O geceden sonra Uğur ağabeyimin davranışları değişmişti. Sanırım gerçekten kardeşi olduğumu kabullenmişti.
Kahvaltıya inerken merdivenlerin alt tarafında durmuş telefondan bir kızın fotoğrafına bakarken gördüm. Asla akıllanmıyordu!
Merdivenin trabzanına tutunup aşağıya Uğur ağabeyimin üzerine atladım. Ağırlığımla yere devrildiğinde ben de üzerine düştüm. Dudaklarından acıyla bir inilti çıktı.
"Yuh be kızım! Kırdın kemiklerimi."
"O kız kim?" Yere düşen telefonunu alıp ekrana baktım. "Güzelmiş ama dikkat et, gene oyuna gelme."
"O bir kere olur. Kalksana üzerimden. Kırdığın kemiklerimi iyice toza mı dönüştüreceksin?"
Biz yerde debelenip dururken Hülya anneyle Yiğit ağabeyim de gelmiş bize boş boş bakıyordu.
"İki tane erkek çocuk büyüttüm yine de bu kadar yaramazlık yapmıyorlardı." diyen Hülya annemi ağabeyim onayladı.
"On yaşındaki oğlum bile bunlardan daha akıllı." dediği anda Arda koşarak geliyordu.
Bizi yerde üst üste debelenirken gördüğünde üzerime öyle bir atladı ki bütün iç organlarım bedenimden dışarı fırlayacak sandım.
"Hayatımda bu kadar hızlı yanıldığım olmamıştı." diyen Yiğit ağabeyim arkasını dönüp gitti.
Üzerimdeki ufaklığı tutup yere yatırdım ve gıdıklamaya başladım. Attığı kahkahaların arasında babamın sesi olduğumuz yere doldu.
"Ben bu çocukları büyüttüm sanıyordum ama belli ki sadece boyları büyümüş."
Gülerek yerden kalktım. Ağabeyim de ardımdan kalkınca Arda'yı kollarından tutup havaya kaldırdım ve Uğur ağabeyimin omuzlarına oturttum. "Sana iki ayaklı motosiklet buldum." dediğimde gülerek ağabeyimin saçlarını kavradı.
"Hadi gazla o zaman." dediğinde diğeri uyum sağladı ve yemek odasına doğru koşarak gittiler.
Babam yanıma geldiğinde kolu omzuma sarıldı. "Seni böyle görmek beni de mutlu ediyor. Aslan farkında olmadan bana büyük bir iyilik yaptı. Hülya'nın böyle kolay kabulleneceğini bilsem daha erken söylerdim."
"Ama sana hala tavırlı." dedim başımı omzuna dayayarak.
"Eh, o kadarını da hak ettim değil mi? Biraz nazını çekeyim."
Yemek odasına doğru adımladık ve yerlerimize oturduk. Arda beni görür görmez heyecanla "Hala motosikletinle beni gezdirsene." demişti.
"Olur." dedim.
Yiğit ağabeyim hemen araya girdi. "Gece gece ne işiniz var dışarıda! Gündüz çıkarsınız."
"Ama sen istediğin zaman çıkıyorsun evden." diye babasına sitem gönderdi ufaklık.
"Arda!" diye sert bir dille uyarınca hemen yüzü asıldı.
Eğilip kulağına fısıldadım. "Gündüz çıkarsak dondurmacı açık olur."
Sitemli hali anında mutluluğa döndü. Babam ağabeylerime bakarak, "Ali meselesini ne yaptınız?" diye sordu.
Yiğit ağabeyim cevap verdi. "Malları bize vermemekte kararlı."
Babam "İkna etmenin yolunu bulun." derken bakışları bana döndü. "Malum artık Afet çalışmıyor. Kendiniz halledeceksiniz."
"Bahsettiğiniz adam şu pala bıyıklı olan Ali mi?" diye sordum. Sorumu Uğur ağabeyim başıyla onayladı. Yiğit ağabeyime baktım. "Adamı alıkoy, onun o pala bıyıkları takma, saçları da peruk. Kendisi kel ama bu durumundan nefret ediyor ve duyulacak diye ödü kopuyor. O haliyle birkaç fotoğraf çek ve istediğini elde et. Sizin için bunu kolaylıkla sessiz sedasız yapardım ama Hülya anne malum çalışmama izin vermiyor." dedim rahatlıkla.
Hülya anne yerinde kıpırdanırken Uğur ağabeyim, "Sen eksik kal." dedi sertçe. Ona verdiğim o fotoğraflardan sonra hala bu konulara fazla tepkiliydi.
"Takma olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu Yiğit ağabeyim.
"Bir arkadaş zamanında kulağıma fısıldamıştı, benimle ilgisi yok." dedim ki öyleydi. Tamamen onunla takılan biri öyle laf arasında söylemişti.
"Kadın halinle bizden iyi olmandan nefret ediyorum." diyen Uğur ağabeyime baktım.
"Sizler işleriniz için kapı önünde durup eve adamlarınızı gönderiyorsunuz ama ben o eve kendim girdiğim için etrafta ne var ne yok sizden daha iyi biliyorum."
"Her neyse," dedi babam. "Bir şekilde halledin işte." Konu öylece kapandı.
~~~~~~~~
Sabah kahvaltı yaparken Yiğit ağabeyim yarın akşam yemeğine misafir geleceğini söylemişti. Bu durumdan ne hissettiğimi anlayamadım. Buraya birilerinin gelmesi demek beni onlarında öğrenmesi demekti. Buna gerçekten hazırlar mıydı? Daha fazla düşünmemeye karar verdim.
Kahvaltıdan sonra söz verdiğim gibi Arda'yı motosikletle biraz gezdirmiş dondurma almıştım ve sonra eve getirmiştim.
Arda'yı eve bıraktıktan sonra dışarıda takılmak için tekrar yola düşmüştüm. Sürekli evde oturmak pek benlik değildi ve Hülya anne çalışmamı istemiyor olsa da biraz ortamlarda takılabilirdim.
Motosikletimi park ettikten sonra sahil kenarındaki bir mekana gittim. Zaman geçirdiğim en sakin ortamlardan biriydi. Birkaç kadeh içki içip denk geldiğim tanıdıklarla ayak üstü muhabbet ettikten sonra mekandan ayrıldım.
Motosikletime doğru adımlarken yanımda bir araba durdu ve kolumdan tutup hızla arabaya çekti.
Her şey çok hızlı gelişmişti. Arabaya çekmeleriyle koluma bir iğne saplanması bir olmuştu. Ne olduğunu bile anlamadan kendimden geçmiştim.
Kendime geldiğimde hala arabanın içindeydim ve yalnızdım. Kendimi çok güçsüz ve uyuşmuş hissediyordum. Zor da olsa kapıya ulaştım. Kilitli değildi. Açar açmaz dışarı çıktım ve dönen başımla arabanın kapısına tutundum.
"Günaydın." diyen sesin olduğu tarafa döndüm. Gerçekten tek eksiğim oydu!
"Aklından zorun mu var?" dediğimde yüzünde her zamanki rahat gülümsemesi vardı. Olduğum yere doğru birkaç adım attı.
"Aklım gayet yerinde. Seninle biraz vakit geçirmek istedim ve yanıma getirttim. Bu kadar basit."
"Bence senin aklın falan yok. Bayıltarak mı yanına getirtiyorsun? Ayrıca seninle vakit geçirmek istemiyorum ki!" Öfke her yanımı sarmıştı.
"Beni bayıltıp yol kenarında bırakman gibi ben de seni bir köşeye atıp bırakabilirdim ama yapmadım."
"Cenk, sen gerçekten delisin." Yanından uzaklaşıp bir kaç adım attığımda gelip karşıma geçti. Hala baygınlığın etkisinden tam çıkamamıştım. Kendimi çok halsiz hissediyordum.
"Sen delirttin. Şimdi biraz birlikte vakit geçireceğiz."
"Defol karşımdan." Gitmek istediğimde izin vermedi. Ayaklarımın üzerinde zor duruyordum. "Lanet olsun! Yaptıkları ilaç neydi öyle?" dedim.
"Güçlü bir sakinleştirici. Yanımdayken biraz uysal olmanı istedim. Geçen defaki gibi kaçıp gideme diye." Kolu belime sarıldı ve yanında yürüttü. Gerçekten ayaklarım beni taşımakta zorlanıyordu ve belimden tutuyor olmasa yere düşerdim.
Attığım her adımda ayaklarım daha çok güçsüzleşiyordu ve istemsizce yanımdakine dayanmak zorunda kalıyordum. "Sen iğrenç bir adamsın." dedim. Fazla kızgındım ama bunu hareketlerime tam olarak yansıtamıyordum.
Beni getirdiği yere baktım. Marinada bir tekneydi. Kolayca tutup kaldırdı ve ayaklarımı yerden keserek tekneye çıkardı. Kendi de yanıma çıktı. Kenardaki oturma yerlerine götürüp oturmama yardım edip yanıma oturdu.
Eliyle işaret verince tekne hareket etti ve denizde ilerlemeye başladık. "Sakin bir ortamda başbaşa kalalım biraz."
"Siktir git!" dedim.
Kahkaha atarken kolu omzuma sarıldı ve kendine çekti. "Şu halinle bile karşı koymaya çalışıyorsun. Çok tatlısın."
"Sıkıyorsa o ilaçlardan yardım almadan yaklaş yanıma!"
"Bir gün o da olacak. Kendi isteğinle hem kalbini hem bedenini bana sunacaksın."
"Çok beklersin." dediğimde gözlerimi kapamıştım. Açık tutmak zor geliyordu.
Denizin üstünde uzun bir süre yol aldıktan sonra durduk. "Hadi gel." diyen Cenk oturduğum yerden kalkmam için zorladı. Teknenin ön tarafına geçtik ve uzanmam için yardım etti. "Bugün hava çok güzel. Tamamen ayık olsaydın biraz yüzerdik." deyince yüzüme yakın olan yüzüne tükürdüm.
"Bunun hesabını sana soracağım."
Tükürdüğüm yeri sildi. Öfkesine hakim olmaya çalışıyordu. Eli çenemi kavradığında canım yanmıştı. Yüzümü tamamen kendine doğru çevirdi ve sonra dudaklarımda dudaklarını hissettim.
Geri itmeye çalıştım ama gücüm şu an fazla yetersizdi. Hareketlerime engel olmak için ağırlığının bir kısmını üzerime verdi.
Şu güçsüz halimle ne kadar uğraşsam da kendimden uzaklaştıramadım ve dudaklarımdan istediği kadar öptü. "Biraz daha karşı koymaya devam edersen öpmekle yetinmeyip daha ileri gideceğim."
"Hayvanın tekisin." dedim hissettiğim karışık duygularla ki bu duyguların içinde iyi olan tek bir tane bile yoktu.
Geri çekildiğinde direnmeye çalışıyordum ama üzerimde ağır bir uyku hali vardı. Tabi deniz havasıyla birleşince bu durum daha da artmıştı.
Dayanamayacağım bir noktaya geldiğinde savurduğum küfürler arasında uykuya daldım.
Kendime geldiğimde uyumadan öncesine göre daha iyiydim. Cenk başucumda elinde içkiyle beni izliyordu. Gökyüzü kararmış gece çökmüştü.
"Sen gerçekten pisliğin tekisin." dedim yattığım yerden kalkarken. "Bana bunu yaptığına inanamıyorum." Elim istemsizce dudaklarımı siliyordu.
"Seninle her istediğimde istediğim gibi vakit geçireceğim. Bunu kabullensen iyi olur."
Tamamen ayağa kalktım ve dönen başımın durması için biraz beklemem gerekti. "Benden uzak dur." diyerek teknenin arka tarafına ilerledim. Hala denizin ortasındaydık ama şehir çok uzakta değildi yanıp sönen ışıkları görülüyordu.
Arkamdan geldiğinde yüzüne öfkeyle baktım. "Beni geri götür." diye bağırdım.
"Dönüyoruz zaten. Sen uyurken o güzel yüzünü doya doya izledim." Eli yüzüme uzandığında vurarak ittim.
"Bana bir daha dokunma."
"Afet, sen benimsin. Bunu o aklına iyice kazı ve silinmediğine emin ol."
"Babanın bu yaptıklarından haberi var mı? Öğrense sana ne der acaba?" Gerizekalı ne dersem diyeyim onu istemediğimi anlamıyordu. Belki babası geri adım atmasını sağlardı. Yüzündeki gülümsemeyi paramparça etmek istiyordum.
"Babamın bu dünyada hayır diyemeyeceği tek insan benim. Yani seni istediğimi ona söylersem bunu daha farklı yollardan ve hızlıca halleder. Bu yüzden beni babamı kullanarak saf dışı etmeye çalışırsan kendi ayağına sıkmış olursun."
"Senden gerçekten iğreniyorum." dediğimde kolu belime sarıldı ve kendine çekti.
"Bense sana bayılıyorum. O dudaklarından aldığım tadı bugüne kadar hiçbir kadından almadım ve daha fazlası için sabırsızlanıyorum."
Kendimi kollarından kurtardığımda tekne marinaya yaklaşmıştı. Koşar adım tekneden indim. Arkamdan hala bağırıyordu. "Tekrar görüşeceğiz sakın unutma."
Motosikletimin olduğu yere geldiğimde sürebilecek halde değildim. Yol kenarına oturup Uğur ağabeyime olduğum yerin konumunu gönderdim ve ardından boş bir mesaj attım. Ne demek istediğimi anlayacaktı.
Olduğum yere telaşla gelmesi uzun sürmedi. Beni gördüğünde rahatladığını fark ettim. "Bir şey oldu sandım kızım. Aklım çıktı."
"Beni eve götürür müsün?" dedim. İlacın verdiği bitkinlik ve yaşadıklarımın etkisi çok yormuştu. Kendimi güçsüz hissediyordum. Normalde olsa bu halimle kendimi korumayı başarırdım ama bir kez olsun tamamen güçsüz olmak ve ailem tarafından sarılıp sarmalanmak istiyordum. Düşersem elimden tutacak birinin olmasını bilmenin zevkini yaşamak istiyordum.
"Ne oldu?" sesimdeki zayıflığı anlamıştı.
"Sormasan, sadece eve götürsen olur mu?" Gözümden bir damla yaş geldi. "Yaşadığım her sorunu tek başıma göğüslemekten yoruldum." Gözümden akan damlalar giderek arttı.
Yanıma oturup göğsüne çekti ve sıkıca sarıldı. "Tamam, geçti. Ben buradayım."
"Gerçekten burada mısın?" diye sordum. Bu sorunun altında yatan binlerce soru vardı. Onu gerçekten ağabeyim olarak görebilir miydim? Buna izin verir miydi? O da beni gerçekten kardeşi olarak kabullenir miydi?
"Gerçekten buradayım."
İçtenlikle söylediği bu söz bile giden gücümün geri gelmesi için yeterli olmuştu. Yıllardır mahrum kaldığım bu his çok güzeldi. Bir aile tarafından korunmak paha biçilemezdi.