Gözlerimi açtığımda gün ışımamıştı daha. Sokak lambalarının ışığı odama dolarken, beynimin içinde adeta savaş tamtamları çalıyordu sanki. Ağrı, derinlerden gelen bir dalga gibi tüm başımı sarmıştı. Göz kapaklarımı aralamak bile acı veriyordu. Yatağımda doğrulmaya çalıştım, ama her hareketim, beynime saplanan bir bıçak darbesi gibi hissettiriyordu. Yastığa geri düştüm, elim istemsizce şakaklarıma gitti. Tüm bedenim bu ağrıya teslim olmuştu. Yastığımın üzerine başımı geri bırakırken gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. Bu lanet olasıca ağrı, nefesimi kesiyor, ağrıdan başka bir şeye odaklanmamı engelliyordu.
Saat kaçtı bilmiyorum, ama alarmımı kurduğum vakitten önce uyandığıma emindim. Gözlerimi açmaya cesaret ederek başucumdaki saate baktım. 05:15. Alarmın çalmasına daha bir buçuk saat vardı. Ama bu ağrıyla bir dakika daha yatakta kalmam mümkün değildi. Sanki kafatasımın içi sıkışmış, beynim patlamak üzereydi.
Zor bele ayağa kalktım, ama dengemi bulmakta zorlanıyordum. Bir elimle duvara yaslanarak banyoya yöneldim. Bu ağrıların ne anlama geldiğini biliyordum. Doktorum, daha önce yaşadığım baş ağrılarının artarak sıklaşacağını söylemişti: "Tümör, frontal lobda olduğu için bu tür ağrılar sıklaşabilir. Sana yazacağım ilaçlarla bunu hafifletebiliriz."
Doktorun bana yazdığı ağrı kesicilerin olduğu kutuyu banyo dolabına koymuştum. Banyoya girip dolabı açtığımda susuz kalmış bir bedevi gibi kutuya uzandım. Kutuyu elime alıp içindeki ilaç filminin birini avucuma döktüm. Bu, sadece birkaç saatliğine de olsa, beni bu cehennemden kurtaracaktı.
İlacı su olmadan yutamayacağım için musluğu açıp avucuma aldığın bir miktar suyu içtiğimde dizlerim beni daha fazla taşıyamamıştı ve tezgaha tutunarak diz çökmüştüm. Sırtımı banyo tezgahına dayayarak dizlerimi kendime çekerek ağrının geçmesini bekledim.Geriye yaslanıp derin bir nefes aldım.
Başım ellerimin arasına aldığımda zeminin soğukluğu iliklerime kadar işliyordu. Dizlerimi karnıma çekip, başımı dizlerime dayadım. Bir ana önce bu ağrının geçmesi için dua ederken zaman geçmek bilmiyordu. Sadece nefes alışlarımı ve başımın içindeki zonklayan acının ritmini duyuyordum.
"Bu da geçecek..." diye fısıldadım. Sesim, boğuk bir yankı gibi banyo duvarlarında kayboldu. Halbuki geçmeyeceğini biliyordum. Yaşama tutunmak için kendime yalan söylemekten başka çarem yoktu.
Kendi kendime sarıldım, titreyen ellerime engel olmaya çalışarak. Düşüncelerim bir girdap gibi dönüp duruyordu. Hayatım boyunca güçlü olmaya çalışmıştım. Ama şimdi… şimdi bu ağrı beni dizlerimin üzerine çökmeye zorluyordu. Bunun benim savaşımdaki ilk meydan olduğunu hissediyordum. Bu savaş meydanda kim galip çıkacak meçhuldü.
Bir süre sonra ilaçlar etkisini göstermeye başladı. Başımın içindeki savaş hafif bir uğultuya dönüşürken yavaşça tezgaha tutunarak yerimden kalktım. Suyu açıp yüzümü yıkadım. Aynada kendi yansımamı gördüğümde bir an için duraksadım. Yorgun ama kararlı gözler bana bakıyordu. Bugün yapmam gereken şeyler vardı ve ben kendimi toparlamam gerekiyordu.
Saat 10:00 sularında kapı zili çaldı. Emlakçı gelmişti. Kapıyı açtığımda, adamın yüzünde profesyonel bir tebessüm belirdi.
"Merhaba, Defne Hanım!" dedi. "Müsaitseniz evin fotoğraflarını çekmem gerekiyor."
Emlakçıyı onaylayıp eve aldım. Eve girer girmez hızlıca bir göz attıktan sonra fotoğraf makinesini çıkardı. Emlakçı bir yandan evin iyi durumda olup çabuk satılacağını söylerken bir yandan işini yapıyordu.
Adamın her odada dikkatlice fotoğraf çekmesini izlerken, zihnim eski anılarla doldu. Salondaki kanepeye baktığımda, annemin elindeki örgü şişleriyle oturduğu günü hatırladım. Mutfaktaki eski sandalyeler, babamın sabah kahvesini içerken okuduğu gazeteyi aklıma getirdi. Bu ev, bir zamanlar mutluluk ve sevgi doluydu. Ama şimdi, sadece koca bir sessizlik vardı.
Emlakçı işini bitirip kapıdan çıkarken, "Bir hafta içinde dönüş yapacağım." dedi. "Bu süre zarfında herhangi bir değişiklik olursa lütfen bana haber verin."
Kapıyı kapattım ve arkamı yasladım. Emlakçı gittikten sonra odama geçip hızlıca üstümü değiştirdim. Bugün, kendimi şımartma günümdü. Rezervasyon yaptırdığım güzellik merkezine gitmek için taksi çağırdım. Hava hala soğuktu ama bu soğuk, içimdeki küçük heyecanı bastıramıyordu. Bugün uzun zamandır ilk kez kendim için bir şey yapacaktım.
Güzellik merkezine adım attığımda, yumuşak müzik ve lavanta kokusu beni karşıladı. Resepsiyondaki genç kadın, gülümseyerek beni karşıladı ve oturmamı işaret etti. Yaklaşık on dakika sonra, bir görevli beni spa bölümüne götürdü. Yüz maskesi, masaj ve cilt bakımı gibi işlemler yapılırken, zihnimi boşaltmaya çalıştım.
Gözlerim kapalıyken düşüncelerim beni rahat bırakmıyordu. "Tüm bunları boşuna mı yapıyorum?" diye sordum kendime. Sonuçta ölüyordum. Tüm bunlara gerek var mıydı. Ama aynı zamanda içimden başka bir ses, "Hayır, hayattan zevk almak senin hakkın." diyordu. Hayatım boyunca kendime dönüp ne istediğimi sorma fırsatım hiç olmamışken ilk defa içimden geldiği gibi hareket ediyordum ve bundan da oldukça memnundum.
Bakım bittiğinde aynadaki yansımam daha sağlıklı görünüyordu. Yanaklarımdaki solgunluk biraz olsun gitmiş yerine daha canlı bir pembelik gelmişti. Bu küçük değişiklik bile bana küçük bir zafer gibi gelmişti.
Bakım sonrası kendimi mağazaların arasında dolaşırken buldum. Göz alıcı vitrinlerin önünde durup kıyafetlere baktım. Bir mağazaya girdim ve rengarenk elbiselerin arasında dolaşmaya başladım. Satış görevlisi yanıma yaklaşıp, "Size yardımcı olabilir miyim?" diye sorduğunda, gülümseyerek "Elbette! Lütfen bana yakışacağını düşündüğünüz kıyafetler getirebilir misiniz?" dedim.
Getirdiği birkaç kıyafet seçip deneme kabinine girdim. Kabindeki aynada yansıyan kadın, kendine farklı bir hikâye yazmaya çalışan birini andırıyordu. Siyah bir elbise giydiğimde, kendimi ilk kez gerçekten güzel hissettim. Dizlerime kadar uzana kıyafet bedenimi ikinci bir deri gibi sararken kare yakası dolgun göğüslerimi daha da ortaya çıkarıyordu. Baldırımda biten yırtmaç beni oldukça çekici hissettirmişti. Bu beni oldukça sevmiştim.
Kendimi şımartmaya devam ettim. Birkaç elbise, birkaç çift ayakkabı ve hatta uzun zamandır almak istediğim bir çanta... Tüm bunları alırken içimde bir gram suçluluk duygusu yoktu. Bunca zaman biriktirdiğim paraların kullanılma zamanı gelmişti.
Son durak olarak bir kuaföre gittim. Saçlarımın uzayan, cansız dalgalarına baktığımda, bir değişiklik yapma ihtiyacını hissettim. Kuaför bana ne istediğimi sorduğunda aslında bende ne istediğimi bilmiyordum. Tek bir şey hariç... saçlarımın rengine dokunulmasını istemiyordum. Koyu kestane saçlarım annemden bana yadigarı. Saçlarım dışında kendimi kuaförün ellerine teslim etmiştim.
Saçlarım omuzlarıma kadar kesildiğinde ve saç bakımı yapıldığında, aynadaki yansımada fırkalı bir kadın görür gibi olmuştum. Saç insanı çok değiştiriyordu demek. Birde işin içine makyaj girdiğinde bambaşka birine dönüştüğümü hissettim. Kuaföre teşekkür edip oradan ayrıldığımda evin yolunu tuttum.
Eve döndüğümde alışveriş poşetlerimi masanın üzerine koydum. Gün boyunca oradan oraya koşturmanın vermiş olduğu yorgunluk, şimdi yerini hafif bir huzura bırakmıştı.
Mutfağa geçip çay demlemeye başladım. Hazır olduğunu anladığımda gün boyu dışarıda gezmekten üşüyen bedenimi bu şekilde ısıtacağımı düşünerek bir bardak çay alıp masaya oturdum. Defterimi açtım ve listemin sonuna yazdığım "Kendi bedenine iyi davran." maddesinin yanına bir tik attım. Uzun uzun bu sayfaya bakarken gözlerim dolmaya başlamıştı. Kendim için yaptığım ufak bir şey bile gözlerimden birkaç damla yaş süzülmesine neden olmuştu. Kırmızı kapaklı defterimde yazdığım son arzularımdan birini bile gerçekleştirmek içime tarifsiz bir mutluluğun yayılmasını sağlamıştı.