Cemil'in gönderdiği polisler gelip Selen zillisini götürdükten sonra kendimi biraz toparladım. Selim ve diğerleri ne kadar derse girmek istemese de ben girmekte ısrar ettim. Okulu ve dersleri benim yüzümden ihmal edip duruyorlardı. Cümbür cemaat kalacaktık bu dönemden. Onlar için derse girdik. Okul açılalı üç hafta oldu biz toplamda üç derse girmedik. Korumaları bahçede bırakıp dersin olduğu dersliğe girdik. Dersin ne olduğunu bile bilmiyorum. En azından devamsızlık yapmamış oluruz dedim umursamadım.
Sınıfa girdiğimizde hemen hemen boş olan sıralara bakıp Selim ile daha önce oturduğumuz en arka sıraya geçip yerleştik. Melih ve Mine önümüzde otururken artık Merve olmadığı için Mustafa, sağımızdaki sıraya tek başına oturdu. Yüzüm biraz asıldı ama solumuza oturan Oğuz ve adını henüz bilmediğim güzel kız ile dikkatim dağıldı. Kız çok güzel, dikkat çekici değildi ama bu tamamen onun üzerine giydikleri ve duruşu ile alakalıydı. Fazla dikkat çekmemeye çalışıyor gibi bir hali vardı. Hele o koca gözlüklerinin hiç gereği yoktu bence. Çünkü gözlüklerini burnunun ucuna indirmiş gözlüğün üstünden bakıyordu.
Oğuz’un bu kızın yanına tesadüfen oturduğu belliydi. Kıza yönünü dönüp bir kere baktığını görmemiştim. Sıranın ucuna oturmuş sabit bakışlarla dersi anlatan hocaya bakıyordu. Kızın ismi Almira’ymış. Yoklama listesini imzalarken dikkat ettim. Almira da güzel bir isimdi bence. Bizim nikah işi bitince kesinlikle bu kızla arkadaş olmaya karar verdim. Hatta nikaha da çağırmaya karar verdim. Sırf Selen'i ve diğer arkadaşlarımı görmek için evlenme teklifini kabul ettiğimde tüm okulu çağıracaksın demiştim Selim’e. Şimdi Selen zillisi olmadığına göre nikahıma gelecek kimsem de kalmamıştı. Tanıdığım kim var diye düşünürken aklıma Cemil geldi.
Derste Cemil'e mesaj attım. Nikah tarihimi söyleyip nikaha çağırdım. Başka çağıracak kimsem olmadığı için onu çağırmakta sakınca görmemiştim. Hem benim kuzenim rolünü üstlendiği için gelmesi beklenirdi. Bir süre sonra yanında birini daha getirip getiremeyeceğini sordu. Bizim tıfıl polisi de getirecekti büyük ihtimalle. Tıfılı getirmesinde bir sakınca olmadığını dile getiren kısa bir mesaj attım. Elim telefonuma alışık olmadığı için acayip bir şeyler de yazmış olabilirim çünkü mesajı yazarken ekran yerine bana kaşını çatmış bir şekilde bakan Selim'e gülümsüyordum. Büyük ihtimal hoca ara verdiğinde mesaj için ufak bir sorguya tabii tutulacaktım. Sorgudan sıyrılırım tabii ki de o bakışlardan sıyrılmak kolay olmayacak. Birkaç saniye sonra Cemil, mesajıma cevap verince yutkunup başımı eğdim hemencecik. Gelmesini çok istiyordum.
“Aslında onun haricinde biri daha olacak yani üç kişiyiz,” dedi. Bu kızı da kuzen olarak tanıtacaksın ismi Aslı Melek,” dediğinde bana kaşını çatmış nişanlımı umursamadan yüzüme yerleşen gülümsemem ile ekranda yazanları tekrar tekrar okudum. Bana neden bu isim bu kadar tanıdık geliyor? Hem soy ismi de benimkiyle aynı olduğuna göre bu kız da benim gibi. Sırıtarak bir mesaj daha yazdım.
“Benim gibi birini görmek hoş olacak,” yazdıktan sonra bir mesaj daha geldi.
“Aslında pek bizim gibi sayılmaz,” yazıyordu.
“Nasıl benim gibi sayılmaz?” yazıp gönderdim.
Cemil’den gelen cevabı açıp ona cevap verecektim ama Selim'in bana bakışlarını görünce telefonu çantama atıp derse odaklanmaya çalıştım. Kiminle mesajlaştığımı merak ettiği belliydi. Her ne kadar kuzenim olarak tanısa da Cemil'i pek seviyor gibi görünmüyordu.
Ders sonuna doğru Oğuz'un yanında oturan Almira, hocanın isteği ile ayaklandı. Bir türkü söyleyecekti. Benim pek türkülerle alakam olmasa da Almira'nın sesini duyduğumda zevkle içimi çektim. Ders başladığından beri gözümde utangaç imajı çizen Almira, türkünün tamamını Oğuz'a bakarak söyledi. Oğuz malının yüzünde hiçbir mimik yerinden oynamadan sadece şarkı bitene kadar boş boş kızın yüzüne baktı. Şarkı biter bitmez hızla sınıftan dışarı çıktı. Ben şaşkınca arkasından bakarken Selim koluma dokununca ona döndüm.
Sonraki derse kadar dışarı çıktık hep beraber. Tam adım atarken Selim beni durdurup yere eğildi. Çözülen ayakkabı bağımı bağlıyor. Ben yaparım dememe kulak asmadı. Sıkıca bir düğüm atıp diğer ipi de sağlamlaştırıp ayağa kalktı. Teşekkür ederek yanağına bir öpücük kondurdum.
Ben bu çocuğa aşık olmayayım da kime aşık olayım?
“Teşekküre gerek yok ben kendim için yaptım. Nikah günü ayağı kırık bir gelin yanımda hoş durmaz,” dediğinde omzuna küçük bir yumruk attım. Arsızca sırıtıp elimi tuttu. Bahçeye çıkıp daha önceki geçtiğimiz yere ilerledik. Selim arada bir yanımdan kalkıp telefonla görüşüp geri oturuyordu. Mustafa içecekleri alıp geldi. Mine ve Melih atışırken Mustafa arada espri yapıyordu. Ortama bakıp gülümsedim. Artık hiç de yabancı gibi hissetmiyordum kendimi. Hele Mustafa ve Melih “Yenge...” diye bağırıp dururken çok zordu kendimi yabancı hissetmek. Arada Oğuz nerede diye düşünüyor hemen sonrasında Mustafa'nın bir esprisi ile dikkatim dağılıyordu. Yanımdayken elim sürekli Selim'in elinde yanımdan uzaklaştığın da gözüm üzerinde mola saatini geçirdik.
Derse girdiğimizde Almira tek oturuyordu. Oğuz ortada yoktu hala. Hoca gelmeden Almira'nın yanına oturup nikahıma çağırdım. Mutlaka beklediğimi söylediğimde sevindi ve kesinlikle geleceğini söyledi. Selim'in yanına geçtiğimde “nikahına beni çağır sevgilim,” demesiyle kahkaha attım. Benim gülümsememle oda gülümseyip “sen gülünce güller açar gül pembe,” dediğinde yanağına bir öpücük kondurdum. “Sen hep gül, ben de gülerim Melisa, seni üzgün görmek istemiyorum,” dedi. Başımı sallayıp derse giren hocayla Selim'den ayrıldım ama ders boyunca elimi hiç ayırmadım ondan.
Ders bitiminde Mine hemen yanıma gelip koluma girdi. Şaşkınca yüzüne bakarken “Bensiz gelinlik bakabileceğini mi sanıyorsun?” dedi. Melih işinin olduğunu söyleyip Mustafa ile yanımızdan ayrılırken; ben, Mine ve Selim arabaya bindik. Selim de bizi bırakıp gidecekti aslında ama ben suratımı asıp bari gelinliği alana kadar kalmasını söyledim. Şimdiye kadar hiç gelinlik, düğün falan düşünmemiştim. Hayalimde bile bir gelinlik yoktu açıkçası. Nikah Selim'in ailesinin evinde olacaktı. Biz gittiğimizde akşam olduğu ve bir de heyecandan ölmek üzere olduğum için evdeki oturduğumuz oda harici hiçbir şeye doğru düzgün bakmamıştım. Biri evi tarif etmemi istese bir salonu vardı, bir de çalışma odası, ha bir de mutfak olması lazım derdim.
Önce daha önceki yüzük aldığımız kuyumcuya gittik. Selim ve bana yüzükleri seçtik. Sade birer alyans almıştık. Sonra Selim birkaç parça daha aldı benim için kolye, küpe. O günkü aldığımız yüzüğün kolyesini ve bilekliğini de aldı. Sonra annesi için bir broş ve Mine’ye de anahtar şeklinde kolye ucu olan bir zincir. Bunların hepsini seçmemiz, almamız on beş dakika gibi bir zaman almıştı.
Kuyumcudan çıkıp gelinlikçiye gittiğimizde Selim'in içeri girmesiyle kızların kıkırdaması bir oldu. Hepsi Selim'e bakıyor kimse ben ve Mine’yle ilgilenmiyordu. Biri de akıl edip lan bu adamın burada ne işi var demiyordu. Kardeşine gelinlik alacak hali yok ya aptal kikirdekler. Mutlaka yanında gelen evleneceği kızdır değil mi? Selim'in kızlara gülümseyip onlarla konuştuğunu görünce içimdeki tüm gelinlik alma hevesi kaçmıştı. Mine şaşkınca bir Selim’e, bir bana, bir de kızlara bakıyordu. “Hala neden kızları dövmediğini anlamıyorum?” dediğinde Selim şaşkınca Mine ve bana bakıyordu. Neye şaşırıyorsa artık piç.
Bir kızların ağzına düşmediği kalmıştı. Yanımda kolumu tutan Mine'yi de çekiştirip arkamdan seslenen Selim'i tınlamadan kendimi dışarı attım. Korumalar şaşkınca bize bakarken tanıdığım korumaya anahtarları vermesini işaret ettim. Anahtarları aldıktan sonra Mine de şaşkınlığı bırakmış benim arkamdan arabaya yanıma binmişti. Vakit kaybetmeden arabayı çalıştırıp gazı kökledim. Mine tedirgince bana bakarken bir yandan da kemerini takıyordu. Ben hırsla gaza yüklenirken Mine nereye gidiyoruz diye sorunca ani bir frenle arabayı durdurdum. Nerede olduğumuzu dahi bilmiyorken nereye gideceğimizi bilmem imkansızdı.
Arabanın navigasyonunu açıp nerede olduğumuzu öğrendim. Mine'ye döndüm, “Nereye gidelim fıstık, bugün bize ait,” dedim.
Mine durumdan pek mutlu olmayan sesiyle “evlenmekten vazgeçmedin değil mi?” dediğinde deli gibi bir kahkaha attım. Benim öyle bir lüksüm yoktu ki. Sadece sinirden fevri hareket etmiştim. Selim'e ne olduğunu sorma ve açıklama şansı bile tanımamıştım kendime. Şimdi sinirim geçtikçe neden öyle davrandığımı anlıyordum. Kıskançlık, damarlarımda zehir gibi yayılmıştı resmen. Ben daha önce kimseyi kıskanmamıştım ki. Bana ağır gelen bu olmuştu.
Bir iki düzenli nefes alıp “Kaynanama gidiyoruz! Selim beni bir tek orada aramaz şimdi sinirim (kıskançlığım) geçene kadar Nazlı anneyle hasret gidermiş oluruz,” dedim. Mine rahat bir nefes alırken navigasyona evin adresini girdim. Gazı köklememle Mine anlamsızca suratıma baktı.
“Hala neden hızlı kullanıyorsun ki!” dediğinde bu kez neşeli bir kahkaha attım.
“Ben sinirden hızlı kullanmıyordum ki! Bu benim normal halim,” dediğimde Mine çözdüğü kemerini geri taktı ve dudaklarının oynamasından anladığım kadarıyla bildiği duaları okumaya başladı. Önce bizim evlerin olduğu sokağa Selim'in arabasını evin önüne bıraktım. Hızla kendi daireme geçip üzerimdekileri değiştirdim. Mine’ye de giymesi için birkaç kıyafet verdim. Bedeni hemen hemen benimkiyle aynı olduğu için sıkıntı olmadı. Beyazdan başka kıyafetim olmadığı Mine'nin önünde de renk değişimi yapamayacağım için ikimiz de beyazlara bürünmüştük.
Ayakkabıları da değiştirip birbirimizi süzdük. Evet gayet iyi olmuştuk. Ben beyaz bir mini etek ve dantelli askılı bir bluz giyip ince askılı bir topuklu ayağıma geçirdim. Saçımı da tarayıp açık bıraktım. Mine de mini beyaz bir şort ve beyaz yakası açık bir gömlek giyip ayakkabılarını olduğu gibi bıraktı. Dolgu topuk bir sandalet giymişti ve rengi beyazdı şansına.
Saçını hafifçe düzelttiğinde “hazırım tatlım, uçur beni,” dedi. Gülerek aşağı indik. Aşağı indiğimizde bebeğim İnci’ye atlayıp büyük bir alışveriş merkezine sürdüm arabayı.
“Biraz alışveriş yapsak sıkıntı olmaz değil mi?” dediğimde arsızca sırıttı.
“Hiçbir kız alışverişe hayır demez!” dedi. Alışveriş merkezinde bulunan spor kıyafetler satan mağaza dahil hepsine girip çıktık. Tüm dolabımı yeniliyordum ne de olsa.
Her girdiğimiz mağazada gözümüze takılan ne varsa alıyorduk. Denemek için zaman kaybetmiyorduk. Sadece benim veya Mine'nin çok hoşuna giden parçaları deniyorduk.
İç çamaşırı ve gecelik satan dükkanın önünden geçerken bir an durup içeri daldım. Renkli, beyaz, ten rengi, siyah bedenime uygun ne varsa aldım. Sonra gecelik, sabahlık, ipek şortlu pijama takımlarının her rengini de aldım. Satıcı kız sevinçle gülümserken yanımdaki Mine arsızca sırıtıyordu. Bunu da al bence diyerek bir jartiyer takımı uzattığında yüzüm hafif kızarsa da onu da ekledim. Aldıklarımızı paketletip eve göndertiyordum. Güçlü olabilirim ama o kadar da süper kadın değildim. Süper olsam bile dikkat çekmemek için yine taşımazdım.
Bunları da hallettikten sonra kendime yeni makyaj ve bakım malzemeleri aldım. Mine de benden aşağı kalmıyordu. O da canı ne isterse alıp sepete ekliyordu. Alışveriş bittiğinde İnci’ye atlayıp Nazlı annenin evine doğru yola çıktık. Yaklaşık bir saat sonra Nazlı annenin kapısına geldiğimizde kapıyı bir hizmetçi açtı. O gün etrafta hizmetçi gördüğümü hatırlamıyorum saat geç olduğu için izin vermişti herhalde Nazlı anne. Hizmetçi çok güzel ince uzun boylu zarif bir kızdı. Üzerindeki kıyafetler olmasa duruşu ve havasıyla evin hanımı bu sanırdınız. “Buyurun kime bakmıştınız?” dediğinde sesinden bile düşmanlık akıyordu. “Nazlı Uluocak, evdeler mi acaba?” dediğimde suratı değişmeden “Randevunuz var mıydı? Hem siz kimsiniz?” dediğinde anladım. Kız kaşınıyordu ama Nazlı anneye rezil olmamak için sesimi çıkartmadım.
“Gelini! Randevuya ihtiyacım olduğunu sanmıyorum,” dediğimde kızın yüzü daha da asılmıştı. Bekleyin haber vereyim dedi ve içeri girerek kapıyı yüzümüze çarptı. Mine ve ben şokla birbirimize bakarken Mine en sonunda küçük bir kıkırtı kaçırdı ağzından. “Ben Melih'e sinir oluyordum her gittiğimiz yerde kızlar ağzına düşüyor diye senin durumun benden de vahim. Hizmetçi bile aşık Selim'e,” dedi. Ben bile gülmüştüm. Kapı tekrar açıldığında bu kez kapıda Nazlı anne vardı. Hizmetçi kız arkasından hala bana düşmanca bakıyordu. Neyine güveniyorsa artık. Nazlı anne bana sarılıp sorular sorarken ben de nazikçe cevap vermeye çalışıyordum. Mine ile içeri geçtiğimizde Nazlı anne düğün için giriştikleri hazırlıkları bana anlatırken eve göz gezdirdim. Her yer çok şirin gözüküyordu. Nikâhın yapılacağı arka bahçeye geçtiğimizde nutkum tutulmuştu resmen her yer kurdeleler ve çiçeklerle süslenmiş, her şey hazırdı. Kocaman bir havuz vardı ve suyun üzerinde bile beyaz nilüferler yüzüyordu. Gözlerim hafifçe yanmaya başladığında Nazlı anneye sarıldım. Ben hiç yardım edememiştim ama Nazlı anne her şeyi halletmişti bile. Uzunca sarılıp ağlaştıktan sonra Nazlı anne de gözlerini silerken ben başımı kaldırdım. Yine aynı hizmetçi kız gözlerini kısmış kötü kötü bize bakıyordu. Hafif bir nefes alıp “Nazlı Anne şu hizmetçi kızı çok mu seviyorsun?” dediğimde şaşırsa da “yok kızım bir şey mi oldu? Hem daha yeni birkaç ay oldu başlayalı,” dediğinde hafifçe hizmetçiye döndüm. “Kovarsam canınız sıkılmaz yani?” dedim. “Nazlı anne de hizmetçiye döndüğünde kızın hareketlerini ve bakışlarını gördüğünde gülümsedi. “Tabi ki şimdiye kadar durduğun hata! Ben Ethem yüzünden kaç hizmetçi kovdum bir bilsen,” dedi. Bunları da duyduktan sonra Nazlı annenin yanağına bir öpücük koyarak hizmetçi kıza döndüm. “İsmin ne senin,” dedim şiveli bir sesle “Natalia,” dediğinde, “kovuldun Natalia!” diyerek bağırışlarını umursamadan Nazlı anne ve Mine’ye sarılarak eve yöneldim. Nazlı anne gelinlik işini ne yaptığımızı sorunca suratım asıldı.
“Bakamadık daha,” dedim. Hızla bir yerleri arayıp başka bir hizmetçi kıza kahve yapmasını söyledi. Bu seferki hizmetçi kız şirin bir şeydi. Seke seke hızla gidip geliyor, sürekli gülücük saçıyordu. Kahvelerimizi içerken kapı çaldı. Sessizdeki telefonuma baktığımda Selim'den bir sürü arama ve mesaj görüp sırıtarak telefonu çantama attım. Salona giren insanlarla şaşırıp kalmıştım. Yaşlıca bir kadın ve bir sürü kız arkasından elinde kutularla içeri doluşmuşlardı. Abartısız kırk kutu vardı. Yaşlı olanı “hadi başlayalım zamanımız çok az arada Nazlı Hanım olmasa hayatta bu kadar kısa sürede bu işe kalkışmazdım,” dedi. Kızlar kutuları hızla açıp ellerindeki gelinlikleri hızla bana giydiriyorlardı. Adının Zeliş olduğunu öğrendiğim hizmetçi kız odaya büyük bir boy aynası getirmişti. Sırıtarak kenardan bize bakıyordu. Bu durum onu da eğlendirmişti. Beni hızla soyup nefes aldırmadan tekrar giydiriyorlardı. Aynanın önüne geçtiğimde yirmi birinci gelinliğe ağzım kulaklarımda bakıyordum. “Bu bu bu harika!” dediğimde sevinçle ellerini çırpmışlardı. Cidden hiçbir yerinde düzeltme bile yapmaya gerek yoktu vücuduma tam oturmuştu. Sırtı açık, vücuduma tam oturan dantelli bir gelinlikti. Yakası kayık şeklinde koluma uzanıyor omuzlarımda küçük güllerle birleşiyordu. Çok az bir kabarıklığı vardı. Eteğinin iki metre kadar kuyruğu vardı. Saçlarımı topladığımda kanatlarım da ortaya çıkmıştı. Sırtımdaki kanatları gözen kızların hepsi hızla bir nefes alıp aynı anda “çok güzel,” dediler. Sırıtıp Nazlı anneye döndüğümde Nazlı annenin yerinde Selim'i görünce hafifçe gülümsedim. Bu adama kızgın kalamıyordum ben ya! “Bence de çok güzel,” diyerek yaklaşan Selim'e gelinlikçi teyze engel oldu. “Gelinliğe zarar vereceksin yaklaşma oğlum,” diyerek koluna yapıştı. “Ben bu güzelliğin bozulmasına razı olmam! Çekil bakayım,” diyerek Selim'i benden uzak tutmaya çalışıyordu. Selim yerinde dursa da bu kez, ben ona koşup boynuna sarıldım. Etrafta kim var umursamadan dudaklarına bir öpücük kondurdum.
Geri çekilip gözlerine bakarak “özür dilerim!” dedim. O da bana “özür dilerim aşkım,” dediğinde artık tamamıyla gülümsemeye başladım. Gelinlik işi de aradan çıktığı için rahatlayıp derin bir nefes aldım. Selim salondan çıkarıldı. Ben de üzerimdeki gelinliği çıkarıp kıyafetlerimi geri giydim. Nazlı anne Mine ve Selim ile biraz daha oturduk ve bir şeyler yemeye başladığımızda sabahtan beri aç olduğumuz için önüme ne gelirse yemeye başladım. Nazlı anne bize bakıp gülerken Mine, ben ve Selim yemeklere saldırmıştık. Yemeğin sonunda Melih gelip yeni kankam Mine'yi götürmeye çalıştı. Benden ayrılmak istemeyen Mine direnince yine omuza atılıp götürülmüştü. Ben arkalarından kıkırdarken Selim, Nazlı anneye “biz de kalkalım artık bugün çok yorucuydu,” dedi. Kalkıp Nazlı anneye sarıldım. Yanaklarını öpüp vedalaştım. Selim'in arabasına binerek eve doğru yola çıktık. Arabada ben yine sessizleşirken Selim “yarın da yeni evimizi görmeye gideriz. Aslında bardan döndüğümüz gün seni oraya götürecektim ama biliyorsun kısmet olmadı,” dediğinde boş boş baktım. Bara gittiğimiz günün sabahında ben evlenme teklifini kabul etmiştim. Hangi ara evi almıştı bu çocuk?
“Senin benim evime geldiğin gün. O gün karar vermiştim ben seninle evlenmeye. Bu evi de görünce, seversin diye düşündüm aldım. Ama eğer beğenmezsen ...” devamını getiremedi çünkü sarılıp öpmeye başlamıştım bile.
Ona bir şey söylemesem de daha önce bilmem kaç kızın geldiği evde yaşamak istemiyordum. Bizim evimiz, bizim yuvamıza benden başka hiçbir kız girmemişti. Başımı omzuna yaslayıp radyoda çalan şarkıya eşlik etmeye başladım.
"Perdeleri tüllü saçak, bir evimiz olacak!"