Gece eve geldiğimizde evdekiler bu kadar saattir habersiz ortalıktan kaybolduğum için azar çekmeye niyetlenselerde Uğur ağabeyim hepsini susturmuştu. Ne olduğunu sorma dediğim için de sormamıştı.
Sabah olduğunda kahvaltı yapmamış öylece yatmaya devam etmiştim. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Gerçekten yorulmuştum. Babam bu dünyaya çok küçük yaşta karışmamı sağlamıştı. On yedi yaşımdan beri her türlü tehlikeye girip çıkmıştım ama yorulmuştum. Savaşmaktan ziyade ailemle ilgili yaşadıklarım yormuştu. Aslan'ın attırdığı o dayağı yine bir başıma çekseydim, sonrasında bir başıma iyileşseydim bugün hiçbir şey yokmuş gibi devam ederdim ki Cenk ile de baş etmeyi bilirdim ama bu aile sıcaklığına girdikten sonra ve özellikle ağabeylerim küçük bir çocukmuşum gibi her hareketime karışmaya başladıktan sonra kendimi güçsüz hissetmeye başlamıştım.
Öğlen yemeği içinde odamdan çıkmayınca ve en sonunda akşam yemeği vakti geldiğinde Uğur ağabeyim yanıma gelmişti.
"Afet, neler oluyor?"
"Yok bir şey." dedim.
Yatağımın kenarına oturdu. Cenin pozisyonunda büzülmüş yatıyordum. "Hiçbir şeyi kafaya takmayan o kız nereye kayboldu? Ne olduğunu anlat. Yardım edeyim."
Yattığım yerden doğruldum. "Ben iyiyim. Sadece biraz yalnız kalmak istedim. Bazen bu ev çok kalabalık geliyor. Alışamadım." Cenk'i anlatmak istemiyordum.
Uzanıp elimi tuttu. "Afet'im, güzel kardeşim. İyi bir başlangıç yapmamış olabiliriz ama biz kardeşiz, bir aileyiz. Bir sıkıntın olduğunda söyleyeceksin ki yardım edebilelim. Güçlü olduğunu biliyorum ki hatta fazlasıyla güçlüsün ama her insanın bazen güçsüzlüğe ihtiyaç duyduğu bir dönem olur. O dönemde de senin yerine güçlü olan biz oluruz."
Sözleriyle kalbimde hiç bilmediğim bir yere ışık doğdu. Boynuna sıkıca sarıldım. Sırtıma hafifçe vurdu. "Ah, deli kız ah. Tam bir baş belasısın."
"Biliyorum." dedim. "Bunu çok sık duyuyorum."
"İyi, akşam yemeğine misafir geleceğini de biliyorsundur. Bu odadan çıksan iyi olur. Kardeşimi o yemek masasında görmek istiyorum ki yemeği bahçede yiyeceğiz. Yiğit ağabeyim mangal yakacak. Bu işte inanılmaz iyidir."
"Şimdiden acıktım." dedim gülerek.
Odada yalnız kaldığımda yataktan ayrılıp kıyafetlerimi değiştim ve sonrasında bahçeye çıktım.
Herkes dışarıdaydı. Yiğit ağabeyim yaktığı ateşle ilgileniyordu ama misafir her kimdiyse henüz gelmemişti.
Bir köşeye geçip sigara yaktım ve derin bir nefesi içime çektim. İkinci nefesi çekerken Uğur ağabeyim sigarayı elimden aldı. "Ayıp, ayıp. Ağabeyinin yanında sigara içmekten utanmıyor musun?"
"Yoo." dedim gülerek ve sigaramı almak için eline uzandım ama geri çekti.
Sigaramı vermedikçe elinden çekmeye çalıştım. Bir süre sonra kahkahalar içinde bahçe içinde bir kaçma kovalama başladı.
Diğerleri de hallerimizi gülerek izliyordu. En sonunda bahçenin duvarına zıplayıp oradan ağabeyimin üzerine atladım.
İkimizde resmen yere yapışmıştık ama altımda kalan o olduğu için darbenin en büyüğünü o almıştı.
Biz yerde böyle alt alta üst üste kalmışken bahçeye motosiklet sesi doldu. Hülya anne "Benim güzel oğlum gelmiş." dediğinde olduğum yerde başımı kaldırıp gelene baktım.
Motosikletinden inenle göz göze geldiğimizde öylece donup kaldım ki aynı şaşkınlık onda da vardı.
"Yuh be vicdansız! Toprağa gömdün resmen." Ağabeyim üzerinden iteklediğinde hissettiğim şaşkınlıkla karşı koyamadım ve sırt üstü diğer tarafa düştüm.
Ayağa kalktığında elini uzatınca tutarak kaldırmasına izin verdim. Şaşkınlığımı biraz olsun üzerimden silkeledim. "Sen de benimle uğraşmasaydın."
"Anladık en güçlü sensin." diyerek kolunu boynuma sarıp kendine çekti ve yanında sürüklemeye başladı.
"Bıraksana be!" dedim kolunu açtırmaya çalışarak ama çok fazla sıkmıştı. "Baba, şu oğluna bir şey söyle. Yoksa boğarak öldürecek." diye mızmızlandım.
"İkinizde, yeter artık." diye Yiğit ağabeyim araya girdi. "Valla küçük çocuklar gibisiniz başım şişti."
Uğur ağabeyim gelen azarla boynumdaki kolunu gevşetirken diğer ağabeyim misafirine doğru ilerledi ve sertçe tokalaştılar. "Hoşgeldin dostum."
"Hoşbuldum." diye karşılık verdi diğeri.
Hülya anne misafire baktı. "Rüya kızımı da getirseydin keşke."
Bakışlarım yine Barış'ın üzerine takılı kalmıştı. Ailemle bu kadar samimi miydi gerçekten?
"İlaçlardan sonra uyuyakaldı, getiremedim o yüzden."
"Neyse bir dahakine artık." diyen Hülya anne babamın yanına geçip oturdu.
Ben hala şaşkınlığımdan kurtulamamıştım ki o da aynı durumdaydı. Bana attığı kaçamak bakışların farkındaydım.
Yiğit ağabeyimle mangalın başına geçtiklerinde Uğur ağabeyime fısıldadım. "Çok samimi görünüyorlar."
"Barış ile mi? Birlikte büyüdük sayılır. Babam babasıyla yakın arkadaştı."
Haberim yoktu ki Barış'ın babası hayatta da değildi. Belki bu yüzden hiç dikkat etmemiştim.
Aklıma istemsizce kendimi ona açtığım gece geldi. Benimle olmasını istemiştim, ona fahişeyim demiştim ve öylece duygusuzca sevişmiştik. İlk defa bir erkeğe yaklaştığım için utanıyordum.
Herkes bir şeyle ilgilenmeye devam ederken biz hala Barış ile birbirimize kaçamak bakışlar atıyorduk. O neden burada olduğumu anlayamıyordu ben de o günün hatıralarıyla bocalıyordum.
Elime aldığım sigarayı yakmak için cebime uzandım ama çakmağı bulamadım. Muhtemelen koşarken düşürmüştüm. Mangal ateşinin yandığı yere baktım. Kimse yoktu. Ağabeyim biraz ötede babam ve arkadaşıyla konuşuyordu.
Adımlayıp ateşin yandığı yere gittim eğilip sigarayı tutuşturdum. Bir kaç nefes çekmişken Yiğit ağabeyim, Barış ile olduğum yere geldi. Duygularımın yüzüme yansımaması için uğraşıyordum ki ağabeyim zaten hiç vakit kaybetmeden sigarayı elimden alıp öylece ateşin içine attı.
"Hey!" diye bağırdım öfkeyle.
"Bir daha yanımda sigara içtiğini görmeyeceğim."
"Sanane!" dediğimde eli kulağıma gitti.
‘’Bıraksana kulağımı be!’’ diye geri diklenmeye devam ettim. Barış’ın üzerimizdeki şaşkın bakışları hala devam ediyordu.
‘’Babam sana büyüklere karşı gelinmeyeceğini öğretmedi mi?’’ diyen ağabeyime daha çok diklendim.
‘’Yo öğretmedi. Aksine onları nasıl parmağımda oynatacağımı öğretti.’’ Sözlerimle kulağıma daha çok asıldı.
‘’Afet, şu mangalın içindeki közleri ağzına doldurmadan sus istersen.’’
‘’Sen de kulağımı bırak.’’ İleride oturan karı kocaya baktım. ‘’Siz de şu oğlunuza bir şey söylesenize orada oturmuş sadece izliyorsunuz.’’ Tek kelime etmek yerine başlarını diğer tarafa çevirdiler. Aman ne güzel!
Kulağımı bıraktığında aynı Uğur ağabeyimin yaptığı gibi kolunu boynuma dolayıp kendine çekti. ‘’Hareketlerine dikkat et yoksa o kulağın daha çok çekilir.’’
‘’İyi!’’ dedim burun kıvırarak. Bazen bu aile olma olayından gerçekten nefret ediyordum.
‘’Barış, sen bizim üç numarayla tanışmamıştın değil mi?’’ diyen ağabeyimle yine donup kaldım. Onca erkekle bir araya gelmiştim ama hiçbiri üzerimde Barış’ın bıraktığı etkiyi bırakmamıştı ve onunla yaptıklarımı unutamıyordum.
‘’Üç numara?’’ diyen Barış hala burada neden olduğumu anlamaya çalışıyordu.
‘’Babamın büyük bir başarıyla yirmi beş yıldır bizden sakladığı kardeşimiz.’’ Barış ile kısa bir an göz göze geldik. Şaşkınlığı o kadar belli oluyordu ki. ‘’Gerçi biraz kurşunlayıp sonra ölesiye dövüp kapımıza atmasalardı hala haberimiz olmazdı ya neyse.’’
‘’Bu kadar ayrıntılı bilgi vermek zorunda mısın?’’ dedim. Barış’ın bunları bilmesine gerek yoktu ki!
Ağabeyim boynumdaki kolunu geri çekince dağılan saçlarımı düzelttim. ‘’Barış yabancı değil. Kan bağı olmasa da onunla senden daha uzun süredir kardeşiz.’’
O sarı kafanın bunları öğrenmesini istemiyordum. Ondan içten içe utanıyordum. O geceki halimi bana hatırlatmaktan başka bir şey yapmıyordu ve o geceyle birlikte annemin söylediği sözlerde kendisini hatırlatıyordu.
‘’Bilmiyordum.’’ diyen Barış’ın sözleri daha çok banaydı.
Konuyu dağıtmak için Yiğit ağabeyime baktım. ‘’Siz bilmeseniz de ben sizi hep biliyordum hatta oğluna ve kızına babamın alıp getirdiği bazı hediyeleri ben gönderiyordum. Aslan olmasa daha çok ayakta uyurdunuz.’’ dedim ve arkamı dönüp yanlarından uzaklaştım. Arkamdan ağabeyimin öfkeli mırıldanmalarını duyuyordum ama umrumda değildi. Barış’ın yanında yediğim dayaklardan bahsetmeyecekti.
Yiğit ağabeyim etleri pişirirken gözlerden uzak bir köşeye geçmiş yine sigara içiyordum.
Yanıma yaklaşan ayak sesleriyle huzursuzluğum arttı. "Neden telefonlarımı açmadın?" diyen sesle sigara dudağımda, nefes almayı unutmuş halde öylece kaldım.
İçine girdiğim ruh halini belli etmemek için yine umursamazlığa büründüm. "Neden açayım?"
"Afet, sen ne yaptığının farkındasın değil mi?"
"Sana o gün ne söylediysem o. Ne eksik ne fazla." Tavırlarım rahattı ama gerçekte öyle değildim.
"Sikeyim Afet!" sesi bu defa sertti. "Babanın kim olduğunu bilseydim sana asla elimi sürmezdim."
"O anlamda ilk defa seninle olmuş olabilirim ama yaklaştığım ilk erkek sen değilsin iyi biliyorsun. Elindeki fotoğraflar öylece havadan uçup gelmedi. Kim olduğum, nasıl biri olduğum ortada. Neyin tavrını yapıyorsun anlamıyorum. Sonuçta senin ilkin de ben değilim. Bir çok kadınla birlikte olduğuna eminim."
"Senin derdin ne? O gün neden öylece evime geldin?"
"Sanane!" dedim.
"İşine gelmeyen bir şey söylendiğinde sanane deyip çekil kenara. Oh, ne ala!" Mavi bakışlarını üzerimden bir saniye bile ayırmamıştı. "Yiğit'in Aslan dediği Cenk'in babası değil mi? Sana uzak dur, fazla tehlikeli demiştim."
"Gerçekten sanane!" dedim tekrar. "Sen işine baksana."
"Bakıyorum zaten." dediğinde göz göze geldik. Bu sarı kafa neden bir bakışıyla bile beni bu kadar etkisi altına almayı başarıyordu?
"Hadi etleri soğutmayın." diyen sesle bakışlarımız ayrıldı ve sonra birbirimizden uzaklaşıp masaya doğru ilerledik.
Hep beraber oturup yemeye başladığımızda herkes mutlu bir sohbetin içindeydi ama ben ortamdan kopmuş bir haldeydim. Bakışlarım sürekli Barış'a yöneliyordu ki o da arada aynı bakışlardan bana atıyordu.
Zaman geçerken bahçe kapısının orada nöbet tutan adamlardan bir ses yükseldi. "Giremezsiniz!"
"Çekilin önümden!"
Son sesi tanımıştım. Burada olduğumu nereden öğrenmişti ki? Sadece bir tahmin üzerine gelmezdi değil mi?
"Ne oluyor?" diyen babamla ayağa fırladım.
"Lütfen, burada kalın." dedim ortaya ve hızla kapıya ilerledim.
İnce demir parmaklıklardan oluşan kapıyı geçip karşısında durdum. "Ne işin var burada?"
"Kolyeden gelen para bitti." derken bencilliği hala aynıydı.
"Yok para falan defol git. Bir daha da buraya gelme."
Geri dönecekken kolumdan tuttu. "Sen burada para içinde baban olacak adamın ailesiyle mutlu mesut yaşarken ben sefalet içinde mi sürüneyim? Borcum var diyorum o parayı vereceksin."
"Ben de sana defol diyorum." kolumu çekip bahçe kapısından geri girdiğimde hızla ardımdan içeri girdi ve bağırmaya başladı.
"Ben senin annenim ve bir şey istiyorsam yapacaksın!"
Bahçedeki herkesin gözü bizim üzerimizdeydi. Utanıyordum, kendi annemden ölesiye utanıyordum. Yaşlar yine gözlerimi zorlamaya başlamıştı.
"Defol git!" diye çığlık attım. "Karşıma çıkma, arama. Hayatımda zaten yoktun yine yok ol!" Göğsünden ittiğim de yüzümde tokadı patladı.
"Burada iyi aile kızı gibi yaşamaya çalışsan da gerçekte kim olduğunu biliyorsun. Kendini kandırıp durma. Sen doğuştan fahişesin, bunu sakın unutma!"
O sözleri o kadar yüksek sesle söylemişti ki herkes duymuştu. Biri karşıma çıkıp başıma silah doğrultsa karşı koymaz tetiği çekmesine izin verirdim.
"Senden nefret ediyorum." diye bağırdım gözyaşlarımın arasında. Bir kez daha göğsünden ittim. "Sen benim annem değilsin."
Eli saçlarıma yapıştı. "Sen kabul etsen de etmesen de ben senin annenim. Ben nasıl bir fahişeysem sen de öylesin. Baban olacak adama güvenip bana karşı mı çıkacaksın?"
"Evet, bana güvenecek." diyen babam yanımıza geliyordu. "O elini kızımın üzerinden çek."
Annem elini geri çektiğinde babama yöneldi. "Kızın bu kadar kıymetli mi? Onun doğuştan fahişe olduğunu bildiğin halde sevip, değer mi veriyorsun?"
Mine çocukları alıp çoktan eve kaçmıştı. Ağabeylerim anneme ve söylediklerine nasıl tepki vermeleri gerektiğini bilmiyordu. Barış duydukları karşısında iyice şoka girmiş bir haldeydi. Ben ise tamamen kendimden kopmuştum. Gerçekten bir aile sıcaklığına kavuşmuşken ve kendimi bu ailenin bir parçası gibi hissetmeye başlamışken karşıma geçip bir fahişe olduğumu söylemek zorunda mıydı?
Bu kadar insanın içinde yüzüme haykırdıkları canımı yakmaktan başka bir işe yaramıyordu.
"Orada dur bakalım." diyen Hülya anne babamı da geçip yanıma geldi ve annemin tam karşısında durdu. "Kızımla konuşurken o ağzından çıkanları iki kez düşüneceksin."
Sözleriyle ağlamam iyice şiddetlenmişti. Annemin dudaklarından tam da onun gibi bir fahişeye layık kahkahası fırladı. "Sen kimsin be kızıma kızım diyorsun? O benim kızım ve ben ne diyorsam onu yapacak."
"Yeter!" diye çığlık attım. "Evet, ben senin adamlara para karşılığında satmak istediğin kızınım. Ben senin doğuştan fahişe olan kızınım. Ben senin iki yaşında terk edip gittiğin kızınım. Ben senin hayatını mahvettiğin kızınım. Tamam mı? Lanet olsun ki ben senin kızınım ve bu gerçeği değiştiremiyorum."
"Gerçekleri kabullendiysen istediğimi yapacaksın ve önündeki seçenekleri iyi biliyorsun."
Nasıl bilmezdim; ya para verecektim ya da ona çalışacaktım. Hepsinin gözü önünde yüzüme haykırılan her sözle o kadar küçük düşmüştüm ki artık hiçbir şey umrumda değildi.
"Bu aileden sana tek kuruş para gelmeyecek." dedim gözyaşlarımın arasından.
"O zaman sen kazanırsın. Senin yaşında senin güzelliğine sahipken ne erkekler peşimdeydi biliyor musun? Al işte onlardan biri de baban." dediğinde Hülya anne, anneme öyle bir tokat attı ki gücü karşısında ben bile afalladım.
"Ne kocama, ne kızıma ne de ailemden birine dil uzatayım deme. Evimden hemen çık git yoksa kötü olacak."
Annem o tokada sadece gülerek karşılık verdi. "Ne yapayım senin kocanı be. Al da turşusunu kur ama kızımı size bırakmam. O benimle gelecek." Kolumu tutup kendine çekti. Tabi, onunla gidecektim ki fahişelik yapıp ona para kazandırayım. Kim bilir nasıl bir borca batmıştı ki peşime bu kadar düşmüştü?
Ardından sürüklerken bu defa babam araya girdi. "Sen o hakkı yirmi üç yıl önce kaybettin. Sana Afet'i büyüt annesiz bırakma her türlü desteği vereceğim dedim ama yapmadın. Öylece çekip gittin. Şimdi ne anneliğinden bahsediyorsun?" Nöbet tutan adamlara bağırdı. "Bu kadını alın götürün nereye istiyorsa oraya bırakın." Tekrar anneme döndü. "Kızımdan uzak dur yoksa seni yaşatmam."
Adamlar annemi götürürken o hala benim doğuştan fahişe olduğumu haykırıp duruyordu. Ben ise sadece ağlıyordum. Hülya anne elini koluma koyduğunda geri çekildim. "Dokunmayın bana."
"Kızım." diyen babam bana doğru yaklaştığında biraz daha geri gittim.
"Uzak dur benden. Pisliğim size daha fazla bulaşmasın."
Bu defa Uğur ağabeyim yaklaşmaya çalıştı. "Afet, kardeşim ne konuşmuştuk seninle? Sen güçsüzsen biz senin için güçlü olacaktık." Elini bana uzatmıştı ama o eli tutacak kadar temiz değildim.
Yiğit ağabeyim de olduğum yere bir kaç adım atarken Barış ile göz göze geldik. Yüzünde öyle bir dehşet ifadesi vardı ki daha fazla dayanamadım. "Benim gibi bir fahişeden uzak durun." dediğimde koşarak motosikletimin olduğu yere gittim ve çalıştırıp gaza bastım. Herkesten kaçmak istiyordum. Ben bir fahişeden fazlası değildim. Neysem oydum. Daha ötesi yoktu. Olamazdı da.