Yine elim kolum poşetlerle dolu eve dönmüştüm. Arda ile Ecrin'e ne zaman birkaç parça eşya almak için bir mağazaya girsem gördüğüm her şeyi satın alıp öyle çıkıyordum.
Önce Arda'ya aldıklarımı odasına bıraktım. Okuldan gelince görürdü artık. Sonra minik Ecrin'e aldıklarımı bırakmak için odasına girdiğimde Mine'yle karşılaştım. Ufaklığı emzirmekle meşguldü. "Oda boştur diye kapı çalmadan girdim. Kusura bakma." dedim.
"Sorun değil de yine boşaltmışsın mağazayı."
"Biraz öyle oldu." dedim aldıklarımı kenara bırakırken.
Ecrin hanım karnını doyurduğunda tatlı tatlı sesler çıkarmaya başlamıştı. Artık büyüdüğü için kucağıma daha kolay alıyordum. Mine uzattığında hiç düşünmeden kucakladım ve boynundan mis kokusunu içime çektim. "Dünyanın en güzel kokusu." Minik parmakları saçıma yapıştı ki bunu son günlerde çok yapmaya başlamıştı. Tabi dünyayı bir şekilde öğrenecekti.
"Ecrin'e biraz bakabilir misin? Misafirler gelmeden kıyafetlerimi değiştireyim. Üzerime kusmuştu."
"Olur." dedim. "Misafir kim?" Birinin geleceğinden haberim yoktu.
"Barış ile kardeşi gelecek. Annem davet etmiş."
Şaşırmıştım. Barış söylememişti. Mine gittiğinde Ecrin'i tek kolumla tutup telefonumu çıkardım ve saatler önce gelen mesajı gördüm.
Tabi, geleceğini söyleyen bir mesaj yazmıştı bir kaç kez de aramıştı ama ben alışverişe o kadar dalmıştım ki telefona bakmak aklıma gelmemişti.
"Ee, küçük hanım." dedim kucağımdakine gülümseyerek. "Sence akşam Barış amcan bir pot kırar mı? Baban anlarsa ne tepki verir kestiremiyorum."
Karşılığında birkaç ses çıkardı. Ne dediğini anlamasam da bir şeyler söylediği kesindi.
Kucağımdakiyle oynarken Mine geri gelince annesine verdim ve odama döndüm. Barış'ı aradım.
"Telefona bakmak yeni mi aklına geldi Kızıl Cadı?"
"Alışverişteydim." dedim kendimi savunmak için. "Bize gelecekmişsin."
"Yoldayız. Geliyoruz. Malum Rüya erken uyuyor. Geç saate getiremem."
"Ağabeylerimin yanında ağzından olmayacak bir kelime çıkmasın." dediğimde güldü.
"Liseli ergenlere döndük sayende."
"Seviyorsan katlanacaksın." Haliyle fazlasıyla eğleniyordum.
"Yandırdın, yok ettin hala seviyorsan diyorsun. Zalimsin kızım."
"Seni seviyorum." dedim ve telefonu kapadım. Bu adam kalbime nasıl girmişti böyle!
Bir saat içinde Barış kardeşiyle gelmişti. Artık kış geldiği için bahçe yerine evdeydik. Erkekler aralarında sohbet ederken ben Arda ve Rüya ile oynuyordum. İlkokulda parmağımızın birini içe katlayıp diğer parmağımızı yaklaştırıp uzaklaştırarak sanki ayrılıp birleştiriyormuş gibi yaptığımız o ucuz sihirbazlık numarasını yapıyordum ki bu yaşımda çok aptalca geliyordu ama ufaklıklar gayet eğleniyordu.
Sigaranın yokluğu sıkmaya başladığında yanlarından bahçeye kaçtım ve bir tane yaktım. Telefonum mesaj sesiyle çalınca çıkarıp baktım. Barış atmıştı.
'Hazır gelmişken babanla muhabbete Allah'ın emriyle diye devam mı etsem?'
Yüzümde geniş bir gülümseme oluştu. Rahatlıkta benden aşağı kalır yanı yoktu. Yüzümdeki o şapşal gülümsemeyle cevap yazdım.
'Kimin için? Birinden teklif aldığımı hatırlamıyorum?'
Aramızda evlilik mevzusu hiç geçmemişti. İlişkimiz güzel ilerliyordu ama zaman ne getirir bilemezdim. Tekrar mesaj gelince Barış'tan olma düşüncesiyle açtım ama Cenk'ti. 'Özledim!' yazmıştı.
Geriye 'Geber!' Yazıp gönderdim ve sigaramdan son nefesi çektim.
Eve geri girecekken Barış'tan bir mesaj daha geldi.
'Evim evin olsun mu?'
Adımlarım öylece durdu. Bunu gerçekten yazmış olamazdı değil mi? Romantik bir insan asla değildim ve sevgilim olacak bu adam beni iyi tanıyordu.
Aramızda evlilik meselesi hiç geçmemiş olsa da ondan asla romantik bir evlilik teklifi beklemezdim ve atacağı bu mesajı teklif olarak alırdım. Zaten düğün olayı falan hiç benlik değildi. Üzerimde kot pantolonla gider nikahı kıyar çıkardım. Bu yüzden bana attığı mesajlara dikkat etmesi gerekirdi.
İşi hep yaptığım gibi alaya vurdum.
'Ha, ha, ha çok komiksin.'
Eve girdiğimde göz göze geldik ama hemen bakışlarımı kaçırdım. Gerçekten ne düşündüğünü anlayamamıştım. Dalga mı geçiyordu yoksa ciddi miydi?
"Ee, Barış seni ne zaman evlendireceğiz?" diyen Hülya anneyle içtiği çay boğazına kaçtı ve öksürmeye başladı. Bilseler zamanlamayı bu kadar iyi ayarlayamazlardı herhalde.
Yiğit ağabeyim yanındakinin sırtına birkaç kez vurdu. "Helal be kardeşim. Alt tarafı evlilik sordu. Şaşıracak ne var bu kadar?" Gülmeme engel olmak için kendimi zorluyordum.
"Nasip Hülya teyze." deyip konuyu kapatmaya çalıştı ama Hülya anne konuyu deşmekte kararlıydı.
"Geçen gün İsmail'in kızı Ceylan ile karşılaştık. Çok güzel kız olmuş, maşallah."
İçimi bir kıskançlık dalgası kaplamıştı. Dayanamayıp araya girdim. "Hülya anne sen önce kendi oğlunu mu evlendirsen? Belki biraz akıllanırda kızlara para yedirmekten vazgeçer."
Uğur ağabeyim saçımı çektiğinde küçük bir çığlık attım. "Kızım sana inat evlenmeyeceğim ki sen de evde kal."
Ağabeyime dönüp dil uzattım. "Sanki evlenecek olsam seni bekleyeceğim."
"Bekleyeceksin tabi." dediğinde babam araya girdi.
"İkinizin de evlenmesi için önce büyümesi gerek. Aklınız beş karış havada." Biz cevap vermeyince konuda öylece kapanmıştı.
Gecenin geri kalanında bir daha onlarla ilgilenmedim. Sadece çocuklarla oynadım. Arada Barış ile birbirimize kaçamak bakışlar atıp duruyorduk.
Rüya zorlanmaya başladığında Barış kardeşini alıp gitmişti. Eve gider gitmez de beni aramıştı.
"Mesajımı neden geçiştirdin?"
"Ne dememi bekliyordun ki?" diye sorusuna soruyla karşılık verdim.
"Olur, evet, çok isterim ya da bunlarla aynı anlama gelen bir şeyler yazabilirdin."
Şu an cidden evlilik mi konuşacaktık? "Biraz erken olmadı mı?" dedim bu defa.
"Afet, seninle gönül eğlendirmiyorum ki ne sen romantik işlerin insanısın ne de ben. Beklentin bu yöndeyse istediğini de yaparım ama o mesajı öylesine yazmadım. Geçiştirmek yerine daha elle tutulur bir cevap vermeni isterdim."
Barış ile evlenmek ister miydim? Bunu şu an bende bilmiyordum. Onu seviyordum ama ilişkimiz daha yeniydi. Biraz daha vakit geçirmek, tanımak isterdim. En çok da onun benimle olmaktan pişman olup olmayacağından emin olmak isterdim. Ne kadar önemsemiyorum dese de ben geçmişimin ve annemin izini öylece silip atamıyordum işte.
"Bu soruyu birkaç ay sonra tekrar sor ve o zamana kadar konusunu açma." dedim.
Emin olmam gerekiyordu. Pişman olmayacağına inanmam gerekiyordu. İçimde hep o şüpheyle yapamazdım.
"Peki, nasıl istersen!" dedi ve konuyu öylece kapadık.
~~~~~~~~
Mutluydum hem de hiç olmadığım kadar. Barış ile neredeyse her gün görüşüyorduk. Onu gördüğümde, sesini duyduğumda hatta sadece aklıma geldiğinde bile kalbimde binlerce kuş kanat çırpıyordu.
Evlilik konusu o geceden sonra tekrar açılmamıştı. Tabi tüm bu zaman içinde Cenk rahatsız etmeye devam ediyordu ama kimseye söylememiştim.
Bugün yine görüşmüş ve fazla kahkaha dolu saatler geçirmiştik. Hep yaptığı gibi evin yakınındaki parkta durdu. Arabadan indiğimde hemen ardımdan indi. ‘’Şimdiden özledim.’’ dediğinde gülümsedim.
‘’Daha ayrılmadık ki!’’
‘’Ayrılmak dedin daha çok özledim.’’
‘’O sakallarını yolmadan sussan mı?’’ terslesem de fazlasıyla eğleniyordum.
‘’Sana feda olsun bu sakallarım.’’
Belimden tutup kendine çektiğinde uzanıp dudaklarından öptüm. ‘’O uzun saçlarını da sakallarını da seviyorum.’’
‘’Ben ise sadece seni seviyorum. Kızıl, kıvırcık saçlarının güzelliğini değil, çillerinin muhteşemliğini değil ya da yeşil gözlerinin ışıltısını değil sadece seni.’’
‘’Neyse ki sadece beni seviyormuşsun.’’ dediğimde ikimizde güldük ve o gülüşlerin arasında tekrar dudaklarımız buluştu.
Dudaklarının verdiği hissi içime çekerken. ‘’Afet!’’ diye öfkeli bir ses duyuldu. Barış ile hızla birbirimizden ayrıldık ve o anda Yiğit ağabeyimin yumruğu Barış’ın yüzüne indi.
‘’Ağabey.’’ diyerek araya girmeye çalıştım ama geri itti ve ikinci bir yumruk daha indirdi. Barış bilerek karşılık vermiyordu.
‘’Sana, benim kardeşim senin kardeşin demiştim. Kardeşine böyle mi sahip çıkıyorsun?’’
Barış burnundan akan kanı eliyle sildi. ‘’Yiğit bir dinle.’’ dediğinde ağabeyim üçüncü bir yumruğu daha savurdu. Tekrar yumruk atacağında bir kez daha araya girdim.
‘’Ağabey, yeter!’’
Yüzüme öfkeden alev almış gözlerle bakıyordu. ‘’Daha senin sıran gelmedi. Karışma.’’
‘’Yiğit, önce dinle. Kızacaksan sonra kız.’’ Barış ikna etmeye çalışıyordu ama boşunaydı.
‘’Sakın bir daha ne kardeşime ne de evime yaklaşma.’’ Yiğit ağabeyim kolumdan tutup yanında sürüklemeye başladı. Arabaya zorla oturttu ve eve doğru ilerledik.
Bahçeden içeri girdiğimizde arabadan öfkeyle indim. ‘’Pisliğin tekisin.’’ diye bağırdım. ‘’Ona vurmaya hakkın yoktu.’’
Arabadan inip kapısını kıracak kadar sert bir şekilde kapadı. ‘’Konuşacak cesareti nereden buluyorsun? Kardeşim dediğim adamla sokak köşelerinde o haltları yerken hiç mi utanmadın?’’
‘’Kötü bir şey yapmadım. Ayrıca sanane!’’ İkimizde bağırıp duruyorduk. Evdeki herkes sesimize dışarı çıkmıştı.
‘’Afet!’’ diyerek üzerime yürümeye başladı. ‘’Sus. Elimde kalacaksın.’’
‘’Ne yapacaksın? Beni de mi döveceksin?’’
Üzerime yürümeye devam ediyordu. İyice yaklaştığında eli yüzüme inmek için havaya kalktığında Uğur ağabeyim araya girdi. ‘’Hey, ne oluyor? İkinizde sakin olun.’’
Yiğit ağabeyim, Uğur ağabeyimi sertçe kenara itti. ‘’Karışmayın.’’ Kolumdan tutup eve doğru sürüklemeye başladı. ‘’Yumuşak davrandıkça iyice yoldan çıktın.’’
‘’Bırak kolumu.’’ Geri çekmeye çalıştığımda daha da sıkı tuttu.
‘’Afet, sus yoksa o kemiklerini bu defa ben kıracağım.’’
‘’Yiğit!’’ diye bir ses duyuldu. Babamda bağırışlarımızı duyup gelmişti. ‘’Ne yapıyorsun?’’
‘’Baba!’’ dediğimde Yiğit ağabeyim önce bana bağırdı. ‘’Sen sus! Ağzından tek kelime çıkmayacak.’’ Sonra babama döndü ki o arada Uğur ağabeyim, Hülya anne ve Mine’de gelmişti. ‘’Hiçbiriniz bu meseleye karışmayacaksınız. Zaten sizler yüz verdiğiniz için bu halde. Tek kelime eden olursa kötü olur.’’ Tekrar kolumdan tutup çekerek odama götürdü. ‘’Telefonunu ver.’’ dediğinde karşı çıktım.
‘’Ölürüm de vermem. Hangi devirde yaşıyoruz? Dağ adamı mısın?’’
‘’Göstereceğim sana dağ adamını.’’ Yine üzerime yürüyüp duvarla arasına sıkıştırdı. ‘’Ver telefonu!’’ Bağırmasıyla kulaklarımı kapama isteğiyle doldum. Eli pantolonumun cebine uzandı ve telefonu çekip aldı.
Odadan çıkarken arkasından gitmek istedim ama benden önce davranıp kapıyı kapadı ve dışarıdan önce kilidin sonra ağabeyimin öfkeli sesi duyuldu. ‘’Bu kapıyı benim iznim olmadan açan olursa elimden çekeceği var.’’
Kapıya tüm gücümle tekme attım. "Bu evi başına yıkmadan aç şu kapıyı!"
"İçeri gelip kemiklerini kırmadan kes sesini!" diye geri doğru bağırdı.
Odanın içinde öylece kalmıştım. Öfkeyle pencereye gidip dışarı baktım. İnmek için tutunabileceğim bir şey arıyordum.
Atlamak için fazla yüksekti. Bir çıkıntı bile bulsam inmem için yeterdi.
Duvarlara bakınırken ağabeyim bahçeye çıktı ve odamın olduğu tarafa yöneldi. Eh, yapabileceklerimin farkındaydı. Adamlara bağırmaya başladı. "Şu pencerenin önünde en az üç kişi bekleyecek. Afet dışarı çıkmak isterse engel olacaksınız." Başı yukarı kalktı ve o an göz göze geldik. "Dışarı çıkmayı aklından bile geçirme."
Perdeyi suratına kapadım ve yatağın üzerine öfkeyle oturdum. Yanlış bir şey yapmamıştım ki bu kadar öfke nedendi?
Bütün günü ve geceyi odada tek başıma geçirdim. Hiç kimse yanıma gelmedi. Ertesi sabah biraz öfkeyle biraz sıkıntıyla odanın içinde dolaşıp duruyordum ki kapı açıldı ve Uğur ağabeyim içeri girdi. Elindeki yiyecek dolu tepsiyi yatağın kenarına bıraktı ve tekrar kapıya yaklaştı.
"Afet, sen ne yaptın?" Kapıya dayanmış bana bakıyordu.
"Ne yapmışım?" Gerçekten neden bu kadar büyütüyorlardı ki?
"Ne mi yapmışsın? Afet, Barış bu evin oğlu gibidir. Nasıl onunla birlikte olursun? Düşüp kalkacak başka adam bulamadın mı?"
Öfkeyle yüzüne baktım. "Sözlerine dikkat et. Kimseyle düşüp kalktığım yok."
Yüzünde alaycı bir ifade belirdi. "Erkekleri parmağında oynatıyorsun kızım. Aşık olacak değilsin ya!"
Sözleriyle duraksadım. Neden herkes benimle bu şekilde konuşuyordu ki? Aşık olmak bana yasak mıydı? Yasaksa bile olmuştum işte. Barış'a aşık olmuştum. Üzerindeki bakışlarımla onunda bakışları değişti.
"Siktir!" dedi şaşkınlıkla "Bana bu doğru değil de."
"Defol git odadan." Hızla arkamı döndüm.
Gelip tekrar karşıma geçti. "Doğru mu? Öylesine takılmıyor muydunuz?" Hayır anlamında başımı salladım. "Ne kadar zamandır birliktesiniz?"
"Beş ay oldu." diye cevapladım.
"Barış'tan başkasını bulamadın mı sevecek? Annem, babam onu kendi evlatları gibi görüyor, bizlerin kardeşi gibidir. Sana o gözle bakmaması gerekirdi."
"Hangi devirde yaşıyoruz ağabey? Ne olmuş sevmişsek? Neden bu kadar büyütüyorsunuz ki?"
"Afet, ağabeyim yanına gelirse benimle konuştuğun gibi onunla konuşma. Tepkisi farklı olur. Biraz alttan almayı dene." Öylece arkasında bırakıp odadan çıktı. Tek kaldığımda Barış'ın verdiği oyuncak ördeğe sarılıp oturdum.
Babamın yanıma gelmesini istiyordum ama o da gelmiyordu. Benimle ilgili her konuyu ağabeyimin ellerine bırakmış gibiydi.
Bir aileye sahip olma işinden böyle anlarda nefret ediyordum.
~~~~~
Barış…
Eve geldiğimde doğruca banyoya çıkıp yüzümdeki kanları temizledim. Yiğit sert biriydi bunu zaten biliyordum ama bu kadar anlayışsız olmak zorunda mıydı?
Yüzümü kurulayıp dudaklarıma bir tebessüm yerleştirdim ve Rüya'nın yanına gittim. Ona belli edemezdim. Biraz onunla vakit geçirdikten sonra bahçeye çıkıp sakinleşmek için bekledim.
Aramak istiyordum ama muhtemelen telefonu onda olmazdı. Yiğit'ten daha azını beklemezdim.
Sabaha kadar uyku tutmadı ve bahçede soğuğa aldırış etmeden bekledim. Seviyordum. Afet benliğimin en derinine işlemişti. Şimdi arayıp hadi evlenelim dese koşarak giderdim.
Korkularının farkındaydım. Benden emin olamıyordu. Bir erkeğin tüm yaptığı işlere rağmen onu sevmesine ihtimal vermiyordu. Ona zaman vermeye çalışıyordum ama çok seviyordum ve bu sevgime koşulsuzca nasıl inandırabileceğimi bilmiyordum.
Gelen araba sesiyle başım dış kapıya çevrildi. Eninde sonunda geleceğini biliyordum ama beklediğimden geç gelmişti.
"Barış!" diye gürleyerek bahçeye girdi.
Elimdeki sigarayı yere atıp söndürdüm ve kalkıp yanına doğru yürüdüm.
"Ne istiyorsan söyle ama Rüya'nın duyacağı kadar yüksek sesle bağırma." dediğimde yakama yapıştı.
"Ulan şerefsiz, sen kim oluyorsun da kardeşimi kullanıyorsun? Benim kardeşim senin kardeşin dedim. Evinde kalmasına izin verdim. Emanete böyle mi sahip çıkıyorsun?" En azından sesini alçaltmıştı.
Öfke saçıyordu ama kardeşini kullanmıyordum ki? "Yiğit, kardeşini kullandığım falan yok."
Yakamı beni iterek bıraktı. Yine yumruk atacaktı ama bu defa o yumruğu tutup engel oldum. "Dinleyeceksin." dedim sert bir dille. "Afet'i seviyorum. Sana hiçbir zaman o benim de kardeşimdir diye bir söz söylemedim. Onunla asla gönül eğlendirmiyorum ve niyetim ciddi."
Bakışlarındaki öfke biraz olsun geri çekildi. "Sen ne söylediğinin farkında mısın?"
"Ne duyuyorsan onu söylüyorum. Senden korkup da yalan söyleyecek değilim ya."
Bunu beklediğini pek sanmıyordum. Ne kardeşi ne de ben aşk insanı değildik ama birbirimizle bütünleşmiştik işte.
"Ben size ne diyeyim Barış? İkiniz de benim kardeşimsiniz. Nasıl birlikte olursunuz?"
Tokasından çıkan birkaç tel saçımı kulağımın arkasına ittim. "Bunun cevabını bilseydim belki Afet'ten uzak durmayı başarırdım. Ne söylersen söyle kardeşini seviyorum ve Afet istemedikçe sadece siz istediniz diye onu asla bırakmam."
Öfkeliydi ama ciddi olduğumu gördükçe o öfkesi biraz olsun yatışmıştı. Sağa sola yürüyüp duruyordu. En sonunda tekrar karşımda durdu. "Bana ters oğlum bu sevgililik olayları. En iyi sen bilirsin bir kadınla bile gönül eğlendirmedim, el sürmedim. Sadece Mine'yi gördüm, onayını aldım ve gidip istedim babasından. Şimdi kardeşimin özellikle geçmişte yaptığı işleri bilirken biriyle sevgili olup takılmasını kabullenemem."
Eh, Yiğit'i biliyordum zaten. Bu konularda fazla katıydı ki sözünü geçiremediği tek kişi Uğur'du. Onu da sürekli azarlayıp duruyordu. Babasının yaptığından sonra Afet'i kabullenmesi bile mucizeydi.
"Sana gönül eğlendirmediğimi söylemiştim. Afet kabul etsin bugün evlenirim onunla."
Yüzüme bakışları keskindi. "Benden haber bekle." dedi ve öylece arkasını dönüp gitti.
Afet beni bu defa öldürecekti. Sürekli aşkından öldüm diyordum ama bunu sanırım gerçeğe dönüştürecekti.
Bana evlilik konusunu açma demişti ama ben gidip Yiğit'e evlenirim demiştim. Bunu asla yanıma bırakmayacaktı.