Bölüm 14: Hey Yabancı Evleniyoruz

2419 Words
Aha ayvayı yedim! Beyaz bir odadayım yine. Lökofobiye yakalandım bunlar yüzünden. İkili yine karşımda, isimleri ne bunların ya! Soracağım korkuyorum! Bu kez ilk karşılaşmamızdan da kötü bakıyorlar! “Hey merhaba!” dedim. Kötü kötü bakıyorlar hâlâ bana. “Bir şeyleri karıştıracağını tahmin etmiştik de bu kadarına pes doğrusu Melisa!” dedi soldaki. “Sen de mi Brütüs!” dedim, tutamadım kendimi. Güvendiğim dağlara karlar yağdı. Güldü, oh be. “Bu kızı seviyorum ya!” dedi. Sonra yüzündeki gülümseme silindi. Ciddi bir ifade takındı yine. Gülmek daha çok yakışıyor bu adama. Böyle kötü kötü baktıklarında yapacaklarından çok korkuyorum. “Melisa yaptığın çok tehlikeli. Sırrını saklayamazsan geri döneceğini biliyorsun değil mi? Selim'den bile saklayacağını daha önce söylemiştik. Ağzını açıp bir kişiye bile melek olduğunu söylersen görevin biter. Melekler hariç. Onlara söyleyebilirsin ve yardım alabilirsin, kurallar böyle. Bu arada okuldaki olayı ayrıca konuşacağız. Sen karşındakinden emin olmadan melek olduğunu nasıl söylersin? Görevini nasıl riske atarsın? Bir daha sakın yapma bunu. O adamın melek çıkması sadece ŞANS! Dünyada melek özentisi bir sürü insan var. Sırtındaki şey de normal bir dövme olabilirdi.” Adam bunları söylerken benim aklım hâlâ Selim'deydi. Evlenip evlenemeyeceğimizi düşünüyorum. Sordum sonunda dayanamayıp. Çünkü kafamda bu soru oldukça bana dedikleri hiçbir şeyi dinleyemeyecektim. Dinlesem de anlamayacaktım, biliyorum. İlk geldiğimde dinlememiştim ama bu kez dinlemek, öğrenmek istiyorum. Dayanamayıp aceleyle sordum. “Selim'le evlenmem bir sıkıntı oluşturur mu?” “Hayır, yasak değil, evlenebilirsin,” dedi. Ben yaşasın diyerek kafamda dans etmeye başlamışken ekledi: “Ama pek görünen bir şey de değil bu yaptığın. Aynı evin içinde yaşayıp sırrını saklamak zor olacağı için önerilen bir metot da değil.” “Benim adım Melisa! Ben istersem yapamayacağım bir şey yok!” Rahatladım sonunda, aklımdaki diğer soruları sordum. Beklemeden hızla anlatmaya başladılar. “Normal bir genç kızdan biraz daha güçlü ve hızlısın. Yaralanırsan çabuk iyileşirsin. Uzun süre uykusuz kalabilirsin, hiç uyumayanları da gördüm. Tüm dilleri anlayıp konuşabilirsin. Ama dikkat et tamamen ölümsüz değilsin. Sen de zarar görebilirsin. Selim zarar gördüğünde senin de canın acır ve o ölürse tahmin ettiğin gibi olur. Bir de altıncı hissine güven. Her zaman kalbini dinle,” dedikten sonra oda yavaş yavaş silinip kayboldu. Gözümü açtım, yine mi beyaz oda! Hızla doğruldum ve anında yatağa geri düştüm. Yine beyaz tavandan korktum. Bir an o beyaz odada hapsedildiğimi sanmıştım. Belimde bir kol, bacaklarımın üstünde bir bacak iyice sıkıştırmış beni. Ne diyorlardı buna: DEJAVU! Başımı hafifçe çevirdim ve anında Selim ile göz göze geldim. Beni izliyordu. “Günaydın güzel melek!” Sakin bir tonda yavaşça söylediği bu sözlerle öylesine panik oldum ki kendimi anında geri çektim. Tutmasaydı yataktan düşecektim. Uykumda mı sayıkladım ne yaptım ben. Nasıl öğrendi bu? Ya daha çok erken dönemem ben oraya. Biz evlenecektik ama... İkimiz bir fidanın güller açan dalı olacaktık. Ben senin hayatına maydanoz olacaktım, hem de daha birçok kez! Hani karın olacaktım, hiç erimeyen. Arkadaşların bana 'yenge' diyecekti hani. Haksızlık bu, isyannnn! Gülmeye başladı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken yavaşça sırtımda parmaklarını gezdirdi. Üzerimdeki kıyafet sıyrılmış, sırtımdan omzuma kadar tenim açıkta. Tişörtü tam çekip kapatacağım, elimi tuttu Selim. Eğildi, öptü dövmemin başından sonuna kadar. Yaptığı bu hareketle aklım başımdan gitmedi; yerine geldi. Az önceki 'melek' imasının sebebini anlamış oldum. Selim, benim dövmeyi görmüş; ona gönderme yapıyormuş. Biraz canım sıkıldı salaklığıma. Böyle her şeye hemen atlarsam, ben sırrımı nasıl saklayacağım? Bu beni nasıl bir utanmaza çevirdi? Baştan ayağa titriyorum resmen. 'Bugün mü evlensek?' cümleleri kafamda dönerken kendi utanmazlığıma ben bile şaşırır olmuştum. Fakat bu yaptığı cidden işkence gibi bir şeydi. Bir süre sonra kalktı yataktan Selim. Kalkarken elimden çekip beni de kaldırdı. Ne kadar süre sonra diye sormayın, birkaç dakika da olabilir, birkaç saat de. Artık zaman kavramını yitirdim. Ayağa kalktığımızda ne yapacağını ne diyeceğini bilmediğim gibi ben de ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Sağlam bir ağrı kesici alıp sonrasında aptallaşmış hissedersiniz ya ağrı geçince, hah işte aynen öyleydim. Ne derse, ne isterse sorgusuzca ve rahatlıkla kabul edecek kıvama gelmiştim. Önünde gözlerine bakarak bekliyordum. Ellerimi birbirine geçirip sabırsızca bir iç çektim. Selim birkaç saniye kadar gözlerini yüzümde gezdirip birden belime sarıldı. Beni kendine çekip hızlı ve sıcak bir şekilde tekrar öptü. Öpücüğe başladığı gibi aniden son verip geri çekildiğinde az öncekinden daha şaşkın ve dağılmış durumdaydım. Anlamaya çalışırken az önce beni öpen o değilmiş gibi rahat bir şekilde konuştu. "Evine bırakayım seni," dedi. Duyduklarım, ben de damdan düşerek uyandığım kabuslarla aynı etkiyi yaratmıştı. Eskiden sürekli aynı kâbusu görürdüm. Çatıya çıkıp kenara kadar gelirdim. Sonrasında kendimi aşağı bırakırdım. Yere öyle yavaş düşerdim ki her saniye korkudan kalp atışlarım ve nefesim daha bir hızlanırdı. Yere çarptığım an tüm kemiklerim, özellikle yüzüm çok acıyarak uyanırdım. Aklımda hemen sıkıldı benden, istemiyor yanında herhalde düşünceleri birbirini izlerken bir yandan da kendimce onun da haklı olduğunu düşünüyordum. Tabii gece konuşup konuşup kafasını ütüledim, haliyle çocuk da bıktı benden. Başımı önüme eğdim, canım fena sıkılmıştı. Ne olduğunu anlamadan kucağına çekip başımdan öptü, sonra da güldü. Neden yaptığını anlayamıyordum ben bunun? Neden şimdi durup dururken seni evine götüreyim dedi? Bıktığı için mi? Bıktıysa neden sarılıp öpüyor sürekli? “Üzerindekileri değiştir diye Melisa.” Beni gerçekten duymuş gibi cevapladığında kendime geldim. Üzerimdekilere bir baktım, ay rezilim! Haklı çocuk ya. Ben olsam beni böyle yanımda gezdirmezdim, o da gezdirmez tabii. Altta mini şort ve üstümde onun tişörtü vardı. Hiç farkında değildim, o söylemese saatlerce daha böyle dolanırdım. Alışmışım ben bunlara ya. Hem Selim gibi kokuyor. Ama dışarıdan nasıl gözüküyorum kim bilir. Çapulcu gibi olmuşum. Sıkıntıyla yüzümü buruşturdum. Niye öyle bakıyor yine bu adam? “Okula gideceğiz.” Haaa, bizim gitmemiz gereken bir okulumuz var değil mi? Neredeyse boş ver ya ne okulu diyeceğim de tutuyorum çenemi. Dün tüm dersleri ekmiştik, bugün de gitmezsek olmazdı. Benden cevap gelmeyeceğini anladığında odadan çıkıp dün elinde getirdiği poşetlerle geri döndü. Kapı girişinde unuttuğumuz çantaları getirmişti. Benim giyebilmem için aldıklarını çıkarıp uzattı. Ben getirdiklerine bakarken, hiçbir şey demeden salona gitti. Ne de anlayışlıydı ya. Anlayışına kurban olduğum. Ben nasıl bir kekoya dönüştüm? Nasıl cümleler kuruyorum? Selim salonda beklerken üzerimi değiştirdim. Getirdiği şeyler beyaz değildi. Benim için gitmiş alışveriş yapmış bir de tam üzerime göre almış her şeyi. Rengarenk bir etek ve mavi yeşil arası bir bluz... Renkli giyinmek farklı hissettiriyordu. Bir süredir hep beyaz giyince çok iyi gelmişti renkler. Ruhum şenlenmişti daha şimdiden. Kıştan sonra bahara geçmiş gibi hissediyordum. Çok güzeller ama bunlarla okula gidemem. Bunlarla gezmeye falan giderim, lunaparka mesela. Salona döndüğümde elinde anahtarı çevirerek koltukta oturuyordu. Sıkıldığı her halinden belliydi. Benim geldiğimi anladığında başını kaldırıp bana bakmaya başladı. Ben yürümeye başlayınca yerinden kalkıp direkt kapıya doğru yürümeye başladı. Bir adama her giydiği böyle yakışır mı ya? Gömlek giymiş bir de. Gömlek öyle yakışmıştı ki hemencecik gömlek giyen erkeklere zaafım olduğuna karar verdim. Kapıyı açıp bana elini uzattı. Salak salak ona bakarak yürüyüp uzattığı elini tuttum. Elini tutmak heyecan verse de biraz alışmıştım artık dokunuşlarına. Uzaklaşmaya çalışmıyordum artık. Normal geliyordu. O kadar da normal değil tabi ki. Yine heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Beraber aşağı indik. Asansörde aynadan bana baktığını gördükçe yüzümün daha da kızardığını hissediyordum. Neyse ki nefesim kesilmeden asansör durdu. Derince bir nefes aldım. Benim daireme çıkarken kaşlarını kaldırdı. "Evini görelim bakalım. Çok merak ediyorum," dedi. Elimi, benim evin kapısından girene kadar hiç bırakmadı. Tek elimle çantada anahtar arayıp kapıyı açtım. Bayağı zorlandım. Zorlanınca elimi hafifçe çekmeye çalıştım. Yok, umurunda değil bırakmıyor elimi bu. Kaçmıyorum bir yere demek geldi içimden ama bir kez olsun tuttum çenemi. Salona geçince beni kendine çekti, birden öptü. Çok şaşırdım, evden çıktığımızdan beri ciddi bir yüzle bakıyordu. Bu haline alışık olmadığım için bana tuhaf gelmişti. Bir süre ellerime baktı, elimi öptü. Ancak ondan sonra elimi bıraktı. Sırıtarak “Hadi git hazırlan, bekliyorum,” dedi. Ben daha neyi neden yaptığını çözmeye çalışırken “Çok bekletmezsen iyi olur; yoksa ben yanına gelirim,” dedi bu kez de. Yavaşça pencereye doğru yürüyüp pencereden dışarı bakmasıyla kahkahayı basması bir oldu. Şu an karşısındaki manzarayı biliyordum. Bir de benim dürbünle teleskobu görünce gülerken düşmemek için yere oturdu. Bir yandan gülüyor, bir yandan bana yanına gitmem için elini sallıyordu. Çok canım sıkılmıştı doğrusu, yine de yanına gittim. Bir sarıldı, öptü. İlk gün öptüğü gibi içim yanmaya başladı resmen. Kendimi çektim fazla kaptırmadan. O da o günü hatırlamış olacak ki “Tuz ha?” dedi. Tekrar öptü. O gün onu izlediğimi pekâlâ biliyordu. Utancımdan yerin dibine girdim. Yine yüzüm alev alev yanıyordu. Kesin kıpkırmızı oldum ben. Utanç ve telaşla hızlı bir şekilde açıklamaya çalıştım. “Ben sıkılmıştım. Hem çok da yalnız hissediyordum kendimi. Dışarıyı, caddeden geçenleri seyretmek için bakıyordum sadece. Sonra gözüme takıldın, sen de kötü durumda gözüküyordun,” deyince bir daha öptü beni. Bana daha sıkı sarılıp "İyi ki sıkılmışsın," dedi. Sonra burnumu öptü. “Bir daha böyle yalnız hissetmeyeceksin, hadi çabuk giyin," dedi ve gülümsedi biraz. Bugün ne zaman neye gülüyor, neye kaş çatıyor belli değildi. Anlamaya çalışmayı bıraktım. Ne olursa olsun diyerek onu orada bırakıp odama geçip dolabımdakileri görünce burnumu kıvırdım. Alışveriş yapacaktım ben! Hâlâ tüm dolap beyaz kıyafetlerle dolu. Mecburen beyaz bir elbise giydim, yine beyaz bir ayakkabı. Bu kez farklı olarak güzel parlak bir ruj sürdüm. Salona döndüğümde Selim hâlâ odayı inceliyordu. Oda savaş alanı gibiydi. Bir yanda televizyon vardı ve önünde filmler yığılıydı. Bir yanda kitapların gelişigüzel atıldığı kocaman bir kitaplık. Diğer bir tarafta bilgisayar ve önünde oyun CD’si ile yığılmış televizyona bağlı bir oyun konsolu bile var. Selim her yere göz atıp akvaryumumda yüzen balıkları da bir süre süzdükten sonra kollarını açıp bekledi. Yavaşça gittim ve kollarının arasına girdim. Sımsıkı sarıldı bana. Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki... Bu kez de ben onun üstüne atladım. Boynuna sarıldım ve kokusunu içime çektim. Ağlarken rahatlıyordum. Evet cidden çok yalnız ve kimsesiz hissetmiştim. Tekrar normal insanlar gibi olamayacağımı sanıyordum. Hayattan zevk almadıktan sonra dünyada boş boş dolaşmamın ne gereği vardı ki? Tekrar öptü. O öptükçe rahatladım, ferah bir nefes aldım. Hafifçe kaşlarını çattı yine. Tekrar elimi tuttu. Gözlerime baktı, alnıma bir öpücük kondurdu. Aşağıya kadar el ele indik. Selim'in arabası neydi öyle, süper bir şey! İnternette ilk bunu görsem, İnci'nin yerine bunu alırdım kesin. Ama İnci'yi görmüştüm. Görür görmez vurulmuştum. Selim'in arabası üstü açık bir modeldi. Zengindi demek. Aman çok da umurumda sanki. Benim parayla ne işim olur ki? Sokağa hafifçe göz atıp arabamı yokladım. Göremeyince aklıma geldi arabamın en son okulda kaldığı. İnci'm bekle kızım, anne geliyor. Selim'le okula gidene kadar havadan sudan konuştuk. Radyoyu açtı Selim bir ara. Yüzsüzlükle tüm şarkılara eşlik ettim. Bir ara radyoyu kapattı, “Sen daha güzel söylüyorsun,” dedi. Utanınca ben, ufak bir kaza atlattık; çünkü eğilip beni yine öpmeye kalktı. Sonra radyoyu geri açtık. Ben yine okula kadar kafasını şişirdim çocuğun. Çenem iki dakika durmadı. Bir ara ayağa kalktım, rüzgâra karşı bağırarak şarkı söylemeye başladım. Selim bana bakıp gülümsese de bir eliyle beni tutuyordu. Düşmemden korkuyordu galiba. Kaza yapmamızdan korktuğum için tek eliyle araba kullanmasını istemedim. Bu yüzden hemen yerime geri oturdum. Okula varmadan önce yolda arabayı birden durdurdu. Önce kendisi indi, sonra kapımı açtı. Ellerimden tutup beni yavaşça arabadan indirdi. Bir dükkâna girdik ama ben sadece Selim'e dikkatimi verdiğimden içeri geçtiğimizde buranın bir kuyumcu olduğunu fark ettim. Kuyumcudan yüzük aldı. Minik minik pırlantalarla süslü melek figürlü bir yüzük seçti. Gözlerim doldu yüzüğü görünce. Diz çöktü bir de yüzüğü öyle taktı parmağıma. Uyuz ya; ağlattı beni. Gece boyunca konuşmuştuk. O kendi ailesini çevresini falan anlattı. Ben de kendi yalan özgeçmişimle birlikte, gerçek duygularımı. Ailemi kaybetmiştim. Onları çok özlemiştim. Üzerine bugün olanlar da eklenince bir de yüzük, duygularım erimiş mum gibi gözlerimden akmaya başladı haliyle. Neyse ki bu durum yine fazla sürmedi. Okula vardığımızda ilk iş İnci'me gittim; bıraktığım gibi duruyordu. Kaportasını biraz sevdim. Öpecektim neredeyse. Öksürük sesi gelince Selim'i unutup arabama koştuğumu anladım. Elini uzattı, koşup tuttum hemen. Sonra da hafifçe uzandım yanağına bir öpücük kondurdum. “Affedersin, ben hâlâ alışamadım. Her şey benim için çok yeni,” diyerek kendimi affettirmeye çalıştım. İki haftaya düğünümüz olacaktı ve bizim çok işimiz var. Aslında yok, he he! Selim her şeyi birkaç telefonla halletti. Sadece okul çıkışı Selim'in ailesiyle tanışmaya, evlerine gideceğiz. Ailesi nasıl insanlar, benim için ne düşünecekler acaba? Belki onay vermezler bana. Selim'i bile doğru düzgün tanımıyorum. Ben nasıl geldim buralara ya. İçimi karartan düşünceleri bir kenara bırakıp yine ne düşündüğümü anlamaya çalışan Selim'e sahte bir gülücük attım. “Hadi bakalım dersimize gidelim. İlk dersimiz gibi olmaz umarım." Selim bana bakıp hafifçe gülümsedi. Yalnızken olduğumuz kadar çok gülmüyordu; çok ciddi duruyordu. Düşündüm öncesini tekrar. Ben onu izlerken de böyleydi. Normali bu o zaman dedim kendi kendime. İçim rahatladı biraz. Ne birazı be basbayağı bir ton yük kalktı üstümden. İlk defa biriyle ilişkim olacaktı. Neyin yanlış neyin doğru olacağını bilemiyordum ki. Kaşlarını çatmış bana bakarken onu gördüğümde bana canının sıkıldığını sanmıştım. Öyle miydi gerçekten? Ne yapmam gerektiğini bilemediğim için kendim gibi olmaya karar verdim. Yürürken yine ellerim Selim'in avuçlarındaydı. Çocuklar gibi seke seke koşmak geliyordu içimden ama Selim benimle evlenmekten vazgeçer belki diye uslu uslu elini tutup yürümeye devam ettim. Yolda bahçenin bir köşesindeki masada karşılıklı oturan Selen ve Tamer'i gördüm. Tamer bana el sallarken, Selen boş boş bakıyordu. Tanımıyor tabii nereden tanıyacak desem de canım yanıyordu. Kafaya koymuştum ama, tekrardan tanışıp arkadaş olacaktım onlarla. Dikkatle baktığımda Selen'in yanında bir zamanlar hoşlandığım çocuğu gördüm. Selen'in elini tutuyordu. Şaşırdım doğrusu. Canım sıkıldı. Çocuğa karşı bir şeyler hissettiğimden değil de beni bu kadar çabuk unutmuş olmaları canımı sıkıyordu. Böyle dertsiz tasasız hayatlarına devam etmeleri kötü hissettirmişti. “Tanıyor musun onları?” diyen Selim'in sesiyle kendime geldim. Bir süredir sabit bakışlarla aynı yere bakıyordum. Tamer'i işaret ettim. “Bir tek onu tanıyorum, diğerlerini tanıyamıyorum!” Selim’le yürümeye başladık. Daha birkaç adım atmıştık ki karnıma birileri bıçak saplamış gibi büyük bir acı hissettim. Acıyla iki büklüm olurken bir yandan da Selim'in elini çekip onu da durdurdum. İçimde kötü bir his vardı. Selim bana döndü hemen. Çenemi tutup gözlerime baktı. Yine yanaklarım yanmaya başlamıştı. Bu çocuk beni bakışlarıyla bile utandırabiliyordu ya! “Ne oldu?” dedi. Bankı işaret ederek “Oturalım mı?” dedim. Belimi tutup beni hafifçe doğrultarak banka oturttu. Önümde eğilip bana baktığında yüzünden telaş akıyordu. “İyi misin meleğim?” dedi gözlerime bakıp. Geldiği gibi gitti o acı. Bunun sebebi neydi bilmiyorum. Selim'e baktım, gayet normaldi. Benim canım neden yandı? Bu acı bana yol mu gösteriyordu? Resmen gitme oraya dedi bana. Altıncı his kadınlarda güçlü diyorlardı da inanmıyordum. Benim beyazlılar altıncı hissin alasını vermişler bana. Beyazlılar diyorum; çünkü hâlâ isimlerini bilmiyorum. Neyse ya isimlerinin önemi yok, seviyorum onları. Ay ben bir de düğünüme çağırmıştım onları yüzsüzlük yapıp. O zebani kılıklıya bile alışmışım ya. Artık düğünümde isimlerini söylerler bir zahmet. Başımı kaldırıp Selim'in bakışlarını gördüğümde ona hâlâ cevap vermediğimi fark ettim. Daha fazla telaşlanmaması için “Şimdi iyiyim,” dedim. Gözlerine baktım. Kaşlarını çatmıştı yine. Bu bakışlara alışmam gerekiyordu sanırım. Karşıdan gelenleri görünce daha da çatıldı kaşları. Elimi ne kadar sıktığının farkında mıydı bu çocuk?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD