8. BEŞ KONUM BİR HAYAT

1597 Words
Geçen birkaç günde Ahen, listesinden iki kişinin daha kökünü kazımıştı. Uykuyla pek alakası olmadığından gece gündüz işlerini hallediyordu. Duran ile Raşit patronlarının yanından bir dakika ayrılmıyor, yardım etmek adına istihbarat sağlayan Balamir ve Alparslan ile de sürekli bağlantı halindeydi. Genç adam büyük üç katlı evin kapısından içeri girerken göreni ürkütecek kadar kötü görünüyordu. Yüzü ve üzeri kan içindeydi. Merdivenleri çıkarken yardımcısı olan kadın arkasından yutkunarak bakıyordu. Odasına girdiğinde ışığı açtı. Her taraf siyahtı. Koyu renk parkeler, siyah tüylü halı, perdeler, duvar, büyük yuvarlak yatak, başlık, kitapların olduğu kitaplık ve yatağın iki yanında duran direk şekilli lambaların bile demirleri siyahtı. Odada renkli olan şeylerin sayısı o kadar azdı ki. Kitaplar ve kitaplığın önündeki sarı oturma koltuğu dışında pek bir şey yoktu. Bir de tavandaki led aydınlatmalar. Sarı aydınlatma siyahla harmanlandığında oldukça değişik durmuştu. Üzerini çıkarmadan yatağın hemen karşısında bulunan kapıyı açıp içeri girdiğinde ışık otomatik olarak yandı. Üzerindekileri çıkarırken gözleri aynadan irisleri ile çakışıyor oradaki en soğuk yağmur ormanlarını görebiliyordu. İşi bittiğinde lavabonun hemen yanında bulunan küveti es geçti ve duş başlığının altında durdu. Musluğu açtığında kafasından aşağıya süzülen suyun ayak uçlarından akıp gitmesini izledi. Koyu gri taşın üzerinden gidere akan suyun kızıl rengi belli oluyordu. Banyoda olan fayanslar, lavabo, lavabo dolabı ve hemen karşıda duran havlu dolabı, küvet, cam pervazı, perdesi ve mumluğu bile siyahtı. Yerdeki karo taşlar grinin en koyu tonuydu. Ahen için hayat siyahtan ibaretti. İşi bittiğinde suyu kapadı ve dolaba doğru yürüyüp kendine havlu aldı. Beline sarıp saçları içinde küçüğü tercih ettiğinde yine siyah olması şaşılacak bir durum değildi. Odaya geçtiğinde yatağın yanında olan küçük komodinin üzerinden klima kumandası boyutunda olan bir kumanda aldı. Tuşa bastığında yere kadar uzun ve bir duvarı kaplayan pencerenin perdeleri kapandı. İçerisi şimdi daha karanlıktı. Ledler ise ürkütücü bir hava kazandırmıştı. Üzerini giyinmek için yatağın sol tarafında giriş kapısının çaprazında olan giyinme odasına geçti. Havluyu top edip ortada olan ikili koltuk uzunluğundaki pufa attığında iç çamaşırı tişört ve eşofman altı alıp giyindi. Renk tercihi yine siyahtı. Odaya geçip yatağa uzandığında bakışları tavanda asılı kaldı. Kaşları çatık yüzü katı bir şekilde bakarken yine kumandaya uzandı ve bu defa tavana doğru tuttu. Sistem öyle bir hazırlanmıştı ki tavan resmen ikiye açıldı ve gök yüzü gözler önüne serildi. Gecenin karanlığında var olan küçük ışık topları şimdi irislerindeydi. Gözlerini kapadığında sadece birkaç saat uyumayı istedi. Listeden isimler silindikçe uykusu değer kazanıyordu. Yaşadıklarını bilmeyenler onu gaddar gecenin lordu ölüm meleği diye adlandırıyordu ama o sadece adalet arıyordu. Kendi adaleti. Ona yapılanın karşılığı. En fazla iki saat uyumuştu ki kapısı tıklandı. Kurtların uykusu gibi hafif bir uykuya sahip olmak elinde olan bir şey değildi. Kapının diğer tarafından Duran “Ahen Bey, rahatsız ediyorum efendim ama bir sorun var” dediğinde adam “İçeri gel” değip ayağa kalktı. Burun kemerini sıkarken içeri giren adamının elinde bir zarf vardı. “Neler oluyor?” “Efendim bu zarf size gelmiş. Biz güvenlik açısından açmak zorunda kaldık ve içinden bunlar çıktı.” Zarfın açık ağzından elini soktu ve bir avuç gerçek kana bulanmış sarı saç gözler önüne çıktı. Yeşilleri küçük kıvılcımların evi olan adam “Bu da neyin nesi?” demişti ki “Bir de not var Efendim” diyen adamla durdu. Poşete sarılı notu açıp okuduğunda yüzünde tüm kaslar seğirmeye başladı. Göz bebekleri öfkeden küçülürken kanı damarını asit gibi eritiyordu. “KADININ GÜZELMİŞ. BİRAZ DA BİZ TANINA BAKALIM. TIPKI YILLAR ÖNCE OLDUĞU GİBİ.” Gözlerini kapatıp açarken saçların sahibi aklına getirmeye çalıştı. Hoş hiç unutmamıştı lila gözlü sarı saçlı bekaretini ona veren eskort kızı ama şimdi bu saç ona mı aitti. Gözleri kısılırken saç tutamını eline aldı. Kan üzerinde kurumuştu. Her ne yapıldıysa yeni değildi. Kan olmayan ucu burnuna yanaştırdığında demirimsi kan kokusuna karşılık aradan sızan koku kıza aitti. Tatlı şeker ve meyve aromalı kokuya sahip pek tanıdığı yoktu ve akılda kalması muhtemeldi. Derken Duran’ın telefonuna bilinmeyen bir numaradan çağrı geldi. Adam patronuna baktığında “Aç” demesiyle açtı. Ekran önce siyahtı ama sonrasında büyük bir depoda görüntü netleşmeye başladı. Ortada tavandan sarmış zincirler vardı. Yerde az da olsa kan izleri biz buradayız diyordu. Cızırtılı ve robotik bir ses “Selam Açıkel” dediğinde telefonu Ahen aldı. Hemen ortamı taramaya başladığında cam fanus dikkatini çekti. “Yine bazı kişilerin canını almışsın. Çok hızlı bir dönüş yaptın kabul etmek gerekirse iyi de ilerliyorsun ama sana bir masumun ölüm anını izleteyim de hem nefeslenmiş ol hem de geçmişi yad et.” “Kimsin lan sen? Biraz cesaretin varsa yüzünü göstersene piç!” Ahen bağırdı ama adam sadece kahkaha attı “Sakin ol Açıkel. Bak sana kimi göstereceğim. Çok direndi yazık ama sonunda istediğimiz kıvama geldi. Kırbaçlarken çığlıklarını duyabilmen için videoya çektim merak etme atacağım birazdan ama esas film şimdi başlıyor.” İki korumanın kollarından tuttuğu ve bedeni kan içinde kız sürüklenerek fanusun yanına kadar getirildi. Ahen duygusuz bir şekilde izlerken Duran dudaklarını aralamış kızı görmenin verdiği üzüntüyü içinde yaşıyordu. Ardından adamlardan biri kızı omuzuna alıp fanusa dayalı merdivenden çıktı ve kızı aşağıya sarkıttı. Biraz mesafe kalmışken kızı bırakan koruma ile Lila zemine düştü. Kıvranıyordu. Kanlı elleriyle cama dokunuyor kurtulmaya çalışıyordu ama nafileydi. Robotik ses “Şimdi Açıkel seninle havuz problemi çözelim. Sence bu fanus ne kadar suyla dolar ve kızın boğulma süresi kaç dakikadır? Ha diyorsan ki kız umurumda değil o zaman bu arama çık kalsın ve senin yüzünden bir masumun ölümü nasıl oluyor izle. Sahi sen yıllar önce de izlemiştin değil mi anneni? O da masumdu oysa. Babanın onca gücü ve kuvveti onu korumaya yetmemişti. Senin de yetmedi. Tıpkı şimdi yetmeyeceği gibi ama bir konuda kızı takdir ettim. Ne seninle yattığını kabul etti ne de seni tanıdığını. Oysa seni korumak isterken bıçaklandı. En azından korumak için değilse bile araya girince sana girmesi gereken bıçak ona girdi. Neyse, fazla uzatmaya gerek yok. Tek bir işaretimle suyu açacaklar ve dolmaya başlayacak. Ufak tefek bir şey zaten bence fazla dayanamaz.” dediğinde kahkaha atmıştı ve bu ses iki adamın da yüzlerini buruşturmasına yetmişti. “Açın.” Bu talimatla fanusun tepesindeki adam bir vanayı çevirdi ve içeriye su akmaya başladı. Fazla değildi ama iki metre uzunluğunda ve iki metre genişliğinde olan cam kabı birkaç saate doldururdu. Lila, üzerine su akmaya başlayınca çığlık attı çünkü yaralarına su değdikçe canı feci halde yanıyordu. “Ups, galiba su tuzlu geldi. Yaraları da çok olunca. Yaraya tuz basma değimini yaşıyor küçük sürtük.” Ahen dişlerini sıkarken gözlerini kısmış sudan kaçmaya çalışan kızın çığlıklarını dinlerken “Piç kurusu” diye hırladı. Robotik ses “Ooo Açıkel kızdı. O zaman ne yapıyoruz kızı bulmak için yapboz parçalarını birleştiriyoruz. Ya da Rus ruleti mi demeliyiz. Eğer olur da bu kızı kurtarmak istersen sana beş farklı noktanın konumunu göndereceğim. O konumlardan birinde bu kız var. Olur da kurtarmayı düşünürsen sabaha polisler asılmış ve tecavüz edilmiş bir kadın cesedini bulacak. Hem de çocukların oyun parkında. Hadi Açıkel, zaman ilerlemeye başladı. Tik tak. Tik tak.” deyip elinde tuttuğu telefonu sabitledi ve adamlara “Kapatın” emrini verdi. Ağır olduğu belli olan kapak kapanırken “Bırakın beni ne olur? Ben size ne yaptım? Tanımıyorum bile. Allah aşkına yapmayın” diyen Lila can havliyle kalkmaya çalışmıştı ama sırtı yerdeki su birikintisine gelecek şekilde düştüğünde öyle bir haykırdı ki Duran sanki nefesi kesiliyormuş gibi soluk alma ihtiyacı hissetti. Su akmaya devam ediyordu. Ortamdaki adamların çıktıklarını ayak seslerinden anlayabiliyorlardı. Kapı çaldığında Raşit “Efendim, kimliği belli olmayan bir numaradan konum bilgileri alıyoruz” dediğinde “Gel Raşit” diyen Ahen sakin ama öfke doluydu. Tıpkı fırtına öncesi sessizlik gibi. Raşit içeri girdiğinde konum bilgilerini gösterdi. Hepsini harita üzerine çevirdiğinde İstanbul’un beş farklı noktası önlerine çıktı. Hepsi birbirinin zıt yerlerindeydi. Trafiği de baz alırlarsa her bir konumun arasında en az üç saat vardı. Dursun patronuna bakıp “Efendim, ne yapalım?” dediğinde Ahen önce hiçbir şey yapmayın demek istedi ama o ses geçmişi bilen biriydi. Telefonun ekranına baktığında kızın kıvranışlarını, sudan kaçma çabasını ve hala “Ne olur yardım edin? Benim ne günahım var?” değişlerini izledi. Dişlerini sıktığı çene kaslarından belli olurken “Beş farklı ekip kurun. Her biri gittiği konumlarda nefes alan her şeyi öldürsün. Kızı bulan bana bildirsin” dediğinde Duran resmen “Çok şükür” diyecekti ki dilini ısırdı. “Hemen efendim” der demez odadan dışarı fırladığında Ahen’in elinde telefon ekrana bakıyordu. *** LİLA’DAN ... Ne yaşıyordum ben? Neyin içinde cebelleşip duruyordum. O adamın yanından geldiğimden beri çok az yiyor bolca uyuyor ve resmen babamın adamlarının gelip beni almasını bekliyordum. Çünkü başarısız olmuştum. Hiç onun istediği gibi bir evlat olmamıştım çünkü kızdım. Bir keresinde annem babama doğum günümde hediye alması konusunda baskı yaparken “Doğduğu günden tiksinirken neden ona hediye alıyorum ki? Benim için boşa nefes israfı olan bir şey. Gereksiz böcek gibi ezip yok etmiyorsam sizin yüzünüzden. Daha fazla gözüme sokmayın şunu” dediğini duyduğumda sanki koca dünya da bir ben kalmışım gibi gelmişti. Sonuçta o babaydı. Kız çocuklarının ilk aşkı babaları olurdu. Babaları gibi adamları eş olarak seçerlerdi. Arkalarında dağ sırtlarını yasladıkları çınardı. Benim babamsa beni ezip geçebileceği bir böcek olarak görmüştü. Şimdi gelip beni yok etse ne yazardı ki? Zar zor kalktığım yatağa yine sürünürken girdiğimde gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Bana verdikleri çanta içinde ilaçlarda vardı ve bunlar uyku yapıyordu. En son birkaç saat önce zorla pansumanımı yapmıştım. Kan kaybettiğim için Nisan ayında olsak da üşüyordum. Bu nedenle üzerimde iki tane battaniye vardı. Uykumun içinde birinin ağzıma elini kapamasıyla gözlerim hızla açıldığında çığlığım içimde patlamıştı. Sonrasında daha “Kimsiniz?” demeye kalmadan elin yerini eter kokulu bez parçası almıştı. Nerede ve ne halde olduğumu bilmiyordum. Karanlık öyle yoğundu ki çocukken babamın beni kapadığı küçük dolap gibi de soğuktu. Kaşlarımı çatık irislerimi açmaya çalıştığımda canım yanıyordu. Bir yere bağlıydım. Babam olduğunu düşündüm. Anlaşılan hesap verme vaktiydi. Peki benim yaşadıklarımın hesabını kim verecekti? Tüm bunlar benim hak ettiğim şeyler miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD