Mine yok denecek bir makyaj yapmıştı ki gündelik yaptığım makyaj bile bundan fazlaydı. Gerçi biraz abartılı makyaj yaptığım doğruydu ama seviyordum işte.
Saçlarımı da at kuyruğu yapmıştı ama bunu ben istemiştim. Elbise zaten kapalıydı saçlarımı açık bırakıp iyice boğmak istememiştim.
Biz işimizi bitirdiğimizde Arda koşarak içeri girdi. "Anne, arabalar geldi."
Kalkıp pencereye yaklaştım ve bahçeye baktım. "Yuh!" dedim gördüğüm arabalarla. On taneden fazla araba vardı. Altısından amcaları ve dayıları eşleriyle birlikte indi. Birinden de Barış indi. Bakışlarım üzerinde sabitlendi. Saçlarını tamamen toplamıştı, sakallarındaki tokasını çıkarmıştı ve üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Arabadan indikten sonra tekrar arabanın içine uzanıp oldukça büyük boyda bir beyaz gül buketi çıkardı.
Diğer arabalara baktığımda hepsinden silahlı adamlar indi ve evin etrafına yayılıp nöbet tutmaya başladılar. Birkaç adam da ellerindeki tepsiyle eve doğru ilerledi. Sanırım o tepsilerde tatlı vardı. Toplamda on tepsi saymıştım.
Barış'ı anne ve babası olmadığı için hep tek sanmıştım ama amcaları ve dayıları gerçekten fazla güçlülerdi. Özellikle büyük amcası bu alemin en güçlü on adamı arasına girerdi.
Hepsi de yeğenleri için kalkıp geldiğine göre aile bağları güçlü demekti.
"Hoşgeldiniz demek için gitmeli miyim?" dedim Mine'ye. Yiğit ağabeyimi gerçekten kestiremiyordum.
"Normalde evet ama gitme. Bu dünyada işler biraz farklı yürüyor. Ben yanlarında olacağım. Kahve verileceği zaman sana söylerim."
Mine gittiğinde uzun süre dayanamadım ve sessizce alt kata indim. Salonun dışında görülmeyeceğim bir yerde durup konuşulanları dinlemeye başladım.
Şu an için normal misafirliğe gelmişler gibi sohbet ediyorlardı. Bilmem hangi yerdeki işi nasıl çözmüşler, bilmem hangi adama nasıl ceza kesmişler falan.
Uzun bir süre konuştular artık sıkılmaya başlamıştım. Bu işler gerçekten benlik değildi. Kız isteme denen şey neden vardı ki? Evlenmek için alt tarafı bir imza atılacaktı onu da gidip atardık bu kadar zorlamaya ne gerek vardı?
Sıkıntıdan patlamak üzereyken salondan çıkan Mine ile göz göze geldik. Kolumdan tutup mutfağa doğru peşinden sürükledi.
"Kapı mı dinliyorsun? Kafayı mı yedin? Ya onlardan biri dışarı çıksaydı?"
"Zaten iş konuşup duruyorlar." dedim burun kıvırarak.
"Kahveleri içmeden konuya giremezler. Babamda kızının değerli olduğunu belli etmek için bilerek işi ağırdan alıyor."
"Geleli bir saati geçti." dediğimde gülümsedi.
"Kahveleri yap da getir." dediğinde mutfaktaki çalışanlara baktım.
"O kadar insana kahve yapmaya çalışırsam becerememiş demesinler diye köpüğünü tükürüğümle yaparım. O yüzden iş sizde."
Kahveler hazır olduğunda tepsinin büyüklüğüyle derin bir nefes aldım. Biri gelip hadi bir eve gizlice sızıp biraz ortalığı karıştıracağız dese koşarak giderdim ve şu an ki halimden daha mutlu olurdum.
Ben görücüye kahve taşıyacak insan değildim ki!
Salona girdiğimde içeriye kimin nerede oturduğunu anlamak için hızlıca bakış attım. Herkesin gözü üzerimdeydi. Bu gece biran önce bitsin istiyordum.
Hülya annenin anlattığı gibi kahveleri dağıttım ve en son Barış'a uzattım. Göz göze geldiğimizde onu özlediğimi fark ettim. Görüşmediğimiz günlerde yokluğunu hissetmiştim ama şimdi görünce eksikliğinin büyüklüğünü daha iyi anlıyordum.
Ben hangi ara bu kadar bağlanmıştım?
Kahveleri verdikten sonra salondan çıktım ve tepsiyi bırakıp yine kapıyı dinlemek için geri döndüm.
Bir süre daha konu açılmadı. En sonunda Kara Halil'in sesi duyuldu. "Hikmet, geliş sebebimiz belli. Barış bizlere kardeşimizin emaneti. Onun mutluluğu bizim mutluluğumuz, onun üzüntüsü bizim üzüntümüz. Aradı; hayırlı bir iş var dedi geldik. Seninle de az çok tanışıklığımız vardır. Sen bizi bilirsin biz seni. Allah'ın emri peygamberin kavliyle, senin de onayınla kızını oğlumuza istiyoruz. Kabul edersen kızını kızımız biliriz, hayır dersen saygı duyar gideriz."
Bir süre sessizlik oluştu sonra babamın sesi duyuldu. "Afet benim kıymetlimdir. Onun isteği cevabımı belirler. Mine kızım, Afet'i çağır gelsin."
Mine dışarı çıktığında beni görünce gözlerini devirdi. "Biraz bekle öyle girelim." dedi fısıltıyla. "Çok hevesli görünme."
Beş dakika kadar beklettikten sonra birlikte içeri girdik. Kenarda ayakta durduğumda babamla göz göze geldik. "Kızım, Barış ile evlenmek istiyor musun?" diye sorduğunda kendimi gülmemek için zor tuttum.
Zaten olacak belliydi. Evet denilecekti, yüzük takılacaktı ve bu saçma gece bitecekti. Ne diye tekrar istiyor muyum diye soruyordu? İstemesem zaten bu eve gelemezlerdi ki!
Tam söylenmek için ağzımı açacakken Hülya annenin uyarı dolu bakışlarını gördüm. Sonra söyledikleri aklıma geldi ve onun sözlerini babama söyledim. "Siz nasıl uygun görürseniz."
Babam ağır ağır Kara Halil'e döndü. "Hayırlısı olsun o zaman ama Barış kızımın gözünden tek damla yaş getirirse kalemini kırar hükmünü veririm."
Kara Halil cevap verdi. "Kızınızı üzerse vereceğiniz hükme razıyız."
Kara Halil'in yanında oturan kadın muhtemelen eşiydi çantasından çıkardığı kutuyu Mine'ye uzatınca Mine alıp salondan çıktı ve sonra elinde üzerine yüzük konmuş tepsiyle geri geldi.
Hülya anne "Gel kızım." deyip Barış'ın olduğu yeri gösterdiğinde yürüdüm ve Barış'ın yanında durdum.
Yüzükler normal alyanstı. Kara Halil ile babam aralarında kısa bir yüzük takma muhabbeti çevirdi. İkisi de diğerine sen tak diyordu. En sonunda babam galip geldi ve Kara Halil yüzükleri eline aldı.
Hangi elimi uzatmam gerektiğini bilmiyordum. Hülya anneye baktığımda diğerlerine belli etmeden sağ elini gösterince ben de sağ elimi uzattım.
Yüzüğü parmağıma taktığında aynı şekilde Barış'a da taktı ve kurdeleyi kesti.
Kendimi çok tuhaf hissediyordum. Şimdi bir yüzükle yanımda duran bu sarı kafaya mı ait olmuştum? Bu adetler çok saçmaydı! Umarım bir de düğün diye tutturmazlardı da kot pantolonumla rahatça gidip imzamı atardım.
Bitti diye düşünürken Barış cebinden küçük bir kutu çıkardı. Kutuyu açtığında içindeki yüzük parıldadı. Gerçekten beş taş mı almıştı? Taşları yumruğum kadardı.
Sağ elimi tuttu ve alyansın olduğu parmağıma yüzüğü taktı. Sonrasında hafifçe eğilip alnımdan öptü. Bu kısımdan Hülya anne bahsetmemişti. Şu an ne yapmam gerekiyordu? Tüm bu olanlara fazla uzaylı kalmıştım.
Hülya anne yine gizlice el öpmem için işaret verince yanımda duran Kara Halil'in eline uzandım ve öpüp alnıma koydum. Bu kalabalık ailenin tek tek elini öperken, her elini öptüğüm ya koluma ya boynuma bir şey takıyordu. Her tarafım altınla dolmuştu. Taktıkları bilezikler fazla kalındı. Kolyelerin üzerleri büyük altınlarla doluydu. Bunlara ne gerek vardı ki? İsteselerdi onlara hesap numaramı verirdim ve parayı havale yaparlardı. Huyumu seveyim para vermek isteyen birini asla geri çevirmezdim.
En son Yiğit ağabeyimin karşısında durduğumda Hülya anne bununla ilgili bir şey söylememişti ama yine de elini tutup öptüm ve alnıma koydum. Sadece omzumu hafifçe sıvazladı. Sanırım insanların içinde sevgi gösterisine girmek istememişti ama Uğur ağabeyim onun zıddıydı.
Öylece çekip sıkıca sarıldı ve kulağıma fısıldadı. "O altınları bozdurup parasını ezsek mi?"
Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Onun gibi sessizce fısıldadım. "Aklıma ilk gelen buydu." Geri çekildiğimizde ikimiz de gülmemek için kendimizi zorluyorduk.
"Hayırlısıyla düğünü ne zaman yapalım?" Yine Kara Halil konuşmuştu. En büyükleri olduğu için konuşma işini o üstlenmişti.
Babam cevap verdi. "Yaz gelsin uygun bir zaman belirleriz."
Keşke düğün istiyor muyum diye bana da sorsalardı! Peki, düğünde kot pantolon giyebiliyor muyduk? Gelinliği zorunlu kılan bir yasa yoktu sonuçta.
Misafirler gittiğinde üzerimdeki altınları parçalarcasına çıkardım ve Hülya annenin kucağına bıraktım. "Ne yaparsan yap Hülya anne yoksa benim yapacağım ilk şey onları bozdurup parasını yemek olur."
"Bozdurup parasını yiyecekmiş! Şimdi geliyor terlik. Saklarım ben." Altınları alıp gittiğinde Yiğit ağabeyim yanıma geldi ve telefonumu uzattı.
"Sonunda." diyerek telefonu aldım.
"Aklını başına topla Afet. Yaptığın aşırılıkları biz bir şekilde tolore ederiz ama Barış etmez. Onunla olan ilişkin bizimle olandan farklı."
"Tamam ağabey." dedim. Yiğit ağabeyim ne derse desin karşılığında tamam deyince öfkesi yatışıyordu.
Telefonum elimde koşarak bahçeye çıktım ve bir sigara yaktım. Saatlerdir içmemiştim ve daha fazla dayanamayacaktım.
Sigaramı içerken Barış'ı aradım. "Selam." dediğimde "Telefonu almışsın." dedi.
"Evet. Aldım. Ağabeyimin kafasını anlamıyorum. Bir yüzükle senin sorumluluğunda olduğumu söyleyip kurallarını gevşetiyor."
"Çünkü öylesin. Bu saatten sonra sana hesap soracak tek kişi benim."
Sesinde eğlenir gibi bir ton vardı. "Çok beklersin." dedim.
"Sen artık benimsin Kızıl Cadı. O gururun ne derse desin. Gerçek bu."
"Belki de tam tersidir." dediğimde güldü.
"O da kabulüm." Bu defa ben güldüm.