Gözlerimi açtım, hemen geri kapattım. Her yer bembeyaz.
Hayır hayır olamaz, yine mi öldüm ya ben!
Kaç kere ölebilir bir insan, hem ben melek değil miyim nasıl ölebilirim ki? Hani melekler hasta olmazdı, baş ağrısından geberiyordum az kalsın!
“Beni geri çağırmayın! Cidden bak, korurum Selim'i,” diye ağlayacağım sırada gözümü tekrar araladım. Baktım kimse yok karşımda. Ölsem beyazlı ikiliyi görürdüm herhalde. Kendi kendimi gaza getirip gözümü azıcık daha açtım. Tavana bakıyorum. Tavan beyaz diye tribe girmişim. Yahu ben ne biçim koruyucu meleğim ya... Tavandan bile korkuyorum, çüş bana.
İyi de ölü değilsem niye kalkamıyorum? Üstümde bir ağırlık var; sakat mı kaldım? Belden aşağım tutmuyor mu yoksa? Ya bu ses ne?
Başımı yavaşça soluma çevirdim. “Sen insan mısın be?” dedim. Yanımda biri yatıyor. Oha o nasıl vücuttur? Adam üstü çıplak, altta bir tek boxer ile yatıyor. Sırtı bana dönük, yan ile yüzüstü arası bir şekilde yatıyor. Tek kolunu karnıma atmış. Bir bacağı da bacaklarımın üstünde. Sırtı bile kas dolu adamın. Hım... Mis gibi de kokuyor.
Niye kalkamadığım anlaşıldı, göçük altında kalmışım ben, üstüme beton taş yığını düşmüş ya. Allah'tan benim kolonlar sağlam da ufak hasarlarla atlatmışım bu depremi.
Atlatamadım mı yoksa, kıyafetlerim nerede benim?
Çarşaf kaymış, belimi kapatıyor sadece. Üstümde bir tek beyaz sutyenim var. Korkarak çarşafı kaldırdım baktım külot yerine bir erkek boxerı var. Anam gitti benim namus. Hem de elin tanımadığım betonuna.
Kolunun altından çıkmaya çalıştım uzunca bir süre. Tepindim tepindim çıkamadım. AKUT'u arayın. Göçük altında kalan bir melek var deyin.
Biraz daha çırpındım. Çıkmaya çalıştım ama yok, olmuyor. Adamı dürteceğim de utancımdan bir şey de yapamıyorum ki...
Of... Elden bir şey gelmez, olanla ölene çare yok. He he.
He oldum ben, mal oldum. Hiçbir şey hatırlamıyorum da. En son sınıftaydım. Baş ağrısı, koku, Selim!
Ulan Selim, ulan Selim. Ben senin koruma anlayışına tüküreyim. Sen beni böyle mi koruyorsun lan!
Gözüm karardı. “Bıçak yok mu bıçak! Kalksana ya, Selimmmm!” diye bir bağırmaya başladım. Birden kalktı yataktan "Ne, nerede, ne oldu?" diye sayıklıyor. Bu kez dayanamadım kafasına bir tane geçirdim. Çarşafı tuttum sarıldım. Önceden görmüş olması hep görebileceği anlamına gelmiyordu, hem ben gösterdiğimi hatırlamıyordum ki.
Kafaya yediği darbeyle kendine geldi. Bir tane daha geçirdim bunun kafaya. Ellerimi tutup başımın iki yanına bastırdı. Başım acımaya başlayınca bıraktım saydırmayı, başımı tuttum yine. "Ahh..." diye inledim. Başıma birden acı girmişti. Baş ağrım hafiflerken bu mal sırıtarak odadan çıkıyordu: Bana bakayım derken kapıya omuz attı resmen ama hiçbir tepki vermeden çıktı, başka bir odaya gitti.
Bu omzuma giren acı ne ya? Ah, kırıldı mı ne? Oğlum sen bana ne yaptın?
Acıyan yere baktım ve çıkarken çarptığı yeri düşündüm. Bu malın canı acırsa, benim canım da yanıyordu.
O baş ağrısı da bu salağın kafasındaydı yani. Demek o yüzden şarkımı dinlemiyor surat asıyordun sen. Ay kıyamam... Bu salak o acıyla beni kucaklayıp nasıl buraya taşıdı? Hadi taşıdın anlarım da beni soyacak, kendini soyacak enerjiyi nasıl buldun? Hadi soydun anlarım da o işi yapacak gücü nereden buldun sen?
Eyvah gitti benim namus. Ay kıyamammış! Adam sana kıymış ama ne haber? Şimdi buna acı da veremem, direkt bana işliyor. Kendime zarar verirmiş gibi oluyorum. Yani bu mal ölürse bende mi? Yok ya? Resmen adaletsizlik bu.
Birazdan Selim gelecek, kıyafetlerimi bulayım. Sonra kendime acı çektirmeden bu hayvanın canını yakmanın da bir yolunu bulayım. Hepsini geçtim, bekaretimi verdiğim geceyi hatırlamıyorum iyi mi? Yıllardır bunun için mi bekledim ben! Sabır ya sabır...