Odasında dört dönüyordu Yiğit. Kerim ise büyük bir sükûnetle birazdan çıkacak fırtınayı karşılamaya hazırlanıyordu.
"Nasıl söylemezsin?"
"Anlatmaya çalışırken susturdun beni".
"Yine de anlatacaktın".
"Nasıl? Sinirli olduğunda kimseyi dinlemezsin ki?"
" Her şeyi bilmek istiyorum".
"Bugün öğrendiklerin dışında pek bir şey yok".
"Yurt dışı?"
"O da benim yeni öğrendiğim bir şey. Oldukça kararlı görünüyor. Yalçın’ı ve Yeşim’i alırsa onları da götürebilir."
"Ben yaşadığım sürece yeğenlerim bu köşk dışında bir yere gitmeyecek. Ve sen o kızı buraya gelmeye burada yaşamaya mecbur edeceksin? "
“Kız senin ablasının katili olduğuna inanıyor farkında mısın?”
“Neye inandığı umurumda değil Kerim, Meyra Doğan burada yaşayacak”.
Kerim Yiğit’in yakıcı öfkesine defalarca maruz kalmıştı biliyordu peki bu kıza olan öfkesi neyin nesiydi. Normal şartlarda Yiğit Barut bu tarz bir baş kaldırışı Barut tarzında halleder arkasına bakmazdı. Bu kızın köşkte istemek bu eski köye yeni adet değil de neydi? Kadınlara olan yaklaşımını bilmese kızdan hoşlandığını düşünecekti. Yaklaşık 25 senedir beraberlerdi ve bu düşünce kırmızı kar yağışını beklemek kadar ironik geldi.
"Nasıl mecbur edeceğim, bildiğim kadarıyla kira borçlarını mobilyalarını satarak ödedi, herhangi bir kuruma ya da kişiye borcu yok evi var o kadar gururlu bir kız ki ne evlat edinen annesinden ne de patronundan yardım kabul etti".
Patron kelimesi daha da sinirlendirdi Yiğit’i.
"Patron?"
"Şu aşık çocuk."
"Esnaf Lokantacısı? Kaç tane adam var bu kızın etrafında?"
Kerim araya girdi. "Sinan ile olan ilişkisi kız açısından abi kardeş şeklinde Sinan’ın hislerinden habersiz."
" Peki Okul?"
"Orda ki durumdan emin değilim yeniden bakarım".
"Bak Kerim detay atlama ve ben onunla işimi bitip Yiğit Barut ‘ya meydan okumak nedir iyice belletene kadar köşkte kalması için bir yol bul. Gerekirse para teklif et, işinden et, evinden, okulundan umurumda değil. O kız buraya gelecek!"
Selam verip çıktı Kerim. Kafasında milyonlarca soru işareti ile çıktı. Kadim dostuna olanları anlamaya çalışarak çıktı.
Kerim gittikten sonra da sinirini atamadı Yiğit, önce ok takımını aldı sonra arka tarafta bulunan Seyislerin yanına gitti ve kendine bir at hazırlamalarını emretti. Seyis Osman Yiğit için gece kadar siyah ve alnının ortasında bütün bu siyahlığa meydan okurcasına beyaz bir sakarlığı bulunan atı hazırladı. At Yiğit’i görünce önce kişnedi sonra şaha kalktı, inip sağ ön ayağını sürttü. Yiğit yanına yaklaşınca sakinleşti ehlileşti ve kafasını uzatarak selamladı.
Seyis olanları şaşkınlıkla izliyordu "Yiğit Beyim normalde saf kan bir cins olmasına rağmen kimseye izin vermez size tepkisine çok şaşırdım."
"Adı ne?"
"Zifir."
Eğerlermiş Zifire uzun boyu sayesinde bir çırpıda çıktı. Koşum takımlarından tuttu ve mahmuzlayarak fırtına gibi çıktı. Arkalarından "Dikkatli olun" diyen seyisi duymadı bile.
15 dönümlük Barut konağını bir çırpıda geçti ve arkadaki Ormanlık araziye sürdü atını. O kadar sinirliydi ki ne kadar yol gittiğini bilmiyordu. Sonra çayırlık bir arazide durdu. Ok takımını çıkardı ve saatlerce karşısında güldükçe yüzü ay gibi parlayan Meyra Doğan’na ok attı. Saatlerce ok atmış olmalıydı. Belki yüzlerce binlerce kez attığı ok hedefi vursa da karşısında duran siluetin gülümsemesinde gram değişme olmadı. Önce Yalçın’a sonra Hocasına bakınca oluşan o aydınlanma. Yiğit’i görünce anında çözülüyor dağılıyor binlerce kristal parçasına dönüyordu. Ve ilk defa bu düşünce Yiğit Barut ‘un canını yakıyordu. Kendisine de öyle gülse baksa. İtilmiş çocukluğu sevilmemişliği iyileşir miydi acaba?
Sonra ok takımını yere attı olanca gücü ile bağırdı. Bağırışından ormandaki kuşlar havalandı, Zifir ürktü şaha kalktı. "Saçmalıyorum" dedi kendi kendine.
"Sadece rol yapıyor, o da bir kadın ve diğerlerinden hiçbir farkı yok. Bu kadar dik başlı olması dikkatimi çekti hepsi bu. Yoksa bu çelimsiz genç kız bana..."
Durdu düşünceleri o çelimsiz kızın mermer gibi beyaz tenine, parlayan saçlarına mis gibi kokusuna ve kendini her fırsatta aşağılayan dik bakışlarına kaydı. Yiğit Barut kabul etmek istemese hatta bunun için vücuduna dirense bile Meyra Doğan etkiliyordu onu. 38 yıllık hayatında ilk defa bir kadın Yiğit Barut ‘ya kafa tutuyor ve bunu yaparken zerre şekilde geri adım atmıyordu.
Üstelik yakın zamanda kaybettikleri Elif ve Abisi’ni kimin öldürdüğü hala ortaya çıkmamıştı. Elindeki bütün kaynakları kullanıyordu Yiğit. Evlerinin önünde kurşunlanacak kadar yaklaşmış olmalarına anlam veremiyordu. Bütün korumaları tek tek sorguya çekti yine de bir sonuca varamadı. İşin peşini bırakmaya niyeli değildi.
Zifire atlayıp köşke geri dönüşü sabahın ilk ışıklarına denk geldi. Hızlı adımlarla odasına çıktı ılık bir duş aldı o sıra Ercan sade kahve tepsisiyle içeri girdi selam verdi.
"Kahveniz".
Çıkacakken sordu "Yiğit evde durumlar nedir?"
"Her şey yolunda efendim. Hakan bey burada olmaktan çok mutlu kendine çiftliğin arka tarafında bir sera kurdu. Gülseren Hanım vakıf toplantısına katılacak. Anladığım kadarıyla Özlem Hanım bir süre ziyaretçimiz olacak toplantıdan sonra onu havalimanından alacaklar. Küçük Bey ile küçük hanım Beyza ile bahçede kahvaltı ediyorlar. Atiye birazdan kahvaltınızı hazırlar getiririm."
"Gerek yok” dedi “Bende Yeğenlerimin yanına ineceğim oraya hazırlayın".
"Peki efendim".
Kahvesini içerken hızlıca maillerini kontrol etti. Toplantı takvimine baktı. Dünkü gergin toplantıdan sonra açıkçası bugün herhangi bir işle ilgilenmek içinden gelmiyordu.
Yalçın bahçede koşarken Yiğit’in yanına geldi. Çok sıcakkanlı bir çocuk olmasına rağmen amcasına sarılmaktan her zaman çekiniyordu. Sadece "Günaydın Amçaa Nasılsın?" dedi.
"İyiyim aslan parçası sen nasılsın?"
"Teyzemi bekliyorum. Bugün geleceğine söz verdi."
Teyze lafı Barut ’un yüzünde gerilmeye neden oldu. Her geçen gün bu iki çocuk daha da bağlanıyordu. Tıpkı kendi gibi ve buna bir çözüm bulmalıydı.
"Bak aslan parçası Teyzen her zaman gelemeyebilir ve bizimle her an beraber olamayabilir." Daha cümle tamamlanmadan Yalçın’ın yüzü düştü.
"Neden?"
"Çünkü Teyzenin başka bir hayatı var hem belki başka ülkede yaşamak ister" bu cümleler Yalçın’u daha da üzüyordu. Yiğit daha fazla devam edemedi.
"Üzülme aslan parçası ben hep seninle olacağım".
Bu arada bahçe kapısından giren Meyra konuşmaların üzerine gelmişti ki "Canımın içi amcan sana şaka yapıyor ben de her zaman seninle olacağım. Sen hiç merak etme ayrılmayacağız" dedi.
Yiğit için ayrılmamak kelimesi. Sonra Yiğit’a yine o bilindik o diklenen bakışlarından birini attı. Bu ne cüret ne sanıyordu ki Yalçın’la bir hayatı olacağını mı?
Tam cevap verecekti ki Ercan girdi araya. "Yiğit Bey kahvaltınız hazır."
"Yalnız mı olacak hanımefendi de size eşlik edecek mi?"
İkisi birden Meyra’e döndü Meyra "Kahvaltı etmeyeceğim teşekkür ederim ancak Yiğit Bey ile konuşmak istediğim bazı durumlar var" dedi. Yalçın’a döndü
"Sen şimdilik burada oyna ben amcanla konuşup geliyorum". Sonra Yiğit’e baktı.
"Dün konuşacakların vardı benimde sana söyleyeceklerim var ne tarafa gidiyoruz?" Bu pervasızlık bu özgüven Allah’ım delirmemek elde değil diye düşündü Yiğit.
Yine de sakin kalmaya Meyra Doğan’nı görmezden gelerek incitmeye karar verdi. Yol gösterdi. Sonra kahvaltı sofrasına oturdu Meyra’yı da buyur etti ancak Meyra oturmadı.
"Sen mi başlarsın ben mi?"
"Başla dinliyorum". Ses keskin ve otoriterdi.
"Yeğenlerimi haftada bir iki gün almak istiyorum."
Daha çayını ağzına götüremeden atmıştı golü Meyra. Anlaşılan kahvaltıyı burnundan getirmeye niyetliydi.
"Söz konusu bile değil."
"Onlarla vakit geçirmek hakkım."
"O zaman gel burada geçir vaktini".
"Her an gelemiyorum. Çalışıyorum ve yapmam gereken şeyler var."
Cümle Yiğit’in dikkatini çekti.
"Ne tür şeyler?"
"Seni ilgilendiren şeyler değil".
"Yeğenlerinden daha önemli olduğuna göre sen onlarla ilgilen bizi de rahat bırak".
"Siz mi? Yanlış cümle Yiğit Barut sizinle bir işim yok yeğenlerim için buradayım ve onu rahat bırakmak gibi bir derdim yok".
İçinde kaynayan volkanın yükseldiğini hissedebiliyordu Yiğit.
"Onlar buradan dışarı çıkmayacak görmek istersen gelirsin yoksa görmezsin".
"Beni Sosyal Hizmetlere gitmek zorunda bırakma".
Gülümsedi Yiğit. "Git tabi part time çalışılan bir iş, gelecek garantisi yok, eş yok, maddi durum yeterli değil, üstelik yurt dışında yaşama planları yapan bir Teyzeye mi yoksa önüne dünyaları serecek bir amcaya mı tav olurlar sen düşün".
"Sen hakkımda bu kadar çok şeyi nerden biliyorsun? Beni mi araştırdın".
"Elbette araştırdım. Yeğenlerimin teyzesinin ne mal olduğunu bilmem gerekiyordu".
Daha cümle bitmeden yüzünde patlayan tokatın acısı ile sağ gözü sulandı Yiğit Barut’un.
"Bu ne cüret" diye gürledi Yiğit.
Ancak Meyra ondan daha baskın bir şekilde çıktı karşısına.
"Söylesene Barut bu ne cüret? Sen kimsin ki benim ne mal olduğumun peşine düşüyorsun? Hangi sıfatla yeğenlerimi görmek için yaptığım girişimleri kadınlığıma hayatıma ve yaşam tarzıma bağlıyorsun."
Meyra konuşmasını tamamlayamadan Yiğit fırladı ayağa iki kolundan tuttuğu gibi masanın üzerine kahvaltılıkların olmadığı bölüme yatırdı. Sonra üzerine eğildi. O kadar hiddetliydi ki vücudunda bütün kasları gerilmiş adaleleri çelik gibi bir hal almıştı. Ama Meyra en büyük gerginliği uyluklarının üzerine denk gelen Barut ‘nın iki bacağı arasındaki sertliğinde hissediyordu. Tanımlamak için bir kelime sorsalar eski savaş toplarına konan gülleler diye tarif ederdi. Masa ile Barut ‘nın arasında sıkışıp kalmış olması bir yana bu !1.90lık dev cüsseli adamın bütün hiddetinin toplandığı yer olan sertliği uyluk kemiğinde hem canını yakıyordu hem de anahtar kilit gibi oturmuştu. Manzara yeterince sinir bozucu olsa da kurtulamıyordu Meyra. Her çabası Yiğit’ın direnen kızı daha sıkı bastırırken göğsünden saçlarından yayılan o erkeksi koku ile saçma sapan bir hal alıyordu.
"Kalk üstümden sana diyorum kalk üstümden."
Yiğit oralı olmadı aksine sertliğini 38 yıldır yuvasız kalmış birinin evine kavuşması gibi daha da bastırdı kıza.
"Bana bak dedi. Haddini aşıyorsun ve inan bana bunu sana çok ağır ödeteceğim".
Olan bitenin odasının penceresinden izleyen Gülseren dişleriyle dudağını ısırdığını ağzına gelen kan tadı ile fark etti. Yiğit Barut. Sözde kayın biraderi ancak içinde her zaman sahip olmak arzusuyla yanıp tutuştuğu adam. Başka bir kadını altına almıştı. Hissediyordu Gülseren, Yiğit’i iyi tanırdı kadınlardan nefret eden bir adamı bu hale saf arzu getirirdi. Ve Meyra Barut Yiğit için saf arzunun vücut bulmuş haliydi. Yılanın başını ezmese Yiğit’e sahip olma hayalleri tamamen yok olmak üzereydi.