Selim sol koluyla arabayı kullanırken sağ eline gözümü dikmiş bakıyordum. Kanamıyordu belki ama canının yandığı kesindi. Arada suratını buruşturuyor, kaşlarını çatıyordu. Çatılmış kaşlarını düzeltse bile birkaç dakika içinde yeniden eski halini alıyordu. Eve gidene kadar sesimi çıkartmadım. Susup onun acı çekmesini izlemek benim için çok zor oldu ama yine de sustum. Kötü espriler kafamda uçuşuyordu fakat eve gelene kadar ağzımı açmamayı başardım. Bravo bana! Kapıdan içeri girince daha fazla sabredemediğim için direkt eline ne olduğunu sordum.
“Bu kadar süre kendini tutmana şaşırdım doğrusu meleğim. Sakin ol. Elimde bir şey yok. Sadece bardağı fazlaca sıkmışım. O da haliyle kırıldı. Kafamı kurcalayan bir şey var ama... Sen, beni görmeden o kadar mesafeden sesimi de duyamadığına göre canımın yandığını nereden anladın?” Gözlerini bana dikti. Resmen tanıyor çocuk beni artık. Canının yandığını bir şekilde hissettiğimi anlamış. Ben böyle davranırken anlamamak için aptal olması gerekiyordu. Aptal olsaydı bir kere ben ona yönümü dönüp bakmazdım. Neyse zeki bir çocuğa denk geldiğim için şanslıyım işte. Zeki ve yakışıklı...
Birinin gözlerinin içine uzun süre hiç bakamazdım. Selim söz konusu olunca o gözlerden kopamıyordum. Gözlerinin içine bakıp “Doğruyu söylemekten zarar gelmez,” diyen kalbime güvenerek cevap verdim.
“Senin canın yanınca benimki de yanıyor aşkım.”
Bir arkadaşımın dediğine göre en iyi yalan, içine biraz doğru serpiştirilmiş olan yalandı. Söyledikleri ne kadar doğru şimdi anlayacaktım işte. Selim, hafifçe kaşlarını kaldırıp direkt gözlerime bakmaya devam edince. “Aha şimdi dalga geçecek!” derken güldü. Bu çocuk hep gülsün. Ben sıkılmadan sürekli izlerim.
“Eline bakalım artık, canın yanıyor,” dediğimde kaşını daha da kaldırdı.
“Cidden hissediyor musun?” diye sorunca sessizce başımı aşağı yukarı salladım.
“Senin için daha dikkatli olacağım söz!” dedi.
Fazla uzatmamasına sevinmiştim. Ben bu koca çenemle dayanamaz fark etmeden doğruları söylerdim. Bu da benim diğer tarafa, first class bir uçuşa katılmam demek olurdu. Bunları bir kenara atıp sevinçle sarıldım ona.
“Sen bekle biraz,” diyerek ayrıldım ondan. Elinden tutup koltuğa oturttum. Koltuğa oturmuş ceketini çıkarırken gömleği vücuduna oturmuş kasları daha da ortaya çıkmıştı. Gözümü ondan ayırıp hemen arkamı döndüm.
Gittim odamı biraz karıştırdım. Pansuman için gerekli şeyleri alıp geri geldim.
Koltukta oturuyordu hâlâ. Orta sehpayı tam önüne çektim. Sehpaya oturup elini elime alıp sardığım elbise parçasını çıkardım. Çok derin bir kesik değildi. İçim biraz rahatladı. Pansuman için batikon ve gazlı bezi çıkardım. Eline döktüğüm batikon üzerine bulaşmasın diye bacaklarının üstüne peçete serdim. Silerken canının yandığı anda eğilip eline üflüyor, yanması geçince bir kat daha siliyordum. Elindeki kesikte cam parçası kalmadığına emin olunca temiz gazlı bezle kapatıp sardım. İşim bitince Selim'in hiç konuşmadığı dikkatimi çekti. Baktığımda uyuduğunu görünce gülümsemekten kendimi alamadım. Eline konsantre olmuşken Selim'in yüzüne bakmayı unutmuşum. Başını arkaya atmış, hafif hafif nefes alıyordu.
Bir iki dakika onu izleyip hiç kımıldatmadan odama geçtim. Ben elbisemi giyip hazır olana kadar biraz dinlenmiş olurdu. Bugün gerçekten çok uzun bir gün olmuştu. Ben yorulmadığım için onun yorulup yorulmadığını bile düşünmemiştim. Bir dahaki sefere bunu unutmamayı kafama kaydedip odama geçtim.
Hemen duş aldıktan sonra saçlarımı havluyla iyice kuruladım. Başımı yere doğru eğip fönle diplerini iyice kuruttum. Bu saçları seviyorum ya... Hiçbir şey yapmasam bile kuaföre gitmiş gibi duruyor her zaman.
Derin bir nefes aldım ve en beğendiğim beyaz elbiselerimden birini çıkardım. Ne renk olsun bu? Giyip aynanın karşısına geçtim. Selim siyah giymişti. Siyaha yakışan bir renk olmalı dedim. Başladım renkleri tek tek denemeye. Bazen melek olduğumu unutuyordum. Eve gelene kadar ne giyeceğimi düşündüm. Hatta bir ara Selim'in canı yanmasaydı gider yeni bir elbise alırdık dedim içimden. En son bir renkte karar veremeyince siyahta bıraktım. Hafif makyaj yaptım. Elbiseye uygun ayakkabılarımı da giyip onları da siyaha çevirdim. Saçlarımı yine açık bıraktım.
Hızla salona geçtim. Selim hâlâ uyuyordu.
“Selimm,” dedim sessizce fakat uyanmadı. Biraz daha yüksek sesle seslendim hâlâ uyuyor. Kolundan hafifçe dürtüp “Selimm,” dedim. Yok yine uyuyor çok yorulmuş belli ki.
Gittim ceketinin cebinden cep telefonunu aldım. Mustafa'yı aradım. Ona gelemeyeceğimizi söyleyecektim. Üçüncü çalışta cevap verdi.
“Buyur abi,” dedi hemen.
“Mustafa, Selim uyu...” derken Selim, birden elimden telefonu çekince öyle kalakaldım. Arkamdan sarılmıştı bana. Bir eliyle belimi kavramıştı.
“Bir an önce evden çıkalım, yoksa gidemeyebiliriz cidden,” dedi elimi tutarken.
“Çok güzel olmuşsun,” diye eklemeyi de ihmal etmedi.
Aşağıya inip arabaya binerken Selim'in bana baktığını fark edip gülümsedim. Başını sağa sola sallayıp kendi kendine bir şeyler mırıldanarak arabaya bindiğinde neye kızdığını anlamaya çalışıyordum.
“Selim ne oldu? Niye kızdın?” dediğimde “Sana kızmadım Melisa,” dese de ne yaptığımı düşünmeden edemiyordum. Onun sinirle kasılmış çenesini, çatılmış kaşlarını gördükçe yolda çene yapmaya cesaret edemedim.
Selim'in bar dediği yer benim öğrenciyken sık sık takıldığım ve Selim'le ilk kez karşılaştığım yerdi. Arabayı barın önünde durdurup indiğimizde benim arabayı tanıyan Tolga abi, hızla yanımıza geldi. Arabadan çıkan Selim'i de görünce gülümsemeye başladı. Sanki abimdi, kendince Selim'e onay verdiğini ortaya koymuştu. Bu davranışı beni gülümsetirken olaydan habersiz Selim, elindeki anahtarı Tolga abiye verdi. Tolga abi beklentiyle gözlerime baktığında bu gülümsemem sırıtmaya dönmüştü. Gözlerimi kırparak rahat bir tavırla “keyfini sür,” dedim.
Tolga abi hafifçe sırıtıp Selim'e izin ister gibi dönünce çok şaşırdım. Ne olduğunu anlamasam da Selim, Tolga abinin yaptığı hareketi yadırgamamış gözüküyordu. “Olur,” diye mırıldanıp kafasını hafifçe sallayınca Tolga abi hevesle kapıya doğru ilerledi. Daha önce yaptığı gibi yerine bir başkasını bırakıp beklemeden arabaya atladı. Tolga abinin gözleri keyifle parlarken ben ise gülümsüyordum.
Evlenince bu arabayı ona hediye etsem Selim ne derdi acaba? Elin adamına neden araba veriyorsun derse nasıl izah ederdim? Şimdilik bilemiyorum. Ben bir yolunu bulurum. Hele bir o zaman gelsin.
Selim gelip yanımda durunca bende elini tuttum yine. Ellerinin bağımlısı gibi bir şey olmuştum. Derin bir nefes alıp duruşumu dikleştirdim. Ayağımdaki topuklularla ne kadar zarif yürüyebilirsem o kadar zarif yürümeye çalıştım.
İçeriye girdiğimizde hareketli bir parça çalıyordu. Her yerde ışıklar pırıl pırıl parlarken dans edenlerin arasından geçip benim daha önce oturduğum masaya yönelmiştik. Masaya gelince yine okuldaki grubu burada görünce şaşırmadım. Sadece birkaç kişi daha eklenmişti. Selim bana sarılıp “Bu da benim nişanlım, adı Melisa,” dediği anda erkeklerden tebrikler yağmaya başladı. Merve gülümseyerek beni kutlarken Serap ise sadece nefretle bana bakıyordu.
“Serap, yanağında tik mi var senin? Daha önce fark etmemiştim de,” dediğimde suratının rengi daha da bir değişti. Lavaboya gitmek için izin isteyip kalktı. Melih “Hoş geldin yenge,” derken onun yanındaki kızda utangaçça bir şeyler mırıldandı. İsmi Mineymiş bir tek onu anladım. Mine'nin duruşu bile zarifti. Daha önce gördüğüm maymun halinden eser yoktu.
“Lan bu kızlara o gece ne verdiler acaba o hale geldiler?” diye düşünürken Selim oturup beni de yanına çekti.
Etrafımıza bakarken köşede sırıtan Murat'ı gördüm. El ettim tabii hemen sırıtarak. Murat bana doğru gelirken Selim kulağıma eğilmişti.
“Murat öyle çağırılmaktan nefret eder,” dedi. Sır verircesine kurduğu cümleyle keyfim iyice yerine gelmişti. Dudak büküp Selim'in yanağına hafifçe bir öpücük bıraktım. Arsızca sırıtarak, şımarıkça cevap verdim.
“Biliyorum,”
Selim kahkaha atarken masadaki ve civardaki herkes bize bakıyordu. Herkesin ilgisinin bize dönmesi beni germişti ama Selim'in pek umursadığı söylenemezdi. Gözü diğerleri gibi üzerimizde olan Mustafa'ya dönüp ne olduğunu sordum.
“Bir şey yok yenge. Millet, Selim abi gülünce şaşırdı. Pek güler yüzlü bir kişilik olduğu söylenemez de...” dedi. Kurduğu cümlenin saçmalığı karşısında dayanamayıp kahkahayı bastım.
Adam aşk böceği gibi bir şey. Sürekli sarılıp öpüyor, sırıtıyor ve gülüyor. Ne demek pek gülmez? Benim yanımdayken gülmeden durduğu anlarda tuhaf oluyorum lan ben, bir garip geliyor.
“Saçmalamayın. Selim hep güler yüzlüdür,” dediğimde Selim, millete ters ters baksa da tüm masa keyifle kahkaha atıyordu. Demek normalde pek gülmüyordu. Ben varken gülüyordu. Onun yüzünü güldürüyordum yani... Neşem daha da artarken salına salına ancak masamıza gelmiş olan Murat'a başımı çevirdim.
“Nasılsın?” dediğimde gruptaki erkeklerin sürekli yaptığı gibi sırıttı. Bunlara ne veriyorlar büyütürken acaba? Yüzümüzde bir sürü kas var ve pek çok mimik kullanabiliyoruz. Adamlar arsız arsız sırıtmaktan başka bir şey yapmıyor. Bence bunun sebebi büyürken bünyelerine katılan besin maddeleri ile alakalı. Hepsi aynı marka mamayı yemiştir bunların!
“Seni gördük daha iyi olduk yenge,” dedi dalga geçer gibi. Mustafa’ların bana yenge deyişlerini duymuştu demek ki...
“Cıvıma Murat! Git ne bulduysan getir de deneyeyim,” dedim. Hevesle atıldı.
“Tabii ki yenge. Sırf senin için buldurdum,” dedi.
Murat masadan ayrılırken bu kez ne getireceğini merak etmeye başlamıştım bile. Bir süre sonra elinde geçen seferkine benzer bir şişede, daha koyu bir içki ile geldi. Yanına da küçük kapak kadar olan kadeh ile bira bardağı da koymuştu. Bira bardağını gören Selim ve ben kahkaha atmaya başlayınca masadakiler “bunlar deli,” der gibi bize bakmaya başladı.
Murat, küçük bardağı doldurup Selim'e uzattı, yanına limon falan servis etti. Şişenin kalanını da bira bardağına doldurup önüme koyduktan sonra kenara çekilip gözünü bana dikerek beklemeye başladı. Tüm masa şaşkınlıkla bana bakarken sırıtarak içkiyi hafifçe kokladım ve bir yudum aldım. Öncekine göre daha sert olsa da boğazımdan ipek gibi yumuşacık geçiyordu. Hoşuma gitmişti. Bardağın geri kalanını bira gibi tek dikişte içince Murat surat astı.
“Denemeye devam edeceğim yenge,” diyerek bardağı ve artık boş olan şişeyi toplayıp gitti. Selim sırıtarak bakarken masadakiler hâlâ şoktan kurtulamamışlardı. Sus pus bize bakmaya devam ediyorlardı. İlk kendine gelen Mustafa oldu.
“Yenge hard komando olur senden,” dedi. Sonra olaya Fransız kalan Merve'nin düşen suratını toplamak için gülerek omzuna kolunu atıp onun ile konuşmaya başladı. Mustafa'nın bu kızda ne bulduğunu pek anlamamıştım. Kız ne güzeldi, ne sevimliydi. Görünürde hiçbir sebep olmamasına rağmen onda sevmediğim bir şeyler vardı. Tam olarak tarif edemiyordum bu hissi. Bazen ortada hiçbir sebep yokken birileri size itici gelir. İşte yaşadığım tam olarak buydu. Merve'deki bir şey bana itici geliyordu. Hoştu sohbeti, cici bir kızdı ama aması vardı işte. Ben bu amayı açıklayamasam da vardı bir sebebi.
Mustafa'nın birkaç esprisinden sonra Merve'nin asılan yüzü düzelmiş ve masadakilerin de katılımıyla ortam şenlenmişti. Kendi aramızda eğlenirken masaya gelen bir kız beni umursamazca ittiğinde dondum kaldım. Kız babasının evinde gibi rahat bir şekilde benden açılan yere yani Selim ile aramıza yerleşip kolunu Selim'in boynuna doladığında olayın şokundan kurtulamamıştım. Ben tepkisizce bakarken Selim'in kaşları çatıldı. Kızı kolundan tutup kaba bir şekilde kendinden uzaklaştırırken kız uzanıp yanağını öptü. Ağzımı açabilsem vereceğim tepki belliydi.
Kızım sen kimin nişanlısı öpüyorsun?
“Aşkım bu gece bana gelsene, özledim seni” dediği anda gözler öldürebilseydi eğer kızı kesin öldürürdüm. Kolumu tutan bir el hissedince elin sahibi görmek için başımı çevirdim. Mustafa'nın gözleri “Sakin ol!” diyordu bana. Mavi gözlerine sinirle gülümseyerek kolumu tutan elinden sıyrıldım. Onun dokunuşu içinde bulunduğum buz kalıbını çatlatmıştı. İlk şoku atlattıktan sonra nihayet özüme dönmüştüm.
“Bırak Mustafa. Öldürmem korkma!” diyerek neredeyse düşmek üzere olduğum koltuğun ucundan kalktım. Ayaklanırken Selim'in bana attığı gülümsemeyi üzerine alınan kız yine kollarını Selim'e uzattı. Bu hareketi sabrımın son kırıntılarını topuklularıyla çiğnemesiyle eş değerdi.
Selim kızı umursamadan benim vereceğim tepkiyi bekliyordu. Kız ciğer yemiş gibi acayip bir kırmızıya boyadığı dudaklarını Selim'e uzattığında uzun saçlarından bir tutamı avucuma alıp asıldım. Canı yanan kız ufak tiz bir çığlık atarak bana dönmeye çalıştı. Selim'den uzaklaştığı için hemen saçını bıraktım. Kız bana doğru döndüğünde istemsizce yüzümü buruşturdum. Göğüslerini neredeyse açıkta bırakan dar, mini bir elbise giymişti ve eğilirken iç çamaşırı görünüyordu resmen. Bir de ağzındaki sakızı yüzüme doğru patlattığında sinirle kızın koluna uzanıp bileğini sert bir şekilde sıktım. Acıyla birlikte bana bağırdı.
“Sana ne oluyor be? Manyak mısın? Bıraksana elimi. Selim aşkım bu manyağı nereden buldun?” demesiyle iyice gözüm döndü. Beni durduran tek şey bu tanımlayamadığım cismin insan olarak adlandırılıyor olmasıydı. Aklımda kalan kurallardan biri de insanlara kendim için zarar vermemin yasak olmasıydı. Bu cümlede bahsi geçen insan ile şu karşımdakinin aynı şeyi kastettiğinden emin olmamak ile riske girmemek şu an en iyi seçenekti. Kızın bana manyak demesi o kadar da önemli değildi. Pek çok kez duyduğum bir sözdü. Pek de hakaretten saydığım söylenemezdi.
Manyak demesi neyse de Selim'e aşkım demesi iyice çileden çıkartmıştı beni.
Sadece “o dokunup öptüğün adam benim nişanlım olur şekerim. Pençelerini çek üzerinden yoksa çekecek bir pençen olmayabilir!” dedim.
“Saçmala be Selim evlenmez kimseyle. Şimdiye kadar kimseyle ciddi bir ilişkisi olduğunu gören olmamıştır. Yazık sana, seninle yatmak için kandırmıştır o,” dediğinde güldüm sadece.
“Selim aşkım şunu sepetle de eve gidelim.” diyerek kollarını Selim'e dolarken en sonunda Selim konuştu. Kulübedeki sesi bile bunun yanında şeker gibi kalırdı. Resmen zehir akıyordu dilinden.
“O pis ellerini çek üzerimden. Eğer beni tanısaydın biriyle yatmak için evlenme sözü vermeme gerek olmadığını bilirdin. Şimdi defol!” derken ben bile biraz korkmuştum.
Kız hiç çekinmeden “dün gece öyle demiyordun ama!” dediğinde, ben kahkaha atarken millet şokla bana bakıyordu. Şansını fazla zorlamıştı doğrusu.
“Selim, bütün gece benimleydi kızım bir defol artık,” dedim. Ne dediğimi fark ettiğimde yanaklarım yansa da dik durmaya çalıştım. En sonunda Tolga abi duruma el atıp kızı bizim masamızdan uzaklaştırdı. Dışarı atılırken hâlâ bağırıyordu gerzek.
“Bu burada kalmaz! Selim benim... Ben kaç senedir bekliyorum o adamı kimselere yar etmem!” Vırt zırt bir şeyler saçmalıyordu.
Selim'in elini tutup “Hadi dans edelim,” dediğimde sırıtarak yüzüme bakıyordu.
“Peki,” dedi. Ayağa kalkıp beni de kendisiyle beraber kaldırdı.
Mustafa'yı sürükleyerek kaldıran Merve'ye göz kırparken Mine de Melih'in ısrarıyla kalkıyordu. Tam dansa başladık derken Serap manyağı kolunda bir çocukla dans ederek yanımıza yaklaştı. Bir acayip bakıyordu. Bu kızla işim var benim ha. Her yerde mutlaka bir tane oluyor bunlardan. Kesin Selim'e aşıktı yüz bulamayınca bana sardı.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Bir ara şarkı söyleyen kız molaya çıkınca Serap'ın sevmediğim sesi kulağıma işkence etti yine.
“Şarkı söylesene Melisa! Güzel sesini bir duyalım. Konservatuvar okuyup da şarkı söyleyemeyen yoktur değil mi?” deyince dayanamadım.
“Tabii ki söylerim cicim sizi mi kıracağım. Selim de izin verirse?” diyerek Selim'e döndüm.
“Aşkım, şarkı söylemem uygun olur mu?” dediğimde “sen kendi kulübünde gibi rahat rahat söyle meleğim,” dedi.
İzin almak istemiyordum ama içinde aşkım geçen bir cümle kurma isteğim beni buna itmişti. Selim de benim bu davranışımdan gayet hoşnut gözüküyordu. Aşkım kelimesini ve Selim'in cevabını duyan Serap'ın yüzünün düşmesini görmek her şeye değerdi. Serap'ın somurtan yüzüne döndüğümde Selim'e attığım şirin gülüşler kendini pis bir sırıtışa bırakırken kaşımı kaldırıp ufak bir zafer bakışı atmayı da ihmal etmedim.
“Önce sen bizim için bir şarkı söylemeye ne dersin? Sonuçta bugün nişanımızı kutluyoruz, sen de bize bir nişan hediyesi vermiş olursun. Hem konservatuvar okuyup da şarkı söyleyemeyen yoktur değil mi Serap’çığım?” dediğimde hırsla yerinden kalktı. Saçlarını savururken o şampuan reklamlarındaki kızlara benzemeyi amaçlamıştı ama terleyen yüzüne yapışan saç telleriyle berber dükkanında saçı kırpılan, bitli bir velet gibi gözüküyordu. Kesilen saçları yüzüne dökülmüş bitli velet Serap'ın görüntüsünü kafamda canlandırmadan edemedim. Benim kafamda kurduklarımla genişleyen gülümsemem sinirini daha çok bozmuş olacak ki Serap yüzündeki saçları eliyle çekerek sertçe konuştu.
Vuvv, çok korktum bebek!
“Söylerim tabii,” diyerek sahneye çıkıp hırsla mikrofonu kaptı.
Şarkıya başladığında kulağımı kapatmaya hazır beklerken beklediğim kadar kötü olmadığını fark ettim. Hatta şarkı bitince zaferle bana bakarken tebrik bile ettim. Geçip yerine otururken Selim'e gülümseyip sahnedeki yerimi aldım. Bir gitar istedim, hemen bulup getirdiler. Orkestra beni daha önceden hatırladığı için parçayı söylediğimde gülümsediler. Sweet Dreams'i yavaş yavaş söylerken bana bakmayanlar bile bakmaya başlamıştı. Tarzım değildi bu şarkı ama hoşuma gidiyordu doğrusu söylemesi de. Şarkı biterken tüm bar sakinleri alkışlamaya başladığında utancım yine kendini göstermeye başlamıştı.
Ay bar sakinleri deyince de bir acayip oldu. Elit bir mahallede oturanlardan bahseden magazin muhabiri gibi hissettim kendimi.
Alkışlarla küçük bir selam verip sırıtırken Selim de bana doğru geldi. Eline mikrofonu alıp duyurusunu yaptı. Ben gözlerimi iyice açıp ona bakarken o sarılıp iyice kendine çekti beni. Oha dedim sadece! Yine dışımdan söylemiştim galiba.
“Bu yanımda gördüğünüz melek, yakında karım olacak! Nişan hediyesi olarak da barı ona hediye ediyorum!”
Yani bar Selim'in miymiş? Bir de bana hediye ettiğini söylüyor! Lan kanın buzdan mı senin bu zamana kadar nasıl sakladın? İçimden sayıp sayıştırırken dışımdan sadece gülümsüyordum.
“Hiç gereği yoktu aşkım,” dedim içimden en şirin sesimle masamıza geçerken.
“Niyeti bozdu bu kesin. Kimse karşılıksız bu kadar büyük bir şey hediye etmez başkasına,” diye düşünürken Selim “karşılıksız olduğunu kim söyledi?” diyerek beni öyle bir öptü ki yüzüm yine yanmaya başladı. Ben içimden bir şeyler söyleyemiyordum onu anladım artık. Bir daha iç sesimle konuşmayı yasakladım kendime. Biraz daha oturduk, eğlendik hatta bir ara Melih benimle içki yarışı yapmaya kalktı.
Sonucun ne olacağı baştan belli olduğu için Murat, Melih'i uyardı.
“Melisa gibi içebilen kimseyi görmedim kazanamayacağın iddialara girme,” dedi. Melih daha çok gaza gelirken Mustafa gülerek Merve’ye sarılıyordu. Ortam fazla mükemmel geldi bir an. Benim hayatımda hiçbir şey bu kadar mükemmel gitmez derken Selim'e baktım yerinde yok.
Hemen “Selim nerede?” dedim. Kimseden ses yok. Çıldırmadan Selim'i bulmalıydım. Seri bir şekilde yerimden kalktım. Selim'i hissetmeye çalıştım. Bulunca rahatlayıp yerime oturdum.
Herkes yaptığıma anlam vermeye çalışırken “Selim müdürün odasında sıkıntı yok,” dedim. “Buranın artık benim olduğunu söylüyor,” diye eklediğimde Mustafa kahkahayı bastı.
“Komando derken dalga geçiyordunuz, kız dudak okuyor be. Helal yenge,” dedi. Müdürün odası yukarıda tüm penceresi de camla kaplıydı. Selim ile ikisi karşılıklı oturmuş konuşuyorlardı ama sesten müzikten duymak mümkün değildi.
“Evet dudak okuyorum, fısıldasanız bile hakkımda ne atıp tuttuğunuzu biliyorum Serap!” dedim ani bir şekilde bakışlarımı Serap'a çevirerek. Aslında bilmiyordum ama yemi yutmuşlardı. Renkten renge girerlerken Selim'in gelmesiyle ayaklandım.
Selim “Hadi kalkıyoruz. Bu gecelik bu kadar eğlence yeter,” dediğinde diğerleri de onaylayınca bardan ayrılmak için toparlanmaya başladık.