Sabah uyandığımda bedenimi esneterek yataktan çıktım ve kenarda duran kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Hazırlıksız yakalandığım için iç çamaşırlarımla uyumak zorunda kalmıştım.
Odadan çıkıp alt kata indiğimde Rüya’nın odasından sesler geliyordu ama saat çok erkendi. Bu saatte uyuyor olmalıydı ki evde şuan uyanık olan bir ben vardım bir de bahçede nöbet tutan adamlar.
Odaya ilerleyip kapıyı açtığımda Rüya’yı uyanık buldum. ‘’Günaydın, seni de mi uyku tutmadı.’’ dediğimde yine o anlayamadığım sesleri çıkardı. Bir şey söylemeye çalıştığı açıktı ama onu okuyamıyordum. Gidip yanına oturdum. ‘’Söylediklerini anlayamıyorum.’’ dedim. İçe bükülü parmaklarını tuttum. ‘’Ben sorayım sen istiyorsan elimi sık olur mu?’’ dediğimde parmakları elimi sıktı ama bunu tam yapamıyordu hafifçe parmakları kımıldamıştı.
‘’Acıktın mı?’’ dediğimde eli tekrar hareket etmedi.
‘’Tekrar uyumak ister misin?’’ Yine hareket etmedi. ‘’Kitap okumamı ister misin?’’ Hala hareketsizdi. ‘’Ağabeyini ya da Derya ablanı çağırmamı ister misin?’’ Pekala, bunu da istemiyordu? Tuvalete gitmek isteyeceğini düşünmüyordum ki muhtemelen altı bezliydi. Aklıma gelenle yüzüme bir gülümseme yerleşti.
‘’Sanırım birileri dün gece ki dondurmaya doyamamış.’’ dediğimde o parmakları hafifçe hareket etti. ‘’Henüz kahvaltı yapmadın ve muhtemelen alman gereken ilaçlar vardır ağabeyin öğrenirse bana çok kızar.’’ dediğimde dudağından sesler çıktı. Sanırım bu söylemeyiz demekti.
İç çektim. ‘’Aramızda kalacak tamam mı?’’ dediğimde yine eli kıpırdadı.
‘’O zaman şimdi görünmez olup senin için mutfaktan dondurma çalacağım.’’ diyerek yanından kalktım. Yüzünde bir gülümseme oluştu. Elimi sihir yapıyormuş gibi oynattım. ‘’Artık beni sadece sen görebilirsin.’’ dedim ve odadan çıktım.
Rüya’nın duru bir güzelliği vardı ve kalbinin saflığı da bu güzelliğe eklenmişti. İyi olmasını isterdim ama maalesef hastalığının bir tedavisi yoktu. Barış gibi bir ağabeye sahip olduğu için şanslıydı. Dışarıda elinde silahla dolaşan biri olsa da kardeşine karşı oldukça merhametliydi.
Mutfağı bulduğumda buzdolabının üst bölmesini açınca birkaç tane çilekli dondurma kutusuyla karşılaştım. Sanırım ufaklık dondurmayı fazla seviyordu. Dondurmadan bir kaseye biraz koyup küçük bir tatlı kaşığı ile geri döndüm. Elimdekini görünce gözlerinden yayılan mutluluk ışıltısı görülmeye değerdi.
Yanına oturmadan yatağın ayarlarıyla biraz uğraşıp sonunda oturma pozisyonuna getirmeyi başardım ki bunu yapana kadar bedenini türlü şekillere sokmuştum ve buna gülüp durmuştu. Kenarda duran dolabı biraz karıştırınca bez mendillerin olduğu yeri buldum ve bir tanesini çıkarıp aldım.
En sonunda yanına oturduğumda dondurmadan küçük bir parça ağzına koydum. ‘’Yaptığım görünmezlik sihrinin etkisi geçti. O yüzden ağabeyin uyanıp gelene kadar bu dondurmayı bitirmeli ve kanıtları yok etmeliyiz.’’ Dudağı yine gülümsemeyle kıvrıldığında dondurmanın bir kısmı geri akınca yavaşça sildim.
‘’Sana ağabeyinin beni kötü adamlardan nasıl kurtardığını anlatmamı ister misin?’’ dediğimde dudağından birkaç ses çıktı.
Anlattığım fazla saçmaydı. Kötü adamlar beni kaçırmaya çalışırken Barış’ın atının üstünde elinde kılıçla gelip hepsini korkutup kaçırdığını ve kurtarıp buraya getirdiğini anlatmıştım. Ne kadar saçma olsa da o severek ve mutlulukla dinlemişti.
Dondurma bitmek üzereyken kapı açılınca başım gelene çevrildi. Barış uykulu gözlerle içeri giriyordu. ‘’Eyvah, yakalandık.’’ dedim Rüya’ya gülerek. Dudağından yine gülmeye benzer sesler çıktı.
‘’Siz ikiniz ne yapıyorsunuz?’’ diyen adamla Rüya bir şeyler söylemeye çalıştı ki ağabeyinin onu anladığının farkındaydım.
‘’Demek dondurma!’’ dedi biraz öfkeyle. ‘’Hem de kahvaltı yapmadan.’’ Kardeşi yine bir şeyler söylemeye çalıştı.
‘’Hayır, kızacağım. Şebeklik yapma bana. Bu konuda seninle anlaşmıştık.’’
Oturduğum yerden kalkıp Barış’a yaklaştım. ‘’Sen gelmeden hemen önce kardeşine seni kötü adamlardan nasıl kurtardığımı anlatıyordum. Onlar seni döverken ortaya çıkıp hepsini kaçırmıştım ya.’’ Kardeşi gülünce ben de kahkaha attım ve Rüya’ya göz kırptım.
Konuşmalarımız içeri gelenlerle bölündü. Biri eve ilk geldiğimizde Barış’ı karşılayan kadındı diğeri dün akşam iğnesini yapan Derya’ydı. ‘’Günaydın.’’ dediklerinde aynı şekilde karşılık verdik.
Derya elimde içinde hala dondurma olan kaseyi görünce Rüya’ya baktı. ‘’Biri arkamızdan iş mi çevirmiş?’’
‘’Aslında o yemek istemedi. Ben zorladım.’’ dediğimde Rüya yine gülmeye başladı.
Derya hasta yatağında yatana yaklaştı. ‘’Bize sabah bakımı için müsaade eder misiniz?’’ dediğinde Barış ile odadan çıktık.
Elimdekini mutfağa bırakıp geri döndüğümde Barış’ın bakışları üzerimdeydi. ‘’Ne var?’’ dedim garip bakışlarına karşılık vererek.
‘’Uzun zamandır kardeşimi böyle içten gülerken görmemiştim.’’
Yanına yaklaşıp teselli verir gibi koluna birkaç kez vurdum. ‘’İşin sırrı yediğin dayaklarda saklı.’’
Güçlü bir kahkaha attı. ‘’Gerçekten ona benim dayak yediğimi ve senin gelip kurtardığını mı anlattın?’’
‘’Evet.’’ dedim yalan söyleyerek ona kardeşine seni kahraman gibi anlattım demeyecektim. O egosunu şişirmeye niyetim yoktu.
~~~~~~~~~
Akşam evde oturmuş boş aylaklık yaparken biraz Kerim ile telefonda dedikodu yapmıştık. Yarın gidecekti ve olası tehlikeleri göz ardı ederek benimle de görüşmek istiyordu. Ona havaalanına geleceğimi öncesinde görüşüp tehlikeye atmayacağımı söylemiştim. Takip eden varsa bile havaalanında o kadar güvenliğin içinde bir şey yapamazlardı.
Telefonu kapadığımda yabancı bir numara aramaya başladı. Muhtemelen iş içindi ama şuan yeni bir iş almayacaktım. Aramayı reddettim ama tekrar aradı. Telefonu cevapladığımda karşıdan bir kadın sesi geldi.
‘’Buyurun.’’ dedim kim olduğunu anlamaya çalışarak.
‘’Afet, ben Nil. Hani anneni ararken tanışmıştık. Hatırladın mı?’’ Bu annemin arkadaşıydı. Bana onun fotoğrafını veren ve ismimin hikayesini anlatan kişiydi.
‘’Evet, hatırladım.’’ dedim. Beni neden aramıştı ki? Görüştüğüm o gün numaramı ben bırakmıştım ama aramasını hiç beklememiştim. Bunca yıl sonra ne diyecekti?
‘’Annen burada.’’ Sözlerle bütün bedenim titremeye başladı. Annem onca yıl sonra geri mi dönmüştü? Beni aramasını o mu istemişti? Ağzım o kadar kurumuştu ki cevap veremiyordum. ‘’Seninle görüşmek istiyor. Gelir misin?’’ dediğinde başım dönmeye, gözlerim kararmaya başlamıştı.
Yirmi üç yıl önce beni bırakıp gitmişti şimdi görüşmek mi istiyordu? Pişman mı olmuştu?
‘’Ben…’’ dedim ama devamını getiremedim. Bunu yapabilir miydim emin değildim. Onunla yüz yüze gelmek benim için zordu.
‘’Yıllar önce geldiğin mekandayız. Seni bekliyor.’’ dediğinde telefon kapandı.
Telefon elimden kayıp yere düştü. Yaşlar gözlerimi zorluyordu. Herkese her konuda kafa tutan ben söz konusu annem olunca donup kalıyordum. Bütün gücüm geri çekiliyordu. Küçük, korunmasız bir kız çocuğuna dönüşüveriyordum.
Bir saat hareketsiz öylece oturdum ama kalbimin benden istediğini biliyordum. Annemi görmek istiyordum. Yüzüne bir kez olsun bakmak istiyordum. Kalbimde dönüp duran o fırtınayı dindirmesini istiyorum. Ondan pişman olduğunu duymak istiyordum. Beni sevdiğini duymak istiyordum. İhtiyacım olan buydu ama oraya gittiğimde nasıl biriyle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Kalkıp evden ayrıldım ve motosiklete atlayıp yola çıktım. Mekanın önüne geldiğimde motosikletten inip öylece durdum. Buraya daha önceleri defalarca gelmiş belki annemi görürüm umuduyla beklemiştim. Bir yerden sonra umudumu kesip gelmeyi bırakmıştım. Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım ve içeriye doğru yürüdüm.
Mekana girdiğimde ağır bir hava etrafımı sardı. Her yerde içip sarhoş olmuş adamlar vardı. Masalarında oturan kadınlar onlara eşlik ediyorlardı ve içlerinde bazıları odaya gitmeyi bile bekleyememiş oturdukları yerde işi götürüyorlardı. İçimde bir tiksinti oluştu. Babamda annemle burada bu şartlar altında karşılaşıp birlikte olmuştu. Hissettiğim bu tiksinti onlar için miydi yoksa bu şartlar altında dünyaya geldiğim için kendime miydi, ayırt edemiyordum.
Masaların arasında yürürken biri kolumdan tuttu. ‘’Nereye Güzelim? Masama gel.’’ deyince kolumu sertçe çektim. Ayakta bile duramayacak kadar sarhoştu. Cevap vermeden yürümeye devam ettim.
Yanımdan geçen kadınlardan birini kolundan tutup durdurdum. ‘’Nil’i arıyorum.’’ dediğimde ağzındaki sakızı şişirip patlattı ve eliyle ilerideki bir masayı gösterdi.
Gösterdiği masaya baktığımda Nil’i görünce tanımıştım. Adamın biriyle diz dize oturmuş içiyordu.
Yanına gidip omzuna dokundum. Bana döndüğünde bakışları anında değişti. Eliyle işaret verdiğinde başka bir kadın geldi ve masayı ona bırakıp ayağa kalktı. ‘’Geleceğini biliyordum.’’ dedi tebessüm ederek.
‘’Nerede?’’ diye sordum.
‘’Gel benimle.’’ Koluma girip yanında yürüttü.
Bir kapıdan geçip dar bir koridorda ilerlemeye başladık. Koridor boyu birçok kapının yanından geçtik. O kapıların açıldığı odalarda ne olduğunu bilsem de düşünmemeye çalıştım. En sonunda bir kapının önünde durduk. ‘’İçeride. Sen yalnız gir.’’ dedi ve arkasını dönüp gitti.
Elim kapı koluna uzandığında açacak cesareti bulamadım. Gözlerimi kapayıp o cesaretin gelmesi için bekledim ve sonunda kapıyı açtım. İçeriye bir adım attığımda masanın önünde oturmuş aynaya bakarak makyaj yapan kadın bana doğru döndü.
Tanrım! Onun ikizi gibiydim. Saçlarımın renginden kıvırcıklığına, gözlerimden, çillerime kadar her şey onun aynıydı. Beni görünce o da bir an hareketsiz kaldı. Bu kadar benzerliğe tanımaması imkansızdı.
‘’Hoş geldin.’’ dedi sanki yıllardır görüşmeyen biz değilmişiz gibi. ‘’Geç otur.’’ Eliyle gösterdiği yatağa baktım ama oturmak istemiyordum. O yatakta ne yaptığını bilirken oturamazdım.
Tepkimi anlamıştı bu yüzden makyaj yaparken oturduğu sandalyeyi benim olduğum tarafa çevirdi. ‘’Gel. Ayakta kalma.’’ Ağır adımlarla gidip oturdum. Bedenim sürekli titriyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Fotoğrafından görmüştüm ama şimdi karşımdaydı, yakından görüyordum, sesini duyuyordum.
‘’Bunca yıl sonra neden döndün?’’ Söylediğim tek şey buydu.
‘’Seni bıraktığım için bana kızgınsın.’’ dedi rahatça ve yatağa oturup bağdaş kurdu. Bakışları üzerimdeydi. ‘’Aynı gençliğimdeki gibisin. Güzel bir kız olmuşsun. Senin zamanında az can yakmadım.’’
‘’Neden geri döndün?’’ dedim üstüne basarak. Burada oturup erkekleri nasıl yoldan çıkardığını dinleyecek değildim.
‘’Baban olacak adam ne yapıyor?’’
Saçlarımı karıştırıp iç çektim. ‘’Beni bırakıp giden sendin şimdi yıllar sonra gelip görüşmek istiyorsun ve bana bunları mı söylüyorsun?’’
‘’Bana para lazım.’’ dedi gözlerimin içine bakarak. ‘’Babanın sayesinde gayet rahat hayat sürüyorsundur. Yardım et.’’
Oturduğum yerden fırlarcasına ayağa kalktım. ‘’Lanet olsun anne, bunca yıl sonra benden para istemek için mi karşıma çıktın? Sen nasıl bir insansın?’’
Yüzüme bakışları tuhaftı. Ne sevgi vardı ne de şefkat. Oturduğu yerden kalkıp tam önümde durdu. ‘’İster beğen ister beğenme senin annenim ve senden yardım istiyorsam edeceksin.’’
‘’Sen benim annem falan değilsin.’’ Kapıya ilerlediğimde kolumdan tutup geri çekti. Saçlarımdan tutup köşedeki boy aynasına doğru sürükledi. ‘’Aynaya bak.’’ dedi bağırarak. Baktım. Gördüğüm tek şey birbirine çok benzeyen iki kadındı. ‘’Sen kim olduğunu biliyor musun? Bana böyle diklenirken kendini benden üstün mü sanıyorsun?’’
Saçlarımı sıkıca kavramış elini tuttum. ‘’Bırak.’’ dedim ama daha çok çekti.
‘’Sana kim olduğunu hatırlatayım. Seni ben doğurdum. Yani sen doğuştan fahişesin, anlıyor musun? Babanın parasıyla refah içinde büyümüş olabilirsin ama sen şuan olduğun yere aitsin.’’
‘’Bir halt bildiğin yok.’’ dedim gözyaşlarım akarken. ‘’Ben asla senin gibi olmadım.’’ Bunu söylüyordum ama gerçekliğinden emin olamıyordum. Erkeklerle gerçekten birlikte olmasam da defalarca para için aynı yatağa girmiştim. Gerçekten ondan farkım var mıydı?
‘’Aynaya bak. Aramızda bir farklılık görüyor musun? Ayrıca şu güzelliğin ne kadar işime yarar biliyor musun? Ya bana istediğim parayı verir başımdaki beladan kurtarırsın ya da benim için çalışırsın. Bir fahişe her zaman fahişedir. Ötesi asla olamaz.’’
Saçlarımı bıraktığında yanaklarım yaşlarla ıslanmıştı. ‘’Ben fahişe değilim.’’ diye bağırdım yüzüne karşı. Bu söylediğime inanmakta gerçekten zorlanıyordum.
Annemin gerçek kimliği, beni öylece bırakıp gitmesiyle öyle bir bütünleşmiş ve benliğime yer edinmişti ki içten içe her zaman kendimi sorguladığımı biliyordum. Onun yaptıklarını kendime mal etmiştim. Bu sayede erkeklere bu kadar rahat yaklaşabiliyordum. Kendimi bunlara layık görüyordum çünkü annemin kim olduğu ortadaydı.
‘’Sana daha az önce doğuştan fahişe olduğunu söylemiştim. Bunu değiştiremezsin.’’ Kapıya baktığında ‘’İsmet!’’ diye güçlü bir sesle bağırdı. İçeriye iri yarı bir adam girdi.
‘’Afet’i al, bundan sonra burada çalışacak.’’
Yüzüne öfkeyle baktığımda annem olmasına aldırış etmeden tokat attım. ‘’Sen ne kadar iğrenç bir insansın! Senden utanıyorum. Ölsen bile umrumda değil. Ne sana para veririm ne de senin için çalışırım.’’
Adam üzerime yürüdüğünde yüzüne doğru tekme attım. Bunu beklemiyordu, hazırlıksız yakalanmıştı. Geriye sendelediğinde hızla üzerine atıldım ve boynuna bastırıp bayılttım.
Annem gözleri büyümüş halde yaptıklarıma bakıyordu. Üzerine yürüdüm ve tam karşısında durdum. Bir anne nasıl kızını fahişe olarak çalıştırmak isterdi ki? ‘’Ben babamın kızıyım senin değil.’’ dediğimde gözlerimin içine baktı.
‘’Nasıl büyümüş olursan ol sen doğuştan fahişesin ve hep öyle kalacaksın.’’ Eli boynuma uzandı ve babamın hediye ettiği kolyeyi çekip aldı. ‘’Madem para vermeyeceksin ya da benim için çalışmayacaksın o zaman bu da işime yarar. Pahalı bir şeye benziyor.’’
‘’Senden iğreniyorum.’’ diyerek kapıya koştum. Ne kolye umrumdaydı ne de başka bir şey. Canım yanıyordu. Annemin söylediği her söz kalbime bir hançer gibi saplanmıştı.
Sokağa adım attığımda bir adamla çarpıştım. Bakışları bana döndüğünde yüzünde bir gülümseme belirdi. ‘’Aranıyor musun Yavrum? Vereyim istediğini.’’ dediğinde yüzüne yumruğu geçirdim.
Etrafımdaki bakışlara aldırmadan koşar adım motosiklete bindim ve bu iğrenç sokağı ardımda bırakıp uzaklaştım.