Sabah uyandığımda saate bakmak için telefonu elime alınca yarım saat önce atılmış mesajı gördüm. Barış 'Günaydın' yazmıştı.
Yüzümde bir tebessüm oluştu. 'Günaydın' yazıp gönderdim ve yataktan çıktım. Tek bir mesajıyla bile kendimi mutlu hissediyordum.
Son buluşmamızdan sonra yüz yüze görüşmemiştik ama sürekli mesajlaşıyorduk ve bu durumdan gayet memnundum.
Ayaklarımı sürüye sürüye odadan ayrıldım ve alt kata inmek için merdivenlere yöneldim. Üzerimi bile değiştirmemiştim hala pijamalıydım. Saçlarımın bukleleri birbirine karışmış bir haldeydi ve kıvırcıklığı yüzünden kabarmıştı.
Gece geç saate kadar Uğur ağabeyimle video oyunu oynamıştık ve şimdi ayılmakta zorlanıyordum. Beynim hala uyuyordu.
Ardımdan karşılıklı söylenerek gelen Mine'yle Arda'ya baktım. Sanırım Arda'da yataktan kalkmak istemiyordu ve annesinden bu yüzden azar işitmekle meşguldü.
"Sen neden uyanamıyorsun ufaklık?" dedim gülerek.
Yüzüme çevrilen bakışları hala uykuluydu. "Çünkü uyanınca okula gitmek zorunda kalacağım." Çok mantıklıydı ve haklıydı.
Mine araya girdi. "Bu konuda benzememesi gereken son kişiye benzedi." Uğur ağabeyimi kastettiğini biliyordum.
"Birine benzeyeceksen babana benze." dedim Arda'ya.
"Ben senin gibi olacağım." dediğinde içime bir sıcaklık yayıldı.
"O zaman okula git. Amcanın aksine ben derslerimde çok başarılıydım."
"Okula sen götürürsen giderim ama motosikletinle. Arkadaşlarıma hava atacağım."
Sözlerine Mine'yle birlikte güldük. "Olur. Götürürüm." dediğimde uyanmak istemeyen o çocuk birden koşarak merdivenleri indi. Bir yandan da bağırıyordu. "Kahvaltı hazır mı? Okula geç kalacağım."
"Her dediğine evet dersen bir daha elinden kurtulamazsın." diyen Mine'ye gülümseyerek baktım.
"Ben şikayetçi değilim. Bugüne kadar sadece fotoğraflarıyla yetinmiştim şimdi yanımda olmaları hoşuma gidiyor." Sözlerime cevap vermeden koluma girdi ve merdivenleri birlikte indik.
Kahvaltıdan sonra Arda'yı okuluna getirdiğimde arkadaşlarının derse girene kadar motosikletle oynamaları için beklemiştim. Kaç çocuğu üzerine bindirdiğimi bir yerden sonra saymayı bırakmıştım ama yeğenimin yüzündeki mutluluk hepsine bedeldi.
Derse gitmeden yanağımdan öpüp sıkıca sarılmıştı ve 'halacığım sen dünyanın en süper halasısın.' demişti. Sadece bu söz için bile tüm sene bu okula getirme işini yapabilirdim.
Okuldan ayrıldığımda gitmek istediğim yere ulaşınca bir kenara park edip indim ve Barış'a bana yaptığı gibi konum atıp eşlik eder misin diye mesaj gönderdim. Sürekli mesajlaşmaktan sıkılmıştım ve biraz birlikte vakit geçirmek istiyordum.
Elimde sigara beklerken gelmişti. Motosikletinden inip olduğum yere geldi ve arkamdaki alana baktı. "Ciddi olamazsın?" dediğinde güldüm.
Arkamda büyükler için yapılmış bir çocuk parkı vardı. Tam bizlere göre kaydırak, salıncak falan bunların yanı sıra macera parkurları yer alıyordu. "Çok ciddiyim." dedim.
"Çocukluğu geride bırakalı yıllar oldu."
Elimdeki sigarayı uzattım. "Al bunu." Aldığında devam ettim. "Tek ayağını havaya kaldır." Yüzüme garip bir bakış attığında "dediğimi yap." dedim.
Tereddüt etse de ayağının birini havaya kaldırdı. "Şimdi gözlerini kapa." Kapadığında "Sigaradan bir nefes çek." diye ekledim.
Sigarayı içine çektiğinde parmağımla alnına dokundum. "Seremoni bitti."
Eski haline dönerken, "Bu neydi şimdi?" dedi ve sigarayı içmeye devam etti.
Yüzüne yaklaşıp fısıldadım. "O sigara büyülüdür. Gerekli seremoniyi yerine getirip bir nefes çektiğinde on yaşındaki bir çocuğa dönüşürsün. Eski haline dönmenin yolunu daha sonra söyleyeceğim çünkü şimdi parkta birazcık oynayacağız."
Yüzündeki mutlulukla kahkaha attı. "Çocuk gibisin Kızıl Cadı."
"Ben Kızıl Cadı'ysam sen de Sarı Kafa'sın." Sakalındaki tokayı çektim ve uzanıp elini tuttum. "Hadi gidelim."
Parka girdiğimizde kaydıraklara çıkan merdivenlere doğru çekiştirdim. Barış pek istemese de beni geri çeviremiyordu. Ee, tabi silah çekip tehdit ettiği adamlar onu kaydıraktan kayarken görseler pek korkutuculuğu kalmazdı.
Kaydırağın başladığı noktaya çıktığımızda bizden önce çıkanların kayması için bekledik. Sıra bize geldiğinde Barış'ı oturması için zorladım. Oturduğunda arkasına oturup bacaklarımı onun dizlerinin üzerine koydum. "Kaçıp gidecek gibisin. Engel olmak lazım." dediğimde gülmesini duydum.
"Kızıl Cadı." dediğinde ikimizi de ittirdim.
O devasa kaydıraktan kayarken Barış'ın başı geriye göğsüme yaslandı. Bu yaptığıyla kollarımı omuzlarına sararken kendimi buldum. Bu adama yakın olmayı seviyordum. Kalbimde hiç hissetmediğim bir duygu seli oluşturuyordu.
Aşağıdaki kumların üzerine düştüğümüzde ikimizde gülüyorduk. Yerden önce o kalktı sonra beni kaldırdı.
"Şuna çıkalım mı?" diyerek yapay dağ şeklindeki tırmanma parkurunu gösterdim.
"Kaydıraktan daha iyi." deyince o tarafa yöneldik.
Görevli güvenlik ekipmanlarını giymemize yardım etti ve bir yandan da parkuru anlattı. "Zirveye çıkınca diğer tarafında bir zipline var. Ona binip karşıya geçmeniz gerekiyor ve sonrasında bir ip köprüden yürüyüp ağı kullanarak şuradan aşağı ineceksiniz." Eliyle ilerideki bir noktayı gösterdi.
Başımızla onayladığımızda Barış ilk çıkıntıya ayağını koyup havaya kalktı ve beni bekledi. Yan yana çıkacağımız kadar çıkıntı ve genişlik vardı.
Tırmanırken bu konuda yanımdakinden daha iyiydim. O elinde silahla mekan basıyor olabilirdi ama ben evlere, mekanlara gizlice girip çıktığım için tırmanma, atlama, zıplama gibi şeyler benim için çok kolaydı.
Tırmanma parkurunu ondan önce bitirdim ve ayaklarımı sarkıtıp oturarak yanıma gelene kadar bekledim. "Çok yavaşsın." dediğimde başını yukarı kaldırıp o mavi gözleriyle bana baktı.
"İyi olduğun işlerde konuşmak kolay tabi Kızıl Cadı."
Yanıma çıktığında haline gülüyordum. Oturduğum yerden kalktım ve ziplineye ilerledik. Sadece bir ip olması dışında sorun yoktu ama neyseki güvenlik kilidi vardı.
İkimizde ipe tutunduğumuzda diğer tarafa kendimizi bıraktık ve ip merdivene kadar kaydık. Merdiveni yavaş yavaş geçtik ve sonunda ağdan aşağı inip platformu tamamladık. Her anı çok eglenceliydi.
Geniş alana bakınarak yürürken alkış seslerinin olduğu tarafa döndük. Birkaç hedef tahtası vardı ve onlara okla atış yapılıyordu. Atış yapanlardan biri oku hedef tahtasına denk getirmeyi başarmıştı ve onu alkışlıyorlardı.
"Denemek istiyorum." dediğimde Barış adımlarını o tarafa yöneltti.
Görevli yaylardan birini okuyla birlikte elime verdi. Hedef tahtasına doğru yayı gerip oku fırlattım ama biraz ötemde yere düştü. "Lanet olsun!" dediğimde yanımdaki gülüyordu.
"Tırmanırken bilmiş bilmiş konuşuyordun, ne oldu?"
"Sussana." dedim öfkeyle "Çok beceriyorsan al sen at."
Uzattığım yayı elimden aldı. "Bir sayı söyle." dedi.
"Beş." dedim ne için sorduğunu bilmeden.
"Beş oku hedef tahtasının tam ortasına atarsam ödülüm ne olacak?" Yüzüme doğru fazla yaklaşmıştı. Hissettiğim nefesiyle hafifçe yutkundum.
"Sen bir tane atmayı başar ne istersen ödül olarak vereceğim."
Dudaklarında bir tebessüm oluştu. "On tane atacağım ve istediğim şeyi bana sorgusuzca vereceksin. Kabul mü?"
On taneyi gerçekten atabileceğini mi düşünüyordu? "Peki." dedim atamayacağından emin bir halde. "Kabul."
Eline bir ok alarak hedef tahtasına döndü. Başını bana çevirip göz kırptı ve tekrar elindeki oka odaklandı. Serbest bıraktığında ok hedef tahtasının tam ortasına saplandı. Çevremizdeki kalabalıktan bir alkış sesi yükseldi. Ben ise sadece şaşkınca bakıyordum.
Ara vermeden ikinci oku aldı ve onuda ilkinin biraz yanına sapladı. Benim şaşkınlığım geçmek yerine büyümeye devam ederken o söylediği gibi on taneyi de hedef tahtasına atmayı başarmıştı.
"Yok artık." dedim. "Eğitimin var mı?"
Elindeki yayı görevliye geri verdi ve yaptığının karşılığında görevli büyük bir peluş ördeği eline tutuşturdu.
"Lisede hobi olarak ders almaya başladım ve üniversite bitene kadar devam ettim. Sonrasında da düzenli antrenman yaptım. Yani bu konuda fazla iyiyim."
"Bunu başta söylemeliydin."
"Sormadın ki!" Yanıma geldiğinde peluş ördeği bana uzattı. "Bu sana hediyem olsun. Sen de bana ödülümü ver." Yine fazla yaklaşmıştı. "Ve unutma istediğimi bana sorgusuzca vereceksin."
"Ne istiyorsun?" dedim. Sözümden dönmeyi sevmezdim. Bir adım daha yaklaştığında bedeninden yayılan hoş parfüm kokusu burnuma doldu. Kalbim niye bu kadar hızlanmıştı?
Mavi gözleri tam gözlerimin içine baktı. "Seni!" dediğinde öylece kaldım. Bu kelimeyi ne tarafa çekmem gerekiyordu? Erkeklerin beni istemesinin tek nedeni seks oluyordu. Barış bunu istemezdi değil mi? Tamam daha önce ona bunun için gitmiştim ama artık bunun sebebini biliyordu. Kalbim bu düşünceyle neden acımıştı?
Biraz daha yaklaştı ve kulağıma doğru eğilip fısıldadı. "Sevgilim ol!"