla üç boy geride bırakan bir öpücük verdi bana. Tam karşılık verecekken çekilip “Hadi evimizi gezelim!” dedi. Bunu bilinçli yapıp yapmadığından şüphelensem de sesimi çıkartmadan tüm evi gezdim. Yatak odamız tüm çatı katını kaplayan kocaman bir odaydı ve tavanı gece mavisine boyanmıştı. Küçük parıltılarla gökyüzüne benzetilmişti. Beyaz olmadığını gördüğümde sevinçle ellerimi çırparken Selim gülümseyerek gülüyordu.
“Senin kadar beyaz renk kullanıp, beyaz sevmeyen birini ilk defa görüyorum ama sorgulamıyorum. Kesinlikle mantıklı bir sebebi vardır!” dediğinde gülümseyerek “Kesinlikle,” dedim. Yatak odasında çok oyalanmadan kendimi koridora attım. Tüm evi yavaş yavaş gezdik. Çoğu oda döşenmiş, mobilyaları bile alınmıştı. Selim,den öğrendiğim kadarıyla Nazlı anne kendisi seçmişti mobilyaları. Çocuk odalarını gördüğümde hüzünlensem de Selim beni bodruma çekiştirince meraktan üzüntümü bir kenara bırakmıştım. Tüm bodrumu kaplayan bir spor salonu! Her türlü spor için gerekli malzeme ve araç vardı. Kenarda ayrı bir kapı vardı, aralayıp baktığımda oraya da küçük bir banyo ve içine duş yerleştirilmiş olduğunu görmemle gülümsemem daha da yayıldı. Evin bununla beraber beş banyosu vardı. Üç misafir odası, iki çocuk odası, enstrümanlarla dolu bir oda, bir çalışma odası ayrıca bir kütüphanesi bile vardı. Yani kullanmayacağımız bir sürü boş odası vardı. Bizim misafirimizin olacağını pek sanmıyordum, bebek de olmayacağına göre! Ben bu bebek konusuna neden taktım bu kadar diye düşünürken banyonun kapısında Selim'in beni kucaklamasıyla hazırlıksız yakalanmıştım. Ufak bir çığlık atmıştım. Selim yüzünde yine her zamanki sırıtmasıyla beni kucağında götürürken bu kez kollarımı boynuna doladım. Başımı geriye atarak yüzüne bakarken beni yavaşça minderlere bıraktığında hala yüzüne bakıyordum. Kahverengi gözlerini, hafif dalgalı duran saçları, yeni yeni çıkmış sakalları gülümsemesiyle kıvrılan dudaklarını aklıma kazır gibi yavaş yavaş inceliyordum. Dudaklarına geldiğimde orada biraz daha oyalanıp tekrar bakışlarımı gözlerine kaldırmamla Selim'in dudaklarımı öpmesi bir oldu. Bu kez kendimi tamamen Selim'e bıraktım. Canımı sıkan hiçbir konu kalmamıştı. Ruhum, kalbim, aklım hepsi el ele vermiş beni sırtımdan Selim'e iteklerken ağzımdan çıkan inlemeyle kıvranmaya başladım. Bu kez olsun istiyordum bende. Beklememizin anlamsız olduğunu düşünüyordum. Selim'den daha çok belki de!
Kollarımı boynuna dolayıp onu kendime çekerken Selim bile şaşırmış, bir an duraklayıp yüzüme bakmıştı. O duraklayınca sabırsızlıkla başımı kaldırıp dudaklarına asılan bu kez bendim. Alt dudağını hafifçe dişleyip çekiştirdim. Bu hareketim Selim için yeterli olmuş olacak ki inleyerek beni tamamen altına aldı, bir yandan öperken bir yandan gömleğimin düğmelerini açıyordu. Birkaç düğme açtıktan sonra dudaklarımdan ayrılarak boynuma oradan göğsüme geçerken birden başını kaldırdı ve bana baktı. Ne oluyor dememe kalmadı. Hızla düğmelerimi ilikleyip üzerimden kalktı. Ben hala şaşkınlıkla bakarken aralık dudaklarıma kısa bir öpücük kondurup beni de kaldırdı.
Ben ne olduğunu anlamazken kapının zilinin sesini duymamla bakışlarımı üzerime çevirdim. Kıyafetlerim derli toplu duruyordu Selim'e baktığımda dudaklarının hafif kızarmış ve kabarık olduğunu gördüm. Kapı tekrar çalarken Selim hala heyecanla hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Yakası hafiften kaymıştı elimle yakasını düzeltirken o da kaymış olan tokamı başımdan çekip attı.
“Böyle daha iyi,” diyerek elimden tuttu ve yukarı çıkmaya başladık.
Kapıyı açtığımızda Mustafa, Mine, Melih, Oğuz ve tanımadığım dört erkek bekliyordu bizi. Hepsinin elinde birer kutu vardı.
Mine “yeni eviniz için uğur hediyesi,” diyerek kutuyu uzattı. Ona içten bir şekilde sarılıp hediyeyi alıp en yakın boşluğa bıraktım. Mine kenara çekilirken Melih, sessizce elindeki kutuyu uzatıp kenara çekildi. Çekilirken “hayırlı olsun,” gibi bir şeyler geveledi.
Mustafa, sırıtarak kutuyu uzattı “Abi ruj mu sürdün sen!” diyerek Selim'e döndüğünde benim yüzüm kızarmaktan çok morarmaya yakındı. Ruj sürmemiştim ama imasını herkes anlamış, Selim'in yüzünde ruj aramışlardı.
Oğuz, “buyurun hanım efendi,” diyerek elindeki minik kutuyu verip kenara çekildi. Arkada duran adamlar koli taşıyorlardı. Benim ve Mine'nin satın aldıkları ve benim gece boyunca kolilere tıktığım evimdeki eşyalarımı taşıyorlardı. Taşıma şirketinden adamlar kıyafetlerimin olduğu kolileri üst kata taşıyıp diğer kolileri salonda bırakmışlardı.
Çocukların yardımıyla kitaplarım kütüphaneye diğer eşyalarım yerine yerleşirken evimi biraz daha sevmiştim. Biraz daha kendi evim gibi hissetmiştim. Biz Mine ile yatak odasına çıkıp aldığımız kıyafetleri ayakkabıları dolaplara yerleştirirken acayip eğleniyorduk. Mine arada eline bir iç çamaşırı alıp üzerine tutuyor şuh bakışlar atarken gözlerini şaşı yapıp “gelsene bebeğim,” tarzı laflar edip beni daha da güldürüyordu. İşimiz bittiğinde salonuma yayılmış pes oynayan dört deliyi gördüğümüzde gülmekten kendimizi alamamıştık. Yarın düğünümüz vardı ve adamlar pes oynuyordu. Kısa bir süre sonra Oğuz'un kazanmasıyla Mustafa elindekini yere fırlatıp ağır bir küfrederken bizi gördü. “Yenge kusura bakma vallahi çok kaptırmışım,” dediğinde Selim'in delici bakışlarından saklanacak delik arıyordu.
Selim yanıma gelip gözlerime bakarken beklentiyle gözlerine bakıyordum. Kesin artık beni sevdiğini söyleyecek derken “Acıktık biz,” dediğinde yere düşmemek için ona tutunmam gerekmişti yine.
Kısa bir sürede hazırlanıp yanlarına indiğimizde zaten ağır abi havasında olan çocuklar sadece saçlarını elleriyle düzeltip yola çıktılar. Mine, Melih ile giderken Oğuz ve Mustafa bir arabaya ben de Selim ile bir arabaya geçmiştik. Güzel bir lokantada durup yemeklerimizi yerken Mustafa'nın yaptığı şakalara gülüp eğlenmiştik. Mustafa kardeşimden farksızdı benim için artık. Diğerlerini sevsem de Mustafa ayrıydı kalbimde.
Yemekten sonra “benim bara,” gittiğimizde Murat, Tolga abi ve kel müdür haricinde çoğu personelin değiştiğini görüp şaşırsam da son olanlar aklıma geldiğinde sustum. Kapıda extra güvenlik vardı ve erkekler arabayı park ederken biz önden yürümeye başladık. Kapıdaki güvenlik beni ve Mine’yi tanımazken üzerimizdeki mini eteklere ve askılı bluzlara bakarak gevşek gevşek konuşmaya başlayınca dudaklarıma bir gülümseme yerleşti. “Bugün çok yorgunum ya Mine! Bir gün de uslu dursalar ben de birilerini dövmesem!” diyordum ama direk korumanın gözlerine bakıyordum. Tolga abi gelse de tam ağzını açacakken elimle susturdum. Tolga abi rahatsızca kıpırdansa da karışmamıştı.
“Sen her gelen müşteriye böyle mi davranıyorsun?” dediğimde, “sizin gibiyse olabilir,” dediği için kendi ölüm fermanını imzalamıştı.
Hafifçe gülümseyip elimle yaklaşmasını işaret ederken bir yandan da başımı sağa sola hafifçe eğip gerilen kaslarımı gevşetiyordum. Kalıbıyla bizi korkuttuğunu ya da etkilediğini sanan salak ise gülümseyerek üstümüze doğru geliyordu.
“Ne oluyor lan orada?” diye kükreyen Selim'in sesini duymamla küçük bir çocuk gibi dudaklarımı büzdüm. Şimdi benim döveceğim adamı o dövecekti. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi dudaklarımı sarkıtıp ona döndüm.
“Ya önce ben gördüm! Adam benim!” dediğimde boş boş bana bakarken yanağında bir kas seğiriyordu. Söylediklerimi düşünüp tamamen yanlış anlaşılmaya müsait bir cümle olduğunu fark edip hemen ekledim.
“Aşkım ben döveyim ne olur! Hem stres atmış olurum bugün çok gerildim,” dediğimde Selim hafif somurtup kaşlarını çatsa da Mustafa “yenge ya bu sana çerez sayılır bize bıraksaydın, neyse seni izlemek bile zevk olacak bu arada bir iki şey kaparız belki değil mi lan Oğuz?” dediğinde Oğuz boş boş yüzüne bakmakla yetindi.
Hiçbir şey anlamayan mal koruma bize dönerken Mine'ye çekilmesini işaret ettim Mine hızla Melih'in yanına giderken korumaya elimle gelmesini işaret ederken Tolga abiye dönüp tüm korumaları çağırmasını söyledim. Tolga abi gidip hepsini otuz saniye gibi kısa sürede kapıya dizerken bu salak yavaş yavaş üstüme geliyordu.
Tüm korumaların geldiğini görünce üzerime doğru koşturan salağın boynuna elimin yanıyla bir tane geçirdim. Birkaç saniye bir şey olmazken dizlerinin üstüne düşünce bir adım atıp yüzüne doğru eğildim. “Bir daha kimseyle böyle konuştuğunu görmek istemiyorum,” dediğimde hafifçe başını oynatabilmişti. Alnına bir fiske vurduğumda sırt üstü geriye kaydı ve beton zemine çakıldı. Düşmesiyle birlikte nefes almaya başlayıp bir yandan öksürüyor, yüzünün rengi yavaş yavaş açılıyordu. Öyle bir iki dakika daha bıraksam ölüp gidecekti geri zekalı. Başımı kaldırıp dikkatle bana bakan korumalara döndüm. Tolga abiye gülümseyip yanıma gelen Selim'e sarıldım. Az önce korumayı yere seren vahşi ben değilmişim gibi kolunun altına girip masum masum gülümseyerek Selim'e baktım. Kaşları hala çatık olsa da bana hafifçe gülümseyip diğerlerine döndü.
Klasik “siz benim kim olduğumu biliyor musunuz lan...!” kükremesini attığında artık alıştığım için kolunun altından çıkıp kaçmamıştım.
İsmini söylediğinde adamların yüzü korkuyla şekil değiştirirken Selim'e artık kim olduğunu! sormamın zamanı geldiğini düşünüp eve gidince sormak üzere hayali not defterime kaydettim.
Sonra beni gösterip “peki bu yanımdaki hanım kim onu biliyor musunuz?” dediğinde bir iki mırıldanma olsa da cevap veren çıkmadı. “Tanıştırayım; nişanlım ve yarından itibaren karım ve sizin yeni patronunuz,” dediğinde adamlar kaçacak delik arıyordu. Bir tanesi “biz Selim abiye psikopat derken karısı daha beter çıktı ya!” derken en dik duruşumu takınıp Selim ile birlikte yürümeye başladım. İçeri geçtiğimizde Murat'ı görüp el ettim yine. Sırıtarak masamıza geldi. “ne vereyim abilerime ve yengelerime?” dedi gevşek gevşek.
Ters ters bakıp “bu kez sadece bira getir Murat şişeden içeceğiz,” dediğimde alınsa da bu da benim ona trip atma yöntemimdi. Şişeleri su içer gibi rahatlıkla mideme indirirken kenarda bir grup genç görmemle Selim ile ilk tanıştığımız gün aklıma geldi. Selim'e döndüğümde o da bana bakıp göz kırptı. Bütün gece deli gibi içip dans ettik eğlendik. Dans ettik dedim ise Selim dans etmediği için ben onun yanında oturarak gerdan falan kırdım yani. Selim bir kadehten fazla içmezken ben su gibi bira içmiştim. Diğerleri de çok yavaş içtikleri için en fazla üçer bira içmişlerdi. Ben çok fazla bira içtiğim için ara ara lavaboya gidip geliyordum. Artık çocuklar da gevşek gevşek gülmeye başlayınca Selim'in kalkalım demesiyle ayaklandık. Bugün de Selim'in evinde kalıp yarın yeni evimize geçecektik.
Eve gittiğimde hala pek uykum olmasa da Selim'in gözleri uykusuzluktan kızarmıştı. Yatağa kendini attığında bu kez ben üzerindekileri çıkarıp bir tek boxerını bırakana kadar soydum onu. Yatakta hafif kenara itip kendim banyoya geçip yüzümü gözümü yıkayıp makyajımdan kurtuldum. Dişlerimi fırçaladım. Odaya geçip üstümdeki askılı bluzu çıkarttım dolaptan Selim'in tişörtlerinden birini alıp giydim. Altımdaki mini eteği de çıkartıp Selim'in yanına sokuldum. Ona sarılırken mırıldanıp belimden tutup beni iyice kendisine çekti. Başımı göğsüne yaslayıp sağ bacağımı da beline yerleştirip gözlerimi kapattım.
Yarın evleniyorum!