Zafer, kendini korumak için kenara çekilirken, fazla kiloları yüzünden soluk soluğa kalan adam, tam da önünde durdu. Elindeki döner bıçağını kaçan adamın arkasından sallayan dönerci, "Seni ırz düşmanı piç!" diye bağırdı.
O ara, dönercinin arkasından gelen başka bir adam, öfkeli adamın kolundan tuttu. "Abi it kopuk için elini kana buladığına değmez. Boş ver!"
Zafer elindeki dosyayı sıkarak, çevresinde olanları gerilim filmi izler gibi izliyordu. Nasıl bir mahalleydi burası? Nasıl insanlardı bunlar bilmiyordu ama işi tahmininden daha zor olacağa benziyordu. O, kendi içinde tahminler yürütürken, dönerci sinirle yanındaki adamı tersledi. "Görmedin mi şerefsizi! Resmen kızı elledi. Hem de benim dükkânımın önünde! Ah elime bir geçirebilseydim, biliyordum ben ona yapacağımı!"
İki adam gitmek için geri döndüklerinde, dönerci hâlâ söyleniyordu. "Ne yapalım? Göz yumup, sıranın bizim kızlarımıza gelmesini mi bekleyelim?"
Giden iki adamın arkasından bakan Zafer, şahit olduğu olaya şaşkındı. Kim, dükkânının önünde bir kızı taciz etti diye, elinde döner bıçağıyla tacizcinin peşine düşerdi. Burası ona göre gerçekten de çok garip bir yerdi. Çünkü onun yaşadığı yerde, bu tarz durumlarda genellikle insanlar arkasını dönüp, görmezlikten gelirdi.
Genç adam bu olaydan sonra adres ziyaretinden vazgeçip, önce mahalleyi tanımaya karar verdi. Sokakları dolaşırken gözüne çarpan kahvehaneyi de, başlangıç olarak seçti. İçeriye girdiğinde, üzerindeki tuhaf bakışları yok sayarak, boş masalardan birisine yerleşti. Birkaç dakika sonra kahvehanede çalışan çocuk siparişini sorduğunda, şöyle bir çevresine bakındı. Masalarda çoğunlukla çay olduğunu görsede, "Varsa bir limonlu soda alayım," dedi. Çocuk hiçbir şey söylemeden yanından çekilip, oranın sahibi olduğunu tahmin ettiği adamın kulağına bir şeyler fısıldadı ve dışarıya çıktı. İki dakika sonra gelen çocuk, bakkaldan aldığı sodayı masasına bıraktı.
Sodasını yudumlarken, yan masadaki hararetli konuşmaya dikkat kesildi. "Oğlum taş çaldın yeme beni! Gözümle gördüm," diyordu birisi. Ama taş çaldığı iddia edilen genç, inkar ediyordu. Ne olduysa saniyeler arasında oldu. Oyunculardan birisi, tahta istekayı aldığı gibi taş çalan gencin kafasına indirdi. Arkadaş gibi görünen grup birbirine girdiğinde, Zafer için kahvehaneden ayrılma zamanı gelmişti.
Dışarıya çıkıp biraz yürüdükten sonra, güneş yüzünden neredeyse bayılacağını hissetti. Hemen yanından geçmekte olduğu parka girdi. Ağaçların altında bir çeşme olduğunu gördüğünde ise sırıtarak oraya gidip, musluğu açtı. Avuçlarına doldurduğu suyu suratına çarparken, küçük bir çocuğun kıkırdadığını duydu. Yanında beş yaşlarında bir kız çocuğu duruyordu. Bukle bukle saçları at kuyruğu yapılmış kız o kadar sevimliydi ki, kanı kaynadı. O ara çocuğun ellerindeki çamur dikkatini çekti. "Ellerin mi kirlendi senin? Gel yardım edeyim küçük prenses," dedi ve çocuğun elini tutup düşmemesi için çeşmenin önüne yaklaştırdı. İşte o zaman kulaklarını tiz bir kadın sesi tırmaladı. "Yetişin sapık var!"
Neye uğradığını şaşıran Zafer, üzerine panter gibi yaklaşan kadını gördüğünde, eli bıçaklı adamı gördüğü zaman bile bu kadar ürkmemişti. "Lütfen, yanlış anladınız!" dese de, kadın anlayacakmış gibi görünmüyordu. Üstelik, bu da yetmezmiş gibi etraflarına doluşan kalabalık tarafından, neredeyse parçalanacaktı. "Kılığına kıyafetine bakan da seni adam sanır!" diyen korumacı anneye derdini anlatmak için, en az bir saat dil dökmesi gerekti.
Başına gelenler yüzünden keyfi iyice kaçtığından, öğleden sonra şehir merkezine gidip, kafeteryalardan birinde yemek yedi. Sonrasında bir süre dinlenmek için otel odasında vakit geçirdi. Nasıl olsa iş merkezi yakınlarındaydı.
17.00 da ofise gittiğinde, inşaat mühendisi ile projenin mimarı onu bekliyordu. Bir saat süren toplantıda, mimar, "Siz sadece adres sahiplerine projeyi tanıtabileceğimiz bir toplantı ayarlayın yeter," dedi. Bu sırada konuya mühendis girdi. "Babanızın vekâleti bende olduğu için, noter kısmını ev sahipleriyle ben hallederim. Siz sadece onları ikna edin."
Tekrar otele gidip, gün boyunca mesaj yağmuruna tutan ablalarına cevap yazdı, sürekli arayan annesiyle dakikalarca konuştu. Gece başını yastığa koyduğunda ise gün içinde mahallede yaşadıklarını hatırlayan genç adamın, kanı çekiliyormuş gibi oldu. Ama ilk günden pes ederek kaybedemezdi.
Sabah kahvaltısını edip, saat 10.00 a kadar otelde oyalandıktan sonra, 11.00 da ilk adresin önüne gitti. Daha zile parmakları dokunmadan, içeriden gelen genç bir kızın sesini işitti. "Sizden de bu mahalleden de nefret ediyorum!" diyordu. Zile basmakla basmamak arasına kaldığı sürede, içeride kırılan nesnelerin yerde çıkarttığı sesi duydu. Doğru zaman olmadığını düşünerek geri çekilecekken, kapı açıldı. Karşısında, elindeki çöp poşetiyle kırk yaşlarında bir kadın duruyordu. ""Buyurun, kime bakmıştınız?"
Kadının sorusuna cevap vereceği sırada, içeriden daha büyük bir gürültü geldi. Kadın, Zafer'e, "Kusura bakmayın benim kız çıldırdı," dedikten sonra kızına seslendi. "Allah seni kahretmesin Eda! Evi başımıza da yıksan o dediğin şey olmayacak!"
Bir kavganın ortasında kaldığını hisseden genç adam, "Ben kentsel dönüşüm projesi için gelmiştim ancak doğru zaman değil sanırım. Daha sonra yine uğrarım," dedi. Kadın ona cevap vermeye fırsat bulamadan, kızının sesi tekrar yükseldi. "Altı üstü bir laptop ya! Eğer istediğim bilgisayarı almazsanız, okulu bırakırım!"
Sesin sahibi annesinin arkasından kapıya geldiğinde, Zafer kızın görüntüsüyle şaşırdı. En fazla on beşli yaşlarda olan, ufak tefek, sıska kızdan bu sesin çıktığına inanamıyordu. Kız, genç adamı görünce biraz kızarsada, burnunu havaya dikip yüzünü tekrar eve dönerek içeriye girdi. Kadın mahcup bir ifadeyle "Kusura bakmayın, yeni nesil işte," dedi. "Sahi nedir bu kentsel dönüşüm projesi?"
Zafer, istemeye istemeye kadının ısrarıyla içeriye girdi. Küçük oturma odasına girdiğinde, ev sahibi onu uyardı. "Lütfen yerlere dikkat edin, cam kırıkları var."
Evde kaldığı bir saat içinde, kadın kocasının uzun yol şoförü olduğundan, üç gün sonra geldiğinde, onunla görüşebileceklerinden bahsetti. Bu arada konu, evin az önceki ele avuca sığmaz kızına geldi. Lise öğrencisi olan kız, bilgisayar istiyordu. Ama ailenin maddi durumu ortadaydı. Sahip oldukları tek şey, oturdukları evleriydi. Tek maaş, dört çocukla kıt kanaat geçiniyorlardı.
İkinci adresin kapısında durduğunda, kapının üzerinde, "Lütfen zile basmayın, bebek uyuyor," yazıyordu. O nedenle kapıyı hafifçe tıklattı. İçeriden gelen terlik tıkırtısından sonra, kapıyı otuzlu yaşlarda genç bir adam açtı. Ona kendini tanıttığında, ev sahibi adam gülümseyerek içeriye davet etti. Birlikte oturma odasına girdiklerinde, yine otuzlu yaşlarda güzel bir kadınla yüz yüze geldiler. Belli ki kapıyı açan adamın karısıydı. Adam bebeğin beşiğini sallayan karısına, "Canım, beyefendi kentsel dönüşüm projesi için gelmiş," dediğinde, kadın eliyle kocasına kısık sesli konuşmasını işaret etti. "Aşkım bebeği yeni uyuttum, lütfen sessiz olur musun?"
Zafer tedirgin olarak, kısık sesle "İsterseniz başka bir odada konuşalım ya da ben başka zaman geleyim," dedi.
Adam buruk bir tebessümle tıpkı onun gibi kısık sesle "Hiç gerek yok," diye cevap verip, karısına döndü. "Bebeğim bize kahve yapar mısın?"
Kadının sinirlendiği her halinden belliydi. Gönülsüzce kahveyi nasıl içmek istediklerini sorup, mutfağa gitti. Bu sırada adam Zafer'den oturmasını rica etti. Genç adam tam koltuğa oturacakken, gözleri beşiğe ilişti. İçi boştu. Onu anlayan adam, şaşkınlığını fark ettiğinden, açıklamaya başladı. "Yedi yıldır bebek sahibi olmak için uğraşıyoruz. Bir çok tedavi uygulandı. Türkiye'de gitmediğimiz hastane, çalmadığımız kapı kalmadı. Elimizde ne var ne yok çocuk sahibi olmak için tükettik. Sonunda beş ay önce ki tüp bebek uygulamasında, müjdeli haberi aldık ama eşimin hamileliği üç ay sürebildi. Tahmin ettiğiniz gibi, bu kayıp nedeniyle psikolojisi bozuldu. Bebeğin doğduğuna inanıyor ve var olmayan bebeği için endişe duyuyor. Bir aydır psikolojik yardım alıyor. Ben de üzerine gitmiyorum."
Adam belli ki yaşadıkları yüzünden patlama yaşıyordu. Yoksa kim tanımadığı birine bu kadar kolay dökülebilirdi. Onun gözleri dolu dolu anlattıkları, Zafer'i çok etkiledi. Hatta bir ara, evde olma sebebini unutacak kadar. Ta ki kadının kahve servisini yapıp, tekrar boş beşiği sallamaya başlamasına kadar.
Evden ayrıldığında, ev sahibini ikna etmesinden dolayı mutlu olması gerekirken, hüzünlüydü. Kadının boş gözlerle bıkmadan boş beşiği sallaması, sanki hafızasından hiç silemeyeceği bir anı olarak kalacaktı.