KEYİFLİ OKUMALAR
Sırlar gömülüdür toprak altında ve elbet bir ölümlünün toprağa sapladığı çapanın ucuna takılır umulmayan bir anda.
"Kız yaşıyor."
"Biliyorum. Bizden saklamayı başardılar bunca zaman ama artık elimizde."
"Nasıl ele geçireceğiz? Hadi geçirdik diyelim hard diskin onda olduğuna emin miyiz?"
"Komutan Karan boş adam değildi. Ölmeden önce elbette bunu düşünmüştür. Üstelik o öldükten sonra cenaze dönüşü kızın aracının kaza yapması ve yanması da ayarlanmış belli ki."
"Sen nasıl anladın peki?"
"Takipteydim. Senelerce sürse de adım adım albayı ve generali izledim dinledim ve güvenlerini kazandım. Ve bam. Bana güvendikleri için kız konusunda bilgi verdiler ve onu korumakla görevlendirdiler."
"Hadi ya. Desene kurda kuzu teslim etmişler."
Üzerindeki üniformadan bile utanmayan adam sırıtırken camdan dışarıyı izlemeye koyuldu. Aklındaki tilkilerin kuyrukları birbirine değmiyordu.
"Ettiler ya ettiler. Şimdi o kuzuyu sınır ötesine haber verip sürüden ayırmak lazım. Onlar diski alacak biz de kurtarmaya çalışırken arada kaza kurşununa hedef olacak. O ölecek biz diski alacağız ve ben de korumaya çalışırken çabaladığım için üstün hizmet madalyası alacağım."
"Şeytan önünde yakasını ilikler yemin ediyorum."
"Ne sandın? Senelerdir her türlü eğitimi almış askerler arasında köstebeklik yapıp arkamızda iz bırakmamak için harcadığım çabayı bacak kadar kızın çöp etmesine izin vermeyeceğim. Üstelik şu an ki yapılanma daha da derinleşirken."
İki adamda karargahtaki odanın camından eğitime devam eden askerleri izlerken türlü planlar yapıyorlardı. Hainlik kanlarına işlemiş damarlarında dolanıyordu.
************
Doktor Doğan'ın bakması ile yarası temizlenen Fevzi sedyede yorgun düştüğü için uyuya kalırken diğer askerlerden Mehmet başındaydı. Timin kalanı sağlık ocağı etrafında konuşlanmış, Nedim ile Recep ellerindeki adamın başında nöbet tutuyorlardı.
Köyün muhtarı Feyzullah kızından öğrendikleri ile hemen eve haber edip sofralar kurdururken adımlarını sağlık ocağına çevirmişti. Yaşlı adam köyüne gelmiş askerlere her bir adımda daha da yaklaşırken heybetlerinden ve asil duruşlarından ötürü hayranca ve gururla bakıyordu. Tıpkı rahmetli arkadaşı Sami gibiydiler. Çakı gibi asker değimini duruşlarında bile taşıyorlardı.
Hemen yanındaki kızı da hayranca baktı hepsine içi gide gide hem de. Ne de çok istemişti şu üniformalardan giyip elinde silah dağ bayır terörist avlamayı. Ama olmamıştı. Yine de askerliğe yakın bir meslek seçmişti. Sadece göreve çıkması için beklemesi gerekiyordu.
Sonunda komutan ve diğerlerinin önüne gelen babası ile dururken kendi gibi yeşil gözlerin hedefi olsa da dikkatini ona vermedi.
"Hoş gelmişsiniz asker oğullarım. Yaralınız varmış Leyal haber etti şimdi. Nasıl durumu iyidir inşallah."
"Hoş bulduk dayı. Çok şükür iyi yaralımız."
Yaşlı adam direkt konuya girince kendini tanıtmayı unutmuştu. Hemen güler yüzü ile hepsine bakıp elini göğsüne koyarak adını söyledi.
"Oğullar heyecan yaptım da kendimi tanıtmadım. Ben Feyzullah Dilhan. Bu köyün muhtarıyım."
Tim başı ile selam verirken muhtar "Oğullar gelin hele sofra hazır ettirdim size. Doyurun karnınızı dinlenin biraz" dediğinde gözleri ışıldayan adamların gözü Behram'a çevrilmişti.
Elbette Behram da biliyordu acıktıklarını ve en azından birkaç saat dinlenmeleri gerektiğini. Ayaklarındaki postallar resmen çoraplarına yapışmış, konserve yemekten normal yemek tadını unutmuşlardı.
Silahının dipçiğini yere yaslayan Behram "Allah razı olsun muhtar. Biz toplu halde gelemeyiz ama gurup halinde yemeği yiyelim en azından. Bir de var mı müsait bir ahır ya da boş ev. Şu şerefsizi koyalım ki göz önünde olup da başımıza iş açmasın" dediğinde gözleri elleri bağlı yüzü kanlı adama çevrildi.
Muhtarda adama kısık gözle bakarken hatırladığı şeyle dişlerini sıktı.
"Bizim ahır var oğul. Hayvanımız öldü geçen sefer köye bu itler baskın yapınca. Bildim bu kansızı. Başlarındaydı. Gencecik körpe iki yavrumuzu da alıp gitti canı çıkasıca."
Muhtarın hiddetinden sonra kaşları çatılan Behram ses etmese de yakaladığı adamı hemen şimdi vurmamak için zor duruyordu. Ama onun zor durması Leyal'i pek ilgilendirmiyordu anlaşılan ki kaşla göz arası savurduğu tekme ile geri düşen adamın burnundan ve çenesinden ses geldiğine yemin edebilirdi duranlar.
Tükürdüğünde üç diş toprağa düşerken dişleri arasından hırlayan Leyal şaşkın bakışların esiriydi.
"Şerefsiz domuz."
"Hele kızım sakin ol."
"Nasıl sakin olayım baba, söyle nasıl sakin olayım. Daha on beşine anca girmişti o iki yavrucak. On beş on beş. Bu piçlerin mezesi olsun diye mi anaları dünyaya getirdi. Hepsini kurşuna dizsem etlerini leş kargalarına parçalatsam gram içim soğumaz."
Kimsenin bakmasını umursamadan babasına hitaben "Ben gideyim de yengemlere yardım edeyim baba. Sizde çok geçe kalmayın yemekler soğumasın." deyince giden kızın ardından nefesini veren adam üzüntü ile gözlerini kapatıp açtı.
Behram'ın soru dolu bakışlarına karşılık "Annesini ve doğmamış yedi aylık erkek kardeşini bir terörist saldırısında kaybetti. Küçücüktü daha ama unutmadı o günleri hiç. Şimdi böylelerine nefreti kini katlanarak çoğalır hep," dedi keder içinde.
Tim gözden kaybolan kız için üzgündü. Behram ise daha da dikkat kesilmişti kıza çünkü attığı tekme alelade bir tekme değildi. Özel eğitimle verilen dövüş tekniklerinden birine aitti. Annesinin ve doğmamış kardeşinin başına gelenlere elbette üzülse de kızda dikkatini çeken bir şeyler vardı.
Bir saat içinde kurulan sofralara tim üçer kişilik grupla otururken Fevzi muhtara ait boş eve kurulan yatak ile dinlenmek için bırakıldı. Yanında yemeği tepsi ile götürülen Mehmet kalırken, ahıra kapatılan adamın nöbetini Recep ve Nedim üstleniyordu.
Kısa sürede hazır edilen yemekleri yerken kimseden çıt çıkmıyordu. Evin en yaşlısı Zühre nene hariç.
"De bakalım oğullar evli misiniz? Var mı size göre dağ ceylanları?"
Koray "Yok nenem nerede gezer bizde dağ ceylanı. Olsa olsa dağ ayısı çıkar karşımıza o da kadar."
Bu sözler herkesi güldürmüştü. Ama Leyal gözleri irileşmiş nenesine bakarken az sonraki gelecek bomba için bir köşeye siper kazıp içine girerek korunmak istiyordu. Bu konuda yalnız değildi. Ondan küçük olan kuzeni de korkulu gözlerle ablasına bakıyordu.
Nene bu defa da Behram'a dönüp "Ya senin oğul? Hani maşallah yaş gelmiş geçmiş karta kaçmaya başlamışsın. Sen de vardır eş çocuk?" dediğinde, adam durgunlaşsa da başını sallayıp "Yok nene bende de o dediklerinden. Biz vatanımız ile nişanlı silahımızla evliyiz" demekle yetindi.
Kaşları çatılan ve patavatsızlığı ile nam salmış kadın kaşığını sofraya bırakıp eşeği çayıra saldı.
"Bak hele bak. Benim bu torunun kafasından senin kafa da. Alsan ya bizim kızı. Hem sen kurtulursun demir parçasına sarılmaktan hem de ölmeden bende mürüvvet görürüm."
Aynı anda ağızlarına kaşıkla çorba götüren ikili birbirlerinin yüzlerine püskürtmekten geri kalmadılar. Behram ile sofrada olan Koray Kağan ve Turgay gülmemek için kıpkırmızı kesilirken, ikili yüzlerindeki mercimek çorbası kalıntıları ile öylece kalmıştı. İlk kendine gelen Leyal nenesine bakıp yalvarır gibi "Nenem güzel nenem yapma etme kurbanın olayım. Sen durduk yere yine bana niye taktın ki?" deyip diğer odadan sözleri duyup gelen babasına baktı. Gözleri ile yardım dileniyordu adeta.
"Senden başka derdim mi vardır benim he. Hayırlısı ile evlen de evini yerini yurdunu bil."
"Ana."
Babasının uyarısı ile sessizleşen nenesine bakan genç kızın gözlerine incecik bir perde inerken yüzündeki çorba kalıntılarına aldırmadan yerinden ok gibi fırladı. İçi bir volkanın göbeği gibiydi. Elleri iki yanında yumruk olurken başı dik omuzları kendinden emin duruyordu.
"Nene, bırak artık beni evlendirme hevesini. Öyle bir şey olmayacak anladın mı? Benim bir eve çocuğa ayıracak saniyem dahi olmayacak görevim başladığında. O yüzden konu bir daha açılmamak üzere kapansın."
Sofrada olan askerler sessizce dururken Zühre nene de ağzını açtı. Korkuları vardı. Yaşlı yüreği artık bir kaybı daha kaldıramazdı.
"Anan baban gibi ölmeyi mi istersin Leyal? Bana bir ölüm daha mı göstereceksin? Bu eller senin de mi toprağını avuçlayacak?"
Kapıdan çıkmak üzere olan genç kız geri döndüğünde içindeki yanardağ patlamıştı.
"Evet nene. Anam babam gibi bende bu vatan için gerekirse ölürüm ama onlar gibi geride bana muhtaç kimseyi bırakmam."
Önce odadan sonra da evden çıkarken sinirleri gerilmiş esas görevini kendine hatırlatıyordu. Gerekenleri bul intikamını al domuzlara geçit verme. Onu ayakta tutan en değerli şeydi intikamı ve görevi.
Gün geceyi misafir ederken tim için nöbet zamanıydı. Ani bir baskın ya da saldırı anında tetikte olmaları şarttı. Leyal ise serin olmasına rağmen dama çıkmış yatağını serip yıldızları izlerken türküsüne başlamıştı. Dilinden dökülen her sözcük geçmişine ağıt şimdisine ayna geleceğine öğüttü. Yakaladıkları adamı kapattıkları ahırın çevresinde konuşlanan askerlerse kulakları türkü de gözleri gelebilecek saldırıdaydı.
Behram genç kızın sesindeki titreyişi inişleri ve çıkışları sözlerindeki imaları çok iyi anlıyor onun için bir yanı üzülüyordu. Ama diğer yanı düşünmeden edemiyordu. Kimseyi aşağılamak değildi yaptığı ama böyle bir sınır köyünde son model fotoğraf makinasıyla ve diz üstü bilgisayarla üniversite mezunu bir kızın olması tuhaf geliyordu. Üstelik gördüğü kadarıyla dövüş konusunda eğitimi vardı.
Oturduğu kütüğe biraz daha kendini bırakırken aklına gelen şeyle gözleri ilerideki evin damına çevrildi. Köşede duran eski merdiveni fark ettiğinde yerinden kalktı ve tüfeğini omuzuna sabitleyip ilerlemeye başladı. Geride kalanlar ise imalı ve meraklı bakışlarla onları izliyordu.
Kağan "Komutan mıntıkaya çıktı beyler."
Koray "Zannetmem bence ava çıktı."
Turgay "Ava giderken avlanmazsa iyidir. Kız bildiğin arıza ya kesin o damdan komutan atar onu."
Recep "Saçmalamayın lan. Ben şu an şahsen komutan için endişelendim. Kız koyuna cevap verme diye azar çeken bir tip. Üstelik nenesine de maşallah evlere şenlik. O damdan kız yerine komutan düşmesin de."
Nedim "Delirmeyin lan iki dakika. Ne zamandır bu kadar gevşek ağızlı oldunuz siz."
Turgay "Heh timin mazbut elemanı konuştu. Susun beyler iki saat nutuk çekecek valla hiç çekemem."
Nedim "Turgay oğlum bak az daha konuşursan Zühre neneye seni teslim eder ever bunu karta kaçmasın der başını yakarım. Sabahına imam nikahlı karınla yıldırım hatta şimşek nikahı kıymaya ilçeye inersin."
Yüz ifadesi değişen Turgay küçük Emrah modun da gözleri dolu dolu Nedim'e bakarken "Aman ha, sakın öyle bir şey yapayım deme ömrümün baharında başımı yakarsın." Diye hayıflandı. Evlenmek önündeki on yılda düşündüğü bir durum değildi.
Behram ise adım adım merdivene yaklaşırken gecenin sessizliğini bölen türkü yüreklerde incecik bir sızıyı misafir ediyordu. Sonra ses kesildi. Daha ilk basamağa adımını koymadan birinin "Pişt!" dediğini duydu. Başını kaldırdığında kendini hafiften aşağı sarkıtan genç kızın ay ışığındaki gölgeli yüzü ile karşı karşıya kaldı.
"Hayırdır çakma Rambo merdiven diplerinde sarmal kediler gibi ne dolanıp duruyorsun."
Leyal adamın yüzünü tepelerinde olan ay sayesinde gecenin karanlığında görebiliyordu. İçindeki hüznü ve kafasındaki planları bir şekilde uzaklaşmak için işi biraz daha karşısındaki kişiye takılması gerekiyordu. Genç adam ise kızın sözleri ile kaşlarını çatarken dişlerini sıkmadan edemedi. Çok değişik ve esrarengiz bir kızdı.
Ona aşağıdan bakıp sakin kalmaya çalışarak "Bet sesini biraz alçalt demek için geliyordum" dediğinde genç kız sesini kısmaya çalışarak kahkaha atmaya başladı. Bir eliyle karnını tutarken doğrulup gacır gucur eden basamaklardan adım adım indi. Sonunda ayakları yere bastığında iri adamın karşısında durup kendinden emin bir tonla laf sokma işlemine devam etti. Bu adamı şaşırtmayı sevmeye başlamıştı.
"Beğendiğini bilseydim biraz daha uzun tutardım türküyü komutan. Malum böyle bir billur sesi duymak her baba yiğidin harcı değildir. Şimdi dilimden gerekli dozu aldıysan Allah rahatlık versin."
Yüzündeki zafer gülümsemesini saklamaya gerek duymadan arkasını dönmüştü ki aklına gelen şeyle omuzunun üzerinden geri baktı. Adamın yeşillerindeki sinir parıltıları daha da keyiflenmesine neden olurken devam etti.
"Unutmadan, sabaha karşı buralara yaban domuzu iner. Hani dört bacaklı olanlardan. Silah sesi duyarsanız teyakkuza geçmeyin tim olarak büyük ihtimalle köyün arka kısmındaki kayalıktan onlar için ben tüfekle atış yapıyorumdur."
Yürüdü ve evine gitti. Bu gece evde uyusa iyi olacaktı.
Sabah ezanı başlamadan duyulan peş peşe tüfek sesleri genç kızın dediğini doğruluyordu. Doktor Doğan uyku sersemi ayılmak için iki göz evinden çıkarken silah seslerine tepki olarak ürkse de artık alışması gerektiğini biliyordu. Bu sesleri geldiği şu birkaç günde her sabah duymuştu.
Tim ise ilk sesle silahlarına davransa da durumu bilen Behram "Sorun yok çocuklar bizim köyün delisi atış yapıyor. Domuz kaçırıyormuş hanım efendi" dediğinde tüfekler yerlerine takılsa da askerler gülmemek için havaya ya da yere bakıyordu.
Doktor Doğan Fevzi'nin yarasını kontrol ederken kapıda bekleyen Mehmet ile Selim sohbet ediyor aslında tim ne zaman karargâha döneceklerini hesap etmeye çalışıyorlardı. Gün doğduğunda artık tim için yol görünmüştü. Muhtar hiç düşünmeden büyük pikabının anahtarını kızı Leyal'e teslim etti.
"Dikkat et kızım. Acil ya da sıkıntılı bir duruma silahların yerini biliyorsun."
Doğru. Pikabın birkaç yerinde herhangi bir saldırı için ruhsatlı silahlar bulunuyordu. Kızı okulunu bitirip döndüğünde ise tek tek yerlerini göstermiş sonra da her ilçeye inişinde hatırlatma yapmıştı.
"Tamam baba, aklın kalmasın. Giderken timle gideceğim zaten Türk askerine emanetim. Dönüşte de yolumu değiştirip kestirmeden gelirim. Hadi kalın sağlıcakla. Neneme söyle sevdiği lokumla kahveden alacağım ona ki dünün etkisi üstümüzde kalmasın."
Babası kızına sarıldı. İçinden "Kanımdan değilsin ama can oldun bana kızım" diye geçirip gitmesi için bıraktı. Yaralı asker ve Fevzi ve Behram önde otururken timin kalanı ile yakalanan adam kapalı kasada yerlerini almıştı. Kontağı besmele ile çeviren genç kız yine siyah bir kamuflaj pantolon bordo renk kısa kol giymiş saçları tepeden at kuyruğu şeklinde bağlanmıştı. Engebeli yolda giderken sert geçişlerde Fevzi inledikçe Leyal'in de yüzü buruşuyor o kurşunu sıkanlara içinden nadide küfürlerini iletiyordu.
İlçeye yaklaştıklarında telefonu çekmeye başlayan kıza gelen arama ile Behram dikkat kesilmiş fark ettirmeden onu dinliyordu.
Telefonu açan kız neşeyle "Zeyzey" diye şakıyınca aradaki küçük pencereden arkaya bile sesi ulaşmıştı. Fakat duydukları ile şen sesi kaybolmuş oldukça ciddi ve sert bir tona bürünmüştü.
"Emin misin?"
"***"
"Anladım. Ayşegül bana e-posta atsın."
"***"
Hafiften boynunu oynatıp kütlemesine neden olunca bu defa derin bir sessizlik arabayı sardı.
"Tamamdır anladım. Ben zaten ilçedeyim. Halledeceğim. Cengiz hocayı bana bırakın."
"***"
"İtiraz kabul etmiyorum Zeyzey. Siz bana gerekenleri ulaştırın yeter."
"**"
"Sizde. Kendinize dikkat edin. Öpüyorum ikinizi de."
Telefonu kapatır kapatmaz uzanıp radyoyu açtı ve biraz ses verdi. Camı aralayıp içeri hava girmesini sağlarken dudakları sürekli oynuyor bir kedinin mırıldanması gibi karışık küfürler ediyordu. Duruma sessiz kalmayan Behram ilçe tabelasını geçerken konuştu.
"Kötü haberi aldın galiba."
Anlık duraksayan Leyal adama kısa bir bakış tıp sokak arasına girmeden cadde üzerinde ilerlerken cevapladı.
"Evet, kötü bir haber aldım ama çözemeyeceğim bir durum değil."
"Hayırdır CIA ajanları resimlerine mi ulaşmış."
Bu tamamen bir stratejiydi. Behram kızın zihni ile alay ediyor açılması için teşvik ediyordu. Ama bilmediği bir şey vardı ki daha kendi kadar pişmese de genç kız da benzer eğitimlerden geçmiş yapmaya çalıştığı şeyi anlamıştı. Radyonun sesini kısan kız büyük karakolun önüne pikabı park ederken sırıtan bir ifade ile cevapladı.
"Yok o konuda özel yazılımlarım var. Sadece Agit Garzan'ın izini kaybetmişiz. Onu haber verdiler ama önemli değil. O döl israfını yeniden bulabilirim."
Durdurduğu araçtan gayet cool bir hareketle inip onları kapıda karşılayan jandarma komutanı ile tokalaştı. Behram ise kızın verdiği isim ve dalga geçer gibi sözleri ile biraz da şüphe duymaya başladı. Çünkü normal bir insan Agit Garzan adını bilmezdi. Teröristlerin elebaşlarından birinin- ki bu kişi hep geri planda duruyorsa- ismi kolay duyulmazdı.
Sonunda timin üyeleri hemen karakola girerken Leyal pikabına atlayıp ona bakan komutana ve Behram'a kısa bir baş selamı verip oradan ayrıldı. Kızın gidişinden sonra içeri geçtiklerinde onları almaya gelecek helikopteri beklemeye başladılar. Jandarma komutanı Rıza Rüzgâr ile karşılıklı oturan Behram ilçe ve köyler genelinde yapılan saldırıları konuşurken çalan ce telefonu ile susmak zorunda kaldılar. Rıza masadaki telefonu alıp cevapladığında arayan kişi ile ayaklanıp sadece "Emredersiniz komutanım" deyip masasının başından ayrıldı ve Behram'a uzattı.
"Yuva."
Tek bir söz yetiyordu onlar için çünkü kanlarına işlemişti. Kaşları çatılan genç adam telefonu aldı ve ciddi bir tonla konuşmaya başladı.
"Anka timi başı Behram Candar."
"Tekmille uğraşma koçum işler kızışıyor."
"Ne oldu komutanım?"
"Yapılanma harekete geçti."
İçinden binlerce kez "Siktir" dedi.
"Hedef?"
"Hedef belli değil ama sizin konakladığınız köy için sınır ötesinde hazırlık yapılıyor."
"Yapılanma ile ilgili olduğu kesin bilgi mi?"
"İçerideki muhbirden haber geldi. Köyü silmek ve oradaki birini almak için sağlam bir hazırlık içindelermiş. Tam da bu vatan hainleri uyanmaya başladığı dönemde oldukça manidar değil mi?"
"Kimin peşindeler peki?"
"Bilgi yok. Sadece köyde yaşayan biri olduğunu biliyoruz. İstedikleri aldıklarında geridekiler için katliam yapacaklar."
"Bu konuda Anka'dan beklenen?"
"Adamı gelenlere teslim edip gizlilik içinde karakoldan mühimmat temin ederek sivil bir şekilde köye geri dönmek. Kimse sizin Anka ile bağınızı bilmemeli. Asker olduğunuzu dahi anlamamalı."
"Emir anlaşıldı komutanım."
"Hadi aslanım. O köy kırılma noktası. Orası yok edilir ve istenen elde edilirse rahmetli Sami komutanın kanı boşa akmış demektir."
Başka söylenecek söz kalmamıştı. Behram'ın dişleri sıkılı bir hal alırken telefon kapandı ve camdan dışarıyı izlemeye başladı. İşler karışıyor hayatlar yine pamuk ipliğine bağlanıyordu. Düşündü. Köydeki yaşlıları çocukları onlara kucak açıp sofralarında aş veren insanları. Bir de onu. Yeşil gözlü kartal dövmeli kızı.
Aklında tek bir soru dönüyordu.
"KİM?"
Şerefsizlerin yok etmek istediği kişi kimdi?
BÖLÜM NASILDI?