Melisa’dan...
Gözlerimi açınca gördüğüm beyaz odaya bakakaldım. Bu kez niye geldik? Ne suçumuz var yani? İki de bir ayaklarına getirip duruyorlar. Bendeki de can ya!
Kafamı kaldırmak istemiyorum, yine o beyazlı amcaları göreceğime adım gibi eminim. Adımın Melisa Melek olduğundan ne kadar eminsem o kadar.
(Bu soy ismi de sağdaki şerefsizin verdiğini söylemeden geçemeyeceğim. Kabul etmiştim zaten piç bir espri anlayışının olduğunu değil mi?)
Kaşlarını çatmış ikisi de bana bakarken ağızlarını bıçak açmıyordu. En sonunda dayanamayıp “ne var ya? Niye çağırdınız bu sefer? Ben bir şey yapmadım ki?” diye konuşmaya başlayınca biri diğerine parlak bir kutu verdi. Boş boş baktım. Anlamaya bile çalışmayacağım derken merak etmeden de duramıyordum. Birkaç saniye kadar baktıktan sonra “o kutu ne?” dememle tekrar gülüp kutuyu sahibine veren sağdaki suratını asarak bana döndü.
Kutuyu gösterip “sadece ufak bir bahis,” dediğinde gülmeye bile cesaretim yoktu. Sağdaki çenemi tutamayacağımı adı gibi bildiği için, soldaki de merakım ya da sabrım üzerine bahse girmişti. Sonuç olarak ben ikisinde de tam bir sazan gibi davranıp en kötü ihtimali ortaya atanı kazandırmıştım.
“Selam çekirge! Yeteneklerinle övünmüyor değiliz ama sen neden göze batmaya ve kimliğini ifşa etmek için bu kadar uğraşıyorsun onu anlayamadık,” dediğinde susup kaldım. Ben kendimi ifşa mı ediyordum? Hızlıca yaptıklarımı, Selim'in yanındayken nasıl davrandığımı gözden geçirmeye başladım.
Adamlar haklı beyler dağılın. Lan tam her şey yolunda giderken beni geri mi getirecekler buraya yoksa? O zaman bu çeneyle kesin cehenneme giderim ben.
“Aynen düşündüğün gibi Melisa. Denedik olmuyor. Bu göreve daha soğukkanlı davranabilecek birilerini göndermeye karar verdik. Sen bizimle takılıyorsun artık,” diyerek sırıtan sağdaki piçe buradan uçup iyi bir çekirge nasıl olunur gösterirdim ya daha da sinirlenirler hep burada tutarlar diye korkuyorum.
Bana çekirge diyor sanki kendi usta Bruce Lee! Oldu olacak bana Donatello deseydi kendini de Usta Splintır olarak tanıtsaydı. Soldaki de April O'Neil olur ikimizin kavgasını yayınlardı. Burada televizyon var mıydı ki? Düşününce yedi yirmi dört yayın yapıp beyaz odaları gösteren bir melek TV olsa komik olurdu. Hava durumu saatinde hele. Çatlak bir melek sıkıntıdan bıkmış bir şekilde sunumunu yapıyor! “Bugün beyaz odalarda havada yel, sel, güneş, bulut, fırtına yok! Kahretsin toz zerresi bile yok! Ölebilsek sıkıntıdan her gün tekrar tekrar ölürdük!” He he yazık be! Laan asıl bana yazık ben ne diyorum!
Burada ayağım bile bir yere takılmaz havada uçan sinek, esen rüzgâr hatta toz zerreciği bile yokken benim nasıl burada onlarla takılma mı isterler?
Saatler süren atışmalarımızdan sonra gülerek “sadece daha dikkatli ol!” dediklerinde üstündeki tüm kıyafetleri çıkartıp kış günü Akdeniz'e atlayan turist kafasındaydım. Adamlar dikkatli ol demek için on saat yalvartmışlardı beni. Bir gün elime düşeceklerdi. Ben de onlarla dalga geçmek için yanıma çağırıp piçlik olsun diye ve dalga geçmeden gönderecektim. Ben de ustalığa geçince elime alacağım bunları vuracağım kırbacı! Vuracağım kırbacı! Benim babam zengin değil ama hayal gücüm zengin oğlum. Siz daha kiminle aşık attığınızı bilmiyorsunuz!
Gözlerimi biraz aralayıp yine beyaz tavanı görünce Selim ile bu konuyu en kısa zamanda konuşmaya karar verdim. “Artık beyaz görerek gözlerimi açmak istemiyorum ya bennn!” diyen iç sesimi bu kez dış sesimle yer değiştirmeye karar verdim. Selim'i uyandırıp Selim ya ben ya da beyaz tavan diyecektim. Tavanını boyatmazsan seni terk ederim ben bu acıyla daha fazla yaşayamam diyerek çıkıp gidecektim. Yeter ya benim de bir kotam var dolmaya başladı. Tamam, çıkıp gitmek abartı oldu tabii ki öyle bir şey yapacak değilim. Abarttım biraz farkındayım.
İç sesimin gazına gelip tam Selim'i dürtmek için sağ tarafıma kolumu uzattım Selim yok. ((Dönmeden gözlerim dalgın ve hüzünle tavana bakarken onu uyandırayım ki ajitasyonla bu işi halledelim dimi ya dimi? Şimdi düğün arefesi hiç yoktan tatsızlık çıkmasın.)) Hiç istifimi bozmadan sol tarafıma doğru kolumu uzattım orada da yok. Tam doğrulacağım belimde bir baskı hissedip çığlığı bastım.
Selim tam altımda sırt üstü yatıyor. Beni de üstüne yatırmış galiba. Sabaha kadar akciğerleri sönmüş, pörsümüş ve nefes alamadığı için ölmüş olma olasılığı beni korkuturken hızla doğrulmaya çalıştım. Lan bu üzerimdekiler ne ya? Adam her evine getirdiğinde donuma kadar kendi kıyafetlerini giydiriyor inatla. Bu nasıl fantezidir arkadaş ya! Millet jartiyer giyen kadınları seksi bulur, bu da erkek kıyafetleri giyerek yatanları seksi buluyor herhalde. Ben neden terledim ya! “Adam ocak gibi yanıyor ondan olabilir mi acaba?” diyen iç sesime “he sen çok biliyorsun!” diyerek en gıcık bakışımı gönderdim.
Üstünden kalkamayacağımı anladığımda yanına doğru kaymaya çalıştım.
O kadarcık gevşetebildim kolunu. Selim'in yan tarafına yatağa, kamyondan düşen karpuz gibi serildiğimde onu taciz etmeye başladım. Önce ismini seslenmeye başladım. Sonra hafifçe dürtüklemeye en son da hem dürtükleyip hem de adını bağırmaya karar vermiştim ki midemin bulantısıyla iki büklüm oldum. Hızla Selim'in kolundan çıkmak için çırpınırken bir elimle de ağzımı kapalı tutmaya çalışıyordum. Midemdeki her şey kendini dışarı atmak için feryat ederken ben sesimi çıkaramadan Selim'in kollarından kurtulmaya çalışıyordum. En sonunda hafif uyanıp kollarını gevşettiğinde onu deli gibi itekleyerek kendimi banyoya attım. Klozete eğilip boş boş öğürüyor kusmaya çalışıyordum ama nafile. Midem kramplarla iki büklüm olurken, bulantım hiç hafiflemiyor sürekli canım yanıyordu. Selim hafif bir küfür savurduğunda utancımdan gelen öğürme isteğimi bastırmaya çalışıyordum. Selim'in de midesini bulandırdım ne güzel! Adam benden tiksinecek bir daha öpmeyi bırak elimi bile tutmayacak!
Yanıma geldiğinde elinde bir bardak su vardı. “Bu böyle olmayacak hastaneye gidelim artık,” dediğinde şaşkınlığımdan mide bulantımı bile unutmuştum. Yavaşça beni kucaklayıp lavaboya getirdiğinde hâlâ boş boş bakıyordum. Ayaklarım yere basarken hiç bu kadar güçsüz hissetmediğimi düşünüyordum. Selim nazikçe yüzümü yıkayıp kurularken minnettarlıktan kedi gibi mırıl mırıl sesler çıkarmama az kalmıştı. Yanında getirdiği suyu da içince biraz kendime geldim. “Teşekkürler,” dedim ama utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
Selim kaşlarını çatıp “Ne teşekkürü aşkım saçmalama,” diyerek kucağına alınca hemen kollarımı boynuna doladım. Garip bir şekilde normal geliyordu artık ona sarılmak, onun kokusunu içime çekmek, onu öpmek... Öpmek demişken dudakları ne kadar güzel. Gülümsemesi özellikle. Gülümsediği zamanlar ben de ister istemez gülümsüyordum. Yatağa doğru ilerlerken burnumu boynundan çektim. Beni öyle yavaşça yatağa yatırıyordu ki her an kırılabilirmişim gibi özenle yapıyordu bunu. Bu kucakta gezme olayı bayağı zevkliymiş. Bağımlısı olabilirim.
Yatağa yattığımda Selim alnımı öpüp geri çekildi. Kendiliğinden kapanan gözlerimi açık tutmak için tüm irademi kullanıyordum. Gözlerim ara ara kendiliğinden kapanırken zorlayarak tekrar açıyordum. Dolabını açıp üzerine bir gömlek giyerken altına da bir kot çıkarttı. Selim'in neden giyindiğini anlamasam da giyinmesini izlemek bana ayrı bir zevk veriyordu. Her hareket edişinde kollarındaki ve karnındaki kasların kasılıp gevşemesini izlemekten kendimi alamıyordum. Benim merakla ona bakmama aldırmadan kotu da giyip yatağın yanından cep telefonunu, cüzdanını ve anahtarları alıp cebine attı. Benim yanıma geldiğinde yüzüme doğru eğilince öpeceğini sanıp gözlerimi hafifçe kapatmam ile havalandığımı hissetmem bir oldu. Hafif bir çığlık atıp gözümü açarken Selim'in kollarında olduğumu görüp rahatladım. Gözlerim kendiliğinden kapanıyordu yine yüzümü göğsüne yaslayıp kendimi karanlığa bıraktım.
Tekrar gözlerimi açtığımda Selim kaşlarını çatmış asansöre küfrediyordu. Gözlerim tekrar kapanırken kaşlarımı çattığımı ve kasıldığımı hatırlıyorum. Selim bir küfür daha ederken gözlerim tekrar kapandı.
Gözümü açmamla kapamam bir oldu. Çok fazla ışık vardı ve her yer bembeyazdı. Selim'in sesini duymamla rahatlarken bizim beyazlıları görmediğim için ayrıca sevinmiştim. Birkaç ay içinde ikinci kez ölemezdim! Bu kesinlikle haksızlık olurdu.
Sesimi çıkartmadan Selim'i dinlemeye başladım. Sol kolumu oynatmam ile hafif bir ağrı hissettim. Sanki iğne batıp çıkmış gibi. Başımı çevirip kısık gözlerle baktığımda takılı olan iğneyi ve serumu görünce kolumu eski konumuna geri getirdim. Gözlerimi kapatıp dinlemeye başladım. Biriyle konuşuyordu.
“Melih git bul şunu yapanı ama önce Mine'yi eve bırak istersen kız ağlamaktan perişan oldu. Bana bulmadan gelme sakın! Mustafa, sen de git güvenliği kontrol et Melisa'nın odasının önüne de ekstra güvenlik istiyorum,” dediğinde gülümsememi engelleyemiyordum. Kasılmış çene ve karın kaslarımla gülmek çok zor olsa da gülmemi engelleyemiyordum. Selim'in güçlü çıkan sesi benim yegane yaşama sebebim ne de olsa.
“Bana atlatacağını söylemiştiniz sabaha daha da kötü oldu! Ben yanında olmasam ne olacaktı?”
“Ben bu kadar kötü olacağını tahmin edemedim. İçtiği her ne ise içine çok fazla miktarda koymuşlar. Etkilerin bu kadar geç ortaya çıkmaması gerekiyordu. Söz konusu olan maddeler “Amorbarbital Sodium ve Secobarbital Sodium Selim!” diyen adama Selim yine kükredi.
“Yani benim nişanlıma ne vermişler? Anlayacağım dilde söyle! Sabahtan beri sonuçların çıkması için bekletiyorsun. Söylediğinde anlaşılır ol bari lan! Benim de bir sabrım var zorlamayın beni artık!"
Oflayan galiba bir doktordu. Mavi gökler, kırmızı kuşlar eşittir çifte bela!” diyerek derin bir nefes aldı ve “Selim çıkan bunlar işte! Hem de çok yüksek miktarda çıktı. Kanında bulunan şu anki miktarla bile ölmesi gerekiyordu ama nişanlın yaşıyor! Rahatla biraz artık oğlum. Ömrü ne kadarsa o kadar yaşayacak. Biz ne yaparsak yapalım kader bu!” dediğinde kendimi hafifçe yokladım. Sabaha göre daha iyi hissediyordum. Hiç de ölecek gibi falan hissetmiyordum. Duvarda asılı olan saat doğruysa saat yediyi yirmi geçiyordu. Kaç saat geçmiş ben baygınken!
Selim'in üzgünce mırıldanmasını duyana kadar bir süre daha uyuyor taklidi yapmaya karar vermiştim. Bu kadar çabuk uyanmam şüpheleri üstüme çekebilirdi. O kadar kısık ve bitkin çıkıyordu ki sesi resmen içim parçalanıyordu. Gözlerimi açıp ona seslenecekken hıçkırığını duymamla kararımı verip yatakta doğruldum. Kapıya kadar yürümek beni biraz zorlasa da yapacaktım. Benim yaşama sebebim Selim iken benim için bu hale gelmesine dayanamıyordum. Üzerimdeki örtüyü ayaklarımla kenara attıktan sonra seruma baktım. Tekerlekli bir askıya takılmıştı. Askıyı da yanıma alırsam bana dayanak olacağını düşünüp İntraketi kolumdan sökmekten vazgeçtim. Hem bu Selim'i üzebilirdi.
Ayaklarımı yere indirirken bir ninja gibi yavaş, sessiz ve dikkatli hareket ediyordum. Serum askısını çekip yanıma getirdim. Askıdan da destek alarak ayağa kalktım. İlk birkaç adımda biraz başım dönse de Selim'e yaklaştıkça gücümün daha da arttığını hissediyor daha bir kararlı atıyordum adımlarımı.
Kapının aralık olmasından faydalanıp sessizce aralıktan süzülürken Selim'i bir kıza sarılmış şekilde görmemle bir an durakladım. Selim'e sarılan kız Merve! Ben ona kısaca dört yüz dört Merve demeye karar verdim artık. Mustafa'ya özellikle başka bir manita ayarlayıp bu kızı itina ile öldürmeye karar verdim. Merve kafasını kaldırınca beni gören gözleri önce büyürken hâlâ ses çıkarmamıştı. Serum olmayan elimi kullanarak sus! işareti yapmamla yüzü daha da kötü bir hale gelirken tüm taşlar yerine oturmaya başladı. Baştan beri Serap'tan boşuna şüphelenmiştim. Merve! Bittin sen maymun kılıklı dört yüz dört Merve! Seni yere öyle bir yapıştıracağım ki dört yüz dört halt etmiş.
Yavaş yavaş yürüyerek Merve ve Selim'e yaklaşırken Selim piçine bunun hesabını ayrıca sormaya karar verdim. Her üzüldüğünde yanına ilk gelen kıza mı sarılacaktı bu adam? Offf offf!
Artık Selim'in dibine kadar gelmiştim. Selim'in kulağına kadar eğildim hıçkırarak ağlıyordu hâlâ. “Tuz var mı Tuz? Canım çok fena mısır çekti de ben de kalmamış,” dememle Merve'yi resmen itip bana dönerken Aslında Selim'in ona değil onun Selim'e sarılmış olduğunu görünce hem sinirlendim hem de rahatladım. Selim bana sarılırken yerden kalkmaya çalışan Merve'yi görerek Selim'i hafifçe itekledim istemeyerek. Selim kafasını kaldırırken ben yavaşça Merve'ye yöneldim. Hafifçe gülümseyerek “Merve canım!” dedim. Salak Merve beni kandırdığını düşünerek gülümseyip bana yaklaştı kollarını açarak. Bana da yapışacağını düşünüyorsa çok yanlış düşüyordu ama haberi yoktu. ((Bittin kızım Merve topukla)) Yanıma iyice yaklaştığında sarılmak için atılırken sıktığım yumruğumu tüm gücümle burnuna gömdüm. Selim yanımıza koşarken elimle bekle işareti yaptım. Akıllılık edip durdu yoksa arada kaynardı bendeki bu sinirlilikle. Yere eğilip “Ben bu adam için ikinci kez dünyaya geldim, üçüncü kez de gelirim. Beni ölüm ayıramaz bu adamdan pis sürtük!” diyerek doğruldum. Doğrulmamla Mustafa'yı görmem bir oldu.
“Mustafa bu pisliği al sor bakalım kimin için çalışıyormuş! Öğrendikten sonra da karakola götür! Suçunu itiraf etsin, kime köpeklik yaptığını da!”
"Söz ben sana yeni manita bulurum üzülme,” dediğimde Mustafa bir an somurtsa da “Krav maga biliyorsa hiç sıkıntı yok yenge,” diyerek beni kucaklayıp ayının yavrusunu sevmesi gibi pat pat sırtıma vurup geri yerime bıraktı.”
“Aramızda bir pisliğin lafı mı olur? Çok alındım şimdi bak,” diye sırıtarak Merve'ye doğru yürüse de kırıldığını biliyordum. En yakın zamanda ona sağlamından bir manita yapmazsam benim adım da Melisa değil lan.
Hâlâ ayakta dikilen Selim'e ilerlerken son enerji kırıntılarımı kullanıyordum. Başım hafifçe dönerken “Aşkım kucaklıyor musun illa bayılmam mı lazım?” deyince iki adımda yanıma gelip beni hızla kucakladı.
Elimle gözünü silerken “Ben senin için yaşıyorum Selim unutma, sen yaşadıkça ben de yaşarım bunu sakın unutma!” dememle deli gibi öpmeye başlaması bir oldu. Hem ağlıyor, hem gülüyor, hem öpüyordu. İnsan öpüşürken uyuyakalır mı? Ben kalmışım ne yazık ki.