YOLCU

1307 Words
Bir hafta, bir hayatın bütün düğüm noktalarını çözmek ve geçmişin yüklerini sırtımdan açmak için yeterli mi? Bunun cevabı diğer insanlar için hayır olsada benim evetti. Benim için yeterli olmak zorundaydı. Evin satışı, sigortadan gelen para ve yolculuk hazırlıkları arasında, kalan zamanım ellerimden kayıp gitmemesi için her saniyeyi dikkatlice kullanmalıydım. Zihnimde durmaksızın dönen çarklar beni o kadar yormaya başlamıştı ki bir an önce bitirip hiç bitmeyecek yolculuğuma çıkmak istiyordum. Evren sonunda sesimi duymuş olmalı ki evi satmak düşündüğümden daha hızlı gerçekleşti. Emlakçının dediği gibi, fiyatı piyasanın altında tutmam, hemen bir alıcının çıkmasını sağlamıştı. Emlakçı, üçüncü günün sonunda beni aradı ve “Defne Hanım, size güzel bir haberim var!” dedi. Sesi, tanıştığımızdan beri belki de ilk kez o kadar canlıydı. Evin yeni sahibiyle buluşup işlemleri halletmek için ofise gittiğimde imzaları atarken içimde garip bir his vardı. Sanki hayatımdan bir parça daha eksilmişti. Ama aynı zamanda, bu eksilme bana bir hafiflik kazandırıyordu. Tıpkı yükselmek isteyen bir sıcak hava balonunun eteklerindeki kum torbalarını atması gibi… Bu ev benim geçmişimdi. Benimle birlikte taşıdığım tek şey anılarım olacaktı. Ev satıldıktan sonra evi boşaltmak için üç gün mühlet istemiştim yeni ev sahibinden. Evdeki eşyalarımı bir depoya taşımak için küçük bir kamyonet kiralamıştım. Depoya konacak kutuları düzenlerken, annem ve babama ait ufak tefek şeyleri özenle ayırdım. Babamın eski kahve fincanı, annemin yıllar önce aldığı ama asla giymediği bir şal… Her biri, içimde bir yerlere dokunan küçük detaylardı. Kutuları yerleştirirken, elimde tuttuğum her anı bir veda gibi geliyordu. Ama biliyordum, bu vedalar kaçınılmazdı. Bu süreçte yalnız kalmam mümkün olmadı. Arkadaşlarım, yanımda olmak için üstün bir çaba içerisine girmişlerdi. Melis, Nuran ve Ayça üçüde beni yalnız bırakmamak için hastalığımı öğrendilerinden bu yana evime geliyor, yemek yapıyor, elimi sıcak sudan soğuk suya koydurtmuyorlardı. Ama günün sonunda gözlerinde sebep olduğum acıyı görmek beni içten içe kahrediyordu. Gözlerinde hep asılı kalmış yaşlar görmek onlara nasıl büyük bir yük bırakarak gideceğimi hatırlatıyordu bana. Neylersin ki hayat bazen gitmeyi kalmamaya yeğlemeyi gerektiriyordu. Arkadaşlarıma planlarımı anlatırken onların gözlerinde beliren endişeyi yatıştırmak için elimde kalan son kozumu kullandım. “Kızlar bu benim son arzum. Ben son günlerimi istediğim gibi kaygısızca yaşamak istiyorum.” dediğimde üçüde başlarını yere eğip susmuştu. Bu süreçte yatmadan yatmaya kendi evlerine gittikleri için kapının her şeye şahit olmuşlardı. Ev satıldıktan sonra kızlar benimle birlikte eşyaları toplayamaya başlamışlardı. Kapının çalınmasıyla Ayça kapıya gittiğinde kimin geldiğine bakmak için bende gittim. Kapıda Yiğit vardı. Şimdiye kadar bir kez bile kapıyı çalmaya yeltenmeyen yiğit tam karşımdaydı. Yiğit, her zamanki gibi inatçılığını konuşturuyordu. Telefonlarımı defalarca aramış, mesajlar atmıştı. Mesajların tonu bazen ciddi, bazen yalvarır gibiydi: “Defne, neden olur konuşalım.” “Lütfen sana ihtiyacım var” “Evinin önündeyim. Seni bekliyorum. Lütfen kapıyı aç.” Evin önüne kadar gelip beni görmek istemesi, onun ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyordu. Ama şimdiye kadar bir kez bile kapıyı çalmaya yeltenmeyen yiğit tam karşımdaydı. Onun sevgisi taşıyamak istemediğim bir yüktü bana. Beni gerçekten sevdiğini biliyordum. Ama içimde ona karşı bir aşk olsada olmasada, hayatımın son demlerinde verdiğim kararlarımı değiştirmeyecekti. Kapının eşiğinde, Yiğit’in yüzünde gördüğüm ifade içime bir bıçak gibi saplandı. Gözleri, sokak lambasının solgun ışığında bile acısını saklayamayacak kadar berraktı. Bana her zamankinden daha yorgun ve çaresiz bakıyordu. Ayça hemen araya girdi, “Hoşgeldiniz yiğit bey, buyurmazmısınız?” diye sordu. Yiğit ise “Yok ben gelmeyeyim. Defne seninle konuşabilir miyiz?” diye sordu. Sesinde, yüzündeki kırgınlıkla uyumlu bir titremeyle yankılandı. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Ayça’nın bakışlarında beliren anlamlı ifade beni konuyu kapı ağzında bırakmamam gerektiği konusunda ikna etti. Derin bir nefes aldım ve “Yiğit!” dedim. “Gel içeri lütfen. İçeride konuşalım.” dedim. Yiğit gözlerime bakarak içeriye bir adım attı, Ayça’nın yanından geçerek koridora girdi. Gözleri, kutularla dolu eve hızla taradı. “Her şey bu kadar hızlı mı ilerliyor?” diye sordu, sesi hem endişeli hem de hayal kırıklığı doluydu. Oturma odasına geçtik. Masanın üzerindeki yarı boş kutular ve yere istiflenmiş kitaplar, evin hızla boşaltıldığını kanıtlar gibiydi. Yiğit, salonun ortasında bir süre sessizce dikildi, sonra bir sandalye çekip oturdu. Ben de onun karşısına oturdum. “Defne,” dedi, gözlerini üzerime dikerek. “Neden böyle yapıyorsun? Neden her şeyini bırakıp gitmek istiyorsun? Sana ulaşmaya çalışıyorum ama sürekli aramıza duvar örüyorsun. Bu kadar mı değersizim senin için? Gideceğini başkasından öğrenecek kadar mı…” Sözleri ağırdı, ama haklı olduğunu biliyordum. Ona acı çektirdiğim bir gerçekti. Ama yine de kararlıydım. Elleriyle saçlarına dokunup başını eğerek devam etti. “Seni kaybetme fikrine katlanamıyorum, Defne. İnan bana, elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. Tedavi şansını denemek istiyorum. Ama sen… sen bırakıp gitmeyi seçiyorsun.” Onun içtenliği, içimde bir şeyleri parçalasa da gözlerimi ondan kaçırmadım. “Yiğit,” dedim, sesim yumuşak ama kararlıydı. “Beni anla. Bu benim hayatım. Ben, son anlarımı bir hastane odasında, makinelerle çevrili şekilde geçirmek istemiyorum. Kendimi kaybetmeden önce, yaşamayı hissetmek istiyorum. Ve bu karar benim. Başka hiç kimsenin değil.” Başını kaldırdı, gözleri doluydu. “Ama ben yanında olmak istiyorum, Defne. Yalnız kalmana izin veremem. Seni seviyorum. Beni senden mahrum etme.” Bir an durdum. Bu kelimelerin ağırlığı, odanın havasını doldurdu. Yiğit’in duyguları o kadar samimiydi ki bunu hissetmemek mümkün değildi ama benim kararlarım, bu duygulardan bağımsızdı. “Yiğit, bana olan sevgin için minnettarım. Hiç bir zaman annem ve baban hariç bu kadar sevildiğimi hissetmemiştim ama bu benim savaşım. Bu yolda yalnız olmayı seçiyorum.” Bir süre sessizlik oldu. İkimiz de birbirimize söyleyebileceğimiz herşeyi bitirmiştik. Yiğit yenilmiş bir asker gibi omuzları çökmüş ve umudunu yitirmiş bir şekilde bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp “Senin için bir şey yapamam, değil mi?” diye sordu, sesi yavaşça alçalıp bir fısıltıya dönüştü. Başımı salladım. “Hayır, Yiğit yapamazsın. Beni anlamanı istiyorum, hepsi bu.” Ayağa kalktı, gözlerini benden kaçırarak. “Anlamaya çalışacağım!” dedi. “Ama bu kolay olmayacak.” Kapıya kadar onu geçirdim. Eşiği geçtiğinde bir an durdu, başını bana çevirdi. “Defne, eğer bir gün fikrin değişirse… bir gün yardım istemeyi düşünürsen… lütfen beni ara. Çünkü seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim.” O an gözlerimde biriken yaşları saklamak için kapıyı hızla kapattım. Arkamı yaslayıp derin bir nefes aldım. Yiğit’in bana olan sevgisi, bir yandan içimi ısıtırken bir yandan beni suçlulukla boğuyordu. Yiğit’in gitmesiyle birlikte kızlar derin bir sesizliğe gömülmüştü. Bir yandan toparlanmama yardımcı olurken bir yandan konuşmakla konuşmamak arasında gidip geliyorlardı. En nihayetinde susmaya karar verdiler. Bense bir yandan eşyaları toplarken, bir yandan da yanıma alacağım şeyleri ayarlıyordum. Bavuluma yalnızca gerçekten ihtiyaç duyduğum şeyleri koymaya çalışıyordum. Ama her eşya, sanki “Beni de al.” diye yalvarıyordu. Sonunda, en hafif kıyafetlerimi, bir fotoğraf albümünü ve kırmızı kapaklı defterimi bavula koydum. Defter, benimle birlikte bu yolculuğun en sadık tanığı olacaktı. O gece sonunda bütün hazırlıklar tamamlanmıştı geriye sadece eşyaların taşınması kalmıştı. Bir hafta, bitmek bilmeyen işler arasında hızla akıp gitti. Sigorta ödemesi sonunda hesabıma yatmıştı. Para, ekranın sol üst köşesinde beliren rakamlarla somut bir gerçeklik kazanmıştı. Ama benim için bu paranın tek anlamı, özgürlüğüm için bir bilet olmasıydı. Eve yaklaşan kamyonla bütün eşyaları kızlarında yardımıyla kamyona yükledim. Depoya vardığımızda eşyaları dzip depoyu kilitledim. Eve geri döndüğümde artık kızlarla vedalaşma vaktim gelmişti. Her birinin gözlerinden akan yaşlarla bana sarılışı dönüşü olmayan bir yola girdiğimin kanıtıydın. Onlarla özellikle evde vedalaşmak istemiştim. Havaalanında gereksiz bir dram yaşamak ve yaşatmak istemiyordum. Bu yolculuğa gülerek başlamak istiyordum. Arkadaşlarımla vedalaşıp onları evlerine uğurladığımda evin yeni sahiplerine anahtarı teslim edip son bir kez eve baktım Evin önünde durup derin bir nefes aldım. İstanbul’un Kasım soğuğu yüzüme çarparken, bavulum elimdeydi. İçimde, bir sayfanın kapanışına tanıklık etmenin buruk huzuru vardı. Bavulumu alıp çağırdığım taksiye bindim. Gideceğim tek yer havalimanıydı. Uzak diyarlara yolculuğumun ilk adımını atmak için sabırsızlanıyordum. Havalimanına vardığımda, bavulumun tekerlekleri terminalin zemininde yankılanırken içimde bir heyecan vardı. Bilet kontrolü, bagaj teslimi derken, uçağın kalkış saatine doğru hızla ilerliyordum. Uçak kalkışa geçtiğinde, camdan İstanbul’un ışıklarına bir kez daha baktım. Bu şehir benim hem hapishanem hem de öğretmenimdi. Şimdi ise, ardımda kalan bir anıdan ibaretti. Gözlerimi kapattım. Yeni bir başlangıç için hazırdım. Tayland’ın o egzotik kıyılarına, okyanusun dans ettiği topraklara ve hayallerimin peşine doğru bir adım daha yaklaşıyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD