3. Resmi Nikah

933 Words
Israrla bir şey söylemem için gözlerime bakıp dururken daha fazla susmanın ayıp olacağını düşünüp utana sıkıla dudaklarımı araladım. “Konuşman çok güzel.” İlk aklıma gelen şeyi söylediğim için tabi ki neden söz ettiğimi anlayamadı. Gözleri sanki şaşılacak bir şey demişim gibi dikkatle bakarken, hafifçe tebessüm ederek kaşlarını kaldırdı. Bu onun dilinde 'açıkla' demek oluyordu galiba. Keskin bakışları altında deminki cesaretimi iyice kaybederek yine utanıp zorla kaldırdığım başımı hızla geri indirdim. “Yani televizyon adamları gibi...” Sözlerimi tamamlayana kadar zaten az olan cesaretim bütün bütün kaçtığı için bir yutkunup öyle devam ettim. "Konuşuyorsun." Tam boğazının oralardan bir yerden kıkırdar gibi bir ses çıkardığında şaşkınlıkla yüzüne baktım. Daha önce tanıdığım adamların hiçbirine benzemiyordu. Her hali kibar, her hali izlenmeye doyulmayacak kadar güzeldi. Gerçekten böylesi bir adamla evlendiğime hayret ederken hafiften iç çekip konuştum. “Ben de böyle konuşmayı öğrenebilir miyim?” Yanağımda zaten ufak ufak hareket eden baş parmağıyla bu defa etimi hafifçe kıstırıp küçük çocuklardan makas alır gibi yaptı. “Ne gerek var ki, senin şiven yakışıyor ağzına.” Yani memlekette bulunduğum sürece göze batacak bir kusur değildi dilimin yöremize yatkınlığı ama büyük şehirde herkes Azad gibi konuşurken kaba saba gözükmekten korkuyordum. Gerçi Azad gerek yok diyorsa bir bildiği olmalıydı da ben yine de merakıma yenilip sordum. “Beni ayıplamazlar mı büyük şehirde? Senin yanına yakıştırmazlarsa çok üzülürüm. Hiç konuşmam o zaman.” Vereceği en ufak cevaba muhtaç halde gözlerine bakarken sanki sorumu duymamış gibi vücutlarımızı ayırarak sadece elimi tuttu. “Sen şimdi düşünme bunları, gel hadi yıkanmama yardım et.” Niyetinin sırtını keselemem olmadığı, iyice şaha kalkmış erkekliğinden belliydi ama peri masalım bozulmasın diye sanki farkında değilmişim gibi tıpış tıpış peşinden gittim. Azad, sabah aldığım abdesti itinayla bozarken hem maddi hem manevi olarak ayaklarımı yerden kesti. Bana verdiği zevkin arasında acaba böyle şeyler yapmayı büyük şehirde mi öğrendi, kim bilir hayatından kaç kadın geçti diye düşünmeden edemedim. Kendi dul halimle adama geçmişinin hesabını soracak değildim ama çevremdeki kadınlardan işittiğim acemiliğin Azad’da zerresi yoktu. Nereme ne tepki vereceğimi bilerek dokunduğu için kollarının arasında kıvrım kıvrım kıvrandırıyordu. Artık dayanacak gücümün kalmadığını düşündüğüm sıra nihayet işi bittiğinde boynuna sıkı sıkı sarılıp içimden binlerce kez “sakın beni bırakma” diye geçirdim. Bana hiç dokunmasa, böyle peri masalına düşmüşüm gibi kalbimi çarptırmasa, bırakması çok da sorun olmazdı. Şimdiye kadar hep yaptığım gibi annemin hayatımı yönetmesine izin verirdim. Son zamanlarda yapmamı istediği şeyler beni intihar etmeye kadar sürüklese de başka seçeneğim yoktu Azad’dan önce. Ölmüş nişanlım Fırat’ın beni aldattığını, hiç sevmediğini, bana tecavüz ederken bile başka bir kadının adını inlediğini bile bile yine de beni suçlamıştı annem. Suçlu muydum bilmiyorum ama Fırat’tan sonra bir kez daha istemediğim bir adamın bana dokunmasına katlanmaktansa ölmeyi tercih etmiştim. Azad, bana kendini öyle güzel istetmişti ki daha ikinci günden bir daha onsuz kalmak istemediğimi hissediyordum. Ondan önce mutluluk denen şeyi en son çocukluğumda tattığımı düşünürken gözümden süzülen yaşlar omzuna döküldü. Hıçkırmamak için kendimi zorlukla tutarken az evvel öpe öpe örselediği dudaklarımı kemirip sakin kalmaya çalıştım. Azad ağladığımı fark etti mi bilmiyorum ama kucağından yere hoplatıp hızla arkasını dönerek kapadığı suyu tekrar açtı. “Önce sen çıkmak ister misin, ben biraz uzun kalacağım.” Omzunun üzerinden bakıp söyledikleriyle, şimdiye kadar yaşadığım mutsuzlukları düşünüp gözyaşı dökmeyi bırakarak hemencecik abdest aldım. Daha bir saat önce dipli köşeli yıkandığım için fazla uzatmadan kendimi banyodan attığımda içim buruk buruk oldu. Ben, banyo ederken yardım bahanesiyle beni yine sever falan sanıyordum ama sanki demin kucak kucağa değilmişiz gibi hiç dokunmadan bir köşede işimin bitmesini beklemişti. O öyle bana ilgisiz davrandığında kendimi ne kadar da değersiz hissettiğimi fark ettim. Dün geceden sonra işi bitince bana sarılmak yerine böyle uzak dursaydı kendimi hiç ihtiyacı olmayan bir fazlalık gibi görürdüm hayatında. O zaman yaşamak, ölmekten beter olurdu. Kendimi kötü düşünmemeye ikna edip hızlıca bulabildiğim en güzel elbisemi giydim. Kendimi yaslı bir kadın gibi tutmaya bir son vermem lazımdı. Yaslı değildim, Fırat’ı ömür boyu hiç anmasam da olurdu. Ben Azad’la peri masallarından bile güzel bir hayata sahip olacaktım. Yanına yakışmak için aynanın karşısına geçip saçlarımı güzelce taradıktan sonra fazla da kapatmadan üzerine örtümü aldım. Aynadan iki adım uzaklaşıp tepeden tırnağa kendime baktığımda görüntü fena değildi ama büyük şehirde yaşayacaksam böyle giyinmeye devam da edemezdim. Azad, ağa oğluydu zaten ama şimdi birde özel hastaneye ortak olmuş, ameliyat falan yapıyordu. Bana üst baş almaya gücü fazla fazla yeterdi. Acaba yola hiç çıkmadan kılık kıyafetimi, onun yanına yakışacak hale getirmek lazım mı diye düşünürken az evvel hoşuma giden dallı güllü elbise şimdi o kadar da güzel gelmemeye başladı. Eteklerinden tutup sağa sola dönerek nasıl gözüktüğüne tam bir karar vermeye çalışırken Azad birden banyodan çıktı. Beline doladığı havlu, şortu gibi yine düştü düşecek gözüküyordu. Artık aramızda ayıp günah olmadığı için utanmamaya çalışsam da birden bana baktığında irkilip geri sendeledim. “Bana kıyafet çıkarsana.” Sesi ilk kez böyle uzak çıkınca kendimi yabancısı gibi hissettim. Yanlış bir şey mi yaptım diye içimi kemirirken hızlıca söylediği gibi kıyafetler çıkarıp yanına yanaştım. Baş havlusuyla hafiften uzun saçlarını kurularken nemli vücudu sanki elle çizilmiş gibi biçimli gözüküyordu. Normalde severek evlenmiş bir çift olsak şimdi beni kabullenmiş kalbinin üzerinden göğsünü öpmek isterdim ama o bana yaklaşmadan benim ona parmağımın ucunu değdirecek cesaretim bile yoktu. Havluyu başından çekip dibine kadar sokulduğumu gördüğünde hiç tebessüm etmeden hizmetçiyle konuşulacak bir soğuklukta konuştu. “Yatağın üzerine bıraksana, ne elinde tutuyorsun?” Elimden alırken belki yine öper sever diye beklediğimi o an fark ettiğimde fena halde utanarak hemen, söylediği gibi yatağın üzerine bıraktım. Dün gece ilk s.tiğinde hevesi tam geçmeyip eğer şimdi geçtiyse felaketim olurdu. Beni ilgisine, ekmekten sudan fazla muhtaç hale getirip bir de üzerine yüz çevirirse... Düşünmek bile istemediğim için birden korkuyla sordum. “Resmi nikahı İstanbul’a dönmeden önce mi yapacağız?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD