Her şey deli bir hızla olup bitti. Bir sürü yaygaranın ardından evlendim.
Düğün günü sürekli Ersin ile bakışıp durduğumuz için millet gerçekten de birbirimize aşık olduğumuzu düşünmeye başlamıştı. Bakışlarımızın altındaki imalı sözcükleri anlayan olmaması bir yana gözlerimizin sürekli takılıp durması ara sıra beni de rahatsız etmeye başlamıştı. Bir kafede otururken yan masada sizi süzen adamın bakışları gibi değildi Ersin'in bakışları, daha çok barda on tekila shotladıktan sonra kafası güzelken kızları süzen bir çapkın gibiydi.
Nikâh kıyılırken dilinin hafif peltek olduğunu fark ettiğimde ayağına ökçemi gömmem de tam bu sebeptendi. Topuğum parmaklarını ezmesine rağmen başını hafifçe yana eğip hiç acı belirti göstermeden sırıtması beni daha da sinir etmişti. Eğilip, ayağımdaki topukluyu çıkartarak bahçedeki misafirlere aldırmadan pekmezini dökmek istiyordum. Dudaklarımı sinirle ısırıp etrafımı süzerken bizimkilerin de ondan farksız olduğunu görünce rahat bir nefes aldım. Hepsi çakırkeyif olmuş ve yıllardır bu anı bekliyormuş gibi gözlerini dikmiş bize bakıyordu. İmzayı atarken fazla yavaş, evet derken böğüren Ersin'e inat kısık sesliydim. Onların da en az benim kadar stres olmasını istememin neresi yanlış ki?
Evlilik cüzdanını elime aldığımda ayaklanan Ersin, bir kez bile bakmadan erkeklerin olduğu tarafa giderken gece bitene kadar daha çok içeceğini anlamıştım. Ona daha çok sarhoş olup anlaşmayı dökülmeden önce ufak bir uyarı yapmam şart olmuştu. Kendim gidip söyleyemeyeceğim için ufaklıklardan birini kullanmaya karar verdim. Gözlerim, etrafı taradıktan sonra kendisine haber kuşu olarak yeğenim Nuray'ı kestirmişti. İstediğimi gidip söyleyemeyeceğim, Nuray'a da açık açık dillendiremeyeceğim için enigma tarafından çözümü imkânsız bir şifre oluşturmam şarttı. Şifreyi oluşturma konusunda dahi beynim zorlandığı için duraksayıp bir süre ellerini tuttuğum Nuray'ın boncuk gözlerine baktım. Sonra herkesin farklı anlamlar yükleyeceği dümdüz bir cümle söyledim. Kıskanç, seven imajı kazanmam aile baskımı da azaltırdı hiç olmazsa...
"Halam, Ersin eniştene de ki; Güzide Halam etrafa baktığını görürse gözünü oyacakmış. Bir kişiyle bile konuşmasın, benden başkası sesini bile duymasın."
Nuray, önce bir bana baktı. Sonra minik ellerini alnıma götürüp oradan heyecandan kızarmış yanaklarıma doğru indirdi. Bilmiş bir hareketle dudağını büzdü ve "Hala, elmalar yanmış!" dedi. Kıkırdayıp poposuna bir tane indirdiğimde de eteğini savurup erkeklerin olduğu tarafa doğru yavaş yavaş seğirtti. Hasta olduklarında kullandığım cümleleri bana kullanacak kadar büyümüştü kerata. Biraz daha büyüdüğünde onu da yanımıza istesem fena olmayacaktı. Şimdiden duru bir güzelliği vardı annesinin aksine. Buralarda isteyeni de çok olurdu. Başı yanmadan onu kurtarmalıydım. Nuray, Ersin ile konuşurken gözümü onlara dikmiştim. Ersin duyduklarından sonra başını kaldırıp sinirli bir bakış atsa da omuz silkip geçiştirdim. Ondan da korkacak değildim herhalde!
Ersin, ilerleyen saatlerde inadıma içmiş durmuştu ama ağzından tek kelime çıktığı yoktu. Çenesini kapalı tutup kendini ve beni rezil etmediği için kızmayı bıraktım. Dertliydi belli ki... Son görüşmemizi hatırlayınca onun için üzülmeye bile başladım.
***
;Armina'nın düğünündeydik. Onlar gittikten sonra bir süre daha kalmıştık. Ben kalmak istememiştim ama onun kuzenleri, İspir ve Püren ile döneceğim için mecburen ortama uyum sağlamaya çalışıyordum. Püren ortadan kaybolmuştu, İspir de onu aramak için gitmişti.
Kenarda ikram edilen şaraptan yudumlar alarak insanları izlerken yalpalayarak gelen sarhoş herifin teki, az kalsın üzerime düşecekti. Tam zamanında dibimde biten Ersin, kolumdan tutup beni kendisine çektiğinde onun hoş kokusu ve anlık kahraman karizması sebebiyle azıcık salaklaşmıştım. Daha öncesinde gay zannettiğimiz için ona karşı hissetmediğim çekimi, gay olmadığını öğrendikten sonra hissetmeye başlamam ise tam olarak vücut kimyasallarım ile alakalıydı biliyordum.
Okulda da böyle olmuştu. Beni öpmeden geri çekildiğinde hayal kırıklığı ile kalakalmıştım. Aynı olayın iki kere meydana gelmesi, kaderden başka bir şey olamazdı. Ona doğru çekilmekten kendimi alıkoyamıyordum. Düğün günü, sınırları zorlamış, tek bir güzel lafı yüzünden adamın beni öpmesini bekleyerek ona doğru uzanmıştım.
Sonuç olarak Ersin beni öpmemiş, nazikçe benden uzaklaşıp aslında bir gay olduğunu ve ikili ilişkilere sıcak bakmadığını söylemişti. Günlerce bana yalan söylediğini düşünsem de onu bir adamla sarılırken gördükten sonra sözlerinin gerçek olduğunu fark etmiştim.
Yalan söylemesi beni üzerdi, sanki evlenelim diye yakasına yapışacakmışım gibi beni başından atmak için gay olduğu yalanını söylemiş olsaydı onu mahvederdim. Gay olduğu için evlenelim diye yakasına yapışmıştım aksine! Bir anlık çekime kapılıp gevşemiş olabilirdim ama evlilikten korkan, uzak durmaya çalışan bir kişi varsa o da bendim. Ersin dümbeleği değil!
Günlerce Armi'ye bu rezilliğimi anlatmaya çalışmış ya onun tarafından ya da kendi mallığımı dillendirmeye çalışırken kafama vurup duran gururum yüzünden engellenmiştim. Bu sır, Ersin'in de istediği gibi aramızda kalmıştı.
***
Saatler ilerledikçe sıkılmış, yanıma gelip Ersin'in ne kadar yakışıklı olduğunu söyleyip duran Elif ve çetesiyle fazlaca bunalmıştım. Komşu kızı Elif, kısa boylu ve iri kahve gözlü bir kızdı ancak nişanlı olmasına rağmen gözleri diğer erkeklerde cirit atmaya devam ediyordu.
Arsızca Ersin'e bakışını gördüm. Rolümün hakkını yerine getirmek için "Oyarım o gözlerini!" diye fısıldadım.
"Abo, ateş bacayı sarmış!" diyerek gülmesi beni delirtmişti. Küçükken de sevmezdim bu kızın bazı hareketlerini, büyüyünce de değişen bir şey olmamıştı. O bacadan tepe aşağı sallandırıp saçlarını koyun kellesi gibi ütmek vardı ya, neyse sakinim!
Gelinliğim aceleyle bulunmuş ve üzerime inatla terziden çıkmış gibi oturmuştu. Kollarım altın bileziklerle dolmuştu, gerdanımdaki ağırlık yüzünden boyun fıtığı olabilirdim. Kaynanam ve kayın babam, bizimkilerle yarışa girmiş gibi beni kuyumcu dükkanına çevirmişlerdi. Kızlar beni kıskançlıkla inceleyip biraz daha boş çene yaptıktan sonra haset ve hasret ile okulum ve İstanbul hakkında bir sürü soru sokup beni lafa tutmuşlardı. Onlardan kurtulmak için yapacağım şey basitti. Ben de onu yaptım: Eteklerimi toplayıp oynayanların içine girdim. Nerede ve neden oynadığımı unutup kendimi müziğe verdim.
"Evlenmem!" diye önce ortalığı yıkıp, ardından dünden razı gibi göbek atmam kimsenin şüphelenmesine yol açmamış görünüyordu. Rolümü fazlaca abarttığımı biliyordum ama bu gün gerçekten benim için bir düğündü. Aile esaretinden, evlilik baskısından ve okula veda korkusundan kurtuluşumu kutluyor içten içe bayram ediyordum. Tüm bunların yanında kocamın bana bakmayacağını, el sürmeye bile kalkmayacağını bilmek ise aşırı derece keyifliydi.
Çevreden gelecek lafları önemsemeden kendimi oyuna öyle bir kaptırmıştım ki annem yanıma Müge yengemi gönderip beni çimdikletmişti. Çimdiği yedikten sonra daha oturaklı olsam da çevreye ışıltı saçtığım muhakkaktı. Saatler inadına geçmiyor gibiydi; uzadıkça uzuyor, beni saçlarıma gömülmüş ve erimiş bir sakız kadar rahatsız ediyordu.
Bir ara lavaboya gitmek için diğer gelin Nazar'ın ardından avludan eve geçmiştim. Eve girerken ayağım takıldı ve yere yapıştım. Müge Yengem beni kaldırırken gelinliğimi düzeltmeye başladım. Ayşe Yengem elinde bir avuç toprakla gelip ben, "Bir şeyim yok." demek için ağzımı açtığım sırada tüm toprağı sokuşturtu. Yere tükürmeye fırsat bulamadan bir kısmını ciğerime yolcu ettiğim için öksürük krizlerine girdim. Öksürerek tuvalete zorlukla girip musluğu açtım ve avuç avuç suyla topraktan kurtuldum. Ağzımdaki tüm topraktan kurtulmayı başardığımda tuvaletten çıkıp yengeme söylenmeye başlayacaktım. Ama önce neden böyle bir mallık yaptığını öğrenmek istiyordum. Elimi belime koyup, karşısına geçtiğimde anında savunmaya geçti.
"Nazar değdi! Ben de sana bakan kadının bastığı topraktan getirdim işte! Bıkaydım da ölse miydin? İyilik de yaramıyor haspaya." deyip çekip gitti. Arkasından "Sabır!" deyip zavallı gelinliğime bulaşan toz toprağı silkelerken Nazar yanıma geldi.
"Nazar değimiş-miş! Bu kadını bir yolacağım görecek nazar nasıl değiyormuş. Mahsus yapıyor deli. Ben biliyorum ama ona ne yapacağımı. Salak sanıyorlar ses etmiyorum diye. Düğün bitsin gösteririm ben ona." dediğinde gülümsedim. Ben gidecektim ama Nazar Kız, Ayşe'nin hakkından benim yerime de gelecekti. Kıza gülümseyip biraz konuştuktan sonra çok da boş olmadığını anlamış ve ön yargılarımın kamyondan düşen bir karpuz gibi parçalanışına sevinmiştim.
Nazar, benden geri kalmayacak derecede deliydi. O lavaboya girip çıktıktan sonra biraz daha muhabbet etmiştik. Muhabbet gereğinden fazla uzayınca annemin bizi dışarı çağırması için gönderdiği ve Kemal Abimin kaçırmış olduğu gelinle sonunda tanışabilmiştim.
Gün içinde öğrendiğim bilgiyi sindiremeden Alev'in gerçekten de isminin hakkını veren vişne rengi saçlarını gördüğümde dumur olmuş olmam kızı daha bir sevmeme yol açmıştı. Sevimliydi ve kesinlikle Kemal Abimle yakışıyorlardı. Düğün başladığından beri ne abim ne de onu görmemiştim ama saklanma sebepleri düğünün sonunda ortaya çıktı. Kızın babası düğüne gelip ortalığı karıştırdı ve bizim düğün yalan oldu. Babalar aralarında bu durumu daha önce konuşmuş olmalı ki hiç paniklemediler. Kemal Abim ve Alev ortadan kayboldu.
Bir ara Müge Yengem halime acıdı. Nikah yüzüklerim haricindeki tüm altınlardan kurtulmama yardım edip hepsini bir keseye doldurdu. Altınları ona emanet ettikten sonra biraz ferahlamıştım. Ersin yanıma geldiğinde ona kolayca ayak uydurmuştum. Elimi tutup beni arka bahçeye sürüklerken heyecandan tek kelime edemedim. Düğünüm aksiyon filmlerine dönmüştü. Hazır bekletilen araçlara bindirildik. Annem bana sarılıp kucağıma bir çanta yerleştirdi. Altınların çantada olduğunu söylediğinde başımı salladım. Kısacık sürede beni elli kere tembihlemeyi başarmış, benim de kimseyle vedalaşacak zamanım kalmamıştı. Biz, tek derdimizmiş gibi altınları konuşurken, Ersin annesiyle ve babasıyla kısaca vedalaştı. Ondan sonra Abdullah Abim tarafından jet hızıyla merkeze getirildik ve iki saat sonra kendimi İstanbul'da buldum.
Uçakta Ersin'le hiç konuşma fırsatımız olmadı çünkü öküz gibi uyudu! Sızdı demek daha doğru olur aslında! Ben de uykusuz olduğum için ona eşlik ettim haliyle ama ben onun aksine bir prenses gibi uyudum tabii... O uyurken dışarıyı izleyecek halim yoktu ya! Hem şehir ışıklarının da kaybolmasıyla seyirlik bir şey de kalmamıştı.
***
Gözlerimi çakan bir flaşla açtım. Daha ne olduğunu anlayamadan yaşlı bir amca elime bir fotoğraf tutuşturup çıkışa doğru ilerleyen diğer yolcuların peşinden yürümeye başlayınca gelmiş olduğumuzu fark ettim. Bir elimdeki resme bir de yanımda uyuyan öküze bakıp resmi ikiye katlatıp gerdanımdan içeri attım. Resimde çok şirin çıkmıştım ama onun için aynısı söyleyemeyecektim.
Omzundan dürtünce kendine gelir gibi oldu. Bir iki kez daha dürttüm ama ayılacak gibi gözükmüyordu. Gelinliğimi toplayıp önünden geçerek koridora çıkmaya çalıştım. Ben ondan sıyrılmaya çalışırken uyanıp aniden doğrulmaya çalışınca ayağım kaydı ve kucağına oturdum. Refleksle kollarını belime dolayıp gözlerini kırpıştırarak bana bakması çok sevimliydi ama kucağından kalkmak için kollarından sıyrılmama izin vermiyor oluşu can sıkıcıydı.
"Kendine gel! Belimi sıkıyorsun. Bırak da ineyim." diye fısıldayıp kucağından kalkmak için ikinci kez hareketlendiğimde tepemizden bir kıkırtı duymam ile yüzüm kızardı.
"Efendim, iniş yaptık. Uçakta sizden başka yolcu kalmadı."
Kıza utangaç bir bakış atıp ayaklandım. Ersin'in de elinden çekip ayağa kalmasına yardım ettikten sonra kaval kemiğine küçük bir tekme attım. Tekme canını yakınca kaşını çatsa da kendine geldiği gözlerinden anlaşılıyordu. Hafifçe yalpalayıp ayaklandıktan sonra yürümeye başlayınca sabır dilenerek seslendim.
"Evlendiğim gün bana valiz taşıtacak değilsin herhalde!" dediğimde arkasını dönüp gülümsedi.
"Aynen öyle yapacağım."