Elif
“İkimiz de istedik. Şimdi zorla s.mişim gibi davranma boşuna.”
Haklı mıydı, ikimiz de istemiş miydik?
Fırat’a direndiğim gibi direnmemiştim evet ama beni kağıt mendil gibi iki kullanıp atacağını da bilmiyordum.
Ben evim yuvam olacak, yerimi yurdumu bileceğim diye hiç sorgulamadan kendimi insafına teslim etmiştim.
Peri masalı kim, ben kimdim zaten. Adam beni insan olarak bile görmüyordu.
Çok kez aşağılanmış, hor görülmüştüm ama hiç biri bir çift meme ve kalçadan ibaret olduğumu işittiğim kadar canımı yakmamıştı.
Daha fazla burada kalmak istemediğim için arkamı dönüp uzaklaşacakken kolumu tuttu.
Daha söyleyecek neyi kaldı bilmiyordum, benim bir şeyim kalmamıştı.
“Şimdi İstanbul’a döneceğim Elif.”
Şaşırmadım, çok bile kalmıştı zaten. Bunu bana neden söylüyor diye boş boş yüzüne bakarken devam etti.
“Kimsenin evli olduğumu bilmesine gerek yok.”
Ben biliyordum ya, yetmez miydi?
“Çocuğu da nüfusuma alacağım. Karım, kardeşimin çocuğu dediğimde sorun çıkarmaz.”
Nüfusuna bir isim yazıldığında bir çocuğun babasız, sahipsiz olmaktan çıkacağını düşünebilirdi ama ben onunla aynı fikirde değildim.
Kolumu tutuşundan kurtarıp bıkkınlıkla sordum.
“Yani ne istiyorsun?”
Öyle ya, insan bile değildim ben. İllaki bir çıkarı olmalıydı bu lütuflarda bulunurken.
“Bir şey istemiyorum. Kavgalı gibi ayrılmayalım. Söz veriyorum ben ilk fırsatta yine geleceğim buraya. Yalnızlık çekmeyeceksin.”
Ziyaret edeceği ben değildim tabi. Bedenimi de bir daha kimsenin ziyaretine açmayı düşünmüyordum.
Başka bir şey söylemesine izin vermeden odadan çıktım.
Kendi iki kişilik, misafir odasından bozma odamdan ufak ufak eşyalarımı toplarken az sonra kapısının sesi duyuldu.
Gitmek için kahvaltı etmeyi bile beklememişti.
Avlunun dışına bakan pencereme çıkıp gerçekten de arabaya binip uzaklaştığını gördüğümde elimi son kez karnımın üzerine koydum.
Şu an babasız, nikahsız bir tecavüz çocuğunu dünyaya getirmek mi günah yoksa hala limon çekirdeğinden küçükken bu işi bitirmek mi, ayıracak durumda değildi zihnim.
Tek istediğim bir an evvel tüm gençlik hayallerimin darmadağın olduğu bu konaktan defolup gitmekti.
İlk gelişim ablamın arkasından olmuştu. Halamızın büyük oğluna gelin gelmiş, hamile kaldığında da beni bakıcılık edeyim diye yanına istemişti.
Bebeğini dünyaya getiremeden bir kazaya uğrayıp can verdiğinde o annesiz yavruyu bırakıp eve dönememiştim.
Bu hallere düşeceğimi bilsem bir gün bile beklemezdim ama olan olmuştu işte.
Şimdi daha beter hallere, bir de kucağımda bebekle düşmemek için elime en acil ihtiyaçlarımdan ufak bir çanta hazırlayıp cüzdanımı kontrol ettim.
Yaptıracağım işleme yetecek kadar bir param vardı. Sonrasına sonra bakmaya karar vererek odamdan çıktığımda sanki beni bekliyormuş gibi halamla karşılaştık.
En çok da onun kendi yeğenlerini oğullarına alma sevdası yüzünden bu gün bu halde olduğumu düşününce her zaman gösterdiğim hürmetten uzak bir ifade ile yüzüne baktım.
“Elif, hayırdır? Neden kocanın yanında değilsin?”
Kocan dediği anda kan beynime sıçradı.
“Benim kocam yok hala! Oğlun zaten evliymiş.”
Yüzündeki otoriter ifade hızla silinirken iki adımda yanıma yaklaştı.
“Kocam yok ne demek kızım, nikah kıydınız ya dün gece.”
Asla beni anlayacağına umudum yoktu bu yüzden ona oğlunun beni sadece et parçası olarak gördüğünü de, niyetinin aile olmak değil beni metres tutmak olduğunu da söylemedim.
“Gitti işte İstanbul’a. Orada zaten evliymiş. Resmi nikah isteyince söyledi.”
Benim kadar olmasa da epeyce şaşırmıştı ama benim onun şaşkınlığını izleyecek zamanım yoktu. Tekrar yürümeye başladığımda kolumdan yakaladı.
“Dur kızım, sen nereye gidiyorsun?”
Söylemem lazım mıydı bilmiyorum ama derin bir nefes alıp kendimi konuşmaya zorladım.
“Hala ben bu bebeği doğurmayacağım. Benim kendime hayrım yok bir de babasız bebeğin vebalini alamam.”
Hızla önüme dikildi.
“Hayatta bırakmam. İstediğin resmi nikahsa Arhat var. Kıyar o sana nikah.”
Her halde delirmişti. Küçük oğluna nişanlayıp ortanca oğluna iman nikahı kıydırdıktan sonra büyük oğlunun da resmi nikahına sokmayı düşünmek nerden baksan akıl sınırlarını zorlayan bir şeydi.
Önünden geçip gitmeye çalışırken konuştum.
“Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu hala!”
Koluma yapışıp adım atmama bile izin vermedi.
“Koynuna gir demedim ya, torunum için bir imza atacaksınız sadece.”
Bir onun koynuna girmediğim kalmıştı zaten. Kan beynime sıçrayınca tüm gücümle tutuşundan kurtulurken bağırdım.
“BIRAK BENİ HALA!”
Söylediği saçmalığı fark etmiş miydi bilmiyorum ama aşağıdan almaya çalışır gibi konuştu.
“Yavrum, olan olmuş. Günah değil mi? Ben senin de iyiliği..”
Hala iyiliğin diyordu ya aklımı oynatacaktım artık. Bağırtımıza tüm aile başımıza toplanırken resmi nikah kıysın dediği büyük oğlu da odasından çıktı.
Annesinin iğrençliğine o da isyan ettiğinde, beni anlayacak birini bulmanın umuduyla konuştum.
“Ben Fırat’ı da istemiyordum. Halam beni koridorda sıkıştırdığını görünce oğlunu engelleyeceğine bizi sözledi. Odama zorla girdiğini görüp düğünü erkene çekti. Senin kardeşine kendi rızamla teslim olmadım ben. Zorla tecavüz etti.”
Son söylediklerimle oğlunun ölümünden beri dengesi zaten yerinde olmayan halam hızla üzerime atılıp yüzümü tokatlarken bağırmaya başladı.
“YALAN SÖYLÜYORSUN! BENİM OĞLUM YAPMAZ SEN KUYRUK SALLADIN!”
Ruhumun yangınına bir de canımın acısı eklendiğinde ilerisini gerisini düşünecek halim kalmamıştı.
“Sapıktı senin oğlun! Üzerimdeyken başkasının adını inliyordu!”
Ev halkı gebe olduğumu unutup beni öldürmeye çalışır gibi hırpalayan halamı üzerimden aldığında gitmek için hareketlendim.
Demin kıyasıya döven kendisi değilmiş gibi arkamdan bağırdı.
“Durdurun şu kahpeyi! Karnında torunum varken hiçbir yere gidemez! Fırat’ımın hatırasına kıydırtmam!”
Ölsem durmayacaktım. Bu evde yaşayıp Fırat’ın p.ini doğurmaktansa annemin beni satacağı herhangi bir moruğun dördüncü karısı olmaya bile razıydım.
Arkama dahi bakmadan merdivenlere yürüdüğümde halam üzerime atıldı.
Saçlarımı tutamlayıp beni çekiştireceği zaman var gücümle kendimi öte yana attım.
Vücudum boşluğa doğru savrulurken en son elinde kalan yazmam gözüme ilişti.
Yaşadığım hayata inat rengarenk yazmayı, Azad soysuzun güzel görünmek için bağlamıştım, o da halamın elinde kalmıştı işte.
Zaferani konağının merdivenlerinden yuvarlana yuvarlana düşerken içimde sadece mutluluk vardı.
Yirmi bir yıllık ömrüme bir günah daha eklemeden nihayet ölecek olmanın mutluluğu.
Sırtım zemine vurduğunda kısa bir an gözümü açtım. Kafamdan süzülen kanlar kirpiklerimi ıslatsa da gökyüzü çok güzeldi.
Ölmeden önce gördüğüm son şeyin bu aydınlık gökyüzü olduğuna sevinerek beni içine çeken karanlığa teslim oldum.