Gökyüzü, Tayland’ın nemli havası ve akşam esintisinin tatlı okşayışlarıyla karanlığa karışırken otelin geniş toplantı salonunun camlarından dışarı baktığımda, tropikal adanın manzarası beni adeta büyülemişti. Ama içeride bambaşka bir atmosfer vardı. Masanın başında oturmuş, önümdeki belgeleri toparlayan asistanıma bakarken odayı dolduran gergin sessizlik nihayet bozuldu.
“Congratulations, Mr. Hunt” dedi Japon iş adamı, hafifçe eğilerek. “We are thrilled to move forward with this partnership.” (Tebrikler, Bay Hunt. Bu ortaklıkla ilerleyecek olmaktan dolayı çok heyecanlıyız.)
Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. Yorgundum, ama işimi tamamlamış olmanın verdiği tatminle sırtımda taşıdığım patronluğun vermiş olduğu iş yükünden birini daha atmış gibiydim. İş dünyasında ayakta kalabilmek için kazandığım her zafer, benim başarma azmimin bir kanıtıydı.
“Thank you, Mr. Nakamura,” (Teşekkür ederim, Bay Nakamura.) dedim, tokalaşmak için elimi uzatarak. El sıkışmamız, yalnızca bir anlaşmayı değil benim için.
Hayatım boyunca, bir şeyleri inşa etmek için yıkıntılar arasından çıkmam gerekmişti. Neural Path, yalnızca bir şirket değil, benim hikâyemdi. Çocukluğumun parçalarını toplayarak yarattığım bir şeydi. İnsanların güvenlik ve gizlilik içinde yaşayabilmesi için teknolojinin gücünü kullanarak kurduğum bir kalkan, benim için bir varoluş sebebiydi.
Dünya hızla değişiyordu. Veri, modern çağın en değerli varlığı haline gelmişti ve insanlar farkına varmadan her gün kişisel hayatlarını teknolojiye emanet ediyorlardı. Banka hesapları, sağlık kayıtları, hatta basit bir mesajlaşma bile artık dijital birer izdi. Herkes bu izleri takip edebilir, herkes bu izleri kullanabilirdi. Bu benim en büyük korkum olmuştu. İnsanların mahremiyetini koruyamamak, onları kendi verilerinin kurbanı haline getirmek… İşte Neural Path’i kurmamın sebebi buydu.
Neural Path, yapay zeka ile veri gizliliğini birleştiren bir güvenlik duvarı yaratıyordu. Sistemin merkezinde, bizim “Sentinel Core” dediğimiz bir yapay zeka modülü yer alıyordu. Bu modül, veri akışını gerçek zamanlı analiz ederek tehditleri önceden tespit eder, bloklar ve sistemin öğrenme kapasitesi sayesinde her geçen gün daha akıllı hale gelirdi. Diğer güvenlik çözümlerinin aksine, Sentinel Core yalnızca dış tehditlere odaklanmaz, aynı zamanda içeriden gelen potansiyel tehlikeleri de izlerdi. Çünkü her büyük saldırı, bir içeriden sızma hikayesiyle başlardı.
Şirketin vizyonu, yalnızca güvenliği artırmak değil, aynı zamanda veri gizliliğini bir insan hakkı haline getirmekti. Neural Path, kullanıcı verilerini asla toplamaz ya da saklamazdı. Aksine, her kullanıcı kendi verisinin tek sahibi olarak kalırdı. Sentinel Core’un temel gücü burada yatıyordu: Kullanıcıların mahremiyetini korurken, onları korumak için gereken bilgilere asla dokunmamak.
Şirketi kurduğumda, ilk ofisimiz 20 metrekarelik bir bodrum katındaydı. Üç kişilik bir ekibimiz vardı: Ben, yazılım mühendisimiz Alex ve veri analistimiz Clara. Her biri kendi alanında parlak ama henüz keşfedilmemiş dahilerdi. Neural Path’in ilk satırlarını yazarken, elimizde yalnızca vizyonumuz ve sınırlı bir bütçe vardı. Ancak teknoloji dünyasında hızla yükselmemizi sağlayan şey, yaptığımız işin benzersizliğiydi. Veri güvenliğini insana geri vermek… Bu fikir, teknoloji devlerinin bile göz ardı ettiği bir konuydu.
Neural Path’in ilk prototipi, bir yıl süren uykusuz gecelerin ürünüydü. Sentinel Core’un ilk testlerini yaptığımızda, ortaya çıkan sonuçlar hepimizi hayrete düşürmüştü. Yalnızca tehditleri tanımlamakla kalmıyor, aynı zamanda verilerin nasıl daha güvenli bir şekilde akması gerektiğine dair çözümler de sunuyordu. İlk büyük müşterimiz, uluslararası bir banka olmuştu. O gün, onların sistemine entegre olduğumuzda, dünyanın en büyük finansal kuruluşlarından biri bile bir anda daha güvenli hale gelmişti.
Bugün Neural Path, 40’tan fazla ülkede faaliyet gösteriyordu. Bankalardan hastanelere, devlet kurumlarından bireysel kullanıcılara kadar uzanan bir müşteri ağına sahiptik. Ancak bu başarıyı elde etmek, sadece bir başlangıçtı. Her geçen gün siber tehditler daha karmaşık hale geliyor ve bu tehditlere karşı daha güçlü olmak zorundaydık. Teknolojimiz, yalnızca saldırıları engellemekle kalmamalı, aynı zamanda kullanıcıların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamalıydı.
Neural Path’in yapay zeka teknolojisi, yalnızca koruma sağlamak için değil, aynı zamanda toplumu bilinçlendirmek için de kullanılıyordu. Şirket içinde, her birimiz “dijital vatandaşlık” dediğimiz bir sorumluluğa sahiptik. İnsanların verilerini koruyabilmesi için önce onların bu verilerin değerini anlamaları gerekiyordu. Bu yüzden, dünya çapında eğitim programları düzenliyor, bireylerin ve şirketlerin siber güvenlik konusunda bilinçlenmesine katkı sağlıyorduk.
Ama itiraf etmeliyim ki bu başarılar her zaman bir bedelle gelmişti. Neural Path’i kurduğum günden beri, kişisel hayatımdan vazgeçmek zorunda kalmıştım. Şirket büyürken, ilişkilerim zayıflamış, güven sorunlarım derinleşmişti. İnsanlara güvenmek, teknolojiye güvenmek kadar kolay değildi. Belki de bu yüzden, Neural Path benim için sadece bir iş değil, bir kurtuluştu. İnsanların güvenliğini sağlarken, kendi ruhsal güvenliğimi de inşa etmeye çalışıyordum.
Neural Path’in vizyonu, teknolojiyi bir tehdit değil, bir koruma aracı haline getirmekti. Dünya hızla değişiyor ve bu değişimde güvenlik her zamankinden daha önemli hale geliyordu. Benim görevim, bu güvenliği sağlamak ve teknolojinin insanlar için bir umut ışığı olmasını sağlamaktı.
Neural Path, yalnızca bir şirket değil, benim savaşım ve mirasımdı. Bu miras, bir gün beni aşacak olsa bile, insanların verilerini ve mahremiyetlerini koruma amacı hep devam edecekti. Çünkü benim için teknoloji sadece bir araç değil, insanların daha özgür bir dünyada yaşayabilmeleri için bir fırsattı.
Toplantıdan çıktıktan sonra otelin koridorlarında yürürken, asistanım Carter yanımda belirdi. Elinde sıkıca tuttuğu tabletle nefes nefese bana yetişmeye çalışıyordu. “Sir, everything went smoothly. The contracts are ready for signing back in New York. Shall I prepare the details for your return?” (Efendim, her şey sorunsuz ilerledi. Sözleşmeler New York’ta imzalanmaya hazır. Dönüşünüz için detayları hazırlayayım mı?) diye sordu.
Başımı sallayarak, “Later, Carter. For now, I need some fresh air.” (Sonra, Carter. Şimdilik biraz temiz havaya ihtiyacım var.) dedim. Carter, bir şey söylemek ister gibi duraksadı ama sonunda sustu. Onun alışık olduğu bir durumdu bu. Benim sessizliğe çekilmem, genelde yoğun geçen bir iş gününden sonra kendimi toparlama yöntemimdi.
Otelden dışarı adım attığımda, tropikal hava tenime yapıştı. Derin bir nefes aldım. İçimde garip bir ağırlık vardı, sanki hava göğsümde sıkışmıştı. Bu his uzun zamandır benimleydi. Belki çocukluktan kalma bir boşluk, belki de hayatımı inşa ederken ödediğim bedellerin yükü.
Kaldırıma çıktım, gözlerim hafifçe yere odaklanmıştı. Düşüncelerim, çocukluğuma gidip geliyordu. Annem ve babamın boşanması, hayatımın en belirgin kırılma noktalarından biriydi. Annemin gidişi, geride bıraktığı üç kişilik bir yıkım hayatımda derin izler bırakmıştı. Ben, babam ve kızkardeşim… Babamın sessizce çöküşünü, kızkardeşimin içine kapanmasını izlemek, beni daha da hırslı biri yapmıştı. Onların yapamadığını yapmak, geçmişteki hayal kırıklıklarını onarmak için yıllarca çabaladım.
Bir teknoloji devi yaratmak, 18 yaşında bir genç olarak en büyük hayalimdi. Neural Path, yalnızca bir iş değil, benim kişisel tutkumdu. Ama bu kurtuluşun bedeli ağır olmuştu; yalnızlık, güven sorunları, hiç bitmeyen bir tatminsizlik. Bugün, iş dünyasında en iyilerden biri olsam da, içimdeki o boşluğu hiçbir şey dolduramamıştı.
Düşüncelerimin ağırlığında yürürken, ani bir fren sesiyle sarsıldım. Ses, içgüdüsel olarak kafamı kaldırmama neden oldu. Ama çok geçti. Hızla gelen bir araba, kaldırımda durduğumu fark etsede bana doğru geliyordu.
Gözlerim, arabanın farlarının parlak ışığına kilitlendi. Zamanda bir boşluk oluşmuş gibiydi, her şey yavaşlamıştı. Araba bana çarptığında, sert bir darbe hissi tüm bedenimi sardı. Geriye doğru savruldum, sonra betonun soğuk yüzeyine çarptım. Nefesim kesildi.
Bir an için, gözlerim karardı. Sesler boğuk bir hale geldi, ama sonra… anılar. Çocukluğumun hayal kırıklıkları, kurduğum hayaller ve gerçekleştirmek için döktüğüm ter bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Babamın elindeki gazeteyi hışımla masaya fırlatışı, annemin kapıyı çarparak evi terk edişi… İlk bilgisayarımı biriktirdiğim harçlıklarla aldığım günü hatırladım. Ve Neural Path’ın ilk kodlarını yazarken sabahladığım o geceleri…
Şimdi, yerde yatarken, her şeyin ne kadar anlamlı ya da anlamsız olduğunu sorguluyordum. Birkaç saniye boyunca, belki de son nefesimi alacağımı düşündüm. İnsan hayatta kalmaya çalışırken, neyin gerçekten önemli olduğunu ancak o zaman anlıyordu.
Fakat bir ses, beni karanlıktan çekip aldı. “He’s not breathing!” (Nefes almıyor!) diyordu biri, ama kimin olduğunu seçemiyordum. Ardından, göğsümde güçlü baskılar hissettim. Biri kalp masajı yapıyordu. Her bir baskıyla, bedenimdeki yaşam kıvılcımı tekrar alevleniyordu.
Bir süre sonra, göğsümde hafif bir yanma hissettim. Nefesim geri gelmişti. Zorla açtığım gözlerimde, silik bir yüz belirdi. Bir kadın… Koyu renk saçları, yüzündeki kararlılık ve gözlerindeki hüzün, sanki beni tanıyormuş gibi bir sıcaklık hissettirdi. Kim olduğunu bilmiyordum, ama ona bir yaşam borçlu olduğumu biliyordum.
“Can you hear me?” (Beni duyabiliyor musun?) dedi, sesi boğuk ama kararlıydı. Cevap vermek istedim, ama sadece zayıf bir nefes verebildim. Gözlerim yeniden kapanırken, tek hatırladığım onun gözleriydi. Beni kurtaran bir yabancı. Bu yüz, zihnime kazındı. Kader, bu anı neden yazmıştı?
Gözlerim kapanırken, yeniden o sessiz karanlığa daldım. Ama artık biliyordum, bu karanlıkta yalnız değildim. Beni buraya getiren yol, belki de beni yeni bir hikâyenin başlangıcına götürecekti.