Dilem
Ayakta durmak da güçlük çekiyordum. Daha önce hiç, birinin koluma girip bana destek olmasına ihtiyacım olmamıştı. Şimdiyse bir kolumda Berçem, bir kolumda Berfin ayakta durmaya çalışıyor ve Levent'e son vedamı gerçekleştiriyordum. Son kelimesi bir kez daha yüreğimin pare pare yanmasına neden oldu. Babam kalbindeki aşk yarasından dolayı Dilem adını verdiğini söylerdi bana hep. Annem bana hamile olduğunu ilk söylediğinde gönlünün yarasına ilaç olacağımı daha ilk duyduğunda hissetmiş. Dilem gönül ilacı demekti. Oysa ben ne sevdiğim adamın gönlündeki yaraya ilaç olmayı başarabilmiştim ne de beni seven adamın...
Levent’in üzerine toprak atılıyor ve ben öylece izliyordum. Gidiyordu ve benim arkasından bakmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Dostumu, sırdaşımı, ömrüme ortak olanı kaybetmiştim. Beni seven, bana değer veren, mutlu olayım diye gözlerimin içine bakan adamı kaybetmiştim. Yokluğu daha ilk dakikasında kalbimi ateşlerin ortasına atmıştı.
Bir kez daha gözlerim istemsizce doldu. Ben şimdi onsuz ne yapacaktım? İki hafta sonra gidecektik buradan iki hafta! Sadece iki hafta kalmıştı yeni hayatımıza kavuşmaya. Şimdi her şey tepetaklak olmuş ve kendimi altında kalmış gibi hissediyordum.
Tören bitmiş, dualar edilmiş ve herkes yavaşça dağılmaya başlamıştı.
“Bana biraz müsaade eder misiniz?” diye sordum kızlara. İkisi de beni başıyla onaylayıp yavaşça geriye çekildi.
“Anne ve babana kavuştun artık.” Gözlerim yeniden doldu. Dünden beri kuruduğu da olmamıştı. Belki Levent gibi layığıyla sevememiştim ama sevmiştim ben de. Güleç yüzünü, kibar hallerini, yaptığı yerli yersiz esprilerini... Yaşadıklarına rağmen hayata olan pozitif enerjisini...
“Ama beni bıraktın,” dedim sitemle. “Nikah masasında bir ömür evet diye bağırırken bu kadar kısa olacağını kim bilebilirdi?” diye fısıldadım.
Akan damlalar Levent’in yeni atılmış toprağının üstüne düşüyordu. Toprağını okşadım. Levent’in benim saçlarımı okşaması gibi usul usul, sakince gezdirdim parmaklarımı. Acıtmaktan korkarak...
“Hayatıma kattığın tüm değerler için sana çok teşekkür ederim. İyi ki tanıdım seni. İyi ki benim oldun. Kısa da olsa bana en güzel sevgiyi yaşattın. Beni sevdiğin için teşekkür ederim.”
Levent’le bundan hemen hemen iki sene evimi taşıdığım zaman tanışmıştım. Aramızda çok güzel bir arkadaşlık kurmuştuk. Tanıştıktan altı ay sonra beni sevdiğini söylemişti, ben de ona kalbimin dolu olduğunu söylemiştim. Unutmaya çalıştığım bir yaram var ama unutamıyorum demiştim. Altı ay boyunca hiç pes etmemişti Levent. Ne aşkını söylemekten vazgeçmişti ne de benden. Sonunda yelkenleri indirmiştim ama kalbimdeki yarayı kabul ediyorsan birlikte olalım demiştim.
“Ben seni yaralarınla seviyorum,” demişti bana. “Yaraları kapatır, üstüne adımı yazarım,” diyerek göz kırpmıştı. Kapatmıştı da... Altta hala hatırladıkça sızlayan bir yara olsa da Levent kendi adını yüreğime yazmayı başarmıştı. Zaten öyle bir adamı sevmemek mümkün değildi ki... Belki aşık olmamıştım, kalbimi deliler gibi artırmamıştı ama sakin bir liman gibi sevmiştim Levent’i... Yıllarca çektiğim aşk acısından çekip çıkarmıştı beni. Yüzümü güldürmüş, hayatıma baharın tatlı esintilerini getirmişti. Kadın olduğumu, sevilmenin güzel hissiyatını tattırmıştı bana.
Altı aylık ilişkimizin ardından evlenmek istemiştik. Ailemle tanışmaya gelmiş fakat babam düğün için benim yeniden İstanbul’a tayinimin çıkmasını beklemek istemişti. Levent zaten istediğinde yer değiştirebilirdi ama benim için Urfa’da kalmaya devam etmişti.
Urfa’ya döndükten sonra bir çılgınlık yapmıştık. Levent de ben de birbirimizden uzak duramıyorduk ve ona bir teklif sunmuş, evlenelim demiştim. Levent başta babamdan dolayı itiraz etse de yelkenleri çabuk indirmişti ve evlenmiştik. Hem de ilk aşkım olan adamın engelleme çabalarına rağmen. Çünkü ona göre babamın arkasından iş çevirmemiz yanlıştı. Aslında benim için de öyleydi ama sonuçta İstanbul'a gidince evlenecektik beklemenin anlamı neydi diye düşünmüştüm. Burada bir nikah yapar, orada her şey yeni oluyormuş gibi düğünümüzü yaparız diye ummuştum.
Olmamıştı. Acaba hissetmiş miydim de ısrarcı olmuştum evlenmekte. Yaşadığımız o güzel altı ay kalmıştı bana sadece. Daha iki gün önce birlikte İstanbul’dan ev bakarken simdi onu ardımda bırakıp mı dönecektim İstanbul’a? Ne planlar yapmıştık evimiz ve hayatımız için.
Kendimi yönümü kaybetmiş gibi hissediyordum. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Nereye gidecektim? Aileme şimdi ne söyleyecektim? Levent’siz bir hayata nasıl devam edecektim? Sorularım çoktu ama cevaplarını bilmiyordum. Ve ben şu an sorularla uğraşmak değil acımı yaşamak ve sadece hıçkırarak ağlamak istiyordum.
“Ah, Levent...” diye fısıldadım toprağına yüzümü gömerken. “Beni de alsan ya yanına? Bensiz adım atmıyordun, şimdi niye sensiz bıraktın?”
Berfin sonunda yanıma geldi. “Hadi Dilem, bitirdin kendini canım. Düşüp kalacaksın. Gidelim.”
“Biraz daha kalalım.” O beni en zor anlarımda bile hiç yalnız bırakmamıştı. Başka biri için ağlarken bile. Şimdi ben onu nasıl yalnız bırakırdım? Buralarda bir başına bırakıp nasıl dönecektim?
“Hadi Pıtır,” diyen sesle gerildim. Dün karşımda onu görünce kollarına atladığım için hala içten içe rahatsızlık duyuyordum. Burada olmaması gerekirdi. Tıpkı nikahımda olmaması gerektiği gibi. Fakat Ezman yine işgüzarlık yapmış Cengaver’i aramayı ihmal etmemişti.
Dün ben yanındayım demişti de ben ne nikahta ne de şu an onun yanımda olmasını istemiyordum. Levent, Cengaver’in burada olduğunu bilseydi ne düşünürdü diye merak ettim. Nikah günü anlamıştı Levent, Cengaver’in o adam olduğunu... Hatta bir ara vazgeçeceğimi bile düşündüğünü söylemişti sonradan. Ben de ona Cengaver’in artık geçmişte kaldığını söylemiştim. Şimdiyse geçmiş dediğim yanımda, geleceğim olduğunu düşündüğüm kişi mezardaydı. Bu nasıl bir sınavdı Allah’ım?
“Hadi güzelim,” dedi Berfin bir kez daha. Derin bir nefes alıp yeniden eğilip toprağını öptüm. “Yarın tek geleceğim, merak etme,” diye fısıldadım.
Berfin yine koluma girmişti. Mezarın çıkışına doğru yürümeye başladık. Ezman biraz işgüzar olsa da iyi bir adamdı. Bizim evimiz küçük olduğu için Kuranı konağın avlusunda yapalım demişti. Mezarlıktan çıkışta direkt konağa geçmiştik. Camiden anons da yaptırılmıştı Kuran için.
Akşama doğru konak oldukça kalabalık olmuştu. Levent’in birçok meslektaşı da gelmişti. Kimi uzun kalamamış ama burada olduklarını da hissettirmişlerdi. Çevresindeki herkes tarafından sevilen bir adamdı Levent. Bu dünyadan kimseyi kırmadan gittiğine emindim.
Kuran bitmiş, avluda Berfin’in ailesi ve biz kalmıştık. “Rabbim şehadetini kabul etsin. Bizlere de şehadet şerbetini içmeyi nasip etsin,” dedi Ezman.
“Amin,” dedim tüm yüreğimle. En güzel mevkileri hak eden biriydi Levent. En güzel mevki de nasip olmuştu inşallah ona. Metanetimi korumama yardımcı olan tek nedendi bu. Hala ayakta durabiliyor olmamı kolaylaştırıyordu.
“Çok iyi biriydi gerçekten,” dedi Berfin. “Neşeli Bir insandı. Rabbim ahirette de yüzü gülenlerden olmasını nasip etti inşallah.”
“Çok tanımıyordum ama,” diye başladı Cengaver. “Bizim Pıtır sevdiyse sağlam adamdır.” Berçem ve Berfin’in ihtiyatlı bakışları bana döndü.
Gözlerimi yumdum. Düştüğüm durum karnımın ağrımasına neden oluyordu. Cengaver’in burada olan varlığını hatırladığım anda kendimi tuhaf hissediyordum. Konuşmadığı, varlığını hissettirmediği anlar daha kolaydı. Fakat varlığını hissettiğim anda kalbim karışıyor, yaram sızlıyordu.
Bunu birine anlatsam beni suçlayabilirdi. Fakat kimse aynı duyguyu yaşamadan diğerinin ne çektiğini anlayamazdı. Ben yıllarca sevmiştim bu adamı. Taa liseden beri...On yedimde... Dokuz bitmez yıl boyunca...
“Ben gideyim,” diyerek ayaklandım hızla. Berfin de kalkarak “gitme, burada kal bu akşam,” dedi.
“Yok, yok. Gideyim.”
“Ben de seninle geleyim o zaman. Yalnız kalma.”
“Yok, Berfin saçmalama. Yıllarca tek kaldım kızım, yine kalırım. Evli, barklı kadınsın.”
Cengaver ellerini cebine sokup ayaklandı. “Ben giderin Dilem’le. Siz rahatsız olmayın.”
“Saçmalama,” dedim.
“Asıl sen saçmalama,” dedi. “Sanki daha önce kalmadım.”
“O zaman şartlar farklıydı,” dedim üste çıkarak. Bir kere kalmıştı sadece o da mecburiyetten olmuştu.
“Seni yalnız bırakmayacağım.”
“Her zaman yanımda olamazsın. Ayrıca birine ihtiyacım yok benim.”
“Bence tartışmayı kesip burada kalın. Yeterince odamız var. Berçem sen de söylesene bir çay yapsınlar. Boğazımız kurudu.”
“Tamam ağabey.”
Ezman’ın müdahalesiyle yerime oturdum. Cengaver ile kendi evimde kalmaktansa burada kalmak daha iyi bir fikirdi.
***
Çaydan sonra Berfin’in gösterdiği odaya girdim. Bana kendi kıyafetlerinden bir pijama takımı vermişti. Yattım yatmasına da bir türlü uyumayı başaramamıştım. Yatakta dönüp durmaktan sıkılıp terasa çıktım. Cengaver de terasta oturmuş, sigara içiyordu. Bir yandan da telefonla konuşuyordu. Yıllar önce sigarayı bırakmıştı. Ne zaman başladığını merak etmişim. Beni görünce “gelsene,” dedi.
“Görüşürüz Osman. Birkaç gün daha idare et sen beni.”
“Tamam abi, hayırlı geceler.” Telefonu kapatıp bana döndü.
“Uyuyamadın mı?” Başımı olumsuz anlamda salladım.
“Yeniden sigaraya mi başladın? Ne zaman?”
“Dört, beş ay oluyor,” dedi. Ardından iç çekip gökyüzünü bir süre izleyip bana döndü.
“Arkadaşın evleniyormuş. Bu akşam istemeye gelmişler.” Kaşlarımı çattığımı fark edince “Mine,” diye açıkladı.
Son konuştuğu adamla ciddi düşündüklerini hatta yakında istemeye geleceklerini biliyordum. Hatta düğünü ben gelmeden yapmayacağına söz vermişti.
“Hmm... Geleceklerdi ama zamanı belli değildi. Ayarlamışlar demek ki... hayırlısı olsun.”
“Sizin arkadaşlığınız hala çok şaşırtıyor beni,” dedi Cengaver. Levent konusundan özellikle beni uzak tutmaya çalıştığını fark ettim. Kafamı dağıtmak istiyordu büyük ihtimalle.
“Annem hala söylenir,” dedim iki gündür aklıma gelmeyen ailemi düşünerek. Ah ben onlara şimdi ne söyleyecektim? “Senin de adını çıkaracak bu kız,” diyerek annemin taklidini yaptım.
“Gece ve gündüz gibisiniz gerçekten.”
“Herkes aynı olacak diye bir şey yok ki. Her insan farklıdır.”
“Şimdi bir şey diyecektim de neyse. Bunun adı farklılık değil de başka bir şey.”
“Buna rağmen sevdin ama,” diyerek yorumda bulundum. “Sana evet deseydi suçlamayacaktın, ama sana evet demediği için suçluyorsun. Bu iki yüzlülük değil mi?”
“Ben bana evet demediği için demedim ki bunu. Herkesin hayatında birileri olur. Benimde oldu. Ben iki üç kişiyi aynı anda idare etmeye çalıştığı için öyle söyledim. Bu yüzünü gördükten sonra da sildim. Ben onu her haliyle kabul etmeye hazırdım ama o hem beni elinde tutmaya çalışıp hem de büyük av kovaladı. Benden uzak Allah’a yakın bu saatten sonra.”
Anlattıkları şaşırmama sebep oldu. Mine bana bu durumlardan bahsetmemişti. Cengaver’den hoşlandığını düşünüyordum hatta. Fakat aşk karın doyurmuyor diyen de Mine'ydi. Şimdi evleneceği adama aşık mıydı bilmiyorum ama karnı doyardı artık, sanki aç kalmış gibi...
“Unuttun yani,” dedim meraklı bir sesle. Benim kadar olmasa da o da uzun zamandır seviyordu Mine’yi...
Sustu Cengaver. Bazı yaraların kaşınmaması gerekirdi. Suskunluk en büyük cevaptı anlayana.
“Tövbe ettim Pıtır. Sevmek bana göre değilmiş, anladım.”
Bir şey demedim. Çünkü insan neyden büyük konuşursa başına geliyordu. Ben de ondan başkasını seveceğimi düşünmezdim önceden. Ona olan duygularım gibi olmasa da sevmiştim. Sevip mutlu da olmuştum. Hayatımın en güzel bir yılını yaşamıştım Levent ile. Levent’in artık bu dünyada olmadığını hatırlayınca yutkundum. Sanki görevdeydi de sabah gelecekti.
“Karşılıklı sevmek güzel şey Pıtır. Bu duyguyu tadanlardansın. Keşke böyle olmasaydı ama kadere karşı da boynumuz ince. Allah’tan gelene razı olmaktan başka, duadan başka yapacak bir şey yok.”
“Biliyorum. Ama zormuş, çok zormuş. Şu an görevde gibi geliyor biliyor musun? Sabah eve gelecekmiş gibi.”
“Zaman en iyi ilaçtır derler. Ne diyebilirim ki...”
“Ben ne yapacağım Cengaver? Annelere şimdi ne diyeceğim? Sizden habersiz evlendik, gelince söyleyecektik ama Levent şehit düştü mü?”
“O da var dimi,” dedi paketinden bir sigara çıkarıp. “Söylesen bir dert, söylemesen bir dert...”
“Öyle,” dedim.
“Bana sorarsan hiç söyleme Pıtır. Mahalleli darlar seni, zaten derdin başından aşkın. Annen, baban birilerine söylemez aslında ama. Üzülürler, üzülürken farkında olmadan seni kırarlar. Zaten Levent’in kimsesi yokmuş. Karşına biri gelecek değil. Sen bilirsin ama söyleme istersen.”
“Bilmiyorum.”
“İki hafta var dönmene. Hele şu bir hafta bir kendine gel. Dönene kadar düşünüp karar verirsin.”
“Sen de kalma, yarın dön,” dedim. Dediği gibi düşünüp karar verecektim.
“Birkaç gün daha kalayım diye düşündüm .”
“Niye,” dedim.
“Yalnız kalmanı istemiyorum.”
“Ben burada bir sene öncesine kadar hep yalnız kalıyordum Cengaver. Beni düşünüp işinden olma. Ben bu zamana kadar her şeyle kendi başıma ilgilenebildim. Bırak acımı da kendi başıma yaşayayım.”
Cengaver kafası karışmış bir bakış attı. Sanırım benden böyle bir tepki beklemiyordu ama onun daha fazla burada kalmasını istemiyordum. Kayıp benimdi, acı benimdi. Hele Cengaver’in hiç alakası yoktu. Burada olmasına gerek de yoktu.
“Nasıl istersen, giderim yarın,” dedi sonunda.
“Teşekkür ederim. İyi geceler.”
***
CENGAVER
“İyi geceler,” dedim gidişini izlerken. Halini iyi görmediğim için kalmak istemiştim ama madem yalnız kalmak istiyordu saygı duymam gerekirdi. Mezarlıktaki konuşmaları içimi yakmıştı. Onun bize arkası dönükken yakınındaydım, geri gitmek isterken kelimeleri olduğum yerde durmama sebep olmuştu.
Bir sigara daha yakarken Levent’in nikahtaki bakışları geldi gözlerimin önüne. Çok sevdiği bakışlarından belli oluyordu. Benden bile kıskanmıştı Dilem’i.
En azından bir kadın tarafından sevildiğini bilerek gitmişti. O da zor olmuştur diye düşündüm sonra. Hele ölümü yavaş olduysa... Birini ardında bırakmak... Bunu sık sık düşünürdüm aslında. Babamdan dolayı merak ederdim. Ölümü çabuk mu olmuştu yavaş mı? Son nefesini verirken annemi, beni geride bırakırken ne düşünmüştü?
“Ne yapıyorsun?” diyen sesle hafifçe sıçradım. Beklemiyordum.
“Uyku tutmadı,” dedim. Ezman gelip yanıma oturdu.
“Yarın dönüyorum ben. Dilem’i yalnız bırakmamaya çalışın.”
“Hayırdır? Birkaç gün daha kalırım diyordun,” dedim.
“Dilem istemiyor. Sık boğaz olmasın kız.”
“Sıkboğaz etmezsin. Biz de kalırsın.”
“Yok oğlum. Öyle bir baktı ki sanki burada ne işin varmış der gibi... Gelirim yine, siz gelirsiniz. Yol yaptık zaten buraları.”
“Zor be Cengaver. Dünden beri düşünüyorum Berfin’e bir şey olsa ne yaparım diye. Nefesim kesiliyor.”
Nasıl olacaktı? Hadi ailesine anlatmadı diyelim. Acısını nasıl saklayacaktı? Ah be Dilem, kendisini öyle bir durumun içine sokmuştu ki, ne taraftan tutarsan tut adamın elinde kalıyordu.
“Takdiri ilahi karşısında boynumuz kıldan ince,” dedim. Ezan sesiyle saatin çok geç olduğu kafama yeni dank edince Ezman’a döndüm.
“Sen niye geldin oğlum. Gidip uyusana.”
“Bizimki uyandı anası emziriyor. Çığlıklara ben de uyandım tabi. Işığı açık görünce bakayım dedim. Seni görünce de geldim işte.”
“Kalk, kalk. İki üç saat bari kestirelim.”
“Hayırlı sabahlar o zaman,”
“Hayırlı sabahlar.”
Bundan birkaç yıl önce hayatı tepetaklak olan adamın şimdiki hali arasında öyle bir değişim vardı ki insan hayatın getirileri karşısında şaşırıp kalıyordu.
***
Sabah biraz geç uyanabilmiştim. Hava aydınlandığında zıbarıp kalırsan böyle olurdu. Odada oyalanmadan üzerimi değiştirip lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp doğrudan avluya indim. Ortalık yanıyordu. Burası İstanbul’dan da sıcaktı. Herkes aşağıdaydı ve kahvaltı yapıyorlardı. Bir tek Dilem görünürde yoktu. Merdivenleri inip selam verdim.
“Günaydın.”
“Geç oldu kusura bakmayın.”
“Geç yattın, normal,” dedi Ezman. “Gel kahvaltı yap.”
“Dilem nerede?”
“O mezarlığa gitti. Kahvaltı yap dedim ama sözümü dinlemedi,” dedi Berfin bir yandan bebeğiyle ilgilenirken.
“Bana bir araba versene. Gidip bakayım. Dışarıda yaparız kahvaltıyı biz onunla. Sonra buraya bırakır, ardından havaalanına geçerim.”
Ezman, Diyar’a bakınca Diyar cebinden bir anahtar çıkarıp bana uzattı. Teşekkür ederek dışarı çıktım. Arabaya binip mezarlığa doğru sürdüm. İçimden hiç gitmek gelmiyordu ama Dilem öyle istediği için de kalamıyordum. Mahallede oradan oraya koşturan, gözümün önünde büyüyen kızı şimdi böyle görmek tuhaf hissetmeme neden oluyordu.
Beş yaş vardı aramızda, çok fazla yaş farkı olmasa da çocukluğunu hatırlıyordum. Genç kız hallerini... Üniversiteyi kazandığında ilk benim yanıma koştuğunu... Ve atandığında söz verdiğim gibi bara giderek kutladığımızı... yıllar ne çabuk geçmişti. Şimdi yirmi sekiz yaşında, dul bir kadındı. İnanılır gibi değil.
Atanamadığı her sene sahil kenarına inip oturur ağlardı. Kaç kez teselli etmiştim. Kaç kez bu kez olacak diye cesaretlendirmiştim. Sonunda istediğini başarmış, harika bir öğretmen olmuştu. Fakat dünden beri aklımda dönüp duran kaderi insanı çeker sözünü doğruluyordu yaşadıkları.
Mezarlığa ulaşıp arabayı park ettim. Daha dün gördüğümüz mezara çevirdim adımlarını. Dilem’i eşinin mezarında gördüğümde yanına gitmeden önce bir süre daha vakit geçirmesine izin verdim.
Dilem’in hüzün dolu gözlerini gördüğümde içimde bir boşluk hissettim. O an, her bir damlası acıyla dolu gözyaşlarından yola çıkarak onun iç dünyasına girmek ve ona zamanla acılarının hafifleyeceğini söylemek istedim.
Dilem çökmüş görünüyordu. Onu böyle görmek benim için de kolay bir durum değildi. Annemin, babamı ilk kaybettiğinde tıpkı Dilem gibi göründüğünü düşünmek canımı yakıyordu. Geçmiş ve şu an kafamın içinde birbirine girmiş gibiydi.
Sanki dünyanın ağırlığı omuzlarında toplanmıştı. Elleri toprağa değdiğinde, titremeleri beni yaraladı. O an, içinde taşıdığı acıyı hissettim. Sesli bir çığlık yerine, sessiz bir feryat vardı bakışlarında.
Gözyaşları süzülürken, bir taraftan kaybettiği eşiyle olan anılarını düşünüyordu sanki. Dudakları kımıldıyor, bir şeyler konuşup duruyordu. Yüzünde beliren acı, gözlerinden süzülen her damla gözyaşıyla ifade buluyordu. Kalbinin orta yerine yerleşen acıyı gözlerinden okuyabiliyordum.
Biraz daha yaklaştım. Artık daha fazla ağlamasını görmek istemiyordum.
Yakınına varınca konuşmalarına şahit oldum. Dilem kaybettiği eşine olan duygularını ifade ediyordu. Her cümlesi, kırılmış bir kalbinin iç çekişiydi. Dilem’i gözlemlemek, acısına şahit olmak beni derinden etkilemişti. Dilem’in yüzünde sevgisiyle yoğrulmuş bir acı hakimdi.
Dilem’i izlemek, içimde bir sızı yaratmıştı. Mahallemizin neşeli ve güzel kızının, eşinin kaybıyla yıkılmış halini görmek beni adeta sarsmıştı. O kadar güçlü duruyordu ki, ama gözlerindeki acıyı gizlemekte de zorlanıyordu bir yandan. Acısını hafifletmesi için Allah’a dua ettim. Yeniden gülebilmesi için... Ve hayata yeniden sarılabilmesi için...
Daha fazla dayanamayıp ayakucuna kadar yaklaştım ve boğazımı temizledim. Bakışlarını usulca mezardan çekip bana döndü. Acının yerini alan şaşkınlığı izledim. Dönüp bir mezara ve ardından bir kez daha bana baktı.
“Senin ne işin var burada?” derken gözlerini sildi.
“Gitmeden önce seni tekrar göreyim,” dedim. “Kahvaltı yapmadan çıkmışsın, ben de yapmadım. Birlikte kahvaltı yaparız, sonra seni konağa bırakıp havaalanına geçerim.”
Omuzlarını dikleştirip bir kez daha mezarı okşadıktan sonra “yarın yine geleceğim,” diyerek ayaklandı.
“Beni yalnız bırakmak bu kadar zor olmamalı,” diye huysuz bir sesle söylendi. İlk geldiğim an dışında benden uzak duran tavrını anlamak istercesine yüzüne baktım. Bana karşı hiçbir zaman bu kadar mesafeli olmamıştı.
Mezarın çıkışına doğru yürürken “sana yanlış bir tavrım mı oldu?” diye sordum merakla. “Sen sevincini de üzüntünü de ilk benimle paylaşırdın. Hep böyle oldu. Şimdi değişen ne merak ediyorum.”
Arabanın yanına gelmiştik. Dolanıp yan koltuğa otururken ben de şoför koltuğuna geçtim. İç çekip bakışlarını yola çevirdi. Cevap vermek istemediğini daha net belli edemezdi.
“Öyle olsun bakalım Pıtır. Döndüğünde konuşuruz nasılsa.”
Nehrin kenarındaki yerlerden birine geçip oturduk ve kahvaltı siparişi verdim. Beklerken ne söyleyeceğimi de bilemedim. Dilem’in suskun hallerine alışık biri değildim. O sırada çalan telefonum kurtarıcım gibi olmuştu. “Bunu açmam lazım,” diyerek ayaklandım.
“Efendim Ayla.” Masadan uzaklaştım.
“Akşam gelmedin. Neredesin Cengaver?”
“İstanbul dışındayım. Cenaze vardı,” diye açıkladım.
“Tamam, birbirimizi aramıyoruz da gelmeyeceğini haber verebilirdin di mi? Böyle mecburi zamanlarda olsun arama nezaketi göstermen gerekmiyor mu? Tüm gece bekledim. Evdesindir diye de arayamadım.”
“Bu akşam döneceğim. Uğrarım. Şimdi kapatmam lazım.”
İç çekti. Ne dememi bekliyordu bilmiyorum. Cenazenin ortasında Ayla vardı sanki aklımda.
“Görüşürüz.”
Telefonu kapattım ve masaya doğru yürüdüm. Garson servisi açıyordu. Geçip karşısına oturdum.
“Ayla kim?” dedi direkt. Merakı gülmeme sebep oldu. Dilem her zaman meraklı biri olmuştu.
“Bir tanıdık.”
“Hmmm... Bu kadar yani.”
“Bu kadar,” diyerek konuyu kapadım. Ne diyecektim anasını satayım. Arada takılıyoruz mu?
Sessizlik içinde kahvaltımızı yaptık. Çayımı içerken “hangi gün döneceksin?” diye sordum.
“İki hafta buradayım. Okulda son işlerim var. Sonra buradaki eşyaları ikinci el bir yere satmayı düşünüyorum. Aslında kamyonla götürecektik ama...” sustu. İki günde değişen hayatını düşünüyordu besbelli. Eşiyle ev tutmak varken şimdi ailesinin yanına dönecekti.
“Dönmeden arasan ben gelirim, beraber hallederiz istersen?”
“Niye Cengaver? Ben kendi işimi kendim yapamıyor muyum?”
“Kızım, sanki ilk kez yardım edecekmişim gibi konuşmuyor musun acayip ayar oluyorum. Seni buraya yerleştiren de bendim. O zaman niye halletmemiştin? Kendin yapamıyor muydun?”
Uzak tavrı deli etmişti beni. Acısına veriyordum ama sabrımı da ufaktan zorlamaya başlamıştı.
“O zaman gençtim.”
“Dört yılda yaşlandın yani?”
“İnsanı yaşlandıran yalnızca yaş değildir.”
Dikkatle yüzünü süzdüm. Çok güzel kızdı Allah için. Mavi gözleri, işlem yapıldığı belli olan sarılı, kahveli saçları, dolgun dudakları ve pürüzsüz cildiyle yaşlandığını iddia etmesi komik olmuştu. Hele minyon tipiyle yaşını bile göstermiyordu.
“Bana küfrediyorsun resmen,” diye dalga geçtim. “Sen yaşlanmışsan ben karta kaçmışımdır.”
Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Minicik de olsa...
Kahvaltıdan sonra Dilem’i, Ezman’ın konağına bıraktım. Hepsiyle vedalaştıktan sonra en son Dilem’in karşısına geçtim.
“İhtiyacın olursa ara. Kendi başına halledersin sen ama yine de bir şey lazım olursa haber ver. Yeniden başın sağ olsun Pıtır. Rabbim acını hafifletsin.”
“Sağ ol Cengaver. İyi ki varsın,” dedi. Sonunda ağzından güzel bir cümle duymanın etkisiyle gülümsedim. Kendime çekip sarıldım.
“Allah dağına göre kar verirmiş. Sen çok güçlü bir kadınsın. Rabbim eşini şehitliğe layık görmüş, bunu düşün ve onun için mutlu ol. Ölüm her zaman acıtıyor ama... Nasıl öldüğünde önemli. Eşin en güzel şekilde ulaştı oraya. Bundan güç al olur mu?” diye fısıldadım kulağına.
“Ve sen de iyi ki varsın Dilem. Hep var ol.”