Defne’den
Günlerin nasıl geçtiğini anlamadan iki haftayı geride bırakmıştım. Ethan’ın bütün iyileşme sürecinde yanındaydım ve bu süreç, ona olan duygularımın büyümesine engel olamayacağımı bana her geçen gün biraz daha gösteriyordu. İçimde anlamlandırmaya çalıştığım bir tamamlanmışlık duygusu vardı ama aynı zamanda bu duyguların beni ele geçirmesine izin verememem gerektiğini biliyordum. Onun yanında olduğum her an, bir adım ileri gidip hemen ardından kendimi geri çekiyordum. Sanki duygularım, aklımla bir savaş halindeydi. Ethan’ı düşünmeden bir an bile geçiremiyor ama aynı zamanda onun yanında hissettiğim bu yoğun çekime karşı onunla arama bir mesafe koymaya çalışıyordum. Bu mesafe, hem kendimi hem de onu korumak içindi. Öyle olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum. Kim ölümcül hastalığı olan bir kadınla bir şeyler yaşamak isterdi ki?
Her sabah, güne başlamak için savaş vermem gerekiyordu. Baş ağrılarım artık dayanılmaz bir hale gelmişti. Sabah gözlerimi açtığımda, kafama çekiç çakıyor gibi bir hisle uyanıyordum. Bedenimdeki halsizlik ise, bir türlü atlatamadığım bir ölü toprağı gibi üzerime çöküyordu. Ellerimle şakaklarımı ovuştururken derin nefesler alarak kendimi yataktan kaldırmaya çalışıyordum. Ama her seferinde o soğuk yatağın kenarına oturup bir süre hareketsizce bekliyordum. Bazen, “Bugün kalkmasam, gözlerimi sonsuza kadar kapatsam ne olur ki?” diye düşünüyordum. Ama Ethan’ı düşündüğüm anda bu soruya verdiğim cevabı biliyordum: Onu son bir kez de olsa görmek için kalkmalıydım.
Aynanın karşısına geçtiğimde, karşıma çıkan görüntü her geçen gün beni biraz daha ürkütüyordu. Gözlerimin altında birikmiş koyu halkalar, cildimin solgunluğu… Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, yorgunluğumu gizleyemiyordum. Aynada bana bakan bu yansımam, son iki haftada iyice çökmüş bir kadına aitti. O eski kendime ne kadar yabancılaştığımı fark ettikçe içimde derin bir boşluk hissediyordum. Ama bu boşluğu doldurmak gibi bir şansım yoktu.
Makyaj masamın başında oturup fondötenle yüzüme biraz renk vermeye çalışırken, ellerimin titremesini durdurmaya çalışıyordum. Dudaklarıma sürdüğüm nude tonlardaki ruj, yüzümde bir canlılık yaratıyordu ama makyaj bile gözlerimdeki yorgunluğu hiçbir şekilde gizleyemiyordum. Kendimi kandırdığımı bilsem de bunu kendime söylemekten alıkoyamıyordum.
Son bir kez aynaya bakıp derin bir nefes aldım. Üzerime sade beyaz bir bluz ve koyu mavi bir pantolon giydim. Yaka kısmına hafif bir fular ekleyerek yorgunluğumu gizlemek için küçük detaylara sığındım. Kendimi toparlayarak Ethan’ın odasına gitmek için yola çıktım.
Odamdan çıkıp Ethan’ın odasının kapısına geldiğimde kapıyı çalmadan önce derin bir nefes alıp yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirdim. Kapıyı hafifçe tıklattığımda, içeriden gelen o güçlü erkek sesi beni içeri davet etti. Ethan, yatağında oturmuştu. Gözlerindeki yorgunluk, hâlâ iyileşme sürecinin zorluklarını taşıyordu. Yüzündeki sakin ifadede bir güven hissi vardı. Bana baktığında gözlerinde beliren sıcacık bakışlar, içimdeki tüm yorgunluğu bir an için silip atıyordu.
“Günaydın!” dedim, sesimin mümkün olduğunca neşeli çıkmasını sağlamaya çalışarak.
Ethan, hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Günaydın, Defne. Seni görmek her gün olduğu gibi bu günde çok güzel.”
Bu sözler, aklımda yankılanırken boğazımda bir düğüm oluştu. Ona olan duygularımı bastırmak için çırpınsam da onun sıcak ve samimi sözleri bu çabalarımı yerle bir ediyordu. “Seni görmekte çok güzel Ethan. Bugün seni daha iyi gördüm. Kendini nasıl hissediyorsun?” dedim, sakin ve profesyonel bir şekilde.
“Gayet iyiyim. Kendimi daha iyi hissediyorum.” dedi yüzünde tatlı bir tebessüm. Onun cevabıyal sabah kontrollerine başladım. Stetoskobumu alıp Ethan’ın göğsünü dinlerken, nefes alış verişlerinde hala hafif bir zorlanma olduğunu fark ettim. Ona derin nefes almasını söylerken, elim istemsizce çıplak omzuna dokundu. Bu kısa temas, beni bir anda gerçekliğe döndürdü. Ellerimi hızlıca geri çekerken, Ethan’ın yüzündeki gülümseme beni tamamen hazırlıksız yakaladı.
“Rahat ol Defne. Seni yemem.” dedi göz kırparak. “Bana istediğin gibi dokunabilirsin.” Onun u muzip halleri beni bir yandan utandırıp bir yandan ona daha çok çekiyordu.
“Ben gayet rahatım. Sen merak etme.” diye onu savuşturmak için karşılık verdim hemen. Ama sesimdeki titreme, beni ele veriyordu. Ethan, gözlerini benimkilere dikmiş, sanki zihnimdeki tüm düşünceleri okuyormuş gibi yüzünde bir tebessümle bana bakıyordu.
Kontroller sırasında elimden geldiğince profesyonel olmaya çalışsam da her hareketimde, her sözcüğümde, onun yanında olmanın verdiği yoğun duygusal çatışmayı bastırmak için savaşıyordum.
Yan yana geçen bu iki haftanın sonunda bir şeyden emindim: Bu duygulara daha fazla direnmek imkansız hale geliyordu. Ben tüm kalbimle bu adama kapılıp gidiyor, ömrümün kalan son anlarında galiba aşkı tadıyordum. Ama yine de mesafemi korumak için elimden geleni yapacaktım. Çünkü Ethan’ın beni sevme ihtimaline karşı ona zarar vermekten korkuyordum. Bu hem onun hem de benim iyiliğim için böyleydi.
Ethan, iyileşme sürecinde her geçen gün biraz daha güçleniyordu. Artık yavaşça yürümeye başlamıştı, kısa mesafeleri destekle yürüyebiliyor, bazen ise tekerlekli sandalyeyi kullanıyordu. Onun yanındayken, nasıl bu kadar güçlü bir duruş sergilediğini düşünmeden edemiyordum. Özellikle işine olan sadakati... Ethan, evden çalışmaya başlamıştı. Carter sürekli gelip gidiyor, Ethan’a işlerle ilgili raporlar getiriyordu. Ethan, yatakta dinlenirken bile tüm dikkatini işine verebiliyor, her detayı kontrol ediyordu. Onun bu kararlılığı beni daha da etkiliyordu. İşine olan tutkusu ve disiplini, onun yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel olarak da ne kadar güçlü bir adam olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.
Carter’ın her gelişiyle Ethan’ın yüzüne bir yoğunluk yerleşiyordu. Dizüstü bilgisayarının önünde saatler geçiriyor, şirketine dair her detayı evden de olsa yönetiyordu. Onun bu yoğunluğunu izlerken, bazen yanında sessizce oturup ihtiyaç duyduğu anda müdahale ediyordum. Mesela, uzun süre aynı pozisyonda oturmasına engel olmak için ara sıra pozisyonunu değiştirmesini hatırlatıyordum. Onunla ilgilenirken içimde büyüyen o sıcaklık, kalbimi her geçen gün biraz daha sıkıştırıyordu.
Gündüzleri Ethan’ın yanında gücüm yettiğince iyi görünmeye çalışsam da geceleri bu maske düşüyordu. Kendi odama çekildiğimde bedenim adeta isyan ediyordu. Baş ağrılarım o kadar şiddetli hale geliyordu ki, yatağımda kıvrılıp kalıyordum. Parmak uçlarım uyuşuyor, bedenimdeki güçsüzlük hissi tüm benliğimi ele geçiriyordu. Sessizlik içinde, başımı yastığa bastırmış bir şekilde ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ağrılar bedenimi sardıkça, bu süreci ne kadar daha idare edebileceğimi bilmiyordum. Ama Ethan’ın varlığı, onun yanında olma isteğim, beni sabahları yeniden ayağa kalkmaya zorluyordu.
Her gece sabaha kadar mücadele ederken, onunla geçireceğim gündüzleri düşünerek kendimi avutuyordum. Onun bana olan güveni, sevgi ve şükran dolu bakışları, bu dayanılmaz sürecin tek tesellisiydi.
Ethan’ın iyileşme süreci ilerledikçe, aramızdaki yakınlaşmalar da artmaya başladı. Bazen üzerini değiştirmekte zorlandığında ona yardım ederken elim teninde geziniyor ve bazen ona her yaklaştığımda o sandal ağacı kokusu ciğerlerime doluyordu. Bu kısa temaslar bile içimde büyük fırtınalar koparıyordu. Onun sıcak bakışlarını üzerimde hissettiğimde, bir yandan ona yakın olmak istiyor, diğer yandan mesafemi korumaya çalışıyordum. Bu duygusal çatışma beni her geçen gün daha fazla yoruyordu.
Bu sabah, Ethan’ı yardım ederek kısa bir yürüyüş yaptırıyordum. Parmaklarım onun koluna dolanmışken, “Ethan, bu kadar hızlı bir iyileşme sürecinde olmana şaşırıyorum. Doktorunda bende bu kadar çabuk toparlanacağını düşünmemiştik.” dedim. Ethan, hafif bir gülümsemeyle bana döndü. “Senin sayende…” dedi. Gözlerindeki sıcaklık, beni derin bir nefes almaya zorladı. “Sen olmasan bunu başaramazdım.”
Bu tür sözler, aramızdaki mesafeyi koruma çabalarımı daha da zorlaştırıyordu. Ona bakmamak için yüzümü çevirip yürümeye devam ettim. Fakat bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Başıma giren keskin bir ağrıyla duraklamak zorunda kaldım. Ağrıyı her zaman yaptığım gibi görmezden gelip toparlanmaya çalıştım. Benim duraksamamla Ethan’da bir anda durdu ve elini hafifçe benimkinin üzerine koydu. “Defne!” dedi endişeli ve alçak bir sesle. “İyi misin?”
Ethan’ın sözleri sanki uzaktan geliyordu. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerim ağrının vermiş olduğu buğulanma sebebiyle flu görüyordu. Başımı kaldırıp Ethan’a bakarken “Ben… iyiyim.” dedim kesik kesik. Sesim acıya direnen her insan gibi kısık çıksada onu endişelendirmemek için toparlanmaya çalışıyordum.
Ethan “İyi görünmüyorsun Defne. Bir doktora gidelim veya doktoru buraya çağıralım.” dedi gözlerinde endişeli bakışlarla. Bu sözlerden sonra kendimi topladığımı düşündüğüm anda eve gidip odama kapanmak için biran önce hareket etmem gerektiğini düşünüyordum “Ben gerçekten iyiyim. Doktora gerek yok. Eve gidelim biraz dinlenirsem geçer.” dedim. Hareket etmeye başladığımda bedenim beni taşıyamaz bir hale gelmişti. Ben tekrar sendelediğimde bu sefer kendimi Ethan’ın kollarında buydum. Ethan can havliyle “Defne! Defne aç gözlerini. Defne!” dedi.
Gözlerim ağrıyla kararırken dudaklarımdan acı bir inilti duyuldu. En sonunda uçsuz bucaksız bir karanlığa gömüldüğümde kulaklarımda Etha’nın ismimi haykırığı sesi hoş bir sada olarak kaldı.