Kız, gelin deyince 'aklıma gelen başıma gelmeyecek' diye sevinemeden, kalbime inecekti. Kalbe giden damarlarımın, çıkanlarla birbirine dolaşıp beynime temiz kan göndermeyi ihmal ettiğini düşündüğüm bir süre boyunca donup kalsam da Kemal Abim sırtımdan kenara ittirdi. Benden açılan boşluktan geçen Abdullah Abim ve yanındaki kızı görünce bir rahatlama ile doldum ki...
Kız çok güzeldi, öyle duru bir güzelliği vardı ki Allah aklından almış tipine vermiş diye düşünmeye çoktan başlamıştım! Bir kere, azıcık kafası bassa benim anneme gelin, Apoş'a da karı olmak için ailesini karşısına almazdı. Apoş dediğime bakmayın, abim ona içimden bile böyle seslendiğimi duysa bana düğün müğün demeden bir yürür, vurmasa da korkudan ölür kalırım.
Apoş, bir doksandan fazla boyu, esmer teni, karakaşı-gözü ile standart dışı saçma bir karizmaya sahip olabilir ancak nasıl bir camış olduğunu bir ben bilirim. Eli ayarsız, sözcükleri itina ile cevapsızdır. Adamla iletişim kurmak, üst düzey bir istihbarat görevlisinden devlet sırrı almaktan bile daha zor oluyor bazen.
"Abi, hayırlı olsun yeni kurban... Ay gelinin!" dememle bana dönüp ters bir bakış attı. Sonra sabır dileyerek kızı bıraktı. Eliyle yanına gitmemi işaret edince "Bu kez vuracak sanırım." diye mırıldanıp yavaş olduğu kadar ürkek adımlarla ve yüzümde gereksiz bir gülücükle yanına gittiğim. Sırtıma vurup beni şöyle bir kendine çektikten sonra ben daha gösterilen kısa sevgi dolu hareketin etkisinden sıyrılmadan kızı alıp içeri doğru yürümeye başladı.
"Güzide Abla!" diyerek yanıma koşan kızlara ek "Hala!" diyerek çığlık yarışına mı maratona mı katıldıklarından emin olamadığım yeğenlerim üstüme atlamak için yaklaşırken "Ay abi imdat!" diyerek geri çekildim. Korkuyla Kemal Abimi arandım ama o çoktan uzaklaşmıştı. Babam ve diğer iki abimle birlikte tanımadığım erkeklerden oluşan örgüte üye olmuştu. Yüzünden anlık geçip gittiğini gördüğüm hain sırıtışa cevaben "Sen sonra görürsün!" ifademi takınmam ve üzerime çullanan çocuk sürüsüyle yere serilmem bir oldu.
Saçıma asılan, üzerime tırmanan ve uzun eteğimi çekiştiren çocuklardan sonunda kurtulabildiğimde üstümü başımı çırpıp eve doğru yürümeye başladım. Kraliçe edasıyla kapıdan çıkan annem beni görür görmez seslendi. Çocuklar geldiği gibi tozu dumana katarak uzaklaşırken önce rahat bir nefes aldım sonra kapıya giden toprak yolu adımlamaya başladım.
Annemin yanına doğru yürürken büyük gelin Ayşe, tüm heybetiyle kapıya çıktı ve annemin omzu üzerinden bana kurnaz bir bakış attı. Annemin ve diğerlerinin bakışlarına bakınca ortada bir tek benim bilmediğim bir olayın döndüğüne neredeyse emin olsam da hoş geldin, boş gittin ve dersler nasıl muhabbetleriyle kafam dağıldı gitti.
Ayşe Yengem en büyük abimin karısı olmakla birlikte Kraliçe Arı'nın sağ koluydu. Yüz kilonun üzerinde olmasına rağmen hayatında hiç diyet yapmaya çalışmamış olması harici, hiçbir şeyde anneme yağcılık hususunda olduğu kadar kararlı değildir. Şuan bile, başındaki yazmayı düzelterek ağzımı arıyordu. Eh, ne de olsa annemin iletişim departmanından sorumlusuydu. Ben de dişine dokunur bir kelime etmeyince düğün hazırlığı deyip toz oldu. O kapıdan çıkar çıkmaz Asım Abimin karısı, artık ortanca gelinliğe terfi etmiş olan Müge Yengem göründü.
Müge, kıvırcık uzun saçlarının bir kısmını açıkta bırakan allı pullu bir örtü takmıştı. Gözleri kapkara sürmeliydi ve üzerindeki köyü toprak rengi elbisesiyle çok hoş gözüküyordu. Benden iki yaş büyük olduğu için onunla rahatlıkla iletişim kurabiliyordum. Onun İstanbul merakını giderdikten sonra neler olup bittiğini, evlilik işinin nereden çıktığını sorgularken konuşmanın bazı yerlerindeki kopukluklar dikkatimi çekti. Bir iskemle çekip tam karşısına geçtim. O, oturduğu yatağımda geriye kayarken ciddi bir ifadeye büründüm.
"Çabuk neler döndüğünü anlat yoksa gece odanıza girip saçını kökünden keserim."
Yüzü abuk sabuk bir şekle girerken, "Yapamazsın!" diyerek zorlukla uzattığı lüleleri eliyle görüş açımdan çıkartmak için sırtına doğru itti. Düzgün beyaz gerdanında parlayan altınlarını ortaya çıkarttığında gözlerimi kıstım. Sandıktaki altınların piyasaya çıkışı bana şüpheli gözüktü. Abimin düğünü için taktığını akıl edebildiğim için tasma gibi kalın gerdanlığı neden taktığını sormaktan vazgeçtim.
"Hem de kökünden keserim! Neler oluyor, neden uzaylıymışım gibi davranıyorlar? Babam neden hala gelip bana kızmaya başlamadı?"
"Güzide, haberin yokmuş gibi davranırsan söylerim, yoksa söylemem. Sen gidip anama benden duyduğunu belli edersen onlar da bana kızar. Abin üstüme kuma falan alır..."
"Baklayı çıkar artık yoksa kızının da saçını keserim! Kel kel dolanıp durursunuz ortalıkta! Ne saklıyorsunuz kızım benden? Hem salak mıyım ben neden gidip senden öğrendiğimi söyleyeyim? Bu arada kusura bakma ama Asım Abi senin o yemeklerin yüzünden kuma almadıysa daha da almaz. Hem ben öyle bir şeye kalkışırsa gerdeğe girmeden kızı da abimi de sessizce tahtalıköye yollayacak birikime sahip bir son sınıf öğrencisiyim artık."
Konuşmalarımla az da olsa rahatlayan Müge Yengem, siyaha yakın kahve gözlerini bana dikti. "Söz mü?"
"Valla kız, söylemem!" diye güvence verdim.
"Onu demedim, evlenirse öldürürsün de mi?"
Bir kal geldi, gözlerimi pörtletip yengeme baktım ve ciddiyetinin su götürmez olduğunu görünce yutkundum. El kızı değil mi; iki dakikada abimi öldürmeyi kafasına koydu! Yapmayacak olsam da baklayı çıkartsın diye başımı sallayıp ona yaklaştım. Kısık sesi ve minik dudak hareketlerini güçlükle takip ederken kısa kısa cümlelerle olan biteni özetlemeye başladı.
"Abin gitti bizim Bolat Ağanın kızını kaçırdı. Ağa dellendi ama kız reşit olunca geri alamadı. Sonra baban gidip adamla konuştu. Anam gitme dediyse de dinlemedi. Neyse, bizimkiler arasında ta eskiden beri bir dava varmış. Ben bile yeni öğrendim! Kız tarla meselesinden kavgalılar sanıyordum ya ben! Meğer kanlı bıçaklılarmış! Anam babamın arkasından fenalaşınca öğrendik meseleyi. Ama hala ayrıntıları bilmiyoruz. Baban gece geri geldiğinde anamla konuştular. Bunlar aralarındaki husumeti bitirmeye karar vermişler. Anlaşmışlar."
"Müge beni dellendirme kızım, nasıl anlaşacaklar? Adamın kızını kaçırmış işte camış! Adam delirmemiş mi? Babam nasıl anlaşmış adamla? Tarla mı vermiş, altın mı? Yoksa Gelincik mi gitti elden? Ay kıyamam ben, hayatta verdirmem atımı!"
Müge dudağını dişleyip eteğini avuçlayarak doğruldu. Kapıya doğru gerilerken, "Seni vermişler, Gelincik'i değil." dediğinde ayaklandım. Kulağımda "Seni vermişler" kelimeleri uğuldarken, odada yere düşen sandalye sesinden başka ses yoktu. Kendime gelip büyük bir çığlık atana kadar kapı üzerime kilitlenmişti bile. Kapıya koşturup yüklenmem hatta delikanlılar gibi omuz atmam bir halta yaramasa da tekmelemeye başladım.
"Ne evlenmesi be! Çıkartın beni buradan, çıkarın dedim size." diye ilk yarım saat esip gürlemiştim. Kapıya savurduğum tekmeler yüzünden bileğim acımaya başlayınca seke seke odada dolanıp kapıyı kıracak bir şey aranmıştım. Elime en sağlam materyal olarak tespit ettigim sandalyeyi almam ve kapıya çarpmam, bileğimi acıtıp sandalyenin kırılmasından başka bir halta yaramayınca bu kez taş duvarda tek zayıf nokta olan pencereye yönelmiş ve konağın bahçesine ne bulduysam fırlatmaya başlamıştım.
Attıklarım misafirlerin üzerine gidince kapımın açılması fazla sürmemişti. İçeri giren annem elinin tersiyle bana vurmadan önce odaya dalan babam ile yutkundum. Sonra bir deli cesareti ile "Evlenmem!" diye bağırdım.
Babam annemi itip bana yaklaşırken gerilemek yerine çenemi kaldırıp yüzüme inecek tokadı bekledim ama gelmedi. Kapadığım gözlerimi araladığımda, "Abin ölsün mü? Adamlar abini vurmazsa, kızın nişanlısı vuracak! Ölsün mü abin? Biz seni okumaya gönderdik, sen saygısızlık mı okudun orada? Unuttun mu buraları kızım. Adamlar vursun mu abini ha!" dedi. Durakladım, gerçekten vuracaklarına inanmadığım için çenemi daha da kaldırıp başımı geriye attım.
"Yemezler baba, beni evlendirmek için başka bir numara çevirin! Bu devirde kan davası mı kaldı Alla'sen? Evlenmem!" dedim. Babam yakamı tutup beni kendine çekti. Yüzümü yüzüne yaklaştırdıktan sonra, "Atını satarım, seni de o cücük dediğin adama veririm. Sonra günde on posta dayak yer, hayvanlara bakar, on senede yedi sekiz bebek sahibi olursun. Ya adamın oğlunu alır gül gibi yaşarsın ya da hayatın zehir olur." diyerek yakamı bırakınca yere düştüm. Dizlerim acısa da ellerimi yere koyup gözlerimi zorlayan yaşlara direnerek yine çenemi kaldırdım. İnat da benim murat da...
"Nah evlenirim!"
Babam odadan çıkıp gitmişti ama annem hala bir kenardan bana bakıyordu. Kocası çıktıktan sonra kapıyı kapatıp yavaşça yanıma geldi. Elini geriye atıp bana ilk tokadını attığında gözümden bir damla yaş süzüldü. Elimi yüzüme götürüp yanan yere koyduktan sonra çenemi gevşetip, "Evlenmiyorum!" diye cırladım hıçkırırken.
"Evleniyorsun, hem de akşama kınan var!" dedikten sonra kapıdan çıkıp gitti. Kapı açık kalmıştı. Koşturup çıkacağım sırada Ayşe Yengem önüme çıkıp sırıttı.
"Demek evlenmiyorsun? Akşama kınan, yarına düğünün var!"
Kapıyı kapatıp gittikten sonra deli gibi çantamı karıştırıp bulduğum telefonuma sarıldım. Elim titreyerek arkadaşlarımı aramaya başladım. İspir'in numarasını bulduğumda kapı yeniden açılmıştı. Ayşe Yengem elimden telefonumu çekip aldı ve ona uzanmak isterken beni omzumdan itip çıktı gitti.
"Evlenmiyorum işte, evlenmiyorum!" diye mırıldansam da sağlam bir plana ihtiyacım olduğunu biliyordum. Bir süre sonra kaçış planları yapmaya başladım ama hiç birinin işe yaramayacağı belliydi. Ağlaya ağlaya gözlerimi kaç çanağına çevirdikten sonra uslanmış gibi durmanın düşünmem için bana zaman kazandıracağını anlamıştım. Gözlerimi silip kapıya gittikten sonra, içeriye seslendim.
"Tamam evleniyorum be!" demem hazırlıklar için bu anı bekliyormuş gibi anında kapımda biten yengelerim ile ödüllendirilmişti.
"Sonunda yola geleceğini biliyorduk." diyen Ayşe'ye daha bir bilenirken, abime yakın zamanda başka bir karı bulmaya yeminler ediyordum. Görürdü o!
"Yeni gelin gibi süzülmesene Nazar." dedikten sonra lüzumsuz kahkahasını savurup, "Ay sen yeni gelindin değil mi zaten!" diyen Ayşe Nazar'ın elinden aldığı bohçayı önüme koyduktan sonra açık perdemi kapatmak için ilerledi. Güneşin son ışıklarını da perdeyle kesip odadan sonra hayatımı da karartmak için girişimlerine başladı.
***
Etrafımda dönüp duran, inatla ''Kınayı getir aney,'' diyerek beni ağlatmaya çalışan kızlara ve dönerken beni dürtüp ''Ağlasana mendeburun gızı!'' diyen yarım dünya ederinde hacmiyle Ayşe ile yarışan komşulara inat başımı eğdim. Ellerimi yüzüme kapatıp onlar ağladığımı düşünsün diye avuç içimdeki uzun hayat çizgimi inceleme altına aldım. Arada bir omuzlarımı titretip başımdaki örtünün sarsılmasını sağlarken üzerimdeki bindallının tenimde oluşturduğu o kaşıntı hissiyle deliriyordum.
Neymiş efendim, berdellenmişim. ''Lan ben dellenmişim, ne berdeli? Siz yanlış duymuşsunuz!'' diyeceğim ama anlayacaklar mı, hayır! Kız kınası dediler, zorla allı pullu giydirip saçımı da yaka yaka şekle sokmaya çalıştılar. İstanbul'daki kuaförüm saçımın bu halini görse, kendini yere atar ve ''Vış, Aneyyy! Getti, getti...'' diye ağıtlar yakardı. Yakardı da bir halta yaramazdı.
Ben ağıtlar yaktım, ağladım da ne oldu! Al işte! Kendimi kına gecemde ''Lan kimle evleniyorum, bari yüzünü göreydim!'' derken buldum.
Gecenin ilerleyen saatlerinde odama çekildiğimde, hala havaya ateş edip öküz gibi böğüren abilerimin sesini duyuyordum. Ellerime yakılan kınadan kurtulmak için yaptığım girişimler inatla bir gardiyan gibi başımda dikilen Ayşe tarafından engellenmişti. Üzerimdeki bindallıdan kurtulup pijamalarıma kavuştuktan sonra yatağıma uzandığım. Kapı yine üzerime kilitlenmiş bana da tavanı izleyip düşünmek kalmıştı. Gece saat üç gibi kapım açıldığında yolgeçen hanından hallice odama giren kişinin Müge olması yüzümü gülümsetmişti. Bana acıyıp kaçmama yardım edeceğini düşünürken dolabımı açıp kıyafetlerime uzanınca daha bir hevesle yataktan doğruldum.
"Uyanıksın, bu iyi oldu. Baban çağırıyor çabuk giyin." deyip üzerime giymem için pantolon ve bluz fırlatınca çiftliğe gideceğimizi anlamıştım. Ne olabileceğini düşünürken kıyafetleri giymeye başladım. Sorsam da bu günkü yaygaramdan sonra benimle konuşmayı kesen Müge'den cevap alamayacağımın farkındaydım. Üzerimi giyindikten ve kınadan kurtulduktan sonra kapının önüne hazır edilmiş botlarımı giydim. Bahçede hazır edilmiş arabaya doğru yürürken babamın ve Asım Abimin çoktan hazır beni beklediğini görünce adımlarımı hızlandırdım. Arabanın arka kapısını açıp yerleştikten sonra konağın penceresinden bana bakan Ayşe'ye hareket çekmek istesem de başımı çevirmekten öteye gidemedim.
Yol boyunca ağızlarını bıçak açmadığı için sesimi çıkartmadan Midyat'a bir saat kadar uzakta olan çiftliğe gidene kadar boş tarlaları izlemeye devam ettim. Karanlıkta bir şey göremediğim için bir süre sonra sıkılıp gözlerimi kapayarak uyuyor numarası yapmaya başladım, böyle bir günde uyuyacak kadar geniş bir kişilik değildim ama beni zerre kadar tanımayan ailem bunu bilmediği için sorun yoktu.
Abim, "Kendini harap etti. Söylemediniz mi baba." dediğinde dikkat kesilsem de gözlerimi açmadım.
"Söyledik ama dinlemiyor. Bolat'ın hayta oğlu da kıyameti kopartmış ama o da mecbur. Güzide'yi onun oğluna vermezsem Bekir'e vermek zorunda kalırız. Üçüncü karı olacağına gitsin yaşıtına karılık yapsın. Hem rahat, hem de o bayıldığı okuluna devam eder."
"Kemal de tam kaçıracak kızı buldu. Durdu durdu, gitti kocaman Almanya'da Bekir'in kızını buldu. Gerçi alnında yazmıyor kızın ama yaptığı hareketin cezası bizi buldu. Gel izin verelim Bekir Kemal'i Bolat da Abdullah'ı vursun. Bacım da okulunu okusun, sonuçta onun suçu yok."
"Dellendirme beni Asım, kız evde kalacak geldi otuzuna! Bu bahaneyle evlensin. Yarın bir gün ölürsem gözüm arkada kalmaz."
"Allah gecinden versin baba."
"Sus sus, karı gibi başladın yine. Nasıl gidiyormuş doğum? Baytar gelmemiş mi daha?"
"Baba adam evinde yok. Telefonlara da cevap vermiyor. Cankız sıkıntılıymış. Bizim deli kız bu işi yapabilir mi dersin?"
"O kadar okudu, bir atı da doğurtur herhalde!" dediğinde dayanamadım.
"Baba doktor oluyorum ben, veteriner değil!" diyerek lafa karışınca aynadan bana ters bir bakış attıktan sonra, "Elimizdeki tek doktor sensin. Hayvan gibi adamlara bakacağına azıcık da babanın atına bak!" diyen babama diyecek cevabım yoktu. Ben atın anatomisini nereden bilecektim ki?
Araba durana kadar ne yapacağımı düşünürken esas sorunumdan uzaklaşmış, kara kara atı nasıl doğurtacağımı düşünüyordum. Çiftliğe girip atların olduğu tarafa vardığımızda babam yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle hepimizden önce bölmelere doğru hızla ilerlemeye başladı. Onun ardından giden abimi yavaşça takip ediyordum. İçeri gittiğimizde birisi çoktan eline eldiveni giymişti. İşin bana kalmayacağını anlayınca kendimi dışarı atmak için döndüm ama elinde eldiven olan kişinin Ersin olduğunu fark ettiğimde başımı öyle bir hızla geri çevirdim ki acayip bir çıtırtı çıktı.
"Damat ellerine sağlık, sana da rahatsızlık verdik." diyen babama saftirik bir gülüş savurdum. Şimdi beni verdikleri adam Ersin miydi?
"Really?" diye sırıtırken abim bana döndü.
"Bu da bizim doktor olacak olan kız." demesi ise ayrı bir neşe kaynağı olmuştu çünkü alttan alttan okuluma devam edeceğimi söylüyordu.
Ersin başını kaldırıp bana bakınca sırıttım ve ona göz kırptım. Beni süzdükten sonra elindeki eldivenlerden kurtulup, "Doğuma var daha, Cankız da iyi. Verdiğim ilaç ile bir süre bu şekilde olması normal. Sizin veteriner gelene kadar yapacağınız tek şey onu sıcak tutmak olacaktır." dedikten sonra beni bir süzdükten sonra kasını çattı. Babama geri dönüp, "İzninizle kızınızla biraz konuşabilir miyim?" dedi.
Babam bir ona bir de bana baktıktan sonra, "Gözümüz üstünüzde!" bakışı ile gerileyip dışarı çıktı. Sigarasını yakarken uzaklaşıp çalışanlarla konuşmaya başladı.
"Bak tuhaf bir durum olduğunun farkındayım ama evleneceğim kişinin sen olduğunu bilmiyordum. Sabahtan beri ortalığı yıktım boş yere. Seninle bir anlaşma yapalım mı ne dersin? Evlenip kendi hayatlarımıza bakalım, ne sen bana karış ne ben sana. Sadece aynı evde yaşayan arkadaşlar gibi oluruz?" dediğimde gülümsedi.
"Hiç bir şekilde karışmayacağız yani?"
"Aynen öyle! Özel hayata müdahale yok!" dediğimde elini uzattı. Babam ve abimin ters bakışlarına aldırmadan kısa bir an elini tutup geri bıraktım. Babamların yanına döndüğümde yüzümdeki gülümsemeyi toplayamıyordum.
"Ne o kız? Adamı görünce neşen yerine geldi." diyen abime sanki ilk defa erkek görmüş dağda yaşayan bir kız edasıyla, "Abi adam ne yakışıklı görmüyor musun? Hem bizim okulda o! Onu yıllardır seviyordum ama size söyleyemiyordum. Size ne kadar teşekkür etsem az!" dediğimde öksürüp ciddileşti.
"Sus kız utanmaz. Bir ayar veremedin şu diline yıllardır. Kocan verecek ama ayarı. Onda o ışığı gördüm ben. Harbi delikanlı!" dediğinde dudağımdan bir kıkırtı kaçtı.
Ersin mi delikanlıydı? En son görüştüğümüzde olanları hatırlayınca bir iki kıkırtı daha kaçırdım dudaklarımdan.
Ersin ve delikanlı ha!