Gözlerimi açtığımda serin ve pis bir yerdeydim. Etrafıma bakmaya çalıştığımda gördüğüm tek şey tozlu yerler, birkaç metre ötemde bulunan cam fanus ve tavandan sarkan zincirlerdi.
“Sonunda küçük sürtüğümüz uyanabilmiş.”
Ses boş alanda öyle bir yayılıyordu ki sanki beynimin içinde ekstra bir noktaya baskı uyguluyordu. Başını sesin geldiği yöne çevirdiğimde gördüğüm yüzler yabancıydı. Kaşlarım çatık anlamaya çalışır biçimde bakındım. Adamlar demir bir kapıdan içeri girdikçe yüzlerindeki o meymeniyetsiz ifade çoğalıyordu. Üstlerinde eskitilmiş deri montlar ve aynı şekilde taşlanmış kot pantolonlar vardı. Botları askeri botlara benziyordu ve lanet olsun ki onları tanımıyordum. Ben babamın adamları gelecek diye beklerken karşımdaki bu tipler başka birine ait gibiydi.
Kimlerdi? Neden beni kaçırmışlardı? Başıma daha ne gelebilirdi ki? Önümde iki seçenek vardı. Bir; babamın düşmanları izimi sürmüş ve beni kaçırmıştı. Ondan intikam almak için bana zarar vereceklerdi. İki; Ahen denen adamın düşmanlarıydı ve onunla olduğum için önemli olduğumu düşünüp koz niyetine kaçırmışlardı ve zarar vereceklerdi. Sikerler. Ne olursa olsun lanet olasıca yerde zarar gören tek kişi ben olacaktım. Peki nasıl davranmam gerekiyordu? Bu iş Ahen denen pisliğin başı altından çıktıysa ve ben babamla ilgili konuşursam zaten patlamış bir planın tamamen karışmasına neden olabilirdi. Kahretsin ki herkesten çok korkuyordum.
Önüme kadar gelen kişi çenemi sertçe tutup başımı biraz daha yukarı kaldırdığında “Hım, Açıkel’in koynuna girecek kadar güzel ve masum. Bakalım onun için ne kadar değerlisin.” dediğinde sertçe çenemi itti. Sarsılan bedenim yüzünden bıçak yaram acırken inlemekle yetindim çünkü zaten bedenimin kaba bir tabirle anası bellenmişti.
“Kimsiniz? Benden ne istiyorsunuz? Bırakın beni.”
Aferin Lila. Saftirik kızlar gibi ağlayıp bırakmalarını dilemek gerçekten iyi. En azından bir şeyden haberim olmadığını düşünürlerse işlerine yaramayacağımı anlarlar ve fazla uğraşmazlardı. Bunu gerçekten düşündüm değil mi?
Birkaç dakika sonra ellerim ve ayaklarım çözülüp kollarımdan tutularak kaldırıldığımda yüreğime çöreklenen korku tecavüzdü. Bana dokunmaları, o iğrenç olaya maruz kalmak galiba kalan son akıl kırıntılarımı da yok ederdi. Öyle olmadı. Zincirlerin önüne geldiğimizde ellerimi yukarı kaldırıp zincirlere taktılar. Sonra aynı işlem ayaklarıma yapıldı ve ben hala beni bırakmaları için yalvarıyordum. Bazen bu dünyaya sadece eziyet çekmek için geldiğimi düşünüyordum. Köksal Delice’nin kızı olmak zaten en büyük eziyetken bir de Ahen Açıkel başıma belaydı. Onların düşmanları bile ilk bana zarar vermeyi tercih ediyordu. Alnımda işkenceye müsaittir yazısı vardı da bir ben mi görmüyordum bilmiyordum.
İşleri bittiğinde doğrulan adamlar resmen korku kusmama neden olurken üzerimdeki tişörtü ve altımdaki eşofmanı kolayca yırttılar. Şimdi sporcu atletim ve baksırımla kalmıştım. Çığlık attım. Nasıl durabilirdim ki?
“Yapmayın, bırakın beni.”
Birinin beni dinleyeceğini düşünmemiştim. Çenemi tutup bana Ahen ile olan ilişkimden bahseden adam tam karşımda oturduğunda elinde büyük ekranlı bir telefon vardı. Aklımı kaçırsam acaba deli diye bırakırlar mıydı ya da ben acıyı artık hisseder miydim bilmiyorum. Ama kulağa hiç de absürt gelmemeye başladı.
“Şimdi güzel kız seninle biraz eğleneceğiz. Bunu da videoya çekeceğim ve altında inlediğin Açıkel’e göndereceğim. Bakalım onun için ne kadar kıymetlisin.”
Titrerken “Değerli değilim. Ne o ne de başkası için bir anlam ifade etmiyorum. Tek başına yaşayan bir kızım ben. Ne olur bırakın beni istediğinizi benimle elde edemezsiniz.” diyebildim. Yalan değildi. O adam acımasızdı. Yaralı halimle beni yanında tutmak yerine gecekonduya geri yollamıştı. Basit bir eskort parçası için fazladan birkaç saati ya da günü yoktu.
“Onu da bırak biz yaşayarak öğrenelim değil mi? Hadi bakalım Açıkel’e en güzel gülümsemeni yolla ya da çığlığını. Sana kalmış.”
Ne dediğini anlayamadım ama sırtımda hissettiğim keskin darbe ile avazım çıktığı kadar çığlık attım. Resmen derim ateşe değmiş gibi yanıyor bedenim tüm sinir uçlarını açıyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken yalvardım. Bir zavallı gibi haykırdım.
“Ben bir şey yapmadım. Kimseyi tanımıyorum. Allah aşkına bırakın beni. Yapmayın.”
Ne kadar acınası değil mi? Bir kadının başkaları yüzünden düştüğü durum ve gördüğü muamele böylesine kan kusturucu olmamalıydı. Sahi ben bunları neden yaşıyordum? Ne kadar vurdular bedenim kaç darbeyi kaldırdı hatırlamıyorum. Yüzüme çarpılan soğuk suyla az da olsa bilincim açıldığında ayak ucumda biriken kan bana aitti. Bıçak yaramdan kan sızmaya başlamıştı. Bacaklarım da dahil sırt kısmım cehennem çukurundaymış gibi yanarken nefes almaya çalıştım. Kursağıma takılan nefes bile canımı yakarken “Çok dayanıksızmışsın sende ama olsun. Bu bile yeterli. Şimdi doğru fanusa.” diyen adamla gelip zincirden beni çözdüler. O ara biriyle konuşmaya başladı ama sesini cihaz sayesinde değiştirmişti. Hoş umurumda değildi çünkü ölmek üzereymiş gibi hissediyordum.
Sürüklenerek getirildiğim cam kutunun önünde kollarımdan tutan adam omuzuna aldı. Canımın acısı artık o kadar olağandı ki yeniden çığlık atmak zor geliyor gibiydi. Sarkıtıldığım yerden bırakıldığımda yere düşmem inleyip cenin pozisyonunda kıvranmama neden oldu.
Sana lanet olsun baba.
Nefesim boğazımda asılı kaldı.
Allah belanı versin Ahen Açıkel.
Ölmek istedim. Ölmek ve bir daha bu çirkin ve balçık dolu dünyaya gelmemek. Kulağıma dolan ses bakılırsa adam Ahen ile görüşüyordu. Konuşsa kaç yazardı ki umurunda bile değildim. Burada ölüme terk edebileceği basit bir çöp parçasından farksızdım.
Biraz olsun gözlerimi aralayıp kendi kanımın sızdığı cam üzerinde kıpırdandığımda üzerime akmaya başlayan suyla kalan gücümü kullanıp haykırdım. Kahretsin, yaralarım aside girmiş gibi kavruluyordu. Su tuzluydu. O kadar canım yanıyordu ki ayağa kalkmaya bile çalıştım lakin faydasızdı. Bacaklarım güçsüz ve bitik durumdaydı. Sırt üstü zeminde birikmeye başlayan suya düşünce yeniden bağırdım. Ben yaşadığım hiçbir şeyi hak etmezken neden beni önemsemeyen insanlar için acı çekiyordum ki.
Herkes giderken hemen karşı masaya ayarlanan telefona baktım. Cam su damlaları ile dolu olsa da görmeye çalıştım. Oradaydı aslında. Ahen Açıkel izliyordu. Bana zarar veren onun düşmanlarıydı. Su dolmaya devam etti. Zaman geçti. Ağlarken konuşmaya çalıştım.
“Kimse sevmedi beni biliyor musun? İstemedi. Babam için bir böcekten farksızdım. O yüzden ilk gözden çıkardığı ben olmuştum. Söylesene bana Ahen Açıkel benim suçum neydi? Hangi günahıma kefaretti yaşadığım. En çok da ne koyuyor insana biliyor musun? Ölünce benim için ağlayacak kimsem yok. Yapa yanlız öleceğim. Kimsesizler mezarlığında çürüyecek cesedim. Belki de ölmem en mantıklısıdır. Yaşarken çektiklerim ölünce biter mi?”
Başını yana eğdim. Artık yaralarım acımıyordu çünkü tüm bedenim uyuşmuştu. Oturduğum için su çoktan göğüslerimin üzerine kadar gelmişti. İç çektim. Nefes almak insana zor gelir mi? Bana geliyordu.
Ekrana baktım. Sesler geliyordu. Konuşmalar. Kulaklarım uğulduyordu. Sanki kafamın içinde yaşadığım kaos artık tüm bedenimde hüküm sürüyordu. Dudaklarımda oluşan burul bir gülüşle camın su damlasını silmeye çalıştım ve bir şeyler görmeye çalıştım. Bitik ve aciz bir durumdaydım. Az önce sorduğum soruya kendim cevap verdim.
“Bitsin.”
Sesler geliyordu. Telefonda yüksek sesle bağıran bir adamın sesinin tınısı içinde bulunduğum cama çarpıyor mekâna dağılıyordu. Gülümsemem yüzümde dondu bir anda. Çünkü az az akan su bir anda şelale misali çoğaldı. Daha hızlı dolmaya başladı fanus. Suyun içinde iki metrelik alanda sağa sola gitmeye çalışırken camı yumrukluyordum. Can tatlıymış. İnsan ne kadar ölümü kabullendim dese de son ana kadar savaşıyormuş. Su yükseldi. Tuzlu su olunca fazla hareket etmedim mi yüzeyde kalabiliyordum. Farkındaydım yarıdan fazlası dolmuştu. Su bulanıktı. Kanım suya karışıyor onu pembemsi bir tona çeviriyordu. Su daha da yükseldi. Şimdi tavan ile aramda sadece bir kafa sığacak kadar mesafe vardı. Hortumdan gelen suyun miktarı azaldı.
Sanki beni buraya kapatanlar bir oyun oynuyordu. Ölümün onların elinde olduğunu ve beni istediklerinde yok edeceklerini gösteriyorlardı. Başka biri olsaydım ya da önemli acaba benim için gelen olur muydu? Kurtarır mıydı bu cendereden?
Nefeslerim sayılıydı. Çok değil en fazla beş dakika sonra tamamen dolacaktı ve ben kimsenin olmadığı bu depoda yok olacaktım. Gözlerimi kapadım. Parmak uçlarım karıncalanmaya başladığında ve kimsenin gelmeyeceğinden emin olduğumda büyük bir gürültü koptu. Gözlerim hızla açılırken başımı zar zor sese çevirdim. Adamların çıktığı demir kapıdan içeriye adamlar doluyordu. Siyah giyinilmiş, yüzleri maskeli ve ellerinde büyük silahlar olan adamlar. Kimlerdi ya da neden geldiler anlamadım onu görene kadar. Tepeden tırnağa siyahlara bürünmüş Ahen Açıkel tüm heybetiyle adım adım yaklaştı bana ve fanusun önünde durdu. Yüzüne kan sıçramıştı. Parmak uçlarında kan vardı. Bana baktı. Zümrüt yeşilleri ateş gibiyken kaşlar çatıktı. Dişlerini sıktığı belli olan yanağı seğirirken beni eve bırakan adam koşarak yanına geldi. Elinde bir cihaz vardı. Neydi bilmiyorum. Hoş artık bilsem de pek fark eden bir şey olmayacak gibiydi çünkü su ile tavan arası öyle azdı ki çırpınıyordum.
O adam merdivenleri çıkıp kapağın üzerine geldiğinde Ahen birkaç adım geri çekildi ve cama ateş etmeye başladı. Sesler yoğundu. Çığlık atmak istedikçe ağzıma tuzlu su doluyordu. Bir dakika daha geçti. Kapak açılmadı. Ahen cama o kadar ateş etti ama hiçbir etkisi olmadı. Ben yolun sonuna gelmiştim. Çırpınmaktan vazgeçtim. Suyun içinde hareketsiz kaldığımda Ahen de durdu. O adamdan nefret ediyordum ama buraya gelen de oydu. Bana bakarken gözlerindeki acıma duygusunu silmek çekip almak isterdim. Ben senin yüzünden bu haldeyim diyerek bağırmak belki de göğsünü yumruklamak isterdim. Annemi abimi neden öldürdün diye hesap sormak isterdim. Daha birçok şey isterdim de zamanım yoktu. Sık sık soluklar alırken onunla göz göze geldim. Başını sağa sola salladım.
Bağırdı.
“Duran, çabuk.”
“Abi bir dakika daha.”
Yüzümde ölümü kıskandıracak bir tebessüm oluştu. İntikam uğruna altına yattığım adam bana acımış kurtarmaya çalışıyordu. Babasının dahi iyiliğine tenezzül etmediği bu kız çocuğuna üzülmüştü. Ona üzülme demek istedim. Benim bu halde olmamın sebeplerinden biri de sensin deyip omuzlarına varsa vicdan yükü bırakmak isterdim de nasip değilmiş. Gözlerimi kapadım. Her şeye ve herkese sağır olmaya çalıştım. Tek bir derin nefes sonrası kafes tamamen su doldu. Ben kendimi ölüme bıraktım.
Sakin ol. Bırak kendini suya. Ölüm o kadar zor değil. Boğulmak kötü bir ölüm şekli ama boş versene artık önemsiz. Yanıyordu. Ciğerlerim, boğazım. Bedenim iyiden iyiye uyuşmuştu. Sesler yoktu. Kokular, renkler, güzel yemekler, yaz kış sonbahar ve bir türlü adam akıllı gelemeyen kış. Cıvıl cıvıl çocuklar yoktu mesela ya da babasının kucağında ona sarılmış mutlu kız çocukları. Ben yoktum en önemlisi. Varlığı ile yokluğu belli olmayan biri gitse ne yazar kalsa ne. Bilincim gidiyor. Ölüyorum. Yok oluyorum sevgisizlik içinde. Görüyor musun baba bende ölüyorum. Senin böcek gibi ezmek istediğin kızın da yok oluyor. Artık yanlızsın. Hoş varlığım senin için hiçbir önem arz etmiyordu ama yine de bil. Varsa tırnak ucu kadar evlatlık insanlık hakkım helal değil. Yanıma geldiğinde iki elim yakandayken bak gözlerime. O zaman ver hesabını en büyüğe. Hoşçakal baba. Zehrettiğin hayatım biterken sevin. Eğlen mutlu ol.
YAZARDAN...
Ekipler hazır olup yola çıkıldığında Ahen hala elindeki telefondan izliyordu. Genç kız ağlıyor bazen kendi kendine konuşuyor onu camın diğer tarafından görmeye çalışıyordu. Normalde asla tırnağının ucunu oynatmazdı ama geçmiş ve annesi başkasının diline dolandıysa o dolayanı yakalamak için şehri alt üst ederdi. Bir de kızı annesine benzetmişti. Korunmasız. Kimsesiz. Başkalarının günahı yüzünden eziyet çeken.
Kendi telefonundan Balamir’i aradı. Üçüncü çalışta açıldığında “Ahen, kardeşim?” cevabıyla dudağının ucu minicik oynadı. Yıllar geçse de bu adamla ve abisiyle dostluğu hep bakiydi.
“Desteğine ihtiyacım var.”
“Nereye ve kaç kişi?”
“Sinyal takibi olacak. Numara belli değil ama telefon ıp sinden olabilir mi?”
Balamir birkaç saniye durdu ve ardından “Halledilir. Ne kadar süremiz var?” dedi.
“En fazla yarım saat.”
Soluğunu veren Balamir “Aramanın geldiği numarayı söyle.” derken çoktan haşır huşur sesler gelmeye başlamıştı.
Numarayı söyleyen adam sonrasında “Bir de en az otuz adama ihtiyacım var. Takviye ekip olarak” deyip “Adres ver gönderiyorum hemen” cevabıyla konumlardan sonuncu ve kendi gideceği yeri attı.
Kendi de teknik takibe başlatmıştı. Sinyal konusunda en yakın iki konum daha öncelikliydi. Dakikalar geçti. Balamir kendi adamını sıkıştırırken harita üzerinde net bir nokta belirlemeye çalışan hacker resmen ecel teri döküyordu. Balamir’in gönderdiği ekiple kendi mekânın da bir araya geldiğinde ekibin başı her istediğinin yapılacağını ilettiğinde baş selamı verdi. O sırada telefona bildirim geldi. Baktığında ona en yakın konumdan sinyal geldiği haberi Balamir’den geliyordu. Dişlerini sıktı.
“Çıkıyoruz” dediğinde adamlar transporter araçlara hemen binip önceki araçları takibe başladı. Gözlerini ekrandan çekmeyen Ahen kızın sorduğu soruları kısık da olsa duyabiliyordu. Sonunda “Bitsin” değişiyle dişlerini sıktı. Bu işlerin içinde olsa ve bazı şeyler bilse o kıza acımazdı. Şimdi her şeyden habersiz hayatını yaşamaya çalışan birinin önün yüzünden böyle ölmesine izin veremezdi. İlk defa Lila için babası gibi vicdan gösterisinde bulunmuştu. Herkesin kuyruğuna basıp canını yakan babası gibi belki de zafiyet göstermişti. Deponun olduğu yere geldiklerinde adamlar dört bir yana dağıldı. Gecenin karanlığı sisli bir hava ile daha da boğuklaşırken her yer kısa sürede tarandı ve depoya adamların ardından Ahen girdi.
Camın içinde son anlarını yaşayan kıza iyice fanusa yanaşıp bakarken Dursun elindeki şifre kırıcı ile merdivenleri çıkmıştı. Ona bakan değişik lila rengi gözler, suyun içinde yaralı beden ve bitkin hal kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Sinir tüm bedenini sararken silahını çıkardı ve cama defalarca kez ateş etti. Etkisi olmadı. Gözlerini kısıp kıza baktığında dudaklarında acı dolu tebessümde takılı kaldı. Lila gözlerini kapadı ve son kez nefes alıp kendini suyun içine bıraktı. Çünkü küçücük alan da suyla dolmuş artık onun için yer kalmamıştı.
“Duran, çabuk dedim lan sana!”
“Abi on saniye, sonra kapak açılacak.”
On saniye. İçerideki kız on saniye daha yaşar mıydı? Peki yaşarsa ne olacaktı?