Selim'in arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra arabaların park edildiği alana doğru yürümeye başladık. Arabamın yanına gelince meşhur kedi bakışımı attım. Çünkü araba kullanmak istiyordum. İkimizin de arabası buradaydı. Selim beni yanından ayırmak istemiyordu ve onun arabasıyla gitmek zorunda kalacaktık. Tabii ki meşhur bakışlarım işe yaramazsa...
“Seliimmmm.” İsmini uzatarak en işveli sesimle söylemeye çalıştım. Ne kadar işveli olabildim bilemiyorum ama arabasının kapısını açarken durup bana baktı.
“Benim arabamla gitsek olmaz mı?”
Kurduğum basit cümle karşısında Selim boş boş bana baktı. Ne vardı ki bunda anlamayacak. Gayet sade, ne istediğimi anlatan bir cümleydi kurduğum.
“Benim arabamın nesi var?” dedi. Arabasına bir şey dediğim yoktu ki.
“Ben kendi arabamla gitmek istiyorum ama” dememle yüzünden acayip bir ifade geçti. Bu da neyin nesiydi?
^^--^^-----^^ ^^^^^^^^^^^^
Selim onun arabasını beğenmediğimi düşünüyor! Hahahaha. Aha egosu zedelendi. İlk yardım malzemelerini getirin, ego ventriküler taşikardiye girdi! Üç deyince... Çekilin! 250 jull sarj......Çak!
---------------------
Egoyu kaybettik başımız sağ olsun!
“Selimmm hadi ya. Özledim araba kullanmayı ne olur ya ne olur!” dedim. Benim shrek biraz yumuşadı. Evet, gözümde şu an tam bir troldü. Özellikle kurduğu şu cümleden sonra.
“Ben başkasının kullandığı arabada rahat edemem tatlım. Hele ki şoför bir kadınsa!” dediği anda tüm işvemi bir kenara attım. Kadın şoför kötüdür zihniyetinde biriyle evleniyorum. Biri üstüme toprak atsın ne olur! Benim nasıl araba kullandığımdan haberi olsa, asla kışkırtmazdı. Okul bahçesine peşimden gelen tıfıl ile meleğinden haberi olmamıştı demek ki.
“Selim savaş mı istiyorsun ha, kamonnn!” diyen iç sesime daha fazla direnemedim. O egosunu gömme zamanıydı.
“Benim eve uğramam lazım. Oradan da kuaföre falan gideceğim. İşim bitince ararım buluşuruz istersen. Sen nereye gideceksin?” dedim.
“Benim de eve uğramam ve duş almam lazım. Beraber gidelim istersen?” dedi.
Ben de bunu diyorum işte Selim. Laf dönmüş ve benim istediğim yere gelmişti. İçimden cadı Sıla gülüşü yaparak ona döndüm. Top ayağıma gelmişken taca çıkartmak olmaz değil mi? Tabii ki olmaz.
“Arabamı burada bırakamam. Eve kadar arabamı kullanayım. İşim bitince ararım sen de gelirsin, olmaz mı?”
“Olabilir ama istersen bizim çocuklardan biri de götürebilir? Bırakalım anahtarı götürsünler, ne dersin?” derken hâlâ vazgeçirmeye çalıştığını hiç belli etmiyordu. Hıhh, sen giderken ben dönüşlerde drift atıyordum tatlım. Sen karşında kim olduğunun farkında mısın acaba?
“Yok ben arabamı kimseciklere bırakamam. Hele onlara hiç. Onlar senin arkadaşın olabilir ama ben kızımı emanet edecek kadar tanımıyorum,” derken sırıtmam için beni dürtüp duran şeytanı ekarte edip ciddi bir ifade takındım. Çünkü hâlâ bana aynı bakışlarla bakıyordu. Nasıl iyi bir şoför olduğumu ispatlarım derken aklıma gözleriyle görünce mecburen inanacağı fikri geldi. Sahte bir gülücükle ona döndüm.
“Eve kadar yarışmaya ne dersin?”
Gözleri mi parladı onun? Aha yine o sırıtış. Ölürüm lan ben bunun için. Ne saçmalıyorum ben ya. Ölmek yok, yola devam. Ay tabii ki ölmek yok, beyaz oda da yok. Yok tabi, hiç anmayalım hatta. Ne zaman ansam kendimi beyaz odalarda buluyorum.
“Olur.”
Ben hâlâ “ya hadi lütfen,” diyerek onu razı etmeye çabalıyorum.
“Olur dedim,” dedi. Tam tekrar yalvaracaktım, sonunda ne dediğini algıladım.
“Sağ ol aşkım!” diyerek boynuna atladım. Kollarımı boynuna doladıktan sonra yanağına bir öpücük kondurup geri çekildim. Utanmasam futbol maçlarından sonra yaptıkları şu yengeç dansından bile yapacaktım. Selim konuşunca kendime geldim.
“Sen bana ilk defa aşkım dedin,” diyerek belime sarılarak beni etrafında döndürdü. Harbiden ilk defa birine aşkım demiştim. Doğrusu kendimi role iyi kaptırmışım. Yoksa “aşkım” diye yayarak konuşan kızlara fazlasıyla uyuz olurdum. Gerçi birkaç gündür o kızlardan pek farkım kalmamış gibi hissediyordum. Göz süzmeler, kedi bakışları, aşkımlar... Ben, ben değilim bu çocuğun yanında.
“Sadece sana değil, ilk defa birisine aşkım dedim Selim.”
Huyum kurusun! İşte yine ilk aklıma geleni söyledim adama.
"Söz, başka bir gün yarışırız. Şu an yanımdan ayrılmanı istemiyorum,” dedi.
Bu kez onu kırmayı göze alamadım. Benim görevim üzülmesin, kırılmasın, zarar görmesin diye uğraşmak iken ben onu üzemezdim. Bir kere benim yapıma ters.
“Olur ama unutma söz verdin.”
Son uyarımı da alt yazı olarak geçmeyi ihmal etmedim tabii ki. Sonra uzanıp elini tuttum. Elimi bıraktığı zamanlar terk edilmişim gibi kötü bir his oluyordu ve göğsümü tarif edemediğim bir hüzün bulutu kaplıyordu. Elimi tuttuğu an bulutlar dağılıyor, güneş tüm ihtişamıyla parlıyordu gözlerimde.
El ele arabaya doğru yürürken başıma yine bir ağrı girdi. Kalbim yok yere deli gibi çarpmaya başladı. Düşmemek için Selim'in koluna asıldım. Selim, arabanın kapısını açmak üzereydi.
“Kalbine güven!” diyen ses kulaklarımda çınlıyordu. Şu beyazlılar acaba bunu demek istemiş olabilir mi?
“Selimmmmm...dur!”
Çığlığım okul bahçesinde yankılanırken Selim korkuyla bana döndü. Yüzümü görmesiyle beni kucağına alması bir oldu. Beni kenardaki ağaçlara kadar kolayca taşıdı. Büyük bir ağacın altına yavaşça bırakıp yüzüme eğildi. Telaşla sorular soruyordu ama ben algılayamıyordum. Bir iki dakika içinde ancak kendime geldim. Selim'in yardımıyla oturdum. Selim'e bir şey demeden önce telaşla benim kıdemli polisi aradım. İlk çalışta açtı.
“Hey melek, ne haber?” dedi.
Ben giriş, gelişmeyle uğraşmak istemiyordum. Bana sonuç lazımdı. İki saat selamlaşacak, muhabbet edecek havada değildim. O yüzden her zamanki gibi direkt konuya atladım.
“Okula gelmeniz lazım, acil!” dedim. Hemen ciddi bir tona büründü sesi. Bana “Ne oldu?” derken bana arkadan birine “Hazırlan çıkıyoruz,” demeyi de ihmal etmiyordu. Kısaca, üstü kapalı bir şekilde olayı anlattım.
“Arabadan uzaklaştır herkesi."
Bağırarak telefonu kapattı. Ben telefonla konuşurken Selim konuştuklarımı duymasın diye birkaç adım ondan uzaklaşmıştım. Telefonu kapattığımda Selim'i arabaya yönelmiş görünce "Hayır!” diye ciyaklamam gecikmedi. Olduğum mesafeden hemen yanına nasıl gittim, ne ara koluna yapıştım bilmiyorum. Ah salak kafam. Çocuğa bir şey açıklamazsan böyle olur.
"Çekil aşkım uzak dur!” diyerek bir yandan Selim'i arabadan uzaklaştırırken bir yandan da “Güvenlik!" diye bağırmayı ihmal etmedim. Sesimin ayarı telaştan bozulmuş olacak ki bağırmam ile kapıda nöbet tutan okul güvenliği bile koşarak yanımıza geldi.
"Bu arabadan herkesi uzaklaştırın. Hemen!" dedim.
Selim, konuyu biraz anlamış olacak ki bana kaşlarını çatarak bakıyordu. Açıklama bekliyordu haliyle. Ağzımı açıklama yapmak için açtığımda polis arabaları okula giriş yaptı. Bir de dört araba gelmişler. İlk yanımıza ulaşan araç durduğunda diğerleri de vakit kaybetmeden durdu. Hepsinden hızlıca polisler inmeye başladı. İlk araçtan inen ikili, tıfıl ve melek polisti. Melek polis ve arkasından heyecanla sağa sola bakınan tıfıl yanımıza geldiklerinde ufak bir selamın ardından hemen Selim'in arabayı gösterdim.
Parmağımla küçük bir çocuk gibi tüm olan bitenden sorumlu tuttuğum arabayı işaret ederek “İşte bu,” dedim.
Melek olan polis, arabaya ilerlerken arabaya yaklaşmakta olan başka polisler de vardı. Onlara beklemelerini söyleyip arabaya iyice yaklaştı. Gözüne bir şey takılmış olacak ki eğilip dikkatlice kapıya baktı. Sonra doğrulup birkaç adım gerileyerek farklı giyinmiş olan ikiliye dönüp eliyle yanına gitmelerini işaret etti. Elini uzatıp kapının kilit bölgesinden çok az çıkmış mavi renkli kabloyu gösterdi.
Tıfıl, yanıma gelip Selim'in arabasına yakın park edilmiş arabamın çekilmesi gerektiğini söyledi. Titreyen ellerimle çantamdan zorlukla arayıp bulduğum araba anahtarını ona uzattım. Bu halde değil araba kullanmak, bisiklet bile sürebileceğimi sanmıyordum. Korkuyordum, şaşkındım ve heyecanlanmıştım. Tıfıl benim arabayı uzaklaştırırken telefonla konuşan Selim'in boştaki koluna sarılıp bekledim. Selim'in birkaç arkadaşı yanımıza geldiğinde biz arabadan epeyce uzakta durmuş olanları izliyorduk. Arabada bir bomba olduğu anlaşılınca polisler çevredeki herkesi uzaklaştırmıştı. Evet, bomba, cidden arabada varmış! Haklı olmama üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Evet arkadaşlar, Selim'in düşmanları olduğunu öğrenmiş bulunduk.
“Ben bunu neyden koruyacağım, öğrenci adamın ne düşmanı olur,” derken gördüklerimden sonra işimin bir hayli zor olacağını anladım.
İşi biten iki polis, Selim'le konuşmak istedi. Selim adamlarla birlikte benden birazcık uzaklaşıp konuşmaya başladı. O sırada Cemil yanıma gelip samimi bir şekilde “İyi işti melek,” dedi. Bende rahatlayarak “Sağ ol Melek,” dedim. Biz birbirimize gülümserken Selim kaşlarını çatmış bana doğru geliyordu. Eyvah geldi. Kulağıma eğilip imalı bir şekilde “Melek?” dedi. Bunu söylerken göz ucuyla sırtıma bakmıştı. Kanatlarımı gösterdim diye kızmıştı. Ay yani sırtımı Cemil'e gösterdiğimi düşünüyordu. Dövmenin başlayıp bittiği yeri düşününce yüzüm kızardı yine. Tüm sırtımı açıp o dövmeyi kimseye göstermeme imkân yoktu. Tabii öküz nişanlım hariç. Gerçi ona da ben göstermemiştim. Adam ne zaman fırsat bulsa kıyafetlerimi çıkartmadan duramıyordu. Bir de kıskanç Selim Bey! Onu da öğrenmiş bulunuyorum. İçimden çığırıp duran roman göçmenine hak vermeden edemedim.
Gısganç erif enin tomofilinden bomba neyin çıkıp durur sen alen düüme peşindesin ...
“Bu arkadaş benim uzaktan kuzenim olur. İsmi de Cemil. Tanıştırayım bu da Selim, kendisi çok kıskanç bir nişanlı olup kısa süre sonra da kocam olacak insan,” dediğimde Selim bir gram utanmadan, inkâr etmeye çalışmadan başıyla onayladı.
“Aynen, dediği gibi çok kıskanç bir nişanlıyım,” dedi.
Kafasına bir tane geçireceğim de terk eder diye korkuyorum. Sonra ben o terk edince depresyona girerim falan, ne de olsa ilk defa biriyle çıkıyorum. İlk çıktığınız adam, sizi kafasına şaplak attınız diye terk ederse depresyona girmez misiniz? Bir de ben depresyondayken bu ölürse falan? Ay düşman başına!
Ekipler benim arabam dahil civardaki tüm arabaları aradılar. Okula giren çıkanın haddi hesabı olmadığı için haliyle hiçbir şey bulamadılar. Bu bölgede kamera falan da yoktu ki adamlar bir şey bulsunlar. Bu olan bitenin en iyi yanı incelemek için Selim'in arabasına el koymalarıydı. El koymasalar bile Selim'i o arabaya bindirtmeye niyetim yoktu. Ben de asla binmezdim bu haldeyken. Selim, arkadaşları ile konuştuktan sonra hepsi ayrı ayrı arabalarına binip gittiler. Onlar gittikten sonra Selim, elini uzatıp arabamın anahtarları istedi. Ben de tıfılın bana verdiği anahtarları ona uzattım. Telefonu çalınca avucuna koyduğum anahtarları bana geri verip “sen sür. Ben de zaten birkaç görüşme yapmak istiyordum,” dedi. İsteksizce yolcu koltuğuna yerleşti. Birkaç dediği görüşmeler eve gidene kadar devam etti. Kısa kısa, pek çok konuşma yaptı. Birini kapatıp birini arıyor, gelen aramalara cevap veriyordu. Ne konuştuğunu dinlesem de sürekli “Evet, tamam” gibi yanıtlar verdiği için hiçbir şey anlamamıştım. Merak içimi kemiriyordu ama ağzımı açıp hiçbir şey sormadım. Nasıl olsa bana anlatır diye düşünüyordum.
Eve gelince beni öpüp "evden çıkmadan önce senin için gelecek korumayı bekle," dedi.
Selim'in bensiz gidecek olmasına çıldırıyordum. Onunla gitmek istediğimi söylediğimde kesin bir dille “Hayır!” dediği için de uzatmak istemedim. Benim adım da Melisa ise ben onun nereye gittiğini ne yaptığını elbet öğrenirim! Öğrenirim ama bir de hazırlanmam lazım. Akşama evleneceğim adamın ailesiyle tanışacağım ben daha. Selim, onca olan bitenden sonra bunu yarına bırakalım dememişti. Beni oyalamak ve uzak tutmak için özellikle böyle yaptığını düşünsem de cici kız imajımı oluşturmak üzere yatak odama geçtim. Odama geçince dolabımdakiler aklıma geldiğinde iç çekmeden edemedim. Kahretsin, ben yine mi beyaz giyeceğim?
Ben sürekli beyaz giymek istemiyorum. Selim'in ailesi evlilik meraklısı gibi özellikle beyaz giydiğimi düşünürse? İlk izlenim çok önemli olduğu için ufacık, birazcık güç kullanmada sakınca görmedim. Kendim için güçlerimi kullanmamaya kararlıydım ama bu seferlik o kuralı azıcık çiğnemeye karar verdim. Modelini beğendiğim güzel bir elbiseyi alıp üzerime giydikten sonra aynanın karşısına geçtim ve rengini değiştirmeye başladım. En sonunda bir renk hoşuma gitmişti. Durup sağa sola dönerek kendimi inceledim. Gayet hoş göründüğü için bu şekilde bırakıp ayakkabım için de aynı işlemi tekrarladım. Saçlarımı olduğu gibi açık bırakıp sadece fırçaladım. Yüzüme hafif dokunuşlar ve bir de ruj eklenince işlem tamamdı. Esmerken ruj sürmeyi sevmiyordum ama insanın teni beyaz olunca ruj daha bir güzel duruyormuş. Bir de kendini beğendirmek istediğin kişiler olunca, kesinlikle ruj sürmek iyi hissettiriyor. Aynada son kez kendime bakıp gülümsedim. Güzel mi oldum ne?
İşim bittiğinde evden gizlice ayrılıp Selim'in peşine düştüm. Selim başka bir arabaya binmiş son hızla giderken İnci'den özür dileyip onun da rengini değiştirdim. Güzelim inci beyazı arabam artık siyahtı. Neyse artık siyah incim derim ben de ona. Plakanın bir harfini de değiştirdim ki ne olur ne olmaz. Arkaya bakarsa beni fark etmesin değil mi? Aramıza biraz mesafe koyarak Selim'i takip ediyordum. Fark etmemişti beni.
Selim, otuz dakika falan ilerledikten sonra ana yoldan sapıp dar bir yola girdi. Tabii ki ben de bir süre daha geriden izlemeye devam ettim. En son, yıkık dökük bir kulübenin önünde durunca bende ona görünmeden kulübenin arka tarafına dolaşıp sesleri duymaya çalıştım.
Bu konuşan Selim miydi?