4. Hiç Farkın Yok

773 Words
Azad Tahmin etmem lazımdı. Bu işin nerelere gideceğini görmem lazımdı. S.imin derdine düşüp bir çuval inciri berbat etmek üzereydim. Biraz vakit geçirir, hevesimi alır sonra da memlekette bırakıp kendi hayatıma dönerim dediğim kıza öyle çok yüz vermiştim ki, kim olduğunu falan unutup hayatıma çökme hayalleri kurmuştu. Dün kendini öldürmeye çalıştığı zaman “sana sahip çıkarım, hiçbir şey için ölmeye değmez" demiştim ama alır peşimden götürürüm hiç dememiştim, hele resmi nikahtan asla söz etmemiştim. Şimdi benden söz verdiğimden fazlasını istemeye hiç hakkı yoktu. Nikahıma girmekle ailemin yaşadığı ağa konağında prensesler gibi yaşayacaktı. Nikahsız peydahladığı çocuğunun bir babası olacaktı dahası kendisini de kocasız bırakmayı düşünmüyordum. Her şeyi batırmak pahasına yanına uğramaya devam edecektim.Çünkü bir kez yatsak hevesimi alırım, biter sandığım ateş, dün geceden sonra söneceğine hepten harlanmıştı. Eskiden nasıl bir şey olduğunu bilmeden, onu sadece uzaktan gördüğüm kadarıyla arzularken şimdi bu arzunun üzerine bir de tadını bilmek eklenmişti. Artık sadece bir hayale değil, etiyle kemiğiyle her şeyine aşina olmuştum. Bu zevkten çok fazla uzak kalmak istemiyordum. Ara ara gelip müptela edici tenine yine sahip olur, onun da gönlünü yapardım ama tabi önce haddini iyice bildirmek lazımdı. Resmi nikah diye tutturmasa sorun yoktu da gözlerime ağladı ağlayacak bir beklenti ile bakarken daha fazla boş hayaller kurmasına izin veremezdim. Benim için çıkardığı gömleği, üzerime geçirirken anlayacağı dilden konuştum. “Nikah yok, İstanbul da.” Tam da tahmin ettiğim gibi yüzüne dehşete düşmüş gibi bir ifade çöktü. “Boşayacak mısın beni?” Hiç de ayarı yoktu. Ya gelip tüm düzenimi mahvetmek istiyordu yada beni teninden mahrum etmek. “Boşayacağım demedim.” Aynaya bakıp yakalarımı düzeltirken verdiğim cevapla yüzünün mağdur ifadesi tümden değişti. Sabahtan beri doğru düzgün gözüme bakamayan kız şimdi, hayatını borçlu olduğu kişi değilmişim gibi öfkeyle bakıyordu. “Kusura kalma Azad ağa, ben cahilim. Ne dediğini tam anlayamıyorum.” Aslında çok iyi anlamıştı da işine gelmediği için hesap sorma peşindeydi aklınca. İşimizin tatlılıkla hallolmasına fırsat vermeyeceğini anladığımda aynadaki işimi bitirip yüzüne dümdüz baktım. “Ne dediğim açık Elif. Benim işten güçten günlerce eve uğramadığım oluyor. Seni götürüp bakıcılık edecek zamanım yok.” Madem başladım, sonunu da getireyim diye hayal kırıklığıyla bakan gözlerine acımadan kendi lafını tekrar ettim. “Cahilim, ne dediğini anlayamıyorum diyorsun. Ağzını dilini bilmediğin şehirde tek başına ne yapacaksın?” Beni sanki yeni anlamış gibi inadı nihayet kırılırken, bakışlarını öne düşürüp usulca mırıldandı. “Tamam, götürme ama bebek için resmi nikah kıymamız lazım.” Olsa dükkan senin de kalmadı be güzelim... Şu mahzun hali ile bana yaptıramayacağı şey olmadığını fark ettiğimde hızla çıkıştım. “Ne resmi nikahı lan!” Benden beklemediği sertlikte konuştuğumda eli sanki korumak ister gibi hızla karnına gitti. Orada Fırat’ın parçası olduğunu unutmaya çalıştıkça gözüme sokuyordu. Yataktayken güzelliği şuurumu bulandırsa bile benim de kabullenemeyeceğim şeyler vardı hayatta. Nikahıma bebek için almışken şimdi rahatsızım diyemeyeceğim için onu inciteceğimi bile bile konuştum. “Sen abime gidip kuma olmayı kabul ediyorum demedin mi?” Gözleri sonuna kadar açılırken dudakları da şaşkınlıkla aralandı. Dün sabah abimin odasına çıkmış, yeni evli adama “kuma olmayı kabul ediyorum” demişti. Sonradan bu fikrin, annemin başının altından çıktığını öğrensek de sonuç değişmiyordu. Abime kuma giden bana da pekala gelebilirdi. “Ama o evliydi...” Beni de nişanlı bildiği için arada fark yoktu. Kimseye Cansu'yu bırakacağım falan dememiştim. Yeterince açık konuştuğum için laf anlatmayı bırakıp giyinme işime devam ettim. Az zaman sonra duramamış gibi tekrar konuştu. “Hem ben ona karılık etmeyecektim. Sadece lafta kalacaktı nikah.” Dün kendini öldürmeye çalışırken bu gün takındığı özgüvenin kaynağı belli olduğunda yüzüne tepeden baktım. “İki kere girdim çıktım diye seni alıp evimin kadını yapacağım mı sandın!” Gece utana sıkıla kollarımda, sırtımda, saçlarımda gezdirdiği ufak, tombul elini yüzüme vurmak için hınçla kaldırdığında, bileğini havada yakaladım. O kadar da uzun boylu değildi. Kardeşime, nişanlısıyken nikah yok bile demeden vermiş bir de yerini garantilemek için düğünden önce gebe kalmıştı. Şimdi karşıma geçip kutsal bakire pozları takınmasına göz yumacak değildim. Eli havada kaldığında öfkesini alamadığı için gözlerime nefretle bakıp hızlı hızlı solurken inip kalkan göğsü tekrar kanımı ateşledi. Ne kadar s.ersem s.eyim geçmeyecek bir saplantı vardı sanki içimde. İçime dışıma lanet edip bileğini acıyacağını bile bile sıkarak bedenini yatağın üzerine doğru fırlattım. Uçuşan eteğinden beyaz, etine dolgun bacakları önüme serilirken tekrar içine girmemek için zor duruyordum. Bakışlarımdaki arzuyu gördüğünde toparlanmaya çalıştı ama artık çok geçti. Ellerini yakalayıp başının üzerinde birleştirerek öfkeden kızarmış dudaklarına doğru abandım. Öpmeme izin vermeden başını çevirdi. Nazıyla niyazıyla oyalanacak zamanım yoktu. “Direnme! Canın yanar.” Hızla yüzüme dönüp korkuyla gözlerime baktığında hakkım olanı istedim. “Seni istediğim gibi s.mek için nikahıma kabul ettim, fazlasını beklemeden işimi göreceksin.” Korkusu tekrar nefrete dönüşürken gözlerini kıstı. “Hiç farkın yok Fırat’tan. O da beni zorla dokunabileceği bir et parçasından farklı görmezdi.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD