Koridorların soğuk beyaz ışıkları, beni adeta kuşatmış gibiydi. Ellerimde eşyalarımı taşıdığım kutuyla hemşireler odasından ayrılıp çıkışa doğru yürürken, 4 koca yıl boyunca bu duvarların içinde yaşadığım her anın gölgesi peşimden geliyordu. Her adımımda ayak seslerim koridorlarda yankılanıyordu.
Tam merdivenlerin başına yaklaştığımda, aniden önümde beliren iki siluet beni durdurdu. Karşımda, yıllardır huzurumu kaçıran iki hemşire, Selin ve Tuğba, ellerini kollarını göğüslerinde birleştirerek dikiliyordu. Selin uzun boylu, ince yapılı ve sürekli gösterişli bir makyajla dolaşırdı. Saçlarını koyu kestane tonunda boyamış, kabarık bir şekilde tepeden toplamıştı. Her zaman kendini ön planda tutmayı severdi, özellikle de doktor Yiğit’in olduğu ortamlarda. Hep dar ve vücut hatlarını belirginleştirecek kıyafetler tercih ederdi. Bu da onun ilgi çekme çabalarını açıkça ortaya koyuyordu.
Tuğba se daha kısa boylu ve biraz tombuldu. Yüzü yuvarlaktı ve genellikle makyajsızdı, ama Selin'nin bir adım gerisinden hiç ayrılmazdı. Daha çok Selin'nin destekçisi gibi hareket ederdi, sanki bir gölgeydi. Selin'nin söylediklerine harfi harfine uyar, onun dikkat çekme çabalarına hep katkıda bulunurdu.
Beni gördüklerinde Selin'nin yüzünde küçümseyen bir gülümseme belirdi. "Bak sen!" dedi alaycı bir sesle. "Defne Hanım eşyalarını toplamış. Yoksa nihayet buradan kovdurmayı başarabildin mi?"
Tuğba hemen araya girdi, hafif bir kahkaha atarak, "Gerçekten, Defne! Bunca zamandır bu hastanede nasıl tutundun, hâlâ anlayabilmiş değilim." dedi benden tiksindiğini göstermek için yüzünü buruşturarak.
İçimde hafif bir öfke yükseldi, ama kendimi sakin tutmaya çalıştım. Zaten son günümdeydim, böyle insanlar için kendimi yormanın bir anlamı yoktu. "Evet, gidiyorum ama kovularak değil istifa ederek." dedim sakin bir sesle. "Sizin gibi insanlardan uzaklaşmak bana çok iyi gelecek. Bak şimdiden iyi hissetmeye başladım bile." dedim yüzümde alaycı bir tebessümle.
Selin bir adım ileri çıktı, o alışılmış alaycı ifadesiyle. "Ah, Öyle mi? Sonunda Yiğit’te senden kurtulacak neyse ki. O zaman belki de artık ona gerçekten layık biriyle zaman geçirebilir." Gözleri kısılmış, bakışlarında kıskançlık açıkça belli oluyordu.
Bu sözler, sabrımı taşıran son damla oldu. Kutuyu yere koyup tam karşılarında durdum. "Selin, yıllardır buradasın ama hâlâ anlamadığın bir şey var biliyor musun?" dedim. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi Selin’in üzerine dikerek bir adım daha yaklaştım. Soğukkanlı bir sesle. "Senin gibi biri, ancak başkalarının hayatlarını küçümsemeye çalışarak kendi değersizliğini örtbas edebilir. Ama inan bana, senin bu çabaların benim umurumda bile değil. Yiğit seninle ilgilenmiyor diye beni suçlaman da acınası. Belki sorun bende değil, senin varoluşundadır haaa ne dersin?"
Tuğba şaşkınlıkla Selin’e baktı, sonra tekrar bana döndü. Selin’in gözleri kısılmıştı, ama bir şey söyleyemedi. Sözlerim, onun içindeki bir yere dokunmuştu belli ki. Bir süre sessizce bana baktılar. Ardından başımı dik tutarak kutumu yerden aldım. "Ve sizden bir ricam var," diye ekledim. "Kendi hayatlarınızla ilgilenin artık. Çünkü benimkinde size yer yok."
Tam dönüp uzaklaşırken, koridorun sonunda hızlı adımlarla gelen biri dikkatimi çekti. Uzun boyu ve dağınık koyu kahverengi saçlarıyla Yiğit, aceleyle bana doğru yürüyordu. Siyah cerrah forması, üzerine tam oturmuş, koyu gözleri her zamanki ciddiyetle parlıyordu. Yanakları hafifçe kızarmış, nefes nefeseydi. Sanki uzun zamandır beni arıyormuş gibi bir hali vardı.
"Defne!" diye seslendi, sesi kararlı ama bir o kadar da endişeliydi. Ona dönüp baktım. Selin ve Tuğba, onun gelişine şaşkınlıkla geri çekildiler. Selin’in gözlerindeki hayal kırıklığı barizdi ama onunla uğraşacak vaktim yoktu.
Yiğit yanıma geldiğinde, gözlerinde bir telaş vardı. "Beni görmeden mi gidiyorsun? Hastalığını duydum… Ayten Hanım söyledi. Ben hemen doktor arkadaşlarıma haber vereceğim. Elbette bir çözüm buluruz. İyileşmen için elimden ne gerekiyorsa yapacağım.” dedi gözlerinde beliren acıyla.
Bir an sustum. Gözlerim onun gözlerinde asılı kaldı. İfadesi, kalbimde bir yerlere dokunuyordu ama ben çoktan kararımı vermiştim. Bu yolculuğa yalnız çıkmam gerektiğini biliyordum. Derin bir nefes alıp cevap verdim. "Evet, doğru. Hastayım. Ve bu yüzden buradan ayrılıyorum. Ve herhangi bir tedavi de olmayacağım. Ağrı kesici ilaçlarımı kullanmaktan başka bir şey kullanmayacağıma karar verdim "
Yiğit bir adım daha yaklaştı. "Ama neden? Defne, birlikte bir çözüm bulabiliriz. Yalnız olmak zorunda değilsin. Sana destek olabilirim."
Kaşlarımı çattım. Gözlerim, onun içtenlikle bakan yüzüne döndü. Bu iyi niyetine rağmen, ona umut vermek istemiyordum. İçimde yükselen duygularla başa çıkmaya çalışarak "Yiğit, bunun bir çözümü yok. Sende biliyorsun. Hayatımı son anlarını acı içerisinde de geçirmek istemiyorum. Bu benim hayatım. Ve hayatımın son döneminde yalnız kalmayı tercih ediyorum. Lütfen beni anla." dedim yorgun bir sesle.
"Bunu söyleme." diye karşılık verdi, sesi hafifçe titriyordu. "Bunu söyleme. Seni yalnız bırakmamı bekleyemezsin. Sen ölümü tercih ederken seni kendi haline bırakmamı isteyemezsin benden. Seni sevdiğimi biliyorken üstelik."
"Hayır, Yiğit." Gözlerimi dikerek konuştum. "Tam da bunu bekliyorum. Benim yüküm, kimsenin taşımasını istemeyeceğim kadar ağır. Bu yüzden lütfen… bunu kabullen. Uzun bir yolculuğa çıkıyorum. Ve o yolculukta sadece kendimle baş başa olmalıyım."
Yiğit, gözlerinde beliren hüznü gizlemeye çalışarak başını eğdi. Birkaç saniye sessizlik oldu. Ardından, "Eğer fikrin değişirse… eğer bana ihtiyaç duyarsan" dedi, sesi alçak ve kırılgan bir tonla. "Beni ara olur mu? Çünkü ben senin aramanı bekleyeceğim."
Ona cevap vermedim. Sadece başımı salladım ve kutumu yeniden kucaklayarak yürümeye başladım. Selin ve Tuğba, hala koridorun köşesinde donup kalmış bir şekilde duruyordu. Yiğit’e bir kez daha bakmadan, kapıya doğru ilerledim. Koridorun sonunda, hastaneden dışarıya açılan kapının ışığı bana yeni bir başlangıcın kapısı gibi görünüyordu. Bu anın, benim için gerçekten bir son olduğunu hissettim. Ama aynı zamanda, yeni bir hayatın başlangıcıydı.
######
Hastaneden ayrıldığımda ellerimdeki kutunun ağırlığı, bedenimi olduğu kadar ruhumu da yoruyordu. Yürürken gökyüzüne baktım; puslu bulutlar güneşi tamamen örtmüştü. Sokaklar sessizdi, sadece ağaçlardan dökülen yaprakların hışırtısını duyabiliyordum. Çevirdiğim bir taksiyle evime doğru yol alıyordum. Kapıya geldiğimde anahtarları biraz zorlanarak çevirdim. Ahşap kapı, yılların verdiği yorgunlukla gıcırdayarak açıldı.
Evin içine adım attığımda, her şey bana anılarla dolu bir sel gibi doldu zihnime. Bu ev, çocukluğumun her hücresini taşıyordu. Ama artık beni boğan bir ağırlıktan başka bir şey değildi.
Elimdeki kutuyu dikkatlice masanın üzerine koydum ve bir an duraksadım. Etrafa baktım. Her eşyanın bana fısıldadığı bir hikâye vardı. Fakat artık bu hikayelerin zihnimin karanlık köşelerine hapsedip yeni bir hikaye yazmalıydım.
Çantamı bırakıp bilgisayarın başına geçtim ve en yakın emlakçıyı bulup adresi telefonuma kaydettim. Evden çıkarken kadının girişinde bulunan boy aynasından kendime baktığımda, yüzümdeki yorgun ifadeyi fark ettim. Yıllar boyunca bu aynadan yansıyan görüntümde şimdi, yaşadığım onca şeyin izlerini taşıyan başka bir kadın vardı. Dudaklarımı sıkıca kapatıp saçlarımı topladım. Bugün önemli bir gündü. Hayatımın bu bölümünü kapatmam gerekiyordu.
Çıkmadan önce evin içine son bir kez baktım. İçinde annem ve babamla çekildiğim fotoğraflar, onların bana aldığı birkaç hatıra eşyası dışında bütün bu eşyaları bir depo tutup oraya taşımam gerektiğini düşündüm. Onları taşımak ya da başka bir eve götürmek istemiyordum. Aslında yeni bir eve taşınmayı da düşünmüyordum. Otellerde kalmak benim için daha özgürleştirici bir seçenekti. Yeni bir evle bağ kurmadan, sadece yaşamak için yaşamak… İşte ihtiyacım olan buydu.
Son yolculuğumda arkamda bıraktığım şeylerin başkalarına yük olmasını da istemiyordum. Evi boşaltıp satmak mantıklı değildi. Kendime ait özel eşyalarımı alıp eşyalı olarak evi satacaktım. Anne ve babama ait ufak tefek eşyaları ise tuttuğum depoya koyacaktım. Ölümümden sonra başkalarına hibe edilmesi için bir belge hazırlamam gerekiyordu.
Ayna karşısında daha fazla oyalanmadan emlakçıya gitmek için evden çıktım. Soğuk hava yüzüme vurduğunda kendimi birazda olsa yaşıyor gibi hissettim. Yolda yürürken, emlak ofisinin bulunduğu binaya doğru hızlandım. Cadde boyunca ilerlerken tabelalar, sokak lambaları ve yürüyen insanlar arasında kayboldum. Nihayet eski bir apartmanın giriş katındaki emlak ofisinin önüne geldim. Kapıyı itip içeri girdim.
Ofis, küçük ve birazda dağınıktı. Duvarlarda çerçevelenmiş konut ilanları asılıydı. Masanın başında oturan orta yaşlı bir adam, bilgisayar ekranından kafasını kaldırarak bana baktı. Gözlüklerinin altından bakan kahverengi gözleri ve biraz fazla rahat tavırlarıyla profesyonel bir izlenim bırakmıyordu.
"Hoş geldiniz," dedi adam, koltuğundan kalkmadan. "Size nasıl yardımcı olabilirim?"
Kararlı bir şekilde masasına doğru ilerledim. "Adım Defne," dedim. "Evimi satmak istiyorum ve mümkünse hemen satmam gerekiyor."
Adam, söylediklerimi değerlendirir gibi kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Hangi bölgede? Evle ilgili biraz bilgi alabilir miyim?"
Evin adresini verdikten sonra "Evim küçük müstakil bir ev. Mahalledeki eski evlerden biri. Ama acilen satmam gerekiyor. Bir hafta içerisinde bu işin bitmesini gerekiyor."
Emlakçı, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Hanımefendi," dedi, ciddiyetle. "Bir hafta çok az bir süre. Normalde birkaç hafta, hatta aylar sürebiliyor. Tabii fiyatınızı piyasanın altında tutarsanız…"
"Değerinin altında satacağım." diye kestirip attım. "Ama bir hafta içinde halledilmesi şart."
Adam, bu kararlılığımdan etkilenmiş olacak ki derin bir nefes aldı ve defterini açarak hızlıca birkaç not aldı. "Pekâlâ," dedi sonunda. " Fiyatta da anlaşabilirsek yarın itibarıyla ilana çıkarabiliriz. Bir hafta içinde elden çıkarmak için elimden geleni yapacağım."
Adres bilgilerini zaten vermiştim. Emlakçı, ayrıntıları yazarken arada bir başını kaldırıp bana dikkatlice bakıyordu. Sanki hakkımda bir şeyler anlamaya çalışıyor gibiydi. "Bir nedeni var mı bu kadar acele etmenizin?" diye sordu sonunda.
Derin bir nefes aldım, ama ona gerçeği anlatmayı düşünmedim. "Kendi kişisel nedenlerim var." dedim kısa bir cevapla.
Adam başını salladı. "Anlıyorum," dedi sessizce. "Yarın sabah fotoğrafları çekeceğim ve ilana koyacağım. Fiyat konusunda herhangi bir değişiklik yapmak isterseniz bana haber verin."
Yarın fotoğraflar için bir saat belirleyip emlakçıya teşekkür ederek oradan ayrıldım. Hava iyice soğumuştu, yüzümü okşayan rüzgar bu kışın çetin geçeceğini bana tekrar hatırlatıyordu. Evin yolunu tuttuğunda içimde listemin ilk maddesi için adım atmanın iç huzuru vardı.
Eve döndüğümde, bir fincan çay alıp masanın başına oturdum. Önümde dizüstü bilgisayarımı açtım ve internet üzerinden tatil rotalarını araştırmaya başladım
Hayatımın son günlerini nerede geçirmek istiyorum? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyordum. Acaba ilk önce nereden başlasam diye düşünürken gözüme uzak doğu rotaları çarptı. Hep hayalini kurduğum, ama bir türlü cesaret edemediğim o uzak yerler. Uzak doğunun mistik tapınakları, sahil kasabaları, egzotik pazarları, okyanusun kenarında yavaşça dans eden dalgalar… Her biri zihnimde birer resim gibi canlanıyordu. Bilgisayar ekranında, egzotik sahillerin ve yemyeşil ormanların görüntülerine bakarken içimde bir heyecan kıpırtısı hissettim.
Bir yandan planlarımı yaparken bir yandan banka hesabımı kontrol ettim. Sigorta ödeneği henüz yatmamıştı, ama bir hafta içinde geleceğini biliyordum. Şu an birikmiş olan param, yolculuğuma başlamak için yeter de artardı. Geriye sadece evin bir an önce satılması kalıyordu.
Gece geç saatlere kadar plan yapmaya devam ettim. Çantamın içine en temel eşyalarımı koymaya başladım. Yolculuğa çıktığımda yanıma sadece ihtiyacım olan şeyleri alacaktım. Her şey bu kadar basit olmalıydı.
Eve bir kez daha baktım. Dört duvar arasında bir ömür geçirmiştim. Bu ev benim sığınağımdı, ama aynı zamanda ayağıma takılan pırangalarımdı. Şimdi zincirlerimi kırmanın zamanıydı. Pencerenin önüne oturup dışarıdaki sessiz sokaklara baktım. Bu mahallenin, bu evin anıları hep benimle kalacaktı, ama artık veda etme zamanı gelmişti.
Bir hafta içinde sigorta ödeneği hesabıma yatacaktı. Bu parayla, hayatımda ilk kez gerçekten yaşamak istiyordum. Kendi kararlarımla, kimsenin etkisi altında kalmadan, özgürce.