AD-40

2380 Words
Yatakta kahkahalar arasında oynaşıp dururken telefonu çalınca yattığı yerden doğrulup yerdeki pantolonuna uzandı ve telefonunu aldı. "Halil amcam arıyor." dediğinde gerilmiştim. Korkutmak için adamın adı bile yetiyordu. Telefonu cevapladığında bir süre konuştular. Kapatınca tekrar yanıma uzandı. "Amcam yarın sabah kahvaltı için aileni davet etmiş bana sen de geleceksin dedi." Omzuna çenemi dayayıp yüzüne baktım. "Neden? Bir şey söyledi mi?" "Hayır. Muhtemelen babam hayatta olmadığı için babalık rolünü üstlenmeye çalışıyor. Evlenene kadar rahat bırakmaz." Gözlerimi devirdim. "Çok sıkıcı. Herkesten gizli gidip nikah kıysak olmaz mı? Düğün işinden vazgeçerler belki." Sesli bir kahkaha attı. "O düğün olacak. Bunu kabullen." Cevap vermek yerine sadece burun kıvırdım ve kollarından sıyrılıp yataktan kalktım. Kıyafetleri üzerime giymeye başladım. "Eve biraz daha geç kalırsam Yiğit ağabeyim sabah kahvaltı niyetine beni yer." "Doğum gününü kutlayacağımı biliyor. Sorun yok." Bu ikisi beni delirtecekti. Biri bir yandan diğeri öbür yandan etrafımı sarmış yaptığım her şeye karışıp duruyorlardı. "Ben tekken daha mutluydum. Bu ne böyle ya?" dedim sitemle. "Adım atmak için bile sizden izin alıyorum." Kolumdan tutup yatağa geri çektiğinde üzerine düştüm. "Çünkü senin kocan olacağım. Bu yüzden sözümden çıkamazsın." Elimi yumruk yapıp havaya kaldırdım. "Suratının ortasına bir tane geçireceğim şimdi göreceksin sözümden çıkamazsını!" "Çıkamazsın tabi. Ben ne dersem onu yapacaksın." Bu durumla oldukça eğlenir gibi bir hali vardı. Yüzüne somurtarak baktım. "Biz kim evlilik kim be adam. Aynı eve girelim bir aya kalmaz birbirimizin boğazına bıçağı dayarız. İkimiz de dik başlıyız. Mıknatısın aynı kutuplarıyız. Nasıl çekelim birbirimizi?" Dudağıma bir öpücük kondurdu. "Biraz ben alttan alacağım. Biraz sen alttan alacaksın." dediğinde yatakta hızla dönüp altına aldı. "Alttan almanın böyle olmadığına eminim." dedim gülerek. "Farklı bir yoldan deneyelim dedim." Dudağıma uzandığında karşılık verdim. Az önce giydiğim kıyafetlerimi bir kez daha çıkardı. "Bak ne güzel anlaşıyoruz işte." dediğinde kahkaha attım. "Çok." dedim ve Barış'ı üzerimden itip yatağa düşürdüm. Belimden tutup kendine çektiğinde üzerine oturdum ve erkekliğini içime aldım. "Utanmaz oluşunu böyle anlarda çok seviyorum." dedi zevkle dolmuş sesiyle. "Öyle mi?" dedim erkekliğini içime sonuna kadar alırken. "Öyle." dedi ama sesi kısık çıkmıştı. Biraz zevkle kendinden geçmişti. Eli kalçalarıma indiğinde sıkıca kavradı. Üzerinde hareket ederken ikimizde zevkin içinde yüzüyorduk. O zevk sona erdiğinde yorulmuş halde üzerine yattım. "Gerçekten eve gitmeliyim." dedim. "Şu düğünü bir an önce yapalım da artık hep yanımda kal." "Düğün işini tekrar konuşuruz." diyerek hızlıca üzerinden kalktım ve kıyafetlerimi tekrar giydim. Barış eve bıraktığında gece yarısı olmuştu. Herkes yatmıştı ama Uğur ağabeyim benimle aynı anda eve gelmişti. "Erkencisin?" dedim alayla. "Kızlar bugün yüz vermedi mi?" "Allah seni başıma kardeş diye değil ceza diye göndermiş." Hep yaptığı gibi kolunu boynuma dolayıp kendine çekti ve boynumu sıktırdı. Burnunu saçlarıma yaklaştırıp koklamaya başladı. "Ne yapıyorsun gerizekalı?" dedim kolundan kurtulmaya çalışarak. "Barış gibi kokuyorsun?" "Onun yanındaydım çünkü." "Birazda ter kokuyorsun. Ne yaptınız lan siz?" dedi öfkeyle. "Sanane. Bıraksana boynumu kıracaksın hayvan!" "Bana bak kızım evlenmeden elini sürdüyse…" Sözünü kestim. "Delirtme beni ağabey. Tepkini gören de iyi aile kızıyım sanacak." Kolunu daha çok sıkınca acıyla öne doğru eğildim. "Benimle düzgün konuş. Yiğit ağabeyimi mumla aratırım sana." Kolundan kurtulmaya çalışırken cebinden ucu görünen ince paketi gördüm. Çekip aldım ve havaya salladım. "Demek babanın durumuna düşmemek için temkinli dolaşıyorsun. Gerçi bu gece kullanamamışsın yazık sana." Elimdeki prezervatifi çekip aldı. "Erkeğim ben tamam mı? Sen kır dizini otur evde." Kolunu gevşettiğinde geri kaçtım. "Senin gibi erkeğim diye ortalıkta dolaşan kaç kişiyi parmağımın ucunda oynattım da haberleri olmadı biliyor musun?" dediğimde arkamdan kovalamaya başladı. Koşarak eve girdim. Merdivenleri çıkarken ayağımdan çektiğinde yüzüstü düşünce gelen acıyla haykırdım. Düştüğüm yerden kaldırırken hala söyleniyordu. "O ağzından bir daha öyle laflar çıksın bak seni ne yapıyorum!" "Aman ağabey." dediğimde yine gürledi. "Barış'a da evlenmeden bir daha yaklaştığını anlamıyayım." "İyi be!" dedim sitemle. Düştüğümde göğsümü merdivenin kenarına vurmuştum ve hala canım yanıyordu. "Son söylediğini bir daha söyle bakayım! Doğru mu duydum?" İkimiz de sesle başımızı kaldırıp merdivenlerin başında dikilmiş kızgınlıkla bize bakan Yiğit ağabeyime baktık. Şimdi kıyamet kopacaktı işte! Uğur ağabeyim araya girdi. "Yok bir şey aramızda şakalaşıyorduk öyle." Yiğit ağabeyim birkaç basamak inip yanıma geldi ve o eli yine kulağıma yapıştı. "Bıraksana ağabey." dedim. "Valla ikinizde şamar çocuğuna çevirdiniz. Sizden gördüğüm şiddeti babamdan görmedim ben." "Uğur'un söylediği doğru mu? Barış ile aranızda ne geçti?" Cevap almadan bırakmayacaktı. Ben de doğru olan bir yalan söyledim. "Dudağından öptüm. Tamam mı? Oldu mu? Bırak kulağımı." "Sana neden inanmıyorum acaba?" Eli kulağımdan geri çekildi ama yüzü hala öfkeliydi. İyice üzerime yürüdü. "Sen yazı beklemeyi unut. En geç iki hafta içinde evleneceksin yoksa bu gidişle benim elim kana bulanacak." "Başından atmaya mı çalışıyorsun? İstemiyorsan söyle kendim giderim." Yüzündeki öfke hala yerindeydi. "Afet, beni delirtme. Seni doğum günü kutla diye yolluyoruz. Gidip ne haltlar yiyorsun! Biraz daha diklenmeye devam edersen babandan yemediğin o dayağı benden yiyeceksin. Şimdi defol git odana. Yarın da Halil Bey'in evine gideceğiz üzerine doğru düzgün bir kıyafet giy. Sonra da düğünün için hazırlan." Merdivenleri hızla çıkıp yanlarından ayrıldım. Arkamdan Uğur ağabeyime söylemelerini duyuyordum. Diktatör gibi herifti valla. Tek başına bütün eve yetiyordu. ~~~~~ Sabah kalktığımda mezuniyet töreni için aldığım siyah renkli boyu dizlerime kadar inen gömlek yakalı siyah elbiseyi giydim. Ayağıma topuğu yüksek olmayan bir siyah ayakkabı geçirdim ve yüzüme benim için yok denecek kadar az ama bir çok insan için normal sayılacak bir makyaj yaptım. Siyah rujumu seviyor olsam da bugünlük kırmızıyla idare edecektim. Kıvırcık saçlarımı açık bıraktım ama yüzüme dökülmesin diye önlere birer tane tel toka taktım. Odadan çıkmadan son bir sigara yaktım. Orada içebileceğimi pek sanmıyordum. Sigaramdan son nefesleri çekip bitirdim ve kokuyu bastırsın diye parfüm sıkıp salona indim. Hülya anne erkenciydi. "Günaydın!" dediğimde bakışları üzerimdeydi. Yanına oturmak için yaklaştığımda yüzüme doğru tükürdü. "Maşallah maşallah. Akıllanıyorsun." Gülerek yüzümü silerken arkadan Yiğit ağabeyimin sesi geldi. "Ya akıllanıyor ne demezsin!" "Rahat bırak kızımı." diyen babam içeri girdi. "Konuş baba konuş. Senin bu oğlun var ya deli ediyor beni." Sözlerimle Yiğit ağabeyim yine öfkesini üzerime püskürttü. "Baba, Halil Bey ile konuş. Düğünü iki hafta içinde yapalım. Sen dururken benim konuşmam hoş olmaz ama yok kızıma kıyamıyorum diyorsan gireyim araya." "Acelen ne?" diye sordu babam. "Acelesi olan kızın. Rahat durmuyor. Madem o kadar seviyor nişanlısını evlensin gitsin yanına. Yoksa ben kendime hakim olamayacağım." Babam yüzüme baktığında ağabeyimin söylemek istediğini anlamıştı. Utanmam gerekiyor muydu? Öyleyse bile şu an utanca dair bir duygu hissetmiyordum. Babam "Konuşurum." dediğinde gözlerimi devirdim. Fazla abartmıyorlar mıydı? "Ne meraklısınız beni evlendirmeye." dedim. "Afet!" diye bağırdı Yiğit ağabeyim o esnada içeri Uğur ağabeyim girdi. "Sabah sabah kaldırdın bütün evi ayağa ağabey. Arada bir sakin kalmayı denesen ne güzel olur." Bu defa o öfkeli bakışlar Uğur ağabeyime dönünce araya girdim. "Bu hep böyle miydi, ben gelince mi böyle oldu?" Soruma Hülya anne cevap verdi. "Seninle, Uğur'un huyu aynı babanız ama Yiğit benim rahmetli babama çekmiş. O da böyleydi. Sürekli ciddi, sinirli." Mine kucağında Ecrin yanında Arda ile içeri girdi. "Biz hazırız." deyince konuşmayı sonlandırdık. Yiğit ağabeyim karısının omzuna asılı bebek çantasını alıp omzuna attı ve Ecrin'i kucağına aldı. En azından kendi çocuklarını seviyordu. Hep beraber bahçeye çıktık. Biz babamlarla birlikte arabaya binmiştik. Yiğit ağabeyim ise kendi ailesiyle ayrı bir arabaya binmişti. Yolda giderken babama "Düğün falan istemiyorum." dedim. "Ne zaman evleneceğim önemli değil ama bana düğün diye gelmeyin. Uğraşamam öyle saçma işlerle." "Düğünsüz öylece göndermem evden. Unut bunu." dedi Hülya anne. "Bensiz yapın o zaman." dedim. "Söylenme." diyen Hülya anneye daha fazla karşılık vermedim. Kara Halil'in evine geldiğimizde arabadan inmeden Hülya anne durdurdu. "Amcasıyla, eşinin elini öp." "Tamam." dedim ve arabadan indim. Ne anlıyorlardı bu el öpmekten bir ben anlamamıştım. Hepimiz arabalardan indiğimizde Kara Halil, eşi ve Barış evden dışarı çıktı. Yanlarında dört erkek daha vardı. Onlarda hafif sarışındı ama Barış kadar açık tonlu değildi. Hülya annenin söylediği gibi Kara Halil'in ve karısının elini öptüm. Diğerlerini tanımıyordum ama Kara Halil'in oğulları olduğunu düşünüyordum ki Barış hepimizi tanıştırdı ve tahminimi doğruladı. Herkes eve girerken biz Barış ile en arkada kaldık. "Böyle çok daha güzel olmuşsun." dedi. "Makyaj az olunca güzelliğin iyice ortaya çıkmış." "Teşekkür ederim." Telefonumu çıkarıp diğerleri duymasın diye mesaj kısmına girdim ve söylemek istediğimi yazdım. 'Dün aramızda olanları Uğur ağabeyim anladı sonrasında Yiğit ağabeyim de öğrendi. İki haftaya evleneceksin diye tutturdular. Haberin olsun.' Telefonumu elimden alıp sekiz harflik bir cevap yazdı. 'Seve seve!' Hepsi aynıydı. Ne aceleleri vardı anlamıyordum ki? Zaten Barış ile ilişkimiz yeterince karmaşıktı. Öpüştük diye nişanlanmıştık, seviştik diye evleniyorduk. Onunda söylediği gibi zaman bizim için tersine akıyordu. Peki, evlenince ne olacaktı? Ya da evlenme kısmına geçebilecek miydik? Kahvaltı için masadaki yerlerimize geçtik. Barış Rüya'yı da getirmişti. Normalde Barış'ın yanına oturacaktım ama Arda gelip aramıza girmişti ve engel olmuştu. Kıskançlığını bildiğim için istediğini yapmıştım. Babam, Kara Halil ile sohbete dalmıştı. Ağabeylerim Kara Halil'in oğullarıyla muhabbet ediyorlardı ve Kara Halil'in eşi Neşe Hanım'da Hülya anne ve Mine'yle konuşuyordu. Ben her zamanki gibi çocuklarla ilgilenmeyi tercih etmiştim. Kahvaltıyı yarılamışken Kara Halil babamdan erken davrandı ve konuya girdi. "Şu düğün işini yaza bırakmasak nasıl olur? Nişanla aradaki zaman çok açılmasın, milletin ağzına laf vermeyelim." Babam bana baktığında tepki vermedim. "İyi olur." diyerek diğerini onayladı. Telefonumu çıkarıp Barış'a iki sandalye yanımda oturuyor olmasına rağmen mesaj attım. 'Düğün istemiyorum.' Mesajı fark ettiğinde hemen cevap yazdı. 'Ama olacak. Kendini bu fikre alıştır. İtiraz kabul etmiyorum.' Sinir bozucuydu. Öfkeyle tuşlara dokundum ve cevap yazdım. 'Senin mutlu olmam için söylediklerimi yapman gerekmiyor mu?' Mesajı okuduğunda kendine engel olamayıp sesli bir kahkaha atınca masadaki herkes ona baktı. Tabi kimse ne olduğunu anlamamıştı. Durumu toparlamak istese de öne süreceği bir bahanesi yoktu. İçine düştüğü durumla eğlendiğimi fark edince babama doğru döndü. "Kabul ederseniz bir hafta sonra yapalım düğünü. Afet'de çok istiyor ama size söylemeye çekiniyor." Sözleriyle şaşkınca kalmıştım. Kendimi tutamayıp konuştum. "Ben sana istersen herkesten habersiz bugün nikah kıyalım ama düğün istemiyorum demiştim." Sözler ağzımdan çıkınca ne söylediğimi fark ettim ki üzerimdeki bakışların hepsi deliciydi. "Ne demek herkesten habersiz nikah kıymak?" Yiğit ağabeyim yine öfkesini üzerime salmıştı. Onu Kara Halil takip etti. "Düğün istemiyorum da ne demek? Kardeşimin emanetini alelacele evlendirecek değilim." Sevgili nişanlım gülerek konuşuyordu. "Biz de zaten bunun mümkün olmadığını bildiğimiz için düğünü yazı beklemeden yapalım diye aramızda konuşmuştuk." Barış'ı gerçekten öldürmek istiyordum! Düşmüştüm tabi eline sefasını sürüyordu ama bu masanın sonrası da vardı onu düşünemiyordu. Masanın altından hızlıca büyük harflerle yazdığım mesajı attım. 'SEN ÖLDÜN!' Mesajı gördü ama umursamadı. Gerçekten benden daha dediğim dedik birini sevmek zorunda mıydım? Onu sözünde gezdiren ben olmalıydım ama aksine onun sözünde gezmek zorunda kalıyordum. Bu çok sinir bozucuydu. Kahvaltıdan sonra düğün meselesini konuşmaya devam ediyorlardı. Sürekli bana neyi nasıl isterim diye sorup duruyorlardı ama Hülya anne ters bir şey söylemeyeyim diye gözümün içine öyle bir bakıyordu ki ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Beni kızı gibi kabullenmiş bu kadını zor durumda bırakacak bir şey yapmak istemiyordum. Arda buraya geldiğimizden beri yanımdan ayrılmıyordu. Sürekli ya kolumu tutuyordu ya da bacağıma dayanıyordu. Tuvalete gitmek için yanımızdan ayrıldığında Barış dışarıya sigara içmek için çıkmış yeni dönüyordu. Yanımı boş görünce gelip oturdu. Çok geçmeden Arda'da geri dönünce kızılca kıyamet koptu. Yanıma gelip Barış'ın karşısına dikildi. "Kalk halamın yanından. Yaklaşma ona." Ben araya girene kadar Yiğit ağabeyim gürledi. "Arda, yanıma gel!" Barış ne tepki vereceğini bilemeden öylece kalmıştı. Arda bu defa öfkeyle ayağını yere vurdu. "Kalk dedim sana. Halamdan uzak dur. Onu sana vermeyeceğim." "Arda!" Yiğit ağabeyimin sesi evin içinde yankılanmıştı. "Mine, şunu dışarı çıkar. Elimde kalacak." Barış oturduğu yerden kalktı. "Tamam, sorun değil." Eğilip Arda'nın yüzüne yaklaştı. "Halanı senden almak gibi bir niyetim yok." Barış karşımda bir yere oturduğunda Arda yanıma oturdu ve başını bana dayayınca kolumu omzuna sarıp kendime çektim. "Arda'cığım seninle anlaşmıştık." dedim sessizce. Salondaki diğerleri Arda'nın yaptığına gülüp geçiyordu ama ağabeyim hala öfkeliydi. Omuzlarını silkip cevap vermedi ve kolumun altına iyice sokuldu. Ne söylersem söyleyeyim henüz on yaşındaydı ve ne hissediyorsa doğrudan belli ediyordu. Bakışlarım Rüya'nın olduğu tarafa kaydı. Kara Halil'in en küçük oğlu ki benimle aynı yaştaydı sadece onunla ilgileniyordu. İyi anlaşıyor gibiydiler ve belli ki Rüya'da onu seviyordu. Diğer oğulları yaşça daha büyüktü. Hatta en büyükleri kırk beş yaşında falan olmalıydı. Hepsi de fazla ağırbaşlıydı ve bakışları ne bana ne de Mine'ye bir kez olsun dönmemişti. Bu tarz tutuculuklar benim gibi biri için aşırı gelse de onlara göre normal olduğunun farkındaydım. Düğünü en sonunda ağabeyimin söylediği gibi iki hafta sonra yapmaya karar verdiler. Bu durumdan benim dışımda herkes memnundu. Barış'ı seviyordum. Onunla evlenmek istiyordum ama düğün istemiyordum ve bu konuda beni kimse dinlemiyordu. En sonunda pes edip ne istiyorlarsa tamam dedim. Telefonum cebimde durmadan titreyip duruyordu. Çıkarıp baktım. Yine Cenk arıyordu. Diğerlerinin anlamaması için meşgule aldım ama tekrar aradı. Ben meşgule alıyordum o arıyordu. En sonunda telefonumu Arda’nın eline tutuşturdum. ‘’Bunu babana ver ama sessizce.’’ başını sallayıp babasının yanına gitti ve telefonu tek kelime etmeden eline doğru uzattı. Yiğit ağabeyim telefona baktıktan sonra bakışları bana döndü. Yüzünde yine o öfkesi belirmişti. ‘’İzninizle.’’ diyerek salondan çıkıp gitti. Yaklaşık yarım saat sonra geri döndü. Öfkesi geçmek yerine daha da artmıştı ama dışarıya karşı sakin görünüyordu. Belli ki fazla hararetli bir konuşma yapmıştı. İçilen kahvelerde bittikten sonra gitme vakti gelmişti. Hep beraber evden çıktık. Yiğit ağabeyim yakınıma geldi ve telefonumu geri verdi. Diğerleri duymadan fısıltıyla konuştu. ‘’Yine ararsa beni haberdar et.’’ ‘’Tamam.’’ dedim. Ailelerimiz birbiriyle vedalaşırken Barış yanıma gelince somurttum. ‘’Sana bir hafta trip atacağım.’’ ‘’Sebep?’’ ‘’İçerideki konuşmaların için. Düğün istemiyorum dedim ama sen bana destek çıkmak yerine düğün olacak deyip durdun.’’ ‘’İstediğin kadar trip at. O düğün olacak ve sen gelinliğinle bütün gece yanımda duracaksın.’’ Ne dersem diyeyim asla dinlemeyecekti. Arabaya binmek için yanından giderken ayakkabımın topuğunu ayağına acımasızca bastım. Fazlasıyla canı yanmıştı ama diğerlerinin yanında sesini çıkaramıyordu. Eve döndüğümüzde Yiğit ağabeyim Cenk konusunda başka bir şey söylememişti. Odamda oturmuş sigara üstüne sigara içiyordum. Sabahtan beri içemediğim için iyice darlanmıştım. Telefonum yine çalmaya başladığında kim olduğuna bakmak için cebimden çıkarınca arayan numarayla donup kaldım. Kaydetmemiştim ama ezberimde kalmıştı. Açıp açmamak arasında gidip geliyordum. Kalbimde esen fırtınalar ağır bastı ve telefonu açtım. ‘’Neden aradın?’’ dedim sesimi duygularımdan uzak tutmaya çalışarak. ‘’Afet, ben gidiyorum.’’ dedi düz bir sesle. Bir kez daha ‘’Beni neden aradın?’’ dedim. ‘’Gitmeden son kez görüşmek istiyorum. Vedalaşmak için.’’ ‘’İstemiyorum.’’ dedim. ‘’Afet, lütfen. Karşılaşmalarımız hoş olmadı farkındayım ama en azından bana bu kadarını çok görme. Gidiyorum ve bir daha dönmeyeceğim. Beni bir kez daha görmeyeceksin. Karşına çıkmayacağım. Sadece on dakika buluşup vedalaşalım. En azından iyi ayrılalım.’’ Neden bu kadına karşı koyamıyordum? Söylediği onca söze rağmen kalbim ondan sevgi görebilmek için çırpınıyordu. Dünyadaki tüm insanlar bana koşulsuzca sevgilerini verseler de asla onun bıraktığı boşluğu dolduramazlardı. ‘’Tamam.’’ dedim. ‘’Nereye geleyim?’’ Söylediği adresi zihnime kaydettim. Üzerimdeki elbiseyi çıkarıp pantolon ile bluz giydim ve evden çıktım. Diğerleri ortalıkta görünmüyordu. Motosikletime atlayıp yola çıktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD