Bölüm 6: Hey iki dakika durun ya

1508 Words
Selim'in evinde tüm odaların ışığı yanıyor, perdeler de açık... Tabii, adamın umurunda mı kim görmüş, kim görecek! Yok artık, o kız kim? Ay tanıdım, bardaki karga sesli maymunlardan biri. "Ayıp ya, yapmayın," demeye kalmadı hatun buna bir yapıştı ki dört yüz dört halt etmiş. Selim itiyor, kız daha çok yapışıyor. "Aç mısın kızım ya! Bir rahat bırak çocuğu," diye mırıldanıp sırıtarak izlemeye devam ettim. Hâlâ Selim kızı itekliyordu ve kız da inatla yapışıyordu ona. Benim müdahale etmem mi gerekiyor şimdi buna? Yok be, tecavüze uğrayacak değil ya. İradeli çocukmuş Selim, gözüme girdi. Kızla hâlâ itişiyorlar. Kızın da hakkını yemeyelim; o tiple bu kadar cesur hareketler... Pes doğrusu. Minik kara kuru bir şey kız. Tip yok anladım da yüz güzelliği de yok. Neyse, zaten güzel olsa kötü yola düşerdi bu kız. Bir beş dakika daha geçtikten sonra artık kahkaha atarak izliyordum onları. Selim kıza bir tane vurup bayıltsa bu kadar uğraşmazdı. Hâlâ inatla bırakmıyor kız! Yahu katil edecek çocuğu, bak kızdaki azme bak. Selim neyse de erkenden diğer tarafa postalatacak beni. Aha kapı çalıyor. "Kim geldiyse hoş geldi," derken adam bir tane geçirdi Selim'e. Sen benim koruduğum adama mı vuruyorsun uyuz! Bunların bana ne kastı var ya? Daha göreve başlamadan beni görevden edecek olmaları beni çileden çıkartmıştı. Evden nasıl çıktım, nasıl kendimi sokağa attım bilmiyorum. Sağıma soluma bakınmadan büyük caddeyi geçip koşarak kendimi karşı apartmandan içeriye attım. Yedinci kata nasıl çıktım bilmiyorum. Kapıyı yumrukladım. Şimdi diyeceksiniz insan gibi zile bassan olmaz mıydı? Olmaz, bu sinirle daha azı kesmez beni. Maymun kılıklı şey kapıyı açtı. Bön bön bakıyor. Beyin de yok aptalda. Akıl, fikir, güzellik hiçbiri yok bunda. Yazık! İttim kızı, geçtim içeri. Selim tekrar yumruğu yedi-yiyecek. Karşısındaki adam da sarhoş, bu kafayla keser onu. Gittim Selim'e vuran ayıyı çektim elinden. "Ne oluyor, bu hatun kim?" gibisinden bana bakmaya başladı. “Ben şu yumrukladığın arkadaşın sevgilisiyim.” Görev icabı dedik bu kayıtlara geçmesin. Onlar bana boş boş bakarken rolüme tamamen bürüdüm. Baskın basanındır moduna geçip adamın elini bırakıp ellerimi belime dayadım. Gözlerimi kısıp kıskanç sevgili pozları takınarak yüksek sesle sorguya başladım. Eee sevgilisinin evine gelip de bu manzarayı gören kız sorgusuz sualsiz durmaz değil mi? "Ne oluyor burada?" diye çemkirdim. Çemkirmek ne kelime, carladım resmen. Kıskançlığın ayarını kaçırmıştım galiba. Adam şokta, Selim ayrı şokta. O maymunu boş verin, ne halt yerse yesin. Görevimiz tehlike derken, görevimiz tehlikeye girdi. Şu saatten sonra değil maymun, maymun sürüsü olsa etrafımda umurumda olmaz. Ben ciddi bir şekilde durmaya devam edince Selim'e vuran adam, sarhoş olduğunu ortaya koyan kaygan sesiyle konuşmaya başladı. Mavi gözleri sönük, saçları dağılmış ve durduğu yerde sallanırken zorlukla konuşuyordu. "Selim şerefsizi benim hatuna yavşadı," dedi. Söylediklerini duyunca içimdeki gülme isteği beni ele geçirmeye çalışsa da kendimi frenleyerek Selim'e döndüm. Kaşımı kaldırarak 'bu ne diyor?' bakışı attığımda ifadesiz bir şekilde yüzüme bakmaya devam edince açık konuşmaya karar verdim. Sözsüz iletişimde pek iyi değildi sanırım. "Öyle mi sevgilim?" diye sordum. Selim hâlâ bön bön yüzüme bakıyor. Sözel iletişimde de başarısız mı yoksa televizyon programlarına katılan ismini vermek istemeyen izleyici kadar gizemli mi çözemedim. Belki de şoktaydı. En son seçenek canımı sıkarak beynime akın etmeye başladı. Selim beni evden şutlayıp maymunla sokağa atacaktı. Sonuçta metni tek kişide bulunan bir tiyatronun, doğaçlama oyuncusuydu. Oyunu ne yönde ilerleteceği ona kalmıştı. Eski Brezilya dizilerindeki Latin bayanlar gibi inandırıcı bir kıskançlık sergilediğimi umarak kendi senaryoma uymaya devam ettim. "Selim cevap ver beni katil etme!" Benim bağırmama önce kaşını hafifçe çattıktan sonra, beyaz dişlerini ortaya çıkaracak şekilde hafifçe gülümsedi. Aramızda zaten çok fazla mesafe yoktu. Bir iki adımda dibime kadar sokulup elini belime yerleştirdiğinde güçlükle yutkundum. Koyu renk gözlerindeki o siyah ışıltı hoşuma gitmemişti. Beni kendine çekti. Yüzüme yaklaşıp konuşmaya başladığında ilk kez sesini duydum. Ses tonu gayet hoştu. Yani kötü değildi. "Ben öyle şey yapar mıyım?" deyip dudağıma yapıştı. Hırsız var millet! Namusum elden gidiyor, ilk öpücüğümü çaldılar! "Mal herif! Lan bu ne, bıraksana." Dudağımı ısırdı bir de. "Bu iki mal gitsin ben de sana koy gitsin yapacağım az bekle." İçimden saydırırken tepkisiz duruyordum. Beş dakikadır öpüyordu beni. Bu mallar da bir gideyim demiyor, izliyorlardı. En son başımı çektim zorla. Nefes nefese izleyicilere dönüp “gitsenize artık işimiz var!” dedim. Daha konuşmam biterken Selim bir daha yapıştı dudağıma. Dilini de ağzıma sokup iyice çekti kendine. Ama ben bunu gebertirim. Diğer tarafa dönüş biletim olduğunu bilsem de gebertirim. Hayvana bak. Yıllardır bu anı mı bekliyordun? Boş bakışlı mavi göz ve dört yüz dört sevgilisi sonunda tartışarak gitti. Onlar kapıdan çıkar çıkmaz kendimi hemen Selim'in kollarından çektim. Yüzünden uzaklaşıp kaldırdığım yumruğu direkt yüzüne gömdüm. Ben senin bildiğin maymunlardan değilim. Pisliğe bak, ayak üstü beni götürecekti. Zaten ilk öpücüğüm gitti, ikincisi de. Bir de namusum gidecekti elden. Kendimi birden çektiğim için şaşırdı. Baştan aşağıya bana bakmaya başladı. Atomlarıma ve DNA sarmalıma kadar baktı desem yeri var. Yani görebilse o kadar inceleyecekti. Rahatsız olduğumu belirten bir ses tonuyla "Tuz var mı sende?" dedim. Dediklerimi duymamış olabileceğini düşündüğüm için sesimi biraz daha yükseltip saçma bahanemi sundum önüne. "Evde tuz kalmamış, mısır da tuzsuz yenmiyor." dedim bu sefer. Açıklamam isteğimden de saçmaydı. "Tuz?" dedi robot gibi dudakları. Beni süzerken ne dediğinin farkında olduğunu pek sanmıyorum. "Ben karşıda oturuyorum da. Bu saatte açık market bulamayınca ışığı yanan tek ev olan sizinkine geldim. Kapı dışında seslerinizi duyunca da yardımcı olmak için rol yaptım. Kısaca ben tuz olmadan mısır yiyemem ve canım çok fena mısır çekiyor.” Guinness hazırlan bebeğim saçmalama rekoruna imzamı atmaya geliyorum. Ben hayatımda bu derece saçmalamamıştım, neyse kısmet öldükten sonrasınaymış. Kendine az buçuk geldiği gözlerinden ve artık vücudum değil de insan gibi yüzüme bakmasından belli olan Selim, yeni aklına gelmiş gibi birden sorunca birkaç saniye durakladım. "Yumruk, onu niye attın peki?" Cevabını biliyordu ama yine de soruyordu. Beni bu akşam fazlasıyla zorlamıştı. Keşke koruyucu melek yerine ölüm meleği falan olsaydım. Her gün, yavaş yavaş öldürürdüm bunu. Sonra ruhunu geri getirir bedenine sokar, sonra yeniden öldürürdüm. Işık topu gibi mi oluyor ruhlar acaba? Öyleyse ruhunu ilkokullardan birine bağışlar çocukların tek kale maçlarını keyifle izlerim. Gelen bir tekme, giden bir tekme... Hayaliyle bile rahatlamaya başlayınca hiç istemediğim kelimeler sarf etmiştim. "Bir de neden diye soruyor musun? Başka türlü bırakacak gibi durmuyordun. Hak ettin!" Sanki incelenmemiş yerim kalmış gibi incelemeye devam etti. Bu kez parselliyordu galiba? Yakında gen haritamı çıkartır. Anlamıyorum ne var bu kadar bakılacak. Ne bakıp duruyor bu derken eğilip üstüme başıma baktım. İç çamaşırım ortada, askımın biri kaymış koluma düşmüş, beyaz dantelli sutyenimin bir tarafı tamamen meydanda, bluzum yukarı toplanmış! Göbek de açık. Belimden dantelli beyaz iç çamaşırımın dantel kısmı da gözüküyor. Rezillik diz boyu. Hemen toparlandım. "Tuz var mı tuz?" dedim sinirle. Sırıtıp içeri gitti. Birkaç küçük tıkırtıdan başka bir şey duymadım o gittikten sonra. Fırsattan istifade edip gelene kadar yüzümü ellerimle yelleyip biraz olsun yanmasını geçirmeye çalıştım. Ayak seslerini duyduğum an ellerimi hızla yüzümden çekip arkama sakladım. Ne yaptığımı anlamayacaktı sanki böyle yapınca. Salaklığımdan utanıp yine kızarmaya başlayınca sıkıntıyla iç çektim. Bir iki saniye sonra bana doğru gelirken elinde bir kaya tuzu kutusu vardı. Yürürken o hain, gıcık gülümsemesine devam ediyordu. Hani bazı saçma sözler vardır, suskunluğun asilliği ile ilgili. Aslında böyle durumlarla alakalı değildir onlar. Bağıra çağıra dövmek istiyordum şu an Selim'i. Şiddet çözüm olamaz diyenlere inancımı kaybedeli çok oluyor. Bazı durumlara en kolay noktayı şiddet koyar bence. Şu an o yüzündeki pis gülümsemeyi anında noktalar, hatta ünlemler bile yumruğum. Düşündükçe daha bir deliriyorum. Şimdi ben bunu korurum kolay iş de beni bundan kim koruyacak? Yanıma daha fazla yaklaşmasına izin vermeden elindeki tuzu kapıp arkamdan eşek arısı sürüsü geliyor gibi hızla dairesinden çıkıp merdivenleri bir solukta indim. Evime geçtiğimde elimde hâlâ tuz kutusunu tuttuğumu fark edince hırsla fırlattım. Zavallı balıklarım. Akvaryuma çarpan kutuyla deli gibi yüzmeye başladılar. Balıklarıma kendimi affettirmek için bugün ikinci kez yem verdim. Biraz da fazla verdim galiba. Umarım şişip vakitsiz ölmezler. Sonra koruyucu balık olarak dünyaya gelirler falan maazallah. Düşünsenize beyazlı takım giymiş balıklar... “Abi biz kimi koruyorduk ya? Neyden koruyorduk, niye koruyorduk, abi biz kimiz?” Aklıma gelenlerle az da olsa sinirim yatışınca elime dürbünü alıp Selim'i izlemeye başladım. Şimdi bunu evde elektrik falan çarpsa, ne bileyim ayağı takılıp kafasını falan vursa nereden haberim olacak ki? İzlemeden bilemem değil mi? Tabii ki sırf bunun yüzünden izliyorum yoksa başka ne sebebim olabilir? Fesatlaşmayın! Selim, hızla tişörtünü çıkartıp yere attıktan hemen sonra pantolonunu da çıkartınca hemen dürbünü çektim gözümden. Yüzüm gördüklerimin etkisiyle yine benzin yemiş kömür gibi yanmaya başlamıştı. Sonra yavaşça ve korka korka dürbünü gözüme yaklaştırıp baktığımda derin bir nefes aldım. En azından altında şort gibi bir şey vardı. Yan odaya geçti. Zaten ışıkları kapatma, perdeyi çekme huyu yok adamın. Her yeri israf, her hareketi ziyan. Tutunduğu şeyi göremesem de barfiks çektiğini görebiliyordum. Ona kadar saydım sonrasında saymayı unuttum. Ya o nasıl vücut, baklavalara bak, kollara bak, abovv. Benim bununla işim var ya. Bunun yanında insan nasıl insan kalsın, hayvana bağlarım ben. Yüzü güzel anladım, hem yüz hem vücut neden böyle kibirli bir zat-ı muhteremde bir araya gelmiş onu anlamadım. Resmen geri dönüş biletimin baklavalarını izliyorum. Ben bir günde ne hale geldim? Yoksa cennetten ya da cehennem arasında karar vermek için beni bununla mı sınıyorlar? Yoldan çıkarsam kesin sıcak tarafa gideceğim. Elimle yüzüme birkaç kere vurup kendime gelmeye çalışırken korkuyla suç aletini yere attım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD