Tim sınırı geçmiş dağlık alanda ilerlerken konuşan adam ile duraksadılar.
"Hey gidi hey. Anam beni bu dağlarda doğurmuş sonra da sizin gibi ahmakları pusuya düşürüp geberttiydi. Örgüt için çok can aldı. Onun gibi bir kadın daha gelmedi."
Behram sert soluğunu bırakırken Turgay sırıttı.
Turgay "Demek o yüzden su katılmamış saf orospu çocuğusun"
Kağan "Harbi he. Lan domuz senin baba belli mi bari"
Nedim "Oğlum babası belli olsa anası mağaralarda ona buna verir miydi?"
Recep şöylece adamın nursuz sıfatına baktı.
Recep "Duyuyorsun değil mi? Anan da baban da sen de bu ülkeye ihanet ettiniz. Yetmedi masumların kanı avuçlarınızda oluk oluk. Şimdi anana küfredildiğinde hiç sinirlenme çünkü aile boyu hak ediyorsunuz bu küfürleri mına koduğumun çocuğu"
Adam ateş saçan gözlerle askerlere bakarken aklına gelen şeyle pis pis sırıtmaya başladı. Gözleri yaralı asker Fevzi'de dolaşırken konuştu.
"Sizin şu asker gibiydi. Anam ölmeden önce bir mayın yaptıydı ki sormayın gitsin. Haklı davamızda savaşırken bir gurup asker içinde genç bilgisiz aptal bir asker bastıydı o mayına. Of ne görüntüydü ama. Her bir parçası dağın farklı yerlerine fırlamıştı. Sizinkiler iki gün ceset parçası aradı her taşın kıyısında. Benim anam siz ne kadar küfrederseniz edin. Alayınızın mına koymuş kadın. Şimdi it gibi havlasanız ne fayda"
Sözleri biter bitmez yüzüne yediği dipçik ile yere serilen adam kırılan burnu ile kıvranıyordu. Behram gözlerinden ateşler çıkarken sesi kısık nefreti an be an dağılıyordu her bir cümlesinde.
Behram "Bana bak lan piç. Sizin leşinizi kuduz köpekler bile yemezken bizim şehitlerimiz peygamberlere komşu. Senin ana gibi nice orospu o dağlarda piçleri doğururken bizim önümüze parçalamamız için hedef olduğunuzu biliyorlardı. Siz her zaman kaybetmeye, kuduz it gibi yabani domuz gibi bu dağlara mağaralara mahkumsunuz. Pislik içinde leşlik içinde yaşayıp yine öyle gebereceksiniz. Andım olsun nefes aldığım sürece sen ve senin gibi kanı bozuk gavur artıklarını ihanet şer artıklarını temizleyeceğim. Siz değil ama biz alayınızın mına koyup cesetlerinizi çukurlarda ilaçlayıp yakacağız. Zira hainin bir mezarı bile olamaz. Hak etmiyor. Şimdi ben o çeneni sağlamından sikmeden kapa ve yürü. Senin sorgun bittikten sonra özellikle ziyaret edeceğim"
Koray "Hayırdır komutanım neden ziyaret edeceksiniz?"
Timin kalanı gülmeye başlarken soğukça sırıtan Behram time uyup adamın üzerine eğildi. Dişleri arasından sözler fırlarken adamın gözleri irileşmişti.
Behram "Neden olacak Koray? Bu puştla iki gazoz içip şişesine oturtmak için"
"Oooo" diyen Turgay çapkınca göz kırptı.
Turgay "Komutanım bu işi biliyorsunuz. Şişeleri geniş ağızlı seçinde bu göt veren alıştığı geniş malları özlemesin"
Behram "Yeter bu kadar cıvıklık. Sınırı geçtik. İleride bir köy olması lazım. En azından birliğe varana kadar Ordulunun yarasına baktıralım"
Kağan başını salladı.
Kağan "Komutanım haklısınız. Yara enfeksiyon kapmak üzere. Köyde durmazsak kötü olabilir "
Tim yeniden yürürken en önce Behram vardı. Normalde öncen gözcüler giderdi ama köye çok kalmamıştı.
Derken genç adam birinin söylendiğini duydu. İnce bir ses sürekli yayılıyordu etrafa. Timden biraz daha uzaklaşıp kayalığın ardına geçtiğinde gördüğü şeyle durup kaldı. Küçük bir kız elinde tişörtü yere doğru saydırırken üzerindeki sporcu atletinden ötürü sol omuzundaki kartal dövmesi güneşin altında parlıyordu. Sonra o çocuk tişörtü giyip yerdeki bir şeyi alıp çantaya koydu ve yürümeye başladı.
Koyunların yanına giden kız ile çoban olduğunu düşünen Behram timle birlikte açığa çıkıp kıza doğru yürümeye başladı.
Leyal ise sonunda savaştığı böceğe karşı galibiyet kazanınca "Sen sana dedim benle uğraşılmaz git diye bak aferin böyle kıstır kuyruğunu bas git" diye söylenip tişörtünü giydi.
Yerdeki kamerasını çantasına koyup sırtına taktığında koyunlara doğru ilerledi. Zira hava kararmaya yakındı.
Birkaç koyunla daha savaşa girerken ayak sesleri ile durdu. Arkasını dönmeden sırt çantasının yan bölmesinde şok cihazına usulca ulaşırken duyduğu ile öylece kaldı.
"Hey çocuk bir baksana"
Çocuk mu? Az önce arkasındaki kişi ona çocuk mu demişti. Kaşları çatıldı. İçten içe parmaklarına değen şok cihazını sesini duyduğu herifin münasip yerlere bastırarak son güçte şok vermeyi istese de yapmadı. Geri dönüp kim olduğuna bakmak istediğinde on kişilik erkek gurubu ile gözleri irileşti.
Sesini bulabildiğinde "Sizde kimsiniz?" diye sordu. Ama anlamıştı. İçlerinden biri hariç dokuz adam askerdi ve en önce duran yeşil gözlü iri adamsa büyük ihtimalle komutanlarıydı. Sonra bir ışık huzmesi zihninde dolandı. İçindeki küçük kız ellerini çırparak kabile dansı yaparken "Bunlar bordo bereli vallahi da onlar billahi da onlar" demekten geri kalmıyordu.
Sorusunu es geçen en öndeki yeşil gözlü asker "Köyün çobanı mısın çocuk?" diye konuşunca Leyal' in incecik hilal gibi kaşları çatıldı. Başını dikleştirip burnunu kaldıran kız sert bir soluk vererek cevapladı.
"Komutan öncelikle iyi analiz et sonra çocuk diye hitap et yirmi dört yaşındaki bir genç kıza. Sonra da düzgün bir şekilde söyleyebileceğiniz kadarıyla kim olduğunuzu anlatın. Küçük bir not daha köyün çobanı değilim"
Behram karşısında konuşan kısa boylu boyuna göre ideal kilolu, açık kumral saçlı, güneşten dolayı kararan esmer tenli kıza şöyle bir baktı. İlk görüşte komutan olduğunu anlamıştı. Bu kaşlarının çatılmasına neden oldu. Üstelik görev gereği kısıtlı bilgi verileceğini de biliyordu.
Kimseden ses çıkmazken devam etti.
"Sen kimsin peki yirmi dört yaşındaki genç kız?"
Derin bir soluk çeken genç kızın gözleri komutanın arkasındaki yaralı Fevzi'ye kayarken birkaç adım yaklaştı.
Arkadaşının omuzuna yaslanmış bayıldı bayılacak askere bakarken konuşmaya başladı. Ama içinden "Allah'ım çok havalı. La resmen bordoya lolo yapıyorum iyi mi? Ah havamdan geçilmiyor maşallah bana" dese de dışından kendini tanıttı.
"Ben sorduğunuz köyün muhtarının kızıyım. Adım Leyal. Yaralı askerin yarası mikrop kapmış. Şansınız var ki köye doktor yeni geldi. Biraz acele ederseniz yarım saate köye de doktora da ulaşırsınız ve yaraya bakarlar. Üstelik böyle kabak gibi açıklıkta kalmayın. Şu gördüğünüz dağın arkasında iki tane mağara var ve içinde teröristler için mühimmat ile yiyecek dolu. Orası için gelirlerse açık hedef olursunuz"
Mehmet "Sorun yok hepsini hallederiz evelallah"
"Biliyorum halledersiniz. Malum bordo bereli olunca uçan da kaçan da sizin elinizde ama şu an anladığım kadarıyla yorgun ve açsınız. Yanınızda bir tutuklu ve yaralı arkadaşınızla zorlarlar sizi. Bende köye iniyorum. Size kısa ve sapa yolları göstereyim de sağ salim varalım"
Behram şüphe içinde kızı süzdü.
Behram "Ajan mısın? Ya da mitten?"
Adamın sözleri üzerine dayanamayıp gülen Leyal askerlerin gözünde köyün delisi konumuna gelmişti.
"He komutan ajanım. Bu boyla orduya almamışlar bir de ajan yaparlar beni"
Daha da gülüp sonunda nefes nefese kaldığında acıyan karnını ovarak konuştu.
"Ajan değil savaş muhabiriyim. Üstelik askeri okula girip orduya katılmak istediğim için çok fazla çalışıp araştırdım. Ondan yani bunca bilgi.
Kağan "Madem savaş muhabirisin burada ne yapıyorsun?"
"Babamın sağlık durumu pek iyi değil. Birkaç sene yanındayım. İşte köydeyken de ihtiyaç neyse o oluyorum. Misal öğretmen yok, hafta içi çocuklara okuma yazma öğretiyorum. Bazen de doktor yokluğunda hemşire olup iğne yapıyorum. Böyle koyun otlatıyorum. Babamın muhtarlık işlerinde evrak hazırlıyorum. Ya da fotoğraf çekiyorum"
Turgay "Kız kız değil çoklu meslek gurubu resmen"
Ayağa kalkıp matarasından su içen Leyal "Çok kaldık beni takip edin de şuradaki patikadan inelim köye" değince koyunlar önce Leyal ile askerler geride düştüler yola.
Kendini yediği dipçikten sonra zor toparlayan adam kıza arkadan bakıp laf attı.
"Seni bu dağlarda bağırta bağırta becermediler mi lan orospu?"
Sözleri duyan genç kız geri döndüğünde yüzünde soğuk bir gülüş vardı. Adama tiksinir gibi bakıp cevap verdi. Anka timi ise cevaptan sonra "Oooo" demekten kendini alamamıştı.
"Yok koçum. Daha çok ananı becerdiler"
Yol boyunca kimseden ses çıkmazken Leyal sağa sola sapmak isteyen koyunlarla konuşuyor sanki cevap alıyormuş gibi ara ara sinirleniyordu. Selim komutanına yanaşıp mırıldandı.
Selim "Komutanım bu kız köyün delisi olmasın sakın"
Behram "Zannetmem aklı başında gibi"
Turgay "Komutanım aklı başında ama az önce koyunu azarlayıp meleyen hayvana cevap verme dedi"
Kağan "Valla he. Akıllı bizi bulmaz delisi kıçımızdan ayrılmaz komutanım. Bu da o misal olmasın"
Recep "Oğlum bence biz dağlarda puşt avlaya avlaya normal yaşamı unuttuk. Ondan yani"
Leyal "Sizi duyuyorum beyler. Siz tanıdığınız kaç köyün delisinde 4,500 TL lik Nikon D90 makine gördünüz"
Nedim "Oha, o makinayı geçen sene kardeşim istedi de annem resmen kalp krizi geçirmişti bilezikler gidecek diye"
Behram time bir göz atıp susmalarını sağlarken soğukça konuştu.
Behram "Yani gerçekten savaş muhabirisin?"
Leyal "Öyle komutan gerçekten savaş muhabiriyim. Yani en azından okuduğum bölümden aldığım diploma o yönde. Hani boşa da verilmiyor onlar bilirsiniz."
Behram "Peki orduya girmeyi neden istedin?"
Leyal "Anladığım kadarıyla son on dakikayı da beni sorguya çekerek geçireceksin komutan. Olsun sorun yok. Şöyle anlatayım asker olmak istedim ama boyum kısa diye almadılar. Beş santimle kaçırdım yani. Nedenine gelirsek biz kadınlar da orduda yer alabilir sizler gibi puşt avlarken ya da masumları korurken kurşun sıkabiliriz. Bende kendimde o ışığı görünce başvurdum ama işte olmadı"
Dayanamayan Kağan gülmeye başlarken konuştu.
Kağan "Işık çabuk sönmüş desene"
Leyal umursamadan "Sönen ne ışıklar var asker. Allah zihin ışığını söndürmesin. Maazallah o daha kötü değil mi? Sen az çok biliyorsun gibi" derken bir bordoya laf soktuğuna inanamıyordu. Yüzünde haklı gurur ve kabarmış göğsü ile ilerledi.
Sonunda köye geldikleri çocuklar askerlerden önce kızın etrafını sarıp bağırıp dururken Leyal "Musti, hadi koçum koyunları ağıla bırakın siz. Benim işim var" dedi. Küçük çocuk asker selamı verip burnunu çekerek "Emredersin komutanım" deyip diğer çocuklarla koyunları götürürken Leyal yolu gösterdi.
"Şu ilerideki küçük ev gibi bina şimdilik sağlık ocağı. Doktor Doğan oradadır hemen yaralıyı götürelim de baksın"
Leyal ile ilerleyen tim hala kızın aklından şüphe etseler de takip edip ilerlediler. Sonunda binanın önüne geldiklerinde Leyal "Doktor Bey" diye seslendi.
Doğan sesi gelen kız ile hazırladığı listeyi köşeye bırakarak odadan çıkıp tahta kapıyı açtı. Dışarı çıktığında önce genç kızı arkasında ise diğerlerini gördü.
Leyal "Doktor yaralı var. Yardımın lazım"
Doğan "Tamam içeri getirin bakalım hemen"
Timden birkaç kişi Fevzi'yi içeri taşırken geride kalan Behram Leyal ve kalan askerler öylece etrafa bakıyordu. Ama biri hariç.
Leyal hayran ayran Behram'ı izlerken Turgay yine cıvıklık yapıp Selim'e "Komutanım yine formunda. Kız gözlerini alamadı ondan" dedi ve sustu. Leyal ise ona göz devirirken nefesini dışarı ofladı.
Ona dikkatle bakan askere şöyle bir bakış atıp oldukça ciddi bir tonda konuştu.
"Evet, gözlerimi alamadığım doğru. Ama bu komutanınız değil üzerindeki üniforma. Beni hayran bırakan tek şey o üniforma. Sizler gibi onu giymeyi hayal eden biriyim. Ayrıca karta kaçmaya başlayan komutanınız dikkatimi hiç çekmedi"
Lafını sokmuş arkasını dönüp evine doğru ilerlemeye başlamıştı. İçinden dua ediyordu.
"Allah'ın çok tövbe. Taş gibi adama kart dedim sen affet. Yamulmasam bari. Hayır anlamıyorum ki hepsi mi seçmece bunların. Timi toplayıp defile yaptırsam köşeyi dönerim. Manken gibiler. Maşallah bir boy ver kavakta selvi de yok. Tabi bende de şans yok. Ne olurdu beş santim daha uzasaydım. Hayır sadece beş santim. Çok değil. Belki bende bunların arasında olabilirdim"
Ve o an duraksadı çünkü iç sesi bu düşüncesine kıçını dönüp yeri döve döve gülüyordu.
Behram giden kız ve sözleri ile tek kaşını kaldırsa da başını olumsuz anlamda sallamakla yetindi.
"Boy maki bitki örtüsü dil Karadeniz'in yüksek dağları. Bir lokma canı var ama ikinci bir mezara ihtiyacı olan dilini kullanmaktan geri durmuyor"
Dili öyle dese de aklı omuzunda gördüğü kartal dövmesinde kalmıştı. Esmer tenin üzerinde parlayan kanatlarını açmış vahşi kartal dövmesi.
BÖLÜM NASILDI?