Hava alanından eve giderken arka koltukta sızmış Ersin'in içki kokan nefesinden uzaklaşmaya çalışıyordum. Ben uzaklaştıkça o bana doğru bilinçsizce sokuluyordu ve sonunda sağ kapıyla sevişmeye başlamıştım. Cam, dışarıdan bakanlar için dantel dolu bir araç görüntüsü çizebilirdi, içinde olduğumuz araç siyah filmle kaplı olmasaydı.
Ersin'den uzaklaşmamın hemen ardından bana doğru yeniden kaydığında başımı geriye atıp dantellerle boğuşmaya ve kendime rahat bir köşe aranmaya devam ettim. Bulamayınca önden bizi süzen adama derin bir nefes alıp vererek bana yapışıp duran sarhoşu işaret ettim.
"Sen buraya, ben oraya..."
Anlamadığı boş gözlerinden belli oluyordu. Elimi terden enseme yapışan saçlarıma götürüp geri çektikten sonra sabırsızlıkla belki de gereğinden yüksek bir sesle aracı süren adam döndüm.
"Sağa çek hemen."
Adam ne olduğunu anlamamış bir şekilde bana bakıyordu. Aynadan kalın kaşları altında duran boncuk siyah gözleriyle kesiştiğimde beklemekten sıkılarak hırlar gibi bir ses çıkarttım.
"Sağa çek hemen dedim!"
Sesimdeki emri duymazdan gelerek aracı kullanmaya devam etmesi ve yanında oturan ikinci karakaşın da bana gülmesi sinirlerimi zorluyordu. Ersin tekrar üzerime gelip burnunu boynuma gömdüğünde başını iki elimle birlikte tutarak diğer cama doğru sert bir şekilde ittim. Bu yaptığım, onun ağır bedenini benden biraz uzaklaştırmakla işe yaramıştı. Camı açıp serin havadan faydalanmaya çalışırken elini gelinliğimin üzerinden bacağımda hissettiğimde başımı çevirmeden ittirdim. Daha evleneli saatler olmuştu ve durumum içler acısıydı. Sarhoş, gay ve ayı gibi ağır bir öküz tarafından sıkıştırılıp suyum çıkarılmak üzere arka koltuğa atılmıştım. Özgür olacağımı sanıyordum ama yanılmıştım. İki öküz biz iner inmez bizi karşılamış ve Ersin'in nerede olduğunu bilmediğim evine götürmek üzere beni buraya mahkum etmişlerdi.
Cidden yayılmaya çıkan öküz gibilerdi. Araca bindiğimizden beri dürüm yiyorlardı. Sıkışık trafik, ağır ağır ilerlememiz, dur-kalklar beni bezdirmişti. Yol uzadıkça uzuyor, eziyet devam ediyordu. Bizi eve bıraktıktan sonra gideceklerini kendime hatırlatıp sakin kalmaya çalışıyordum ama bu kez de kocam olacak ayı ayarımı bozuyordu.
Nefret ettiğim birçok şey vardı. Tahammül edemediğim, gördüğümde delirdiğim bazı salak hareketler ve duyduğumda sinirimi bozan sesler... Mesela şu an önde oturan herifin araçta yemek yerken çıkardığı tuhaf homurdanma, çiğneme sesleri ağız şapırtıları... Arabayı süren diğer herifin arada burnunu çekip durması, bir türlü peçete kullanmaması ve arada hapşırması... O her hapşırdığında kendimi daha çok hasta olmuş hissediyordum. Ersin'in alkol kokusu hepsinin üzerine ayarsızca serpilmiş baharat tadındaydı.
Tekrar şansını denemek istiyordum ama faydasız olacak boş bir girişime daha girmek beni daha çok yıpratacaktı. İki saat boyunca, tam iki saat boyunca sabır dilenmek, katil olmadan eve varırsak adak kesmekten tutun da şükür namazı kılmaya kadar geniş yelpazeli bir yakarış seansı geçirdikten sonra ayaklarım taşına kurban olduğumun şehrine bir kez daha değdi.
Araç durur durmaz öyle bir hızla kapıyı açıp kendimi dışarı atmıştım ki durmaya yakın yine üzerime çullanmış olan Ersin, dengesiz duran bir un çuvalı gibi hantalca koltuğa devrilmişti. Yere düşmüş olmayı başarsaydı, onu tekmelemekten zevk alabilecek kadar sadist duygular beslemeye başlamıştım. Onu süzmeyi bırakıp geldiğimiz yeri incelemek için bakışlarımı etrafta dolandırdım. Karanlıktan pek fark edemesem de Büyük bir yapının önünde olduğumuzu fark ediliyordu. Evi incelemeyi sonraya bırakıp araçtan indim. Başka seçeneğim olmadığı için valizleri ve çantaları yüklenmiş olan adamları takip ettim.
Eve onların ardından girdikten sonra ufak bir ıslık çalmak istemiştim. Ev, ev değildi. Bizim konak Kıbrıs'sa bu ev Türkiye'ydi!
"Ey güzel memleketim." diyerek içeriden gözlerimi gezdirdim ve sonunda koşturarak başındaki örtüyü düzelten bir kadın gelene kadar "vay vay vay." diyerek eşyaları inceledim.
Görmemiş gibi davranıyordum ama zengin doğanlardan değildim. Ailem hiç eşyayı önemsememişti. Sonradan görenler gibi parayı görünce lüks hayat yaşamak yerine aileden kalan eski konağı tadilat yaptırmakla yetinmiş ve içine klasik ve fazlasıyla gerekli eşyalar doldurmuştu. Midyat'ta sahip olduğumuz en lüks şey mutfakta duran buzdolaplarıydı. Annem yemek konusunda oldukça titiz ve maharetliydi. Ev kalabalık olunca çifte dolap ve ekstradan bir dondurucu kullanmak lüksten çok ihtiyaç oluyordu. Adım attığım ev ufak bir saraydı ve bir servete mal olduğu belli oluyordu. Abartılı tepkimin sebebi ise Ersin'in bir başına bu evde yaşıyor oluşuydu.
"İyi geceler, kusura bakmayın biz sizi yarın beklediğimiz için uyumuştuk. Ersin Bey yok mu?"
Kadın kendini toplamayı bitirmiş hazır olda benim sesimi duymayı bekliyordu ama Ersin deyince evin getirdiği ufak heyecan uçup gitmişti. Dudağımı büzüp sanki evlendiği gece kocasını koynuna almayı beklerken hüsrana uğramış bir eş gibi buruk bir ses tonu tutturmayı umdum.
"Arabada, biraz içti ve şimdi de sızmış durumda. Uyandırmaya kıyamadım ama..."
"Güzel hanımım sen üzülme. Benim herif onu şimdi içeri taşır." diyen kadın içerden çıkan orta yaşlı adama yaklaştı. Adama kocacığımı arabadan çıkartmada yardım etmesini söylerken valizleri bilmediğim bir odaya bırakan başına buyruk öküzler de geri gelmişti.
"Başka bir isteğiniz yoksa ağamı bırakıp gidelim." dediklerinde defolun demek istemiştim ama lanet şeytanlarım onların da azıcık sıkılmasını istiyordu.
"Onu odaya çıkarttıktan sonra bekleyin." diyerek baş belası gelindiğimi topladım. Bana dönen kadın eşini göndermiş hafif tedirgin gülümsemesiyle yüzüme emir bekler gibi bakıyordu. Ona iş buyurmak falan istediğim yoktu ama nereye gideceğimi bilmiyordum. Ağa karısı olduğumu sandıkları için davranışlarımı da ona göre ayarlamam gerektiğinin farkına varınca toparlandım. Odasına gidip uykusuna devam etmesini söylemek istesem de ona küçük bir görev vermekten başka çarem yoktu. Önce tanışmamız gerektiğini fark etmem seslenmek için düşünüp ismini hatırlayamadığım ana denk geldiğinde elimi yine enseme götürüp bozulan bir bukleyi avucuma aldım.
"Ben Güzide ve sen?" dediğimde kadın atıldı.
"Menekşe! Kocam da Burhan!"
Gecenin o saatinde yatağından sese uyanmamış gibi, paniklememiş gibi, her gün eve birileri pata küte dalıyor gibi... Şen, neşeli ve halinden memnun hali beni gülümsetmiş ancak yorgunluk yüzünden gülümsemem kısa sürmüştü. Kendimi leş gibi hissediyordum.
"Tanıştığımıza sevindim. Şimdi ufak bir konuşma yapalım, baştan anlaşalım. Aramızda sonradan bir tatsızlık çıksın istemeyiz değil mi?" dediğimde kadın başını sallarken yanına gelen kocası da birebir aynı tepkileri verince gevşedim.
"Bir kaç haftaya kadar okulum başlayacak. Ben hala bir üniversite öğrencisiyim. Okula gittiğim günlerde sabah 6'da uyanırım. Hafta sonları erken uyanmaktan nefret ederim. Uyurken ses istemem. Çalışmam için okul başlayana kadar bir oda istiyorum. Kitaplık, masa, lamba... Hepsi sade, dikkat dağıtmayan şeyler olsun." son söylediklerimi Burhan Bey'e bakarak söylemiştim Ufak bir onay mırıltısı duyunca yine sahte bir gülüş bahşettim.
"Menekşe Hanım, evin temizliği ve yemeği için aynı kişinin çalışmasını istemiyorum. Temizlik için mutlaka kendinize bir yardımcı bulun. Bulduğunuz kişi sizin gibi olursa sevinirim. Aklı bir karış havada genç bir kız ya da yaşlı bir teyze istemiyorum. Bu konuda da anlaştık mı?"
"Tabi Hanımım."
"Bana Hanımım demekten vazgeçseniz iyi olur. Bana seslendiğinizi anlamam zaman alıyor. Alışık değilim. İsmimi kullanmayı deneyin. Alışırsınız."
İkisi birden onaylayınca eteğimi yeniden topladım kapı önünde bekleyen öküzlere döndüm. Onların bir ismi varsa bile henüz öğrenmek niyetinde değildim. Öküz gelmişlerdi öküz gideceklerdi ve asla bir atın asaletine sahip olup isim elde edemeyeceklerdi benden.
"Sizler" deyip ikiliye yaklaşmalarını işaret ettiğimde gönülsüzce yanıma gelmelerini izlemek keyifsiz bir dakikaya daha mal olmuştu.
"Sabah 6'da bir yere gitmem gerekiyor. Arabada tek bir toz bile görmek istemiyorum. Ama ondan önce şu çıkarken çamur ettiğiniz merdiveni temizleyin ve bir daha evime o ayakkabılarınızla girerseniz şu duvardaki tüfekle sizi önce vurur sonra kıçınıza giren saçmaları tek tek çıkartırım." Tehdidim ile yamulan ve şaşkınlıkla aralan ağızlarına ayağımı delen ayakkabıyla vurmak istesem de omuzlarımı dikleştirdim. Az kalmıştı duş alacak ve rahatlayacaktım.
"Anlaşıldı mı?"
"Tamam, Hanımım anladık."
İki öküzün de gözlerine bakıp çenemi dikleştirdim. "Güzide-Hanım! Bana Güzide Hanım diyeceksiniz. Burada birinizden Ağa ya da Hanımım kelimelerini duyarsam fena olur tamam mı? Bir şey istediğimde ikiletilmesinden hoşlanmam. Şimdi işinize." dedikten hemen sonra ağzı açık bizi izleyen çifte döndüm.
"Menekşe Hanım, yolu gösterin lütfen. Burhan Bey, siz de arkadaşların elindeki ev anahtarını teslim alın. Evin anahtarı ikinizden başkasında olmayacak." diyerek bir adım atıp merdivene yöneldim. Yürürken ayağımdaki topuklunun parmaklarımı kopartmak üzere olduğunu hissedebiliyordum ancak istifimi bozmadım.
İki öküz etrafa bön bön bakarken Burhan Bey'e bakınca ne istediğimi anlamış gibi başını sallayıp içinden ne geçirdiğini belli etmeyen gözleriyle kısa süre bakıp gitti. Beni mi tartıyordu, gecenin üçünde uykusundan olduğu için mi algıda problem yaşıyordu? Anlamadığım için Menekşe önderliğinde ilerlemeye devam ettim.
Yerdeki çamura basmamaya çalışıp aynı zamanda ahşap korkuluktan destek alarak tamamladığım yirmi iki basamaklı merdiven işkencesi bittiğinde acılı bir soluk bırakıp tek elimle topladığım eteğimi saldım. Menekşe, krem boyalı uzun duvarların sonuna ilerlemiş ve büyükçe bir kapıyı sadece aralamıştı. Tamamen açmamış ama gideceğim yerin orası olduğunu belli etmişti. Onun yanına gidene kadar sesimi bastırmayı başarmıştım.
Kapıdan içeri girene kadar da aynı performansı sergilemeye devam edebilmek için ağzımı açmadan ayaklarımın acısına katlandım. Odanın kapısından nazik olmayan bir şekilde geçtikten sonra hızla kapatıp yaslanmam hakkında ne düşündüğü umurumda değildi. Beni kocasına kavuştuğu için hevesle koşturan, şimdiye kadar beklemek zorunda kaldığı için de huysuz bir gelin olarak düşünmesi onları evde işe başlatan akrabalara gidecek haberler için olumluydu.
Ayakkabılarımı çıkartıp kenara attığımda öyle rahatlamıştım ki ağzımdan acayip bir inleme çıktı. Benim inlememi bastıran bir mırıltı duyana kadar huzurluydum ama Ersin'in karanlık odanın bir yerinden gelen sesi beni anılarıma yönlendirmiş ve keskin alkol kokusunu aklıma getirmişti. Yapmam gereken bir şey daha vardı uyumak için o da koca ayıyı duşa sokup ayıltmak ve leş kokusundan kurtulmaktı. Sonra rahat ve deliksiz bir uyku çekebilecektim.
Kapının hemen yanında pürüzlü duvarı gezinen ellerim sonunda tuşu bulduğunda beklemeden bastım. Oda bir anda ışıkla dolarken gözlerimin alışmasını bekledim ve evin en güzel yerinin yatak odam olabileceğini düşündüm. Duvarlar gülkurusu rengindeydi. Bir duvar krem rengine boyanmış, o duvarın önüne de krem renginde bir dolap ve kare pufu ile makyaj masası yerleştirilmişti. Masanın üzerinde bekleyen parfüm şişelerinin şekillerine bakar içlerinde bir kaçını tanıdığımda yavaşça yürümeye başladım. Yaklaşınca gerçekten de bir Chanel şişesi olduğunu görünce yutkundum. Normal şartlarda evlenmiş ve parada gözü olan bir kadın olsaydım iyi yere kapak attığımı söyleyebilirdim. Masadan aldığım şişenin kapağını açmadan yeniden, en az onun kadar pahalı olan diğer şişelerin yanına bıraktım. Dolaba bakarken arkamdan gelen sesi duymazdan gelip dolabı açtım. İçinde çoktan bizim için yerleştirilmiş olan gecelik, pijama, sabahlık takımları olduğunu görünce yüzüm mutlulukla ışıldadı. Üzerimdeki gelinlikten kurtulup bir pijama giymek istiyordum. Oda havasız olduğu için fazla sıcaktı. Henüz dönemediğim duvara bakmak istemediğim için pencere açma işini sonraya erteledim. Gelinlikten kurtulmak istiyor, ne yaparsam yapayım başarılı olamıyordum. Ucunu tuttuğum fermuarı açmak için yerimde zıplamam bile işe yaramayınca elimi ensemden çektim. Etiket, fermuar ve ensemde hissettiğim saçlarım da dahil beni aşırı rahatsız ederdi. Yeni alınan bir kıyafetim varsa eve gelir gelmez ilk işim, elime makas alıp beden ölçüsü yazmak için kullanılan o sentetik tacizci parçayı sökmek olurdu. Ersin tekrar mırıldandı ve yatakta döndü. Çıkan seslerden örtüsü ile kavga ediyor olduğunu anlamıştım. Ona bulaşmadan geçirdiğim huzurlu saatlerin sonuna gelmiştim. Gözlerimi vücudum ile birlikte yavaşça çevirip onu süzdüm.
Oldukça geniş bir yatak, üzerinde pahalı olduğunu bağıran örtülerle kaplıydı. Yatak başlığı ahşaptı ve sade olmasına rağmen üst tarafına işlenmiş pırıltılı motifi mücevher gibi parlamasına sebep oluyordu. Minik taşlarla çevrelenmiş pırlanta bir yüzük kadar zarifti. Yatağa serilmiş Ersin'in üzeri çıplaktı. Vücudunu kaplayan dövmeleri teker teker seçiliyordu ama dövmeden daha etkileyici şey yutkunmama sebep olan kaslarıydı. Kendi kendime gerçekten evlenmediğimi, kâğıt üzerinde bir evlilik yaptığımı ve adamın benim cinsime ilgi duymadığını hatırlatarak rahatladım. Şimdi bana yardım edecek kadar ayılabilmesini ummaktan başka çarem yoktu.
Yavaşça ona doğru süzüldükten sonra yatağa oturup yüz üstü yatan üzerine eğildim. Yüzümü yüzüyle aynı hizaya getirince normal bir sesle "Fermuarım açılmıyor, acaba..." diye konuşmaya başladım. Hafifçe elini kaldırıp beni yanına çektikten sonra kolayca fermuarımı açmasına şaşırsam da sırtım kumaştan kurtulduğu ve hala gözleri kapalı olduğu için önemsemedim. Doğrulmak için ellerimle yatağın kenarından destek aldığımda belime sarılıp beni kendine çekti. Sırtım sıcak tenine değiyordu ve ferah nefesi ensemi sıcacık yalayıp geçiyordu. İçimi titretip geçen anlık bir his ile yeniden kalkmaya çalıştığımda beni yeniden yanına çekti. Ben aşağıda hanımlık taslarken duş alıp dişlerini fırçalamış olduğunu anlamış olmanın verdiği bir parça rahatlama yaşasam da kendimi pis hissediyordum.
"Duşa girmem gerek. Senin saçmalıklarınla uğraşamayacak kadar yorgunum." dedim sabırsız sesimle. Kim bilir hangi erkeğe sarıldığını hayal ediyordu salak kocam!
Belimi sıkan parmakları gevşediğinde kollarından sıyrıldım. Hala derin bir uykudaydı ve uykusunun arasında bile fermuar açacak kadar maharetliydi. Bunu sürekli çevresinde olan kızlara mı yoksa kafamda dolanan diğer ihtimale mi borçlu olduğunu düşünmemeye çalışarak odanın bir köşesinde usluca duran kapıya ilerledim. Dikkatli bakan gözler dışında fark edilmeyecek kadar zarif bir kapıydı. Kapı kulpu bile duvarla aynı renkti. İçeri girdiğimde artık alıştığımı sandığım zenginliğe bir kez daha şaşırdım.
Duvarlar, yerler ve büyük küvet bile uyum içindeki mücevher seti gibiydi. Gelinlikten kurtulup suyu açarak küvetin dolmasını beklerken dolapları karıştırdım. Bir sürü sabun, lif, fırça ve bakım ürünü buldum. Elime geçen Clinik marka bir gece kremini aynanın önüne bıraktıktan sonra yeniden dolaba dönüp alt kapakları açtım. İki kapağı birden açmış ve çabucak bir bornoz takımı bulmuştum ama takımı elime almak yerine ilk hareketim yumuşak dokusu üzerinde elimi gezdirmek olmuştu.
Hazine bulmuş gibiydim. Merakla etrafı karıştırmaktan kendimi alamıyordum. Küvetin dolup taştığını belirten su sesini duyana kadar tüm dolapları karıştırmış ve harika bir banyo köpüğü bile bulmuştum! Suyu kapattıktan sonra havaya kaldırdığım küçük şişeyi küvete dökerken epeyce keyif alıyordum.
Tüm banyo büyülü bir bal ve baharat kokusu karşımı ile dolmuştu. Koku hafif ve ağız sulandırıcıydı. Bir bacağımı suya soktuğumda sıcaklık gerilen ve yıpranmış kaslarıma öyle iyi gelmişti ki hafifçe inlemeden sonra aceleyle kendimi küvete bıraktım. Bir saat kadar sonra şımartılmış bir tanrıça gibi hissederek küvetten çıkıp kısa bir duş aldım ve yumuşak bornoza sarıldım. Saçlarımı havluyla birlikte yüzümden uzaklaştırıp tepede değişik bir uzaylı topuzu yaptım. Yere sağlam bastığımdan emin olunca aynanın önüne geldim. Yüzüme sürdüğüm nemlendirici krem sonrası dolapta bulduğum bir başka losyonu da kuruyan tenime yaydığımda yenilenmiştim.
Aynaya bakarak ve banyoda geçirdiğim uzun süre sonrası ellerim hala mısır püskülüne dönmüş saçlarımı düzeltmeye gitmiyordu. Fena halde karışmıştı. Şampuanlarken ne denli kendimden geçtiğimi ancak içinden geçirmeye çalıştığım narin fırçanın sapı elimde kaldığında anladım. Fırçayı saçımdan söktükten sonra kendi haline bırakıp birkaç saat sonrası halledebileceğimi bildiğimden enerji toplamak için yatağa gitmeye karar verdim.
Banyodan çıkıp yeniden dolabın önüne geldiğimde göz ucuyla Ersin'i kontrol edip hala uyuduğuna kanaat getirince bornozdan kurtuldum. Çekmeceleri karıştırıp şahane iç çamaşırları olduğunu görünce yüzümde sırıtma meydana geldi. Üzerinde yeni olduğunu vurgulamak için bırakılmış etiketin birinde yazan fiyatı dudak uçuklatan türdendi. Kıyafetlerim konusunda seçiciydim ama en seçici olduğum şey iç çamaşırlarımdı ve karşımda duranlara tapabilirdim.
Tenime yakışacağından emin olduğum pudra pembesi bir takımı heyecanla elime alıp giyerken yeniden Ersin'e baktım ve uyuduğundan emin oldum. Boy aynasının önünde üzerimdeki takım ile durduğumda iç geçirdim. Gerçekten de verilen parayı sonuna kadar hak eden bir Damaris'ti. İç çamaşırı kraliçesi lakabını sonuna kadar hak eden markanın üzerine askıdaki geceliklerden birini giyerek haksızlık etmezdim ama Ersin gay de olsa bir erkekti. Daha azını giymezdim ya da daha fazlasını, biliyordum ki; sabah o kapı yanlışlıkla(!) açılacak ve birileri bize mahcup bir şekilde gülümseyip gidecekti. Sonrası durum raporu için Ersin'in ailesine telefon etmekte bir dakika bile gecikmeyecekti. Dolabımda, evde ve odada tek bir şeyin mesajı vardı: o mesajı söylemeye de gerek yoktu.
Aile bizim +18'e girmemiz için elinden geleni ardına koymamıştı. Onları mutlu etmek de iyi bir gelin olarak vazifemdi. Çamaşıra uyumlu bir Sarrieri olduğunu gördüğümde üşümeye başlayan tenime yardımcı olmayacağını bilsem de aceleyle giyindim.
Ersin'in tepinmeleri ile yeri boylamış olan örtüye ulaşmak için fazlasıyla aceleci davranarak yatağa girip ondan uzak bir köşeye yerleştim. Örtü ondan kısa süredir uzak olduğu için hala sıcak ve ona ait olduğunu anladığım şampuan, hafif odunsu ve nane aroması karışımında nefis bir kokuyla kaplanmıştı. Kaslarımı rahatlatıp derince bir nefes alarak gözlerimi kapattım.