Ethan’dan
Rüyalar bazen insanın zihnindeki en derin yaraları gün yüzüne çıkarırmış. Tamda şimdi olduğu gibi… Annemin hayatımdan sonsuza kadar gittiği o güne geri dönmüştüm. O sabah, evin içinde yankılanan alevli kavganın sesleri hâlâ kulaklarımdaydı. Annemin valizini hızla doldurup kapıyı çarparak çıkışı, babamın yüzündeki öfkeyle karışık çaresizlik… Küçük bir çocuk olarak o an hissettiğim boşluk ve korku, rüyamda tekrar canlanmıştı.
Annem babama ihanet etmişti. Biliyordum bunun geri dönüşü yoktu. Babamın annemi bir başka erkeğin kollarında gördükten sonra çektiği acının haddi hesabı yokken aile olarak kalmamızın imkansızdı. Ama bütün bunlara rağmen annemin bizden de vazgeçebileceğini hiç düşünmemiştim. Babam tanınan bir mimardı ve hiçbir zaman para ile ilgili bir sorunumuz olmamıştı. Annemin gidişi tamamen bencilce hırslarının eseriydi. Daha çok para, daha çok şatafat uğruna arkasında iki yıkık çocuk bırakmıştı. Annem gittiğinde kardeşim daha iki yaşındaydı ben ise dokuz.
Annem giderken onu tutmak için arkasından koştuğumda bir an için geri dönüp yüzüme baktığını gördüm. Gözlerindeki o derin pişmanlık ve bir şey söylemek ister gibi açılıp kapanan dudakları… Ama hiçbir şey söylemeden uzaklaştı. Bacaklarımı hareket etmek istememe rağmen iyice ağırlaştığını hissediyordum. Koşamıyordum. O uzaklaştıkça içimdeki boşluk daha da büyüyordu. "Anne, gitme!" diye bağırmak istedim ama sesim çıkmadı. Ben onun arkasından koşmaya devam etmeye çalışırken kendimi babamın kollarında bulmuştum. Dudaklarımdan dökülen yalvarışlar kar etmememiş annem bizi acılarımız, yalnızlığımız ve geleceğe dair güvensizliğimizle baş başa bırakıp gitmişti. Bütün sözler anlamını yitirmiş her yer sessizlik ve ardından boğuk bir karanlıkla kaplanmıştı.
Birdenbire geçmişimin kabusundan sıyrılıp gözlerimi açtım, derin bir nefes aldım. Alnımdan aşağı akan ter damlaları yastığıma düşerken kalbim hızla çarpıyordu. Hala kabusun etkisinden çıkamamıştım ama sonra tam karşımda gördüğüm kişiyle donakaldım. Gözlerim ona odaklandığında bir an anlam veremedim. Yanımda duran Defne’ydi.
Eğilmiş, yüzüme bakıyordu. Elini alnıma doğru uzatmıştı. Aniden elini hissedince irkilerek refleksle tuttuğumda, parmaklarının sıcaklığı, rüyanın soğukluğunu anında silmişti. Ama aynı anda onu tuttuğum için afalladım ve istemsizce elimi geri çektim.
“Defne?” dedim, sesim kısık ve hala şaşkındı. Gözlerimi kırpıştırarak onun yüzüne baktım. O, aynı anda ellerini hızla geri çekmişti.
“Ah, Ethan!” dedi, gözlerinde bir mahcubiyet vardı. “Şey... sadece seni kontrol etmek için gelmiştim. Terlediğini görünce ateşinin olup olmadığını anlamak için elimi uzattım. Ama seni korkutmuş olmalıyım, özür dilerim.”
Onun sıcak ve samimi ses tonu, hala rüyanın etkisinde olan zihnimi bir an için sakinleştirdi. Başımı yavaşça yana eğip derin bir nefes aldım. “Hayır, korkutmadın.” dedim, hâlâ gözlerimi ondan ayıramadan. “Kötü bir rüyadan uyandım ve seni görünce bir an şaşırdım.”
Defne’nin yüzü yumuşadı, hafif bir gülümseme belirdi. “Eminim bu sıkıntılı süreçte başkaları da sıkça böyle şeyler yaşıyordur. Anlatmak istersen seni dinleyebilirim” dedi. Onun bu nazik yaklaşımı hoşuma gitse de aile geçmişimi anlatmak için henüz çok erkendi. Başımı olumsuz şekilde salladığımda “ Peki sen nasıl istersen. Seni yalnız bırakayım, biraz daha dinlen. ” dedi.
Başımı iki yana salladım. “Peki.” dedim, ona bakarak. “Yanımda olduğun için teşekkürler.”
Defne, bir an duraksadı. Gözlerini bir hüzün kaplar gibiydi ama hemen toparlandı. “O zaman seni rahat bırakayım, sabah kontroller için tekrar geleceğim.” dedi. İzin istemek için hafifçe eğildi ve odadan çıktı.
Onun çıkışıyla odanın karamsar havası geri döndü ama geriye içimde bu güzel kadının bıraktığı bir sıcaklık hissi kaldı. Parmaklarım, az önce elini tuttuğumda hissettiğim o yumuşaklığı hatırlıyordu. Defne’nin varlığı… Bir kasırganın merkez noktasına çekilmek gibi beni içine çekiyordu. Güzelliği elbette göz ardı edilemezdi; doğal bir zarafeti ve sadeliği vardı. Ama bu içimde duyduğum çekimin esas nedenini açıklayamıyordu. Onun bakışlarındaki o sıcaklık, ses tonundaki o şefkat ve dokunuşlarındaki nezaket… Beni benden alıyordu.
Sonrasında Defne tam da söylediği saatte odama geldi. Gözlerinin altındaki hafif morluklardan, iyi bir uyku çekmediğini anlamıştım. Ama bu, işini yapmasını engellememişti. İlk olarak nefes alış verişlerimi kontrol etti, ardından nabzımı ölçtü ve kaburgalarımdaki ağrının derecesini değerlendirdi. Her hareketinde bir profesyonellik vardı ama aynı zamanda içindeki şefkat dokunuşlarından hissediliyordu. Bana her dokunduğunda canımı acıtmaktan imtina ediyordu. Onu bu kadar etkileyici kılan şeylerden biri de buydu.
“Solunumun biraz daha iyi görünüyor,” dedi, stetoskobunu boynuna asarken. “Ancak kaburgalarının iyileşmesi zaman alacak. Bu süreçte derin nefes egzersizlerini ihmal etmemelisin. Nefes alıp vermek zor gelse bile, sana gösterdiğim nefes egzersizlerini düzenli olarak çalışmaya devam etmelisin.”
Gözlerini bana diktiğinde, ciddiyetinin altında bir kararlılık baş gösteriyordu. Onun bu kararlı bakışlarına karşı koyamazdım. Kendimi gülümsemekten alı koyamadım. “Sen ne dersen onu yapacağım, hemşire hanım.”
Defne, yanaklarına yayılan hafif pembelikle başını yana çevirdi. “Sadece iyileşmen için en doğru yolu göstermeye çalışıyorum,” dedi, sesi alçalmıştı.
Kontroller sırasında elleri zaman zaman tenime değiyordu. Her dokunuşunda, içimde tuhaf bir kıpırtı hissediyordum. Onun elleri, hemşirelik yıllarının getirdiği bir profesyonellikle hareket ediyor ama aynı zamanda bir yumuşak dokunuşlar üzerimde gezinip dururken kendimi daha fazlasını istemekten alıkoyamıyordum.
Bir ara alnımdaki pansumanı değiştirmek için eğildiğinde, onun saçlarının hafif dalgalarının yüzümün döküldüğünü hissettim. Bir an için kokusunu duyduğumda aklım uçup gitmişti. Kendimi istemsiz kokusunu derin derin içime çekerken bulmuştum. Defnenin kokusu hafif bir vanilya ve taze bahar çiçekleri karışımı gibi ferah ve cezbediciydi. Bu kadar basit bir hareketin beni bu kadar etkileyebileceğine inanamıyordum.
“Oturduğun pozisyonunu biraz değiştirebiliriz istersen.” diye söyledi nazik bir ses tonuyla. “Uzun süre aynı şekilde kalman kan dolaşımını engelleyebilir.”
Onun bu sözleriyle kendime gelip başımı sallayarak kabul ettim. Defne, dikkatlice beni destekleyerek pozisyonumu düzeltti. Bu sırada elleri sırtımın altında kayarken, bir an için göz göze geldik. Gözlerindeki sıcaklık, içimde bir türlü dolduramadığım o soğuk boşluğu doldurmaya talipti. Ben onun gözlerine derin derin bakarken hemen başını eğdi ve işine devam etti.
Gün boyunca bu anlar birkaç kez tekrarlandı. Her defasında, Defne’nin ne kadar zarif ve çekici olduğunu sanki zihnime kazınmıştı. Onun o doğal hali, insanı kendine çeken bir mıknatıs gibiydi. Ona bakarken, onun sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da ne kadar güçlü biri olduğunu görüyordum. Şefkati, merhameti ve sabrı, bu soğuk ve cansız evi bir yuvaya dönüştürmüştü bile.
Akşam üzeri, odamda yalnız başıma kalmışken onun gün boyu yaptığı her küçük hareketi detaylıca düşündüm. Her gülümsemesi, her nazik dokunuşu zihnimde canlanıyordu. İçimde beni korkutan bir duygular büyüyordu. Ve ben bu duygularla nasıl başa çıkacağımı, bu hislerin nereye varacağını, ona nasıl yaklaşmam gerektiğini bilemiyordum. Anlaşılan o ki Defne benim için sadece bir hemşire değil, çok daha fazlasıydı olacaktı.
Onun varlığı, beni her geçen gün daha fazla büyülüyor, kendimi yeniden tamamlanmış hissetmemi sağlıyordu. Bu kadının hayatıma girmesi bir tesadüf müydü, yoksa hayatımda daha derin bir anlam mı taşıyordu? Bunu öğrenmek için sabırsızlanıyordum.