Ya ben bu günaha davetle okulda, derste ne yapacağım?
Hem kendime hem de ona fena halde sinirliydim. Şöyle bir düşününce bir meleği bile yoldan çıkartabildiği için en çok ona ve o şeytani ayartıcı gülüşüne sinirlendiğime karar verdim. Beni yoldan çıkartamayacaktı, kararımı vermiştim. Yüzündeki o gülüşü silmenin ona zarar vermeyen yollarını düşünürken aklıma gelen dahiyane fikirle ellerimi birbirine bir sürtüp ovuşturdum.
Yarın derse erken gidip en arka sıraya geçecektim. Önce arkadan kafasına sürekli bir şeyler fırlatmaya karar verdim. Bu fikri biraz daha geliştirip hayal ettiğimde epeyce tatmin olmuştum. Hemen uygulamaya geçip saçma bulmacaları çözdüğüm tükenmez kalemin içini çıkarttım. Kendime silah yaptım. İçine koyacağım mermileri, derste karalayacağım kağıtlardan imal edecektim. O gülümsemesiyle bana döndüğünde alnının ortasına yapıştıracaktım tükürüklü kâğıdı. Çocukken bunu en çok okaliptüs ağacının tohumlarıyla yapardık okul dönüşü. Annem akşam eve geldiğimde saçlarımdan ayıklardı onları, söylene söylene. İşte o zaman babamın eve gelme saatine ne kadar az kaldığı aklıma gelirdi. Korkudan hemen üzerimdekileri değiştirir ve temiz bir görünüme kavuşurdum.
Düşündüklerimle ellerimin saçlarıma gittiğini fark ettiğimde içimi bir burukluk kapladı. Ailemi uzaktan da olsa görme isteğim öyle fazlaydı ki... Babamın o yıkılmaz, sert duruşu annemin cadı ama sevecen halleri...
İlk günlerden kuralları çiğneyip yakalanma korkum olmasa iki dakika durmaz evime koşardım. Söyledikleri onca kuraldan aklımda en iyi kalan şey ailem ile kesinlikle görüşmemin yasak olduğu kısmıydı. Tamam dünyadaydım, yaşıyordum ama onlara yaşadığımı söyleyemiyordum. İçlerindeki evlat özlemini, acıyı silemiyordum. Rahatlamak için bir duş almaya karar verip banyoya geçtim. Sıcak suyun altında kaldığım dakikalarda içimdeki acı az da olsa azalmıştı. Kendi kendime bir yolunu bulacağımı söyleyip duruyordum. Önceliğim Selim'i korumak ve burada kalmaya devam etmekti.
Selim deyince yine aklıma o gülümsemesi geldi. Kaza sonrası hafızasına tekrar kavuşanlar gibiydim. Aklıma geldiğinde zihnimde anlık görüntüler beliriyordu. Mesela o gülüşü.
Kendimi rahatlatmak için kafaya mermiyi yediğinde suratının alacağı şekli düşündüm. He he, çok komik olacaktı. Mühimmat tamam, her şey çantada. Ben de bir süsleneyim de okula gideyim artık. Ya kendim için süsleniyorsam namerdim.
Sadece Selim'in dikkatini çekeyim, iki muhabbet edeyim, kanka falan olayım gerekirse diye uğraşıyordum. Kanka olmak nereden çıktı derseniz, rahat rahat onlarla takılayım diye tabi ki. Düşünsenize sürekli yakınınızda, çevrenizde sizi takip eden birileri var. Siz ne düşünürsünüz?
Selim, etrafında dolanmaya devam edersem “bu kız sapık mı ne, gezinip duruyor etrafımda?” diyecek. Ya o da bir şey değil adamda ego tavan zaten, uzaya falan uçacak. Ondan sonra gel beyazlılara açıkla durumu.
Beyazlılardan o sağda olanı:
“Bir zibidiye sahip çıkamadın. Atın bunu kazana, verin odunu, verin,” der sonra da beni cayır cayır yakarlar. Yaka yaka kara halime geri getirirler beni. Kafamı az sağa sola sallayayım da düşüncelerim uçup gitsin, ne de olsa sarı olduk. Bir hayrını göreceğiz artık. Salladım beynim döndü, yanarken attığım çığlıklar hâlâ kulaklarımda. Ben Selim yüzünden yaktırır mıyım kendimi?
"Mecbur bakacağız artık Selim'e," diye kabullendim en sonunda bu gerçeği.
İyi de ben bunun kafasına geçirmeden nasıl duracağım ya? Öldürmeyip sağ bırakırsam cennete koyacaklar beni. Düşüncesi bile güzel. Öyleyse planım kesinleşti, Selim'in sadece yüreğini tüketeyim, gıcık edeyim. O zaman da yanına yaklaştırmaz beni. Ya ben yakınında değilken birinin sevgilisi gelir bunun kafasına vura vura beynini kanatırsa? Yani bence yapsın iyi olur da bana bırakmıyorlar ki.
Dolabımın önüne geldim. Hangi kafayla hepsini beyaz aldım ben bu kıyafetlerin acaba? Mecbur yine melek modunda takılacağım. Bugün de böyle takılayım yarın özüme dönerim. Beyaz giyip melek gibi süzülmenin esprisi kalmadı artık. Okul çıkışı Selim uslu durursa alışverişe giderim, kendime janjanlı elbiseler, etekler alırım. Neyse etek elbise kısmını es geçelim. Ben yine kot pantolon ve bluza devam edeyim. Dolaptaki kıyafetlere bakıp kendime ve bunları aldığım zamanki aklıma bir kez daha gazel okuyup methiyeler dizdikten sonra birini elime alıp giyinmeye başladım.
Bu kez yakası kapalı, dar kesim, geniş yırtmaç, sırtı açık bir elbise geçirdim üzerime. Yine beyaz bir ayakkabı giydim. Biraz makyaj yapıp saçımı da köpükleyip karıştırdım. Az deliye benzemiştim galiba. Aman be, ben sanatçıyım, herkes deliye benzese de bende klas durur böyle şeyler. Ya tamam, sanatçı olmasam bile sanatçı adayıyım. Ne de olsa uluslararası ilişkilerden konservatuvara en yatayından geçiş yapmıştım. Yata yata geçmiştim evet, pek uğraşmamıştım. Kendimi aynada bir kez daha süzüp görüntümü beğenince hafifçe gülümsedim. İleride meşhur olurum bu tip, bu ses ve bu zekayla.
Hazırlıklarım bitince arabama bindim. “Kızım İnci! Hadi okula gidelim seninle. Sen de at havanı,” deyip bastım gaza. Araba birden öne atıldı, verdim coşkuyu. Ne korkacağım, ben zaten ölmüşüm ağlayanım yok. Araba da araba yani, verdiğim gazı boşa çıkartmadı. Tarkan filmleri aklıma geldi. Atıl İnci dedim, bir baktım okuldayız. Bir dakika ya, ne kadar sürüyor bizim evden okula gelmek? Kaç dakika sürdü bu yol? Benim kanatlar mı devreye girdi yoksa?
Polis amcalar takılıp peşime gelmiş. Eyvah!
Okula girmemle peşimden onlar da geldiler. Yanıma durup park ettiler. Arabanın siyah camlarından içeriyi göremiyorlar şansıma. Arabadan iki polis indi, birisi dev gibi. Tecrübeli olduğu duruşundan bile belli, diğeri de tıfıl. Hareketleri öyle abartılı ki...
Arabamın yanına gelen tıfıl atladı hemen, “İn lan aşağı!” diyerek.
Ya sen kime, neyin havasını yapıyorsun? Sanki FBI ajanı da silah satan kaçakçı yakalıyor. Hepi topu hız yapan bir öğrenciyim. Bir de milletin dikkatini üzerime çekti. İki kat gıcıklığa bulanmış nefis bir tıfıl polise dönüştü gözümde. Bahçede ne kadar öğrenci varsa hepsinin gözü bende. Bilinçli olarak, sırf kendini kanıtlama ve hava atmak için yaptığı hareketlerle rezil olmaya çoktan hak kazanmıştı acemi polisimiz.
Sen bir rezil ol da gör. Beni rezil edecektin ha? Beni, Melisa'yı?
Arabanın kapısını hafifçe araladım. Önce sol bacağımı attım aşağı, benim yırtmaç iyice açıldı. Bu tıfılın gözleri fal taşı tabii. Ne umdu ne buldu. Diğer bacağımı da attım aşağı ve zarif, havalı bir şekilde indim arabadan. Ayaklarımın ucunda yürüdüm, nezaket sonradan eklenmiş gibi durmuyordu ama sonradan eklenmişti bana.
Tıfılın karşısına geçtim. Kulağına doğru yaklaştım yavaş yavaş, başımı kulağına değecek kadar yaklaştırdım. Nefesini tuttu, yutkundu, dondu kaldı.
“Gel sevişelim mi diyeceğim sandın ha, ne tutuyorsun nefesini?” dedim kulağına. Mal oldu mal, rengi attı resmen. Sonra bunu ortada, tarladaki karpuz gibi bırakıp diğer polise döndüm.
“Buyurun memur bey?”
Adam izlediklerine gülümsüyordu. “Mümkünse bir imzanızı alabilir miyim acaba?” dedi.
Ne diyor bu be. Bir gece çıktık, barda bir şarkı parçaladık diye meşhur olmadık değil mi? Ay yoksa ünüm şimdiden yayıldı mı? Dillere destan mı oldum yoksa?
“Anlamadım?” dedim. Hemen atlayıp kendimi rezil edemezdim.
“Ben hızınıza hayran kaldım da” dedi. Bunu söylerken de bir kâğıt uzatıyordu imzalayayım diye. Aldım elime baktım, kahkahayı bastım. Radardan iki yüz on kilo metre hız ile geçmişim.
Polise sırıttım. Elime ceza kağıdını aldım. Rujlu dudaklarımla öptüm. Ruj izinin üzerine de imzamı çaktım: Ünlü olunca kullanacağım imza.
Sevgiyle kalın, Hep bana hayran kalın, Öptümmm. Mellissaa...
Polise, katlayıp kâğıdı uzattım. Adam önce kaşlarını çattı, sonra kâğıdı açıp görünce imzamı kahkahayı patlattı. Başka polis olsa bana patlatırdı. Bende şeytan tüyü var. Bence kanatları yaparken hatları karıştırmışlar. Polisi de delirttim, kafayı yedi herif.
Tam arkamı döndüm gidiyordum, seslendi. “Şiştt Melek nereye?” deyince hızla geri döndüm. “Ne oluyoruz, nereden anladı bu?” diyordum içimden. Çenesiyle sırtımı işaret etti. Sırtım açık olduğu için dövmem gözüküyordu.
Tamam da bu polis nereden biliyor dövme işini dememe kalmadı, gömleğinin kollarını katlamaya başladı. Bendeki dövmenin biraz daha büyük hali bunda da vardı. Hatta dirseklerine kadar geliyordu kanatların uç kısmı.
Bu adam da koruyucu melekti. Kimin ama? Etrafıma bakındım, “Kim?" diye sormamla, başıyla tıfılı gösterdi.
Zaten bu tıfılı kim polis yaptıysa ben onun ta aklına... Bir kere bu kendisini bile koruyamaz, milleti mi koruyacak? Polisle ismen de tanıştık. Kâğıda numarasını yazıp verdi. Başım sıkışırsa, belaya bulaşırsam arayabilirmişim.
Melek olan, tıfılı arabaya soktu. Hâlâ şokta tıfıl. Onlar giderken arkalarından akraba uğurlayan yaşlı teyzeler gibi el sallamayı da ihmal etmedim. Eee... Akrabam sayılırdı artık. Ne de olsa o da melek.
Biraz düşününce bu tıfıla da acıdım birden. Koruyucu meleği erkekti adamın ya. Şöyle benim gibi bir güzellik düşmemişti şansına. Aklıma birkaç soru birden gelince onları kafamda maddelendirmeye başladım.
1)Yanındakinden melek mi olur?
2)Bir kere erkek melek mi olur? Biri bana bunu açıklasın.
3)Acaba bizim Selim beni hak etmek için nasıl büyük bir sevap işledi?
4)Herkesin bir koruyucu meleği mi vardı?
5) Benim şerefsiz melek neredeydi ben boğulurken? Karıya kıza mı takılıyordu?
6) Bana bir melek layık görmemişler miydi? Ben ne suç işledim?
Bunları bir yere yazayım da bizim muhteşem ikili kontrole falan gelirse sıkıştırıp sorayım, kafamda soru işaretleri kalmasın değil mi ama?
Ben gideyim de sınıfa bir kendimi atayım. Planladığım gibi en arka sırayı gidip kapayım. Selim'e pusu kurup tüm sinirimi sıkıntımı ondan çıkarayım. Sınıfa doğru giderken kulağıma bir şarkı geldi. “Bas bas paraları Leyla'ya. Bir daha mı gelecez dünyaya..." Bu şarkı neydi, kim çalıyordu bu şarkıyı? Biri üzerime toprak atsın, çabuk çabuk... Dilime takılacak bir de bunu söyleyerek gezersem ayvayı yedim. Her yerde söyleyip dururdum vallahi.
Sınıfa girdim bir baktım arkalar hep kapılmış. Geceden gelip burada mı uyumuşlar ne? Mecburen kendimi boş bulduğum yere attım. Sınıf komple bana bakıyor. Kimi hayranlıkla bakıyor, kimi kıskanarak, kimi de merakla.
Sınıfla tanışmama gerek yok, bir kısmının yüzü tanıdık. Dün geceki bar harekatımdan ve az önce dışarıdaki polis vukuatından biliyorlar beni. Genel dedikodu fısıldaşmaları oldu. Yeni bir kız gelmişti ne de olsa sınıfa.
Selim geldi, yanında bir grup kız ve erkekle bana doğru yürüdüler. Bunun koluna yapışmış bir sülük vardı yine. Bu dün yapışan dört yüz dört değil ama çok farklı bir tip sayılmaz. Hani dikkatle bakmasam o sanacaktım.
Selim kızdan kolunu kurtardı. Kız mızıldanırken bakmadı bile ona. Geldi yanıma oturdu. Offff, mühimmata yazık oldu, planı değiştirmem gerekecek. Peşi sıra sınıfa gelen arkadaşları da sağımıza solumuza ve önümüze yerleştiler. Arka sıralar dolu olmasa bir grup da oraya yerleşecekti kesin. Adam gezegen bunlar da uydusu sanki. Yörüngesinden ayrılmıyorlar.
Çaktırmadan Selim'e baktım. Adi adi sırıtmıyordu, gayet ciddi duruyordu. Kafasına vurma hayallerine elveda dedim. O yokmuş gibi davranıp derse gelen hoca ile ilgilenmeye başladım. Bu adamı tanıyordum, yani sima olarak. Okulda birkaç kez görmüştüm. Kel, kısa boylu, göbekli bir adamdı. Dizilerde konservatuar hocaları taş gibi oluyor. Tamamen aldatmaca.
Bkz: Şekil A.
Adam teorik bir ders veriyor. Pek umurumda değil ama Selim'e bakmamak için adamı dinliyor gibi yapıyorum. Bir yabancı şarkıyı konuya örnek gösteriyor. Sevdiğim bir müzikal şarkısı. Konuyla alakalı ne dediğini anlamasam da şarkıyı söyleyebilecek var mı dediğinde kimseden ses çıkmıyor.
“Oğlum gitar çalarak mı ünlü olacaksınız?” dedim içimden. İlk dersten göze batmama planım suya düşmüştü, ay çok üzüldüm, ühüühü, timsah gözyaşları. Tam söyleyelim bari derken, hoca gaza geldi.