AD-20

1209 Words
Evime geldiğimde eşyalarımı bir valize topladım. Sahte kimliklerimi ve iş için birikim yaptığım banka kartımı yanıma aldım ki bunun o gün üzerimde olmaması büyük şanstı ama gerçek kimliğim diğer banka kartımla kaybolmuştu ve tekrar çıkarttırmam gerekecekti. Çekmecede duran annemin fotoğrafına baktığımda yırtıp paramparça ettim ve çöpe attım. Yanına gittiğim son gece gözümde tamamen bitmişti. Evin önünde bekleyen arabaya valizleri yerleştirip önce kayıp kimliğim ve banka kartlarım için gerekli başvuruları yaptım. Daha sonra şoföre oto galeriye götürmesini söyledim. İstediğim yere gelince "Siz eşyalarımı eve götürün ben daha sonra döneceğim." dedim. İçeri girdiğimde motosikletlerin olduğu yere yöneldim. Gelen görevlinin gösterdiği modellere baktım ve sonunda hangisini alacağıma karar verdim. Babama söylediğim gibi faturayı onun adına kestirmiştim ve aldığım model oldukça pahalıydı. Biraz azar işitebilirdim ama onun işleri yüzünden bu hale geldiğim için katlanmak zorundaydı. İşlerim bitince eve motosikletimle döndüm ki üzerindeyken verdiği hissi özlemiştim. Evin bahçesine girdiğimde Arda koşarak yanıma geldi. "Bu senin mi?" Bakışları meraklıydı. Eli motosikletin üzerinde geziniyordu. Başımdaki kaskı çıkarıp gülümsedim. "Evet." dedim. "Ben de binebilir miyim?" Motosikletten aşağı indim ve dizlerim üzerine eğilip boyumu boyuna eşitledim. "Binebilirsin hatta istersen dışarıda da biraz gezdirebilirim ama bunun için annenden ya da babandan izin istemelisin." Yiğit ağabeyimin öfkesini daha fazla üzerime çekmek istemiyordum. Sözlerim biter bitmez koşarak eve gitti. On dakika geçmemişti ki tekrar koşarak geri geldi. "Annem izin verdi." dedi mutlulukla. Buna gerçekten şaşırmıştım. Bana güvenmeleri için bir sebepleri yoktu. Dışarı kucağında bebeğiyle gelen Mine'yi gördüm. "Çok ısrarcı oldu. Senin için sorun olmaz umarım?" dediğinde hayır anlamında başımı salladım. Arda'yı kucaklayıp motosikletin üzerine oturttum ve kendi kaskımı başına geçirdim. Biraz büyük olmuştu ama hiç yoktan iyiydi. Arkasına oturdum ve düşmemesi için küçük bacaklarını bacaklarımla sıkıştırdım. "Fazla hareket etmek yok küçük adam tamam mı?" dedim. "Hareket halindeyken düşmeni istemem." "Tamam." diyen sesi kaskın içinde boğuk çıktı. "Ve polis görürsek hızla kaçacağız yoksa yaşın küçük olduğu için cezayı yeriz." Bu defa gülmesini duydum. Motosikleti çalıştırıp bahçeden çıktım ve çok hız yapmadan yol kenarından ilerledim. Bir süre sonra eliyle ileriyi gösterdi. "Dondurma, dondurma." Gösterdiği yerdeki dondurmacıya yaklaşıp motosikleti durdurdum ve başındaki kaskı çıkarıp inmesine yardım ettim. Çocuklardaki bu dondurma aşkı hiç bitmiyordu. "Neli olsun?" diye sordum. "Çikolatalı." İstediği gibi çikolatalı dondurmasını alıp verdim ve bir tane de kendime aldım. Yol kenarındaki banka oturup yemeye başladık. Bir aileye bağlı olmak böyle bir şey miydi? Bu duygu hala garip geliyordu ama sevmiştim. "Hala, sen neden daha önce hiç evimize gelmedin?" dediğinde öylece donup kaldım. Gerçekten bana hala mı demişti? "Uzakta yaşıyordum o yüzden." "Uçan balona yanımıza gelmek için mi binmiştin? O yüzden mi evimizin önüne düştün." Gülümsememe engel olamadım. "Evet, bahçeye inmeyi beceremedim. O yüzden düştüm." Dondurmasını bitirmişti ama ağzının her tarafı dondurma içindeydi. Satıcıdan aldığım ıslak mendil ile kalan artıkları güzelce temizledim. "Artık eve dönelim. Annen merak etmesin." dedim. Başıyla onayladı. Tekrar motosiklete oturup eve doğru yola çıktık. Bahçeye gelen arabayla aynı anda girdik. Arda'yı motosikletten indirirken Yiğit ağabeyimde geldiği arabadan iniyordu. Bakışları üzerimizdeydi. Arda elimden tutup kendine doğru çekince hafifçe eğildim, o da parmakları üzerine yükselip yanağımdan öptü. "Teşekkür ederim halacığım." diyerek arkasını döndü ve eve doğru koştu. Ben yine donup kalmıştım. Bu duruma alışabileceğimi sanmıyordum ama aynı şaşkınlık Yiğit ağabeyimde de vardı. Muhtemelen oğlunun benimle böyle samimi olmasını beklemiyordu. Bir şey söylemeden yanımdan geçip eve girdiğinde ben hala yanağımdaki öpücüğün verdiği hisle savaşıyordum. Sanırım bu halalık işi hoşuma gitmişti. Akşam yemeğine oturduğumuzda babamın bakışları üzerimdeydi. "Bugünkü gelen faturanın üzerinde yazan miktardan haberin var değil mi?" "Evet." dedim umursamazca. "O başını biraz eğsen mi?" dedi sitemle. "Motosikletimi nasıl kaybettiğimi biliyorsun ve o adamı başıma kimin musallat ettiğini de." Babam sessiz kalınca Uğur ağabeyim konuştu. "Aynısını biz yapsak olay olur." Yüzüne bakıp dudağımı büktüm. "Yaptığım işlerin yarısını yapabilecek yeteneğin var mı acaba?" Yiğit ağabeyim sahte bir öksürük göndererek elindeki kaşığı sertçe masaya bıraktı. Uğur ağabeyimle aramda sadece beş yaş vardı ve alaycılığı biraz bana benziyordu ama Yiğit ağabeyim benden on iki yaş büyüktü ve yaşının verdiği olgunluğa fazlasıyla sahipti. Yemek yemeye devam ederken çalışanlardan biri içeriye girdi. Elinde büyük bir buket çiçek vardı. "Afet Hanım bunlar size geldi." dediğinde herkes bana baktı ki onlarla aynı şaşkınlığı ben de yaşıyordum. Buketi verdiğinde üzerindeki nota baktım. Seni özledim! Cenk. Gerçekten kafayı sıyırmıştı. Bu eve çiçek göndermeye nasıl cesaret edebiliyordu? Notu elimde hızlıca buruşturdum. Babamın sorularla dolu bakışına karşılık "Kerim." dediğimde o bakışlar normale döndü. "Kendin yetmedin bir de sevgilin mi çıktı başımıza?" diyen Uğur ağabeyime baktım. "Ya evet, uzatmalı sevgilim tanışmak ister misin?" dediğimde babam araya girdi. "Afet'in sorun etmemeniz gereken bir arkadaşı." Çiçekleri getirene geri verdim. Çöpe at demek istesem de dilimi tuttum. Yemek bittikten sonra kimseye bir şey söylemeden evden çıktım ve Cenk'i arayıp verdiğim adrese gelmesini istedim. Her zamanki gibi tehlikeyi göz ardı etmiştim. Gelip karşıma geçtiğinde "Delirdin mi?" diye öfkeyle bağırdım. "O eve nasıl çiçek gönderirsin?" "Sana sıfırdan başlayalım demiştim." Karşımda rahatça duruyordu. "Benden uzak dur. Seninle asla olmam. Bir daha karşıma çıkarsan kötü olur." "Ne olur? Ne yapabilirsin ki? Gidip babana mı şikayet edeceksin?" O kadar zor biriydi ki ne dersem diyeyim aklındaki düşüncelere etki edemiyordum. Yaptıklarımdan sonra benden nefret etmesi gerekirdi ama yediğim dayaktan sonra cezamı çektiğimi düşünüyordu ve her şeyi silip atmıştı. Kendime daha fazla engel olamadığımda elim havalandı. Yüzüne tokat atacağımda elimi bileğimden sıkıca kavrayıp kendine doğru çekti. Yüzü yüzüme fazla yakındı. "Beni iyi dinle kızım. Hayatıma öyle ya da böyle bir kez girdin. Bir daha gidişin yok. Kendi isteğinle şans vermeyeceksen bunu yapmaya seni mecbur bırakırım." "Sen pisliğin tekisin. Benimle hiç şansın yok. Elinden geleni ardına koyma ama karşılığını alacağını bil." Bileğimi geri çekmeye çalıştım ama eli gevşemedi. Aksine daha çok sıktı. Bilerek canımı yakıyordu. Dizimi karnına geçirecekken yapacağım hamleyi anlayıp tuttuğu bileğimden hızlıca çevirip geldiği arabaya yüzüstü dayadı. "Fazla yaramazsın." dediğinde ayağımı geri doğru bacak arasına savurdum. Eli gevşediğinde geri dönüp burnuna yumruğumu indirdim. "Bir daha sakın bana dokunmaya cüret etme." Karnına tekmeyi sertçe bastım. Yere düştüğünde üst üste gelen darbelerin acısı içindeydi. Yaklaşıp eğildim ve engel olmasına fırsat vermeden boynundaki noktaya dokundum. Bayılıp kaldığında öylece olduğu yerde bıraktım. Ya zamanı geldiğinde kendi ayılırdı ya da yol kenarında biri bulurdu. Umrumda değildi. Motosikletime atlayıp eve dönüş yoluna geçtim. Cenk başıma fazla bela olacaktı ve beni uğraştıracaktı. Eve geldiğimde Hülya Hanım bahçedeydi. Beni görünce eliyle yanına gitmem için işaret verdi. Motosikleti bırakıp yanına adımladım. "Neredeydin?" Fazla ciddiydi ve ben birilerine hesap vermeye alışkın değildim. "Dışarıda." dedim. "Afet, bu yaşına kadar tek yaşamışsın, kafana göre hareket etmeye alışmışsın ama artık bir evin sorumluluğu altındasın. Öylece çekip gidemezsin. En azından dışarı çıkacağım demelisin." "Özür dilerim Hülya Hanım." Bu kadına karşı sürekli özür dileme isteğiyle doluyordum. Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Bunu söylemeyi ne zaman bırakacaksın?" "Bilmiyorum." dedim. "Belki siz babamı tamamen affettiğinizde." Gelip koluma girdi ve yanında yürümem için teşvik etti. "Seninle bir konuda anlaşalım. Birincisi o benim kocam aramızdaki mesele çocuklarımızı ilgilendirmez, özelimize bu kadar karışma. İkincisi bana Hanım deme Hülya teyze ya da istersen Hülya anne diyebilirsin." Son sözüyle adımlarım durdu. Yüzüne şaşkınlıkla baktım. Yine gözlerim dolmuştu. Kendi annem yüzüme karşı sen doğuştan fahişesin diye bağırırken aramızda kan bağı olmayan bu kadın istersen anne de diyordu. "Neden her söylediğime bu kadar şaşırıyorsun?" "Çünkü şaşıracağım şeyler söylüyorsunuz." dedim. "Olanlarla ilgili seni suçlamadığımı biliyorsun. Sen neden kendini suçlayıp duruyorsun ki?" "Ben olmasaydım bunlar yaşanmayacaktı." Tek diyebildiğim buydu. "Annen sana hamile kalmasa o ikisi yine de birlikte olmuş olmayacak mıydı?" Cevap veremedim. Mantığım ne derse desin bu konularda kalbimi dinlemekten kurtulamıyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD