Defne’den
Eşyalarımı odaya yerleştirirken, bir yandan etrafı inceliyordum. Bu odanın zarafeti ve sadeliği beni ilk andan itibaren büyülemişti. Duvarların açık tonları, geniş camlardan süzülen doğal ışık ve modern ama sıcak bir tarzda döşenmiş mobilyalar… Ama bir hemşire olarak çalışmaya alıştığım klinik ortamlardan sonra bu tür bir lüks, alışkın olmadığım bir şeydi.
Bavulumu yatağın yanına bırakarak odayı keşfetmeye karar verdim. odanın içerisinde iki kapı vardı. Banyoya açılan kapıyla oldukça şık bir banyoyla karşı karşıya kaldım. Beyaz mermerlerle döşenmiş banyonun içinde oldukça şık ayaklı bir küvetde vardı. Sonrasında odanın diğer köşesinde yer alan kapıdan geçerek giyinme ulaştım. Kapıyı araladığımda içimdeki şaşkınlık, hayranlığa dönüştü. Devasa bir alan… Duvarların neredeyse tamamı tavandan yere kadar raflar ve askılarla kaplıydı. Bir taraf, dikkatlice katlanmış pantolonlar, bluzlar ve gömleklerle doluyken, diğer taraf çeşit çeşit elbise, ceket ve hatta ayakkabılarla dolup taşıyordu.
Gardıroba adım atarken içim burkuldu. Parmaklarım hafifçe bir elbiseye dokundu. Yumuşacık kumaşın dokusu beni hüzünlendirdi. İçimden, “Bu kadar kıyafeti giyecek bir ömrüm bile yok ki.” diye düşündüm. Ölümün nefesi ensemdeyken, bu lüks ve şatafat anlamsız geliyordu. Ama bu düşüncelerime teslim olmamaya çalıştım. Derin bir nefes alarak diğer tarafa yöneldim.
İç çamaşırlarının yer aldığı bir çekmeceyi açtığımda, rengi ve tarzıyla birbirinden farklı çamaşırların özenle yerleştirildiğini gördüm. İstemeden de olsa içimden bir düşünce geçti: “Umarım bunları bir kadın almıştır.” Bu düşünce, zihnimde kısa bir an komik bir sahne yaratırken yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. Kendime gülümseyerek, “Defne, işine odaklan.” diye mırıldandım.
Odaya geri dönüp yatağın kenarındaki çalışma masasına oturdum. Uçakta Ethan’ın doktoruyla yaptığımız konuşmayı düşünüyordum. O an aldığı bilgiler, Ethan’ın iyileşme sürecinin ne kadar karmaşık ve dikkat gerektiren bir süreç olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu. Önümde açık duran not defterime göz gezdirirken aldığım tıbbi bilgileri yeniden değerlendirdim.
Ethan’ın kaburga kırıkları ve çatlakları, solunum kapasitesini ciddi anlamda etkiliyordu. Her nefes alışında oluşabilecek ağrı, onun derin nefes almasını engelleyebilirdi ve bu durum akciğerlerin iyileşme sürecini yavaşlatabilirdi. Ayrıca sol akciğerindeki zedelenme, nefes darlığına yol açabileceğinden, Ethan’ın oksijen seviyesini sürekli kontrol etmem gerektiğini düşündüm. Onun gibi güçlü bir adamın, bu kadar basit bir eylem olan nefes almanın bile zorlukla gerçekleştiği bir durumda olması beni derinden üzüyordu.
Fiziksel hareketsizliğin başka riskleri de vardı. Özellikle bacaklardaki dolaşım problemleri, pıhtı oluşumuna neden olabilirdi. Uzun süreli oturma ya da yatmaya bağlı olarak gelişebilecek kas kaybı da onun hareket kabiliyetini kısıtlayabilirdi.
Bir yandan yazarken bir yandan da Ethan’ın durumunu nasıl ele alacağımı planlıyordum. Bu, sadece tıbbi bir süreç değildi; aynı zamanda duygusal bir dayanıklılık testi olacaktı. Ethan gibi güçlü ve kendine güvenen bir adamın, fiziksel zayıflıklarını kabullenmesi kolay olmayacağını düşünüyordum.
Uygun ağrı kesicilerle düzenli ilaç takibini yapacak, gerektiğinde sıcak ya da soğuk kompresler uygulayacaktım. Bu, hem kaburgalarındaki ağrıyı hafifletir hem de şişlikleri azaltmaya yardımcı olurdu. Ayrıca hafif masaj teknikleriyle kan dolaşımını artırarak kaslarının rahatlamasını sağlamayı düşündüm. Bu yöntemler yalnızca fiziksel ağrısını azaltmakla kalmayacak, aynı zamanda ona iyi hissetmesi için de yardımcı olacaktı.
Solunum egzersizleri, Ethan’ın akciğer kapasitesini artırmak için bir sonraki adım olacaktı. Balon üfleme egzersizleri, akciğerlerini güçlendirmesi için basit ama etkili bir yöntemdi. Aynı zamanda derin nefes alma tekniklerini ona öğretmek, zedelenen akciğerin iyileşme sürecini hızlandırabilirdi. Ancak bunu yaparken onun sınırlarını zorlamamaya özen gösterecektim.
Ethan’ın uzun süre hareketsiz kalması, kas güçsüzlüğüne neden olabileceği için pasif germe egzersizleriyle başlamayı planlıyordum. Doktorun onayını aldıktan sonra, kısa yürüyüşler ve hafif hareketlerle kaslarının yeniden güçlenmesini sağlamaya odaklanacaktım. Bu süreçte sabırlı olmalı ve Ethan’ı motive etmek için sürekli yanında bulunmalıydım.
Sürekli aynı pozisyonda oturmak ya da yatmak, cilt üzerinde baskı oluşturur ve yaralara neden olabilirdi. Bu nedenle sık sık pozisyon değişikliği yapmalı, cildinin bakımını düzenli olarak kontrol etmeliydim. Basit bir önlem gibi görünse de, bu tür detaylar iyileşme sürecinde kritik önem taşırdı. Tabi tüm bunların yanında ona bir arkadaş olarak da destek olacaktım. Ne olursa olsun iyileşme süreci yalnız başına atlatılacak bir süreç değildi. İnsan bu süreçte bir arkadaş arıyordu. Ethan ile hiç konuşmamıştık ailesiyle ilgili hiçbir şeyden bahsetmemişti. Bende onun benim gibi olabilme ihtimaline karşın hiç sormamıştım. Bana ailemi soranlar nasıl ki beni yaralıyorlarsa, bende onu bu şekilde yaralamak istememiştim
Defterime yazdığım bu listeye uzun uzun baktım. Ethan güçlü bir adamdı, ama bu süreç sabır gerektiriyordu. Ona yardım etmek, benim için sadece bir iş değil, aynı zamanda bir sorumluluktu. Ve sabır, hemşirelik kariyerimde her zaman en güçlü silahım olmuştu. Bu süreçte her iki taraf için de öğrenilecek çok şey vardı.
Ben bu düşüncelerle yatağıma yatıp ilk defa geldiğim bu evde ilk uykuma daldım. Uykum bölük pörçüktü. Nihayet sabahın ilk ışıkları odama dolarken, gözlerimi açtığımda, bir an için o dingin atmosferde kaybolmak istedim. Perdelerin arasından süzülen güneş huzmeleri yatak örtüsünde altın gibi parlıyordu. Ama zihnim hemen Ethan’a kaydı. Onun sağlık durumu, bu yeni başlangıçta her şeyin odak noktasıydı. İçimdeki geç kalmış olma ihtimalinin huzursuzluğuyla yataktan kalktım, hızla üzerime geçirdiğim siyah bir kazak ve mavi bir kot pantolonla hemen hazırlandım ve Ethan’ın odasına doğru yöneldim.
Odanın kapısını hafifçe araladığımda içerideki sandal ağacı kokusu yüzüme çarptı. Kokunun ana kaynağını bulmak pek zor olmamıştı Bu koku Ethan’dan geliyordu. Sessizce içeri girdim. Odaya göz gezdirirken benim odan ne kadar beyazsa bu oda o kadar siyahtı. Odanın içerisindeki medikal malzemeler hariç her şey siyah renkti. Ethan, geniş yatağında sırt üstü yatıyordu. Yatakta tamamen hareketsiz gibi görünse de yüzü huzursuz bir uykuda olduğunu ele veriyordu. Gözlerim, bir an için onun uyuyan yüzüne takılı kaldı. O kadar etkileyiciydi ki, bir adamın böylesine hem güçlü hem de kırılgan görünebilmesi beni çok şaşırtıyordu.
Siyah saçları, yastığın siyah kılıfına üzerinde mükemmel bir kontrast oluşturuyordu. Hafifçe dağılmış, ama yine de tarzını koruyan saçları, yüzünün hatlarını daha da belirginleştiriyordu. Kaşları hafifçe çatılmış, bu durum ona daha yorgun bir ifade kazandırıyordu. Uzun kirpiklerinin gölgesi, elmacık kemiklerinin üstünde belli belirsiz bir iz bırakmıştı. Alnında ter damlacıkları birikmişti, küçük ışıltılar halinde yastığa süzülüyordu. Dudakları, hafifçe aralanmıştı; sanki bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyormuş gibi bir haldeydi. Bu kadar yakından bakmak, onun çekiciliğini daha da belirginleştiriyordu. Ethan, uyurken bile bir otorite ve çekim merkezi halindeydi.
Yavaşça yanına yaklaştım, ayaklarım siyah halının üzerinde neredeyse hiç ses çıkarmıyordu. Göğsü düzenli bir şekilde inip kalkıyordu, ama her hareketinde hafif bir zorlanma hissediliyordu. Ağrıları yüzünden mi yoksa solunum problemi nedeniyle mi olduğunu kestiremiyordum. Alnındaki biriken ter damlacıklarını silmek için amansız bir istek belirmişti içimde. Elimi yavaşça kaldırıp yüzüne doğru uzattım. Parmaklarım, sıcak cildini neredeyse değecek kadar yakındı. Ancak bir yandan da dokunmaya çekiniyordum. Bu kadar savunmasız bir anında ona dokunmak doğru gelmese de kendime engel olamıyordum.
Tam parmak uçlarım alnına değmek üzereyken, aniden gözlerini açtı. Bu kadar hızlı bir tepki beklemiyordum ve bir anda ne yapacağımı bilmediğim için donup kaldım. Ethan’ın gözleri, sanki doğrudan ruhumun en ücra köşelerine bakıyormuş gibi üzerime kilitlenmişti. O koyu, derin siyah gözler… Bir an için içimi delip geçmiş gibiydi. Uyku mahmurluğunun getirdiği bulanıklık yerini hızla keskin bir kavrayışa bırakıyordu. O gözler öyle etkileyiciydi ki, kalbim dolu dizgin atmaya başladı.
Bir refleksle elimi çekmeye çalışırken, elini hızla kaldırıp benim elimi tuttu. Avucunun sıcaklığı parmaklarımda yayılırken sanki bütün vücudumu bir elektrik kaplamıştı. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş haldeydi. Dudakları hafifçe aralandı, ama konuşacakmış gibi bir hali yoktu. Zaman durmuştu sanki; ne nefes alışlarımız ne de odanın dışındaki dünya bir anlam ifade ediyordu.
“Defne…” dedi en sonunda, sesi kısıktı. İsmimi onun dudaklarından duymak içimi eritmişti adeta.
Ben ise kelimeleri bulamıyordum. Sadece onun gözlerine bakmaya devam ettim. O an içimde garip bir his yükseldi; sanki her şey bir anda yerli yerine oturmuştu. Sanki yıllardır kalbimde dolduramadığım boşluğun sahibini bulmuştum.