Gözlerimi açmak istiyordum ama yapamıyordum. Fazla şişmişlerdi ve o şişkinliğin ağırlığını hissediyordum. Bedenim harabeye dönmüştü. Her yerim ağrıyordu. Bilincim arada açılıyordu, neler olduğunun ayırdına varıyordum ama sonra tekrar kendimden geçiyordum. Dövmeyip resmen tonlarca ağırlıkla dolu bir tırla üzerimden geçmiş gibiydiler. Arada kulağıma konuşma sesleri geliyordu.
‘’Hayati tehlikesi var mı?’’ diyordu bir ses karşılığında ‘’Hayır!’’ diyordu diğer ses.
Sonrasında tekrar kendimden geçiyordum ve biraz olsun ayıldığımda yine sesler duyuyordum.
‘’Kaç gündür baygın yatıyor! Neden kendine getiremiyorsunuz?’’ O ses bu defa öfkeyle dolu oluyordu. Karşılığındaki ses mahcubiyetle cevap veriyordu. ‘’Fazla hırpalanmış. Ağır darbeler almış. Hayatta olması bile büyük şans.’’
Yine kendimden geçiyordum ve sonra yine sesler geliyordu. ‘’Bu kızın kim olduğunu artık söyleyecek misin?’’ Bu defaki ses daha da öfkeyle doluydu. Karşılığında aynı öfkeyle bir ses cevap veriyordu. ‘’Bana hesap mı soruyorsun? Kendi işinize bakın.’’
Arada duyduğum sesler dışında acıdan başka hiçbir şey duyumsayamıyordum. Dudaklarımdan çıkan iniltinin farkındaydım ama engel olamıyordum. Kendimden tamamen soyutlanmıştım.
Kaç gün geçti, ne kadar acı içinde yattım bilmiyorum ama en sonunda gözümün birini az da olsa açmayı başardım. Sol gözüm diğerine göre daha fazla şişmişti ve hala açamıyordum ama sağ gözüm etrafımı görecek kadarda olsa aralanmıştı.
Nerede olduğumu bilmiyordum. Sadece babama göndereceğini söylemişti ve sonra yediğim dayakla kendimden geçmiştim. Hareket etmeye çalıştım ama karşılığında sadece acı aldım. Bacağımın tamamı sargılıydı ki bu kaza yaptığımda yaralanan bacağımdı. Göğsüme sarılmış olan bandajın sıkılığını hissediyordum. Sol el bileğim dirseğime kadar alçıya alınmıştı. Vurulduğum omzumda yine sarılmıştı. Savunmasız olmaktan nefret ediyordum.
Uyku uyanıklık arasında bir süre daha gidip geldim. En sonunda olduğum odanın kapısı açıldı ve içeriye genç bir kız girdi. Yanıma yaklaştığında bir gözümü açık görünce hızla odadan çıkıp gitti. Çok geçmeden biri koşarak içeri girdi. Yanıma geldiğinde babamı tanıyınca rahatladığımı hissettim. En azından onun yanında güvendeydim çünkü şu an kendimi koruyabilecek durumda değildim.
‘’Afet.’’ diyen sesinde benim hissettiğim gibi bir rahatlama yayılıyordu. Eli saçlarımda gezindi ve alnımdan öptü. ‘’Geçti artık. Bir daha sana zarar veremezler.’’
‘’Ben…’’ dedim ama devamını getiremedim. Konuşmakta zorlanıyordum. Şuan neredeydim öğrenmek istiyordum. Kaç gündür baygındım bilmek istiyordum ama soramıyordum.
‘’Yorma kendini. Dinlen ve iyileş. Sonra hepsini konuşuruz.’’
Babamın yanında duran genç kız yanıma yaklaşıp benimle ilgilenmeye başladı. Bedenimdeki yaralara pansuman yapıyordu ki bu neredeyse bütün vücudum demekti. Her hareketiyle canım yanıyordu. En sonunda kolumdan bir iğne yaptı. ‘’Ağrınızın geçmesi için.’’ dediğinde teşekkür etmek istesem de yapamadım.
Uyanmış olsam da hala tam kendimde değildim ve bu şekilde kaç gün geçti sayamadım. Tek öğrendiğim o geceden sonra bir hafta kendimde olmadan yattığımdı. Babam sürekli yanıma gelip nasıl olduğumu soruyordu ki zaman geçtikçe daha rahat konuşabilmeye başlamıştım ve gözlerimdeki şişlik azaldığı için görüşüm daha da netleşmişti. Ağrılarım hala vardı ama o acıya dayanıp hareket edebiliyordum. Babam dışında ilk gördüğüm genç kız Aysun sürekli benimle ilgileniyordu. Her ihtiyacımı daha ben söylemeden gideriyordu ve bir de her gün yanıma düzenli gelen bir doktor vardı.
‘’Bugün nasılsın bakalım?’’ diyen doktora baktım.
‘’Hala dayak yemiş gibiyim.’’ dedim gülerek.
Gülmeme karşılık verdi ve gelip omzumdaki kurşunun açtığı yaraya baktı. ‘’Güzel, enfeksiyon belirtisi yok.’’ Sonrasında bacağıma uzandı ve Aysun’un yardımıyla bütün sargıyı açtı. ‘’Toparlamaya başlamış ama bir süre daha sargılı kalsın.’’
‘’İz kalacak mı?’’ diye sordum.
Yüzüme baktığında tebessüm etti. ‘’Bu halde düşünmen gereken son şey kalacak iz olmalı. Yaşaman bile mucize ama için rahat olsun iz kalsa da çok belli olmaz fakat omzun için aynı şeyi söyleyemem. O kurşun bedeninden çıkmış olsa da ardında iz bırakacak.’’
‘’Yüzümdeki şişlikler tam olarak ne zaman geçer? Gözlerimi hala tam açamıyorum.’’
‘’Bedenine biraz zaman ver. Bu kadar ağır darbelerin etkisi hızlıca geçmez. Acele etme ve sen sormadan söyleyeyim göğsündeki sargılar bir süre daha kalacak çünkü kaburga kemiklerinden üçü kırılmış ve gerçekten şanslısın ki o kırılan kemikler ciğerlerine zarar vermemiş.’’
İç çektim ama bu şekilde nefes almak yine canımı acıttı. ‘’Yatmaktan çok sıkıldım.’’
‘’Dışarı çıkıp temiz hava almanı içtenlikle tavsiye ederim ama tekerlekli sandalyede olmak şartıyla.’’
‘’Çok sinir bozucu.’’ dediğimde güldü.
Aysun bacağımı sarmayı bitirdiğinde doktor ‘’İlaçlara aynen devam edelim.’’ dedi ve vedalaşıp yanımızdan gitti.
Babam yanıma geldiğinde Aysun işini bitirip çıkana kadar bekledi. İçeride yalnız kalınca ‘’Özür dilerim.’’ dedim. ‘’O gün kafam çok karışıktı. Çevremde kim var diye dikkat etmemiştim.’’ Annem sağolsun hayatımı yine alt üst etmeyi başarmıştı.
Onun söyledikleri ve onun söylediklerinden dolayı yaptıklarım kafamı öyle meşgul etmişti ki başka hiçbir şeyi düşünmüyordum.
‘’Özür dileme.’’ Uzanıp elimi tuttu. ‘’Bazen seni bu hayata dahil ettiğim için kendime çok kızıyorum ama seni diğer evlatlarımdan ayırmak istememiştim. Bunu yaparsam kendini daha iyi hissedersin diye düşünmüştüm.’’
‘’Ben hayatımdan memnunum.’’ dedim ama bu durum benim için biraz karışıktı. Bu işleri seviyordum çünkü güçlü olmak hoşuma gidiyordu ama seçim şansım olsaydı tamamen sıradan bir ailede sıradan bir çocuk olarak dünyaya gelmek isterdim. İçinde olduğum odaya bir göz attım. ‘’Ben şu an neredeyim?’’ diye sordum.
‘’Evimde.’’ Sözüyle hareketsiz kaldım. O piç beni gerçekten babamın ailesiyle yaşadığı evin önüne atıp gitmiş olamazdı değil mi? Çektiğim acılara o kadar odaklanmıştım ki bunu düşünmeye zamanım olmamıştı.
‘’Öğrendiler mi?’’ dedim korkuyla.
Tuttuğu elimi hafifçe sıktı ve tebessüm etti. ‘’Hayır, seni kapıma bıraktıkları günden beridir kim olduğunu sorup duruyorlar ve alamadıkları cevaplarla delirmiş haldeler. Sen kendinde değilken hiç biriyle konuşmak istemedim.’’
Omuzlarımın gevşediğini hissettim. Öğrenmelerinden korkuyordum. Beni kabul etmelerini zaten beklemezdim ama verecekleri tepki babamla olan ilişkimi zedeler diye endişeleniyordum. O benim sahip olduğum tek ailemdi. ‘’İş için parayla tuttuğun biri olduğumu söyle ve meraklarını gider. Burada kalmak istemiyorum. Evime geri döneceğim.’’
‘’Bunu sonra konuşuruz. Önce iyileş.’’
‘’Baba!’’ dedim sitemle. ‘’Odada sıkıldım, dışarı çıkmak istiyorum ama ailenle aynı evin içindeyken bunu yapamam. Bir adamını ayarla ve beni evime götürmesini söyle.’’
Kolundaki saate baktı. ‘’Akşam yemeği saati yaklaşıyor. Biraz bahçeye çıkıp temiz hava al sonra yemeği beraber yeriz.’’
‘’Yediği dayakla ölmedi ben öldüreyim mi diyorsun? Bahçeye falan çıkmayacağım. Özellikle karın bu evdeyken olmaz.’’
Yüzüme bıkkınlıkla bir bakış attı ve yanımdan kalkıp tekerlekli sandalyeyi getirdi. Hala küçük bir çocukmuşum gibi kucaklayıp yataktan kaldırdı. ‘’Baba yapma.’’ dedim ama dinlemeden tekerlekli sandalyeye oturttu.
‘’Kaç yaşına geldin hala babana karşı gelmemen gerektiğini öğrenemedin mi? Ben senin büyüğünüm.’’ Yaptığıyla gayet eğlenir gibi bir hali vardı.
‘’Hiç büyükmüş gibi davranmıyorsun.’’ dedim tersleyerek. ‘’Benim umruma olmaz, hayatıma olduğu gibi devam ederim de sen başına açacağın belaların farkında mısın?’’
‘’Babana boyun eğ.’’ dedi ve odanın kapısını açıp ‘’Uğur!’’ diye yüksek sesle bağırdı.
Gerçekten mi? Uğur ağabeyimi mi çağırıyordu? Oğlunun bana asıldığından haberi yoktu tabi!
Kapıda belirenle göz göze geldik. Yüzünde her türden ifade oluşup kayboluyordu. ‘’Efendim baba!’’ derken gözü hala bendeydi.
‘’Afet’i bahçeye çıkar yemek saatine kadar eşlik et.’’
Karşı çıkmak ister gibi bir tavrı vardı ama babamın o bakışlarını iyi bilirdim. Emir verdiği zaman öyle bir bakardı ki istesen de karşı gelemezdin. Uğur ağabeyim gelip tekerlekli sandalyeyi itmeye başladığında oldukça rahatsız hissediyordum.
Bahçeye çıktığımızda doğrudan hasır sandalyelerin olduğu yere ilerledi ve beni bıraktığında kendisi de o sandalyelerden birine oturdu.
‘’Her zaman baban yaşındaki adamlarla mı takılırsın?’’ dediğinde sesi öfke doluydu.
‘’Anlamadım?’’ dediğimde yüzüme sert bir bakış attı.
‘’O gün gözlerimin önünde baban yaşındaki adamın kucağına oturup neler yaptığını gördüm. Sonra bir anda seni ölmekten beter edip babama hediye diye gönderdiler. Kendinden yaşça büyük adamları seviyor olabilirsin ama evli adamlarla takılmayı gerçekten gururuna nasıl yediriyorsun? Senin yüzünden iki haftadır evde huzurumuz kalmadı. Özellikle de annem. Babamın ağzından seninle ilgili tek kelime çıkmıyor ve o da delirmekten bir adım geride duruyor.’’
‘’Kabalaşma.’’ dedim sertçe. ‘’Ve terbiyesizleşme. Bilip bilmeden konuşuyorsun.’’
‘’Ne görüyorsam onu söylüyorum. Dua et zaten ölmekten beter olmuşsun yoksa bu eve gelip sebep olduklarınla elimden bir kaza çıkardı.’’
Oturduğum yerden hafifçe öne eğildim. ‘’O kadar becerikliydiysen Aslan meselesini halletseydin de baban bana gelip yardım istemeseydi.’’ İşler iyice çığırından çıkmadan babam için iş yapan biri olduğumu düşünmeleri en iyisiydi.
‘’Aslan’ın peşinden seni mi yolladı?’’ Şaşırmıştı. Bunu beklemediği açıktı. Onun gözünde yaşlı erkeklerle düşüp kalkan biriydim.
‘’Ayrıntı istiyorsan git babanla konuş.’’ Tekrar arkama yaslandım. ‘’Ayrıca sana karşılık vermedim diye fazla gururun kırılmış ki aklına ilk gelen şey babanla birlikte olma ihtimalim oldu.’’
Gerçekten nasıl bir hayat yaşıyordum böyle? Ağabeyim kardeşi olduğumu bilmeden sarkıntılık ediyordu, yetmezmiş gibi babamla ilişki yaşadığımı ima ediyordu. Bunlar çok iğrençti.
Daha fazla konuşmadık. Öylece sustuk. Zaman ilerlerken bir araba gelip durdu ve içinden inen ilk benim olduğum tarafa baktı. Yiğit ağabeyimi fotoğrafları dışında bu ilk görüşümdü. Gerçekten ağlamak istiyordum. Ben bir ailenin parçası mıydım değil miydim? Varlardı ama aynı zamanda yoklardı.
Olduğum tarafa yöneldiğinde onda da bir öfke kıvılcımı vardı. ‘’Ne işi var bunun dışarıda?’’
Yanımdaki cevap verdi. ‘’Git babama sor. Emir vermek dışında yaptığı bir şey yok.’’
Yiğit ağabeyim kardeşine baktı. ‘’Götür şunu odasına kötü olacak.’’
‘’Ne olurmuş?’’ Babamın sesi bahçeye doldu. ‘’İkiniz de evinizdeki misafire ne güzel davranıyorsunuz böyle? Gözlerim yaşardı.’’
‘’Misafir mi?’’ dedi Yiğit ağabeyim yine aynı öfkeyle. ‘’İki haftadır evimizde ve sen hala kim olduğunu söylemiyorsun. Kapımıza senin hediyen olarak bırakıldı. Bu nasıl hediye açıklama zahmetine girsen keşke!’’
Babama yalvaran gözlerle baktım. ‘’Sana birini ayarla ve buradan gideyim demiştim. İşleri elime yüzüme bulaştırdım zaten fazlasına gerek var mı?’’
Babam karşılık veremeden Uğur ağabeyim araya girdi. ‘’Babamın Aslan’ın peşinden kendisini gönderdiğini söylüyor.’’
Yiğit ağabeyim bir bana baktı bir babasına. ‘’Durum buysa neden açıkça benim için çalışan biri demedin ki?’’
‘’Uzatmayın daha fazla. Afet’in kendisini toparlaması için bekliyordum. Yeterince toparladı. Yemekte konuşuruz. Ona karşı ikinizde davranışlarınıza dikkat edin yoksa elinden kaza çıkacak olan siz değilsiniz benim.’’
Babam bakışlarımdan söylemek istediğimi anlıyordu. Elini sağlam olan omzuma koyup destek olmak için hafifçe sıktı. Burada olmak istemiyordum. Kendimi çok kötü hissediyordum. Zorluklardan kaçan biri olmayabilirdim ama ayağa kalkıp yürüyebilseydim şuan kesinlikle kaçıyor olurdum.
Evden çıkıp gelen çalışan yemeğin hazır olduğunu söyleyince babam oğullarının yüzüne bile bakmadan oturduğum tekerlekli sandalyeyi eve doğru itti. Diğerlerinden uzaklaşınca ‘’Yapma!’’ dedim. ‘’Durumu daha fazla zora sokuyorsun.’’
‘’Afet, siz benim değil ben sizin ebeveyninizim. O hergeleler kaç yaşına gelirse gelsin ben onların babasıyım. Biraz boyun eğmeyi bilsinler. Kolay olacak demiyorum, aksine çok zor olacak ama ben hazırım.’’
‘’Beni dinlemeyeceksin değil mi?’’ dedim bıkkınlıkla.
‘’Hayır.’’ dedi ve o sırada yemek odasına girdik. Masada başköşedeki sandalyenin yanına yerleştirdi ve kendide yanıma oturdu. ‘’Burada oturmam iyi bir fikir değil.’’ Israrcıydım ama kesinlikle beni dinlemiyordu.
‘’Sus ve otur.’’ dediğinde içeri girenle göz göze geldik. Bu Hülya Hanım’dı. Babamın karısıydı. Saçlarını tepesinde topuz yapmıştı. Gözlerinin üzerine sürdüğü gri far hafifçe parıldıyordu. Kirpikleri de makyajın etkisiyle uzundu. Tüm aile, babamda dahil siyah saçlı, kahverengi gözlüydü. Benim babamın kızı olma ihtimalim görünüş olarak ihtimal dışıydı ama öyleydim. Babamın yanındaki yerine otururken bakışları hala üzerimdeydi. Yer yarılsa da içine düşsem diye dua ediyordum.
Bakışları merak doluydu, biraz öfke ve nefret karışımı vardı ve kim olduğuma bağlı olarak bu duygu artacaktı. Sessizliği sakinlikten değildi, her an patlamaya hazır bir volkan gibiydi.
Çok geçmeden içeriye Mine ve yanında Arda girdi. Mine çok güzel bir kadındı. Siyah saçları, ela gözleri yüzüne çok yakışmıştı. İçeri her giren merakla bana bakıyordu ve ben o bakışların altında ezildikçe eziliyordum.
Arda diğerlerinin aksine sessiz kalmak yerine ‘’Sen niye böyle oldun?’’ diye doğrudan sordu.
İçinde olduğum duruma rağmen gülümsemeden edemedim. ‘’Uçan balondan düştüm.’’ dedim.
‘’Emniyet kemerini bağlasaydın düşmezdin.’’ deyince gülümsemem daha çok genişledi. Bu saçma cevaba söylenebilecek en mantıklı şeyi söylemişti.
‘’Ben bunu düşünememiştim. Bir dahakine öyle yaparım.’’ dediğimde Mine araya girdi.
‘’Otur yerine Arda.’’
Ufaklık sessizce sandalyesine oturduğunda ağabeylerimde ard arda içeri girdi. Yüzlerinde hala öfke vardı. Yemekler servis edildiğinde öylece beklemeye devam ettim. Üzerimdeki bakışlar altında yemek yiyebilecek durumda değildim.
‘’Afet, yemeğini ye.’’ diyen babama baktım.
Sessizce ‘’Yapma!’’ dedim.
Elindeki kaşığı sertçe masaya bırakınca herkes duraksayıp babama baktı. ‘’Madem hepimiz buradayız. Eteğimizdeki taşları dökelim masaya değil mi?’’
Yiğit ağabeyim burnundan soluyordu. ‘’Dökülecek taşı olan sensin biz değiliz.’’ Fazla sert mizaca sahipti.
Başımı önüme eğip elimle alnımı ovuşturdum. ‘’Lütfen, yapma!’’ dedim tekrar.
‘’Neyi yapmasın?’’ Bu defa Uğur ağabeyim konuşmuştu ve o da diğeri kadar öfkeliydi. ‘’Babama sürekli yapma deyip duruyorsun. Bizden neyi saklıyorsunuz?’’
‘’Hikmet, iki haftadır susuyorum ama artık yeter. Bu kız kim?’’ Bu defa Hülya Hanım sessizliğini bozmuştu. Sanırım hesap sormayan tek kişi Mine’ydi ki onun yerine zaten kocası yetiyordu.
Bu halimden nefret ediyordum ama ağlamak üzereydim. Üzerimdeki baskı altında eziliyordum. Oluşan kısa sessizliği yine Uğur ağabeyim bozdu. ‘’Barlarda babası yaşında erkeklerle düşüp kalkan birinin evimizde ne işi var?’’
Sözleriyle sinirlerime hakim olamadım ve öfkeyle yüzüne baktım. ‘’O barlarda kardeşin olacak kızlara sarkıntılık eden sensin. İstersen bir maden suyu ısmarlayayım belki reddedilişini hazmedersin.’’
‘’Yeter!’’ Babamın bağırmasıyla ikimizde sustuk. ‘’Ağzınızdan tek kelime çıkmasın.’’ Sussak da birbirimize düşmanca bakışlar atmaya devam ediyorduk. ‘’Afet, benim kızım.’’ dediğinde içeride oluşan sessizlikte karıncanın yürüyüşü bile duyulurdu.