Ethan’dan
Gözlerim, sabahın ilk ışıklarına açıldığında Defne’nin o içimi ısıtan, kendini en derin acılarımı görmeye adamış bakışlarını düşündüm. İki haftadır yanımdaydı ve varlığı, bana hem sonsuz bir güven hem de huzur veriyordu. Bütün bu süreç boyunca onun şefkati ve bana yaklaşımı onu benim için her şeyden değerli biri haline getirmişti. Ama aynı zamanda, onun ne kadar yorgun göründüğünü ve yıpranmış olduğunu fark etmemek imkansızdı. Rutin sabah kontrolleri için her odama geldiğinde bile yüzünde belli belirsiz bir yorgunluk vardı. Gözlerinin altındaki kapatmaya çalıştığı fakat yinede fark edilen morluklar, onun benden gizlediği ne kadar zorlu bir mücadelenin içinde olduğunu açıkça anlatıyordu.
Sabah, Defne’yle kısa bir yürüyüş yapmaya karar vermiştik. Defne zarif ellerini, koluma dolanmıştı. Defnenin bu yorgun hali için içimde önleyemediğim bir suçluluk hissi yükseliyordu. Onun desteğiyle yavaşça yürürken, içimden onu daha fazla bu yükün altına sokmamak için bir an önce iyileşmem gerektiğini düşünüyordum. Ona bir şeyler demek istiyordum, teşekkür etmek, belki de her şeyin üstesinden gelebileceğimizi birlikte başarabileceğimizi söylemek… Ama kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Sanki bu güzel an ellerimin arasından kayıp gidecek gibi hissediyordum.
“Ethan, bu kadar hızlı bir iyileşme sürecinde olmana şaşırıyorum. Doktorun da ben de bu kadar çabuk toparlanacağını düşünmemiştik.” dedi. Sesindeki samimiyet, beni her zaman olduğu gibi derinden etkilemişti. Ona hafifçe gülümseyerek döndüm. “Senin sayende…” dedim, gözlerimin onun sıcak bakışlarına kilitlendiğini hissederek. “Sen olmasan bunu başaramazdım.”
Bu sözleri söyledikten sonra yüzünün anlık değişimini izlemek, onun kendinden emin bir kadınken birden utangaç bir genç kıza dönüştüğünü bilmek beni büyülüyordu. Ve tamda beklediğim gibi yine utangaç bir şekilde bakışlarını benden kaçırıp bana bakmadan yürümeye devam etti. Ama kısa bir süre sonra bir şeylerin ters gittiğini fark ettim. Adımları yavaşlamış, nefesi düzensizleşmişti. Önce bunu fazla yorulduğu için olduğunu düşündüm. Ama o an duraksadı, ellerini şakaklarına götürdü ve derin bir nefes almaya çalıştı.
“Defne, iyi misin?” diye sordum, sesime hâkim olmaya çalışarak. Ancak onun yüzündeki ifade, içimdeki endişeyi fitili ateşlenmiş bir fıçı barut gibi tetikledi. Gözleri buğulanmış gibiydi, sanki beni zorlukla seçiyormuş gibi bakıyordu. “Ben… iyiyim.” dedi, ama sesi fısıltıdan faksız çıkarken bu dediğinin gerçek olmadığı çok barizdi.
“İyi görünmüyorsun, Defne.” dedim, ona daha fazla yaklaşarak. “Bir doktora gidelim ya da doktoru buraya çağıralım.” Gözlerim onun ifadesini taradı ama o bu teklifimi ısrarla reddetmeye çalışıyordu. “Ben gerçekten iyiyim. Doktora gerek yok. Eve gidelim biraz dinlenirsem geçer.” dedi, sesi inatçı ama aynı zamanda zayıftı.
Onun sözlerine inanmak istedim, ama bedeninin sendelediğini, ayakta durmakta zorlandığını görebiliyordum. Adımlarını yeniden atmaya çalıştığında vücudu daha fazla dayanamadı. Tam düşmek üzereyken, tüm gücümle ileri atıldım ve onu kollarıma çektim. O an ne kırık kaburgalarım ne zedeli akciğerlerim hiç biri umrumda değildi. Bedeninin ağırlığını kollarımda hissettiğimde içimde tarifi imkansız bir korku baş göstermişti. O uğruna dünyaları yakmak istediğim ela gözleri kapanmaya başlamış ve ben çaresizce bu ana şahitlik ediyordum.
Ağırlığıyla yere diz çöktüğümde “Defne!” diye haykırdım, sesim titrek ama saf bir endişeyle doluydu. Onun başını ellerimin arasına aldım, yüzüne bakmaya çalıştım. “Defne, aç gözlerini! Lütfen!” Onun adını tekrar tekrar söyledim ama gözleri git gide kapanıyordu. Dudaklarından çıkan ince bir inilti, kalbime hançer gibi saplandı.
Panikle çevreme bakındım. “Birileri yardım etsin!” diye bağırdım, sesim bahçede yankılanarak kayboldu. Defne’nin hafifçe gevşeyen bedenini sıkıca kavrayarak yere oturdum, başını göğsüme yasladım. Onun teninin sıcaklığı yavaş yavaş azalıyor gibiydi. Kollarımda taşıdığım bu ince beden, dünyanın tüm ağırlığını üzerime yüklemişti.
Carter hızla yanımıza geldiğinde, gözlerindeki şok ifadesi beni daha da endişelendirdi. “Arabayı hazırlat! Hemen! Hastaneye gitmemiz gerekiyor.” diye emir verdim, sesim adeta kükrercesine çıkmıştı. Sakin olmaya çalışsam da içimde bir yerlerde korku, tüm kontrolümü ele geçirmişti bile.
Defne’nin yüzüne bakarak, “Lütfen… Lütfen Defne! Bana bak güzelim.” diye fısıldadım, gözlerimden biriken yaşlar akmaya hazır bekliyordu. Onun yanında geçirdiğim her anı, gülüşünü, bakışlarını, bana verdiği cesareti düşündüm. O, hayatıma bir tesadüf olarak girmemişti. Buna inanmıyordum. Ama şimdi, o sessizce ellerimden kayıp gidiyordu.
Carter’ın arkasından gelen siyah takım elbise giymiş adamlarla, Defne’yi benden almaya çalışırken bir an için ellerimi onun üzerinden çekmek istemedim. “Onu ben götürürüm!” dedim, ama Carter gözlerimin içine bakarak “Dostum bırak arabaya taşıyalım. Sende iyi değilsin. Daha tam iyileşmedin.” dedi ve beni nazikçe kenara çekti. Gözlerim, adamların hızlı hareketlerini takip ederken, içimde dayanılmaz bir çaresizlik hissi büyüyordu.
Defne, kucaklayan Carter onu arabaya kadar taşıyıp yerleştirildiğinde bende adamların yardım etmesiyle arabaya binip onun başını kucağıma aldım ve bir an için gözlerini tekrar açmasını, bana dönüp “Ben iyiyim.” demesini için içimden tanrıya dua etmeye başladım. Onu bu halde görmek benim bazı pişmanlıklarımı gün yüzüne çıkarmıştı daha onu sevdiğimi bile söyleyememiştim. Evet ben kucağımda acı içerisinde bilinçsizce yatan bu kadını seviyordum. Defneyi ilk gördüğüm andan bu yana onun sıradan bir kadın olmadığını zaten bilsem de bunun aşk olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu taa ki şu ana kadar. Şimdiyse bir yandan hastaneye yetişmeye çalışırken bir yandan herhangi bir dini inanışım olmamasına rağmen tanrıya onun iyi olması için dua ediyordum.
"Defne, dayan," diye mırıldandım, sesi titreyen bir fısıltıyla. "Beni bırakma, lütfen."
Arabanın içinde bir sessizlik hâkimdi, yalnızca motorun homurtusu ve kalbimin hızla atan sesi duyuluyordu. Carter, öndeki koltukta oturmuş bir yandan hastaneye ulaşmak için şoföre talimatlar veriyor, bir yandan da elindeki telefonla hastaneyi ayarlıyordu. Ama bunların hiçbiri beni teselli etmiyordu. Tek istediğim şey, Defne’nin yeniden nefes alması, gözlerini açmasıydı.
Başımı eğip sevdiğim kadının yüzüne baktım. Terden ıslanmış saç telleri, alnına yapışmıştı. Parmağımla nazikçe saçlarını geri ittim. Parmak uçlarım, cildine dokunduğunda içimde derin bir sızı hissettim. Onun iyileşmesi için elimden geleni yapmalıydım.
Defne’yi kurtarmak için her şeyi yapacaktım. Ama onun kaybolan bilincini, solgun yüzünü ve soğuyan ellerini gördüğüm anda, içimde sadece tek bir duygu vardı: Korku. Hayatım boyunca bu kadar korkmamıştım.
Carter arkaya dönüp, “Beş dakikaya varıyoruz, Ethan. Doktorlar hazır bekliyor,” dedi. Ama onun sesindeki endişe, bana hiçbir güven vermiyordu. Beş dakika... Çok uzun bir süreydi. Her saniye, bir ömür gibi geliyordu.
Carter’ın söyledikleriyle Defne’ye dönüp “Biraz daha sabret, Defne,” dedim, kelimeleri daha çok kendime söylüyormuş gibi. “Hastaneye varıyoruz.”
O beş dakika bir ömür sürmüştü. Nihayet hastaneye ulaştığımızda, arabadan hızla inen Carter kapıda bekleyen sağlık görevlilerinin koşarak yanımıza gelmesiyle kapıyı açtı ve sağlık görevlileri Defne’yi benden aldılar. O an kollarımın boşalsa da içimdeki ağırlık daha da büyüdü. Onu sedyeye koyup acil kapısından içeri götürürlerken, göğsümü tutup acı çeke çeke peşlerinden koştum. Gözlerimi, Defne’nin solgun yüzünden bir an bile çekmedim. “Ne gerekiyorsa yapın! Lütfen ona yardım edin.” dedim, sesim acıyla titriyordu. Doktorlar hızlı bir şekilde odasına girerken, beni dışarıda bıraktılar. Kapılar kapanırken son bir kez Defne’ye baktım. İçimde sevdiğim kadına bir şey olma ihtimalinin verdiği amansız korkuyla…