Abimin dediği aracı ve önünde bekleyip sabırsızca sağa sola adımlar atan Mahmut'u görüyordum ama yanına gitmek şöyle dursun, kaçmamak için bile epeyce çaba sarf etmem gerekiyordu. İstanbul'dayken iş kolaydı, kalabalık arasında kaynar, çarçabuk sıvışır hatta bir taksiye atlardım. O, daha evi arayıp beni bulamadığını söyleyemeden kapıdan girmiş olurdum ama burası Mardin'di ve hava alanı küçük, inen yolcu sayısı az, aralarına karışabileceğim bir kalabalık ise ne yazık ki yoktu.
Gözlerim kapı, Mahmut, adeta babasının malı gibi rahatça yaslanıp sigara içtiği cip arasında gidip geliyordu. Ne zaman sigaraya başladığını bilemiyordum ama kokusundan zaten sinir olduğum sigara onun elinde daha bir iğreti geliyordu gözlerime. Yüzümü onun tek kaşlı, zayıflıktan yanaklarındaki kemikleri derisini gidecekmiş gibi sivrice sırıtan yüzünden ve o acayip kesimli tıraşından aceleyle ayırsam, yolculuk sebebiyle zaten bulanmaya yer arayan midem için iyi olacaktı.
Mahmut, benden bir yaş küçüktü ve şu haliyle benden on yaş daha büyük gözüküyordu. Hiç evlenilesi bir havası yoktu. Evlenecek birini aradığımdan değil elbette bu cümlelerim, adam benimle altı yaşından beri evlenmek istediğinden...
Beni, her kuytuda sıkıştırıp kaçalım deyişinde, nişanlı olduğumu bahane edip ondan sıyrılıyordum. Onu sevmediğimi, salak bir takıntılı olduğunu söylemek de ayrıca yürek istiyordu. İstanbul'dayken adetleri unutmak, estiği gibi davranmak kolaydı ancak memleket rüzgarı sıcaklığı ile yüzümü yalayıp geçer, kokusu ciğerime dolarken nasıl unutabilirim ki başıma gelebilecekleri!
Şimdi bu salağın yanına gitsem, millet içinde saçma bir hareket yapacak sonra niyetleri yoksa bile beni kesin öldürecekler. Geceden bu yana içtiğim kahveler beynime etki etmiş olmalı çünkü artık avluda kurşunlanma gibi bir olasılığım olmadığını biliyorum. En azından abimin düğünü süresinde böyle bir şeye cesaret edemezler değil mi?
Şimdilik tek derdim Mahmut'tan kurtulmak olmalı. Biri bizi yan yana görmeden, nişanlı olmadığımı ve artık ona ait olduğumu düşünen Mahmut ile arama yaklaşık yarım saatlik mesafe koymak ilk görevim! Ya Allah tarafından platonizm kuyusunun en dibindeki karanlık sularda yüzdüğünü anlayıp insanca kabullenmesini beklemek de bir seçenek ancak ben malımı bilirim; can çıkar huy çıkmaz, diye bir tabir var ki boşa olmadığını da bilirim.
"Peri anne de buralardaymış..."
Rüyanızda size biri seslenir ama tam o sırada ya yüksek bir binanın çatısından düştüğünüz için beyninizin tek algıladığı ses şiddetli rüzgar uğultusudur ya da birisi boğazınıza çöktüğü için nefes alıp cevap veremiyorsunuzdur. Ses hafiften tanıdıktı ama kimdi anlamamıştım çünkü seri panik ataklar geçirip, seri katil ustalığında acayip planlar yapıyordum.
İkinci seslenişinde gözlerimi kırpıştırıp arkamı döndüğümde çantamda gezen zavallı gözlüklerimin hangi göze atılı olduğunu anımsamayı çok istiyordum çünkü karşımdaki şey, itina ile incelenmesi gereken bir erkek cinsi hatta abartısız bir uzaylı cinsi örneği bile olabilirdi. Uzaylı deyince aklınıza eklem bacaklıgiller ya da o sülük gibi çirkin şeyler gelmesin, vebalinin altından ne siz ne ben kalkamayız. Bu bildiğiniz ya da okumadığınız için bilemediğiniz fantastik kitaplardaki muhteşem uzaylı cinsi örneğine benziyor. Duruşunu bilemem ama yürüyüşü, üzerindeki takımın adama tam uyuşu, gözlerine vuran ilahi ışık...
"Güzide sen ne arıyorsun burada?" deyişi bile ayrı hoştu. Bir saniye, deminden beri bu şey, ay erkek cinsi mükemmel varlık benimle konuşuyor değil mi? Adımı zikretmesi bir şey değil, isterse eline tesbih alıp başını sallayarak bile zikreder, yanına birkaç mürid de eklerim takılırlar ama sesini niye yükseltiyor bu kadar! Maho alarmı var yani; ayıp, günah, haram, yasak, illegal ve mütemadiyen durdurulası bir eylem yani.
"Sussana fark edecek beni. Sen kimsin?"
Yanıma yaklaştıkça güneş ışığı huzmesinden ayrılıp ilahiliğine veda eden şeyin bir kaç adım daha yaklaşmasıyla gözlerimi kırpıştırdım. Karıncalı tv'de görüntü seçmeye çalışan doksanlık nene gibi başımı gereğinden fazla sola eğerek değişik bir açıyla girdim. Görüntü birkaç kırpıştırma sonrası retinamdan onay aldığında tüm heyecanım sonuna kadar şişirme hevesiyle üflediğim bir balonun elimden kaçışını birebir kopyalayarak toz oldu! O şey Ersin'di. Benim kankim Armi'nin kankisi, İspir'in gay diye güvenip bacısı teslim ettiği züppe! Zavallı hayallerim, umutlarım ve yüreğimde filizlenmeden ölen heyecan kıpırtılarım! Hayaller pert, hayatlar haşat! Bir insanın ya hayalleri umut vaad etmeli ya da hayatı, benim ikisinde de hayır yok gördüğünüz gibi.
O değil de Armi bile evlendi ve hayatının aşkını buldu. Pardon "bile" kelimesi az ayarsız oldu; kıskançlıktan sanırım, idare ediverin. Armi neyse; kız alımlı, güzel, ekstra güzel de o kıvırcık Merinos bile Burak'ı kaptı ya, yanarım ona yanarım! Ben de kırk yılın başında iki hayal kurarım, onda da hayallerimin erkeği gay Ersin çıkar. Bahtsız bedevi beni görse; "Yarabbi şükür halime!" derdi sanırım.
"Kızım dilini mi yuttun? Sana sesleniyorum, merkeze gidiyorsan arabam hazır. Bırakabiliriz seni de. Boşuna taksi parası verme."
"Ben taksiyle gitmiyorum ki..." sözcükleri dikkatsizce dudağımdan dökülür dökülmez halimden ne çıkarım yaptıysa atıldı.
"Minibüslerde bu sıcakta sucuk gibi olursun. Gel hadi, yemem korkma."
Ayy, bir de minibüs diyor uyuz. Laf çakmamak elde mi? Ayakta bile değil valla.
"Gerek yok. Bizim şoför çoktandır bekliyor zaten. İstersen bırakabiliriz!" dedikten sonra çenemin ucuyla yere tükürüp ayağı ile marifetini yere yayan pislik Maho'ya döndüm ama "İşte bu..." dedikten sonra cümlemin devamında parmağımı hafifçe kaydırıp soldaki lüks spor aracı işaret ettim. Önünde de şoför diyebileceğim ayarda usturuplu bir abimiz olması günün ilk şans pırıltısıydı.
"Tamam, o halde siz beni bırakın."
Ersin'in ciddi ciddi tanımadığım araca doğru yürümesi ile peşinden koşturup koluna yapıştım. Ersin refleksle dirseğini çeneme geçirdi. Çenem bir tur atıp yerine otururken dengemi kaybettim. Yere serilmeden önce beni tutup desteklerken "Nasılsın?" diye sorması "Bir şeyin var mı?" demesi kadar canımı sıkıyordu ama an itibariyle zavallı çenem her şeyden öncelikli olduğu için elimi çeneme atıp sağa sola hareket ettirmeye çalışıyordum. Ağrı bana bir morluğun ufukta olduğunu söylüyordu.
"Bir doktora görünsem iyi olacak," diyebildiğimde bana destek olup yürütmeye çalışsa da başarılı olamadı çünkü tasmasına asılıp çekiştirilmeye çalışan bir pitbul gibi inatla ayak diretiyordum.
"Şoför görürse evdekilere haber verir. Evdekiler öğrenirse telaş yapar ve seni birkaç yerinden vurur ve şu an silahlarını görmeye hazır değilim."
Tane tane, yavaş yavaş söylediğim cümlelerden sonra anlayışla başını sallayıp yanımıza gelen adamla konuşmak için ayaklandı. Adam bir bana bir de Ersin'e bakıp hafifçe eğilerek X-files dizisindeki ajanlar gibi ciddi bir havayla konuşmaya başladı. Kısa bir süre konuştuktan sonra Ersin'in bana bakışında tuhaf bir pırıltı belirdi. Adam arkasını dönüp giderken yanıma döndü ve "Benim küçük bir işim çıktı. Şoför sana yardımcı olacaktır." diyerek çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Onun kapıdan çıkışını izlerken ayaklanıp neden böyle tutarsız hareket ettiğini çözmeye çalışırken jeton düştü.
O bir Gaydi. Tercihinin öğrenilmesi buralarda ölüm sebebiydi. Belki de sevgilisi ile buluşmak için şoförünü ekmeye çalışıyordu ve ben de ona istediği fırsatı vermiştim. Yanıma geri dönen şoförün elinde tuttuğu büyükçe eşarbı başıma ve omzuma sardığımda turuncu saçlarımdan kurtulmuş, çantamdan çıkarttığım gözlüğümü taktığımda da birazcık fark edilmez olmuştum.
"Hanımım." diyerek kolunu uzatan adamın yardımıyla yerimden doğrulurken ne kadar iri olduğunu fark ettim. Bu adam Maho'yu bir dövse benim de yıllardır üzülen yüreğimin bir nefes alırdı. Çok değil birazcık yumruklasa yeterdi! Çekirdek çitleyerek izlemek ne keyifli olurdu.
"Abi, ben gelemem. Çok korkuyorum."
Omuzlarımı titretip ağlama numarası yaparken adamcağızın değişen yüzünü çaktırmadan izliyordum ve işe yaradığını gördüğüm an "Neden korkuyorsun?" sorusunu cevapladım.
"Şu tipsiz adam bana musallat oldu. Sürekli laf atıyor, taciz ediyor. Şimdi de kaçırmak için bekliyor. Bıktım valla. Evdekiler duyarsa beni bununla beraber vururlar. Benim günahım ne Ya'rabbim?"
Ellerim havada yakarışımı tamamlamadan adam kocaman adımlarla kapıdan çıkıp Maho'nun üzerine atıldı ve kafasını babamın cipine vura vura büyük ihtimal beynini kanattı ama üzüldüm mü, ne münasebet! Aksine çok müteşekkir oldum, sevindim, havaya girip ıslık bile çaldım. Maho bir sürü küfür edip alnını silerek tırsak hareketlerle yol alırken sevinçle elimdeki mavi örtüyü sallıyordum. Çevrede az kişinin oluşu ise bu günkü ikinci şans alametimdi.
"Tamam, bir daha yaklaşamaz size. Ersin ağama deseydiniz keşke."
"Ay ellerin dert görmesin abi. Ona gerek kalmadı işte, hem sen de gayet güzel dövdün ırz düşmanını. Neyse görüşürüz abi." diyerek valizimi koyup, sinirden unuttuğum yere yürüdüm.
"Olur mu hanımım, ben bırakayım." diyen adama ters bir bakış atıp sonra nerede olduğumuzu anımsayınca anlamsız bir gülüşe dönüştürdüm.
"Abim gerek yok. Bak araba burada, anahtar da yere düşmüş. Ben giderim." dedim. Adam inat, ben inat, kavga etmeye ramak kala Kemal abim girişte gözüktü.
"Deli kız!" dediğinde adamın yakasını bırakıp abime doğru koşturdum.
"Çenene ne oldu kızım?"
Ellerim çeneme giderken, "Sakarlık işte abim, uçak tam durmadan inmeye kalktım ondan oldu." diye imkânsız bir yalan söylerken Kemal abimin bana inanacağını biliyordum. Abim yükseklik korkusu yüzünden mesafe ne kadar uzak olursa olsun karayolu tercih eden bir kişilikti.
"Geçmiş olsun bakalım. O adam kimdi?"
"Ay abim, bacısı kaçmış evden. Adam kızını bulursa öldüreceği için çok kötüydü. Ben de moral aşılıyordum. Kız kaçmamıştır, kesin öldürülmüştür ya da kaybolmuştur dedim ama pek işe yaramadı."
"Sus kız, yine başlama. Zaten işim başımı aşmış! Yürü şu arabaya. Salak Mahmut'u gönderdik birinden dayağı yemiş kaçmış bir de adamı dövün, diye bize şikâyet ediyor yüreksiz. Hem yüreksiz hem de bileksiz."
"Abi anahtar bende yerde buldum. Arabanın yanında bekle bekle kimse gelmeyince cebime koyup içeri girdim."
"Mahmut arayalı iki dakika oluyor ne ara bekledin kız? Yoksa burada değil miydi?"
"Bu sıcakta iki dakika iki asır gibi abi ya. Çillerim yeterince fazla zaten kanser mi olayım bir de!"
"Tamam tamam. Uçak rötar mı yaptı, neden geciktin?"
Arabaya binerken elimi çenemden çekip karnıma götürdüm. Abim valizi alıp arkaya salladıktan sonra "Öküz var mübarek!" diye söylenerek koltuğa yerleşti. Koltuğu geriye iterken, "Kitap var, sınavlar yakın ya fırsat buldukça çalışırım dedim." diyerek lafı dolandırmaya başladım.
Abim beni yol boyunca suskunca dinleyip tek bir fırça atmadan aracı kullanınca eve kadar şuursuzca konuştum durdum. Evin önünde durduğumuzda kapının sonuna kadar açık, herkesin sağa sola koşturuyor olduğunu görünce bir heves araçtan atladım. Sonra abimin bir kere bile bana sarılmadığı, hoş geldin demediği aklıma gelince durakladım. Araçtan inip yanıma geldiğinde yüzü son derece ciddiydi.
"Abi yoksa..." dedim ama cümlenin devamını getirmeden önce bir kız atıldı.
"Sonunda gelin de geldi!"