L.B.H. 1

2227 Words
Zaman geçse de geçmeyecek hatta değişmeyecek şeyler de sabitleşen huylardır. Sevilmeyen bir yemek, ilk anda hoşlanılmayan ve ne zaman görülse negatif elektrik alınan insanlar ve daha nicesi. Açık kumral saçları, köyüne döndüğünden bu yana esmerleşen teni ve en güzel ormanların tonundaki yeşil gözleri Leyal gibi. Leyal köyüne döndüğünden bu yana bir sene geçmiş bu bir sene de ne bordo sevdasından vazgeçmiş ne de muhabir olup fotoğraflar çekme dikkat verip olay çözümlemeden geri durmuştu. Bu bir sene de yoklukta eski iki göz okula öğretmen, boş sağlık ocağına küçük şeyler için hemşire babası Muhtar Feyzullah efendiye de yaver oluyordu. Devlete sayısız dilekçesi köy için yardım talebi vardı. En sonunda aklına gelen fikirle çevresinde olan üç köy ile birleşip tek bir doktor ve öğretmen isteği geri çevrilmemişti. Şimdi babasının pikabı ile merkeze yeni gelecek olan doktoru almak için inerken radyodan yayılan türkü ile direksiyon sallıyordu. Denizin dibinde Hatçam. Aralık camdan içeri dolan rüzgarla iç çeken genç kız "Ah hatça ah" diye söylense de saniyeler sonra "Hatça ne alaka la. Banane hatçadan. İyice uçtum ben hayır olsun inşallah" diye kendi kendine söyleniyordu. Sonunda asfalt zemine ulaşıp otogara ulaştığında yaz sıcağından terlemiş saç dipleri sırılsıklam olmuştu. Terminalin köşesine pikabı park edip indiğinde yine değişmez kombini vardı. Bu defa beyaz bir tişört altına mavi ağırlıklı kamuflaj pantolonu ve botları. Saçları örülmüş küçük bir toka ile tepesinde toplanmıştı. Boynunda boş bir asker künyesi vardı. Hiç çıkarmaz hep boynunda taşırdı. Kolunca ince saati ve kurt işlemeli esnek lastikten bilekliği vardı. Leyal köyünde bulunan hiçbir kıza benzemezdi. Babasının desteği ile abartmaz göze batacak kadar aşırıya kaçmazdı ama istediği gibi de giyinmekten ya da tarzından geri kalmazdı. Saatine baktığında gelecek otobüsün daha bir saati olduğunu gördü. Aklına gelen düşünce ile gülümserken pikaba atlayıp terminalin az ötesinde çarşıya girip makinesi için bolca pil ve birkaç hafıza kartı almak için kontağı çevirdi. Yanındaki Laptop ve makinesi sayesinde müsait bir yerde çektiklerini aktarıp dosyalar ve arkadaşlarına e posta ile yollayıp dolu hafıza kartlarını da sıfırlayabilirdi. Çocuklar için biriken paradan kırtasiye malzemesi de alsa fena olmazdı. Üstelik postaneye gidip arkadaşlarından gelen iki yardım kolisini de alması gerekiyordu. Köyde internet sorundu. Elektrik ara ara gider gelmesi günleri bulabilirdi. Çektiği fotoğrafları -ki muhabirlik dışında en iyi yaptığı şeylerden biriydi- e-postayla arkadaşlarına atması çok zordu. Ne çok işim var derken önce ilk postaneye uğrayıp kolileri aldı. Kolilerin üzerindeki açıklamada içinde olanları görünce "Helal olsun size yavrularım benim" demekten geri duramadı. Bir kolide kırtasiye malzemesi diğer kolide çocuk sayısına okuma kitapları ve çocuk romanları vardı. Pikabın arkasına kolileri yerleştirip saatine baktığında yarım saati geçmişti. Kalan yarım saatte bir internet kafede oturup önce internete bağlandı sonra hemen resimleri makineden laptopa oradan da dosya halinde e postaya aktarıp Zeynep ve Ayşegül'e yolladı. Bir de ikisine bol bol öpücüklü bir teşekkür e postası attıktan sonra iki dükkân ilerideki yere girip pil hafıza kartı aldığında işleri tamamdı. Aldıklarını pikaba yerleştirip terminale geri döndüğünde otobüsün giriş yaptığını görünce nefesini bıraktı. Araçtan inip bir şişe soğuk suyu kafaya dikerken içten içe şükrediyordu. Temiz soğuk ve helal su için şükredilmeliydi. Biten şişeyi köşedeki çöp kovasına atarken inen insanlar arasından Doktor Doğan Ertürk'ü seçmeye çalışıyordu. Sima olarak görmese de isim olarak adamı bulmaya çalışıyordu. Elleri belinde inen insanları incelerken uzun boyu dağınık koyu kahve saçları sakallı yüzü iri bedeni ile gözüne çarpan kişi ile "İnsan mısın be" dedi ama dediğini fark edince yüzünü buruşturdu. Büyük şehirden geldiğini giyimi kuşamı ve tavrı ile belli eden adam büyük bavulunu muavinden alıp başındaki gözlüğü gözüne takarken etrafı inceledi. Leyal ise "Artiste bak ya" diye mırıldansa da sonunda adamın telefonunu çıkarıp kulağına götürmesi ile bakışlarını ondan çekip otobüsten inenlere dikti. İşin garip yanı cebindeki telefonu çalmaya başlamasıydı. Kaşları çatılırken telefonuna baktığında doktor diye kayıtlı numaranın onu aradığını görünce açtı hemen. İçinden bir aksilik olmaması için dua ediyordu. "Alo" "Merhaba Leman hanımla mı görüşüyorum" "Leman mı? Leyal olmasın o" "Ah evet kusura bakmayın Leyal Hanım" "Evet doktor bey sizi dinliyorum bir sorun mu çıktı?" "Hayır sorun çıkmadı da ben geldim otogardayım ama beni almaya gelen yok" "Doktor Bey ben şu an terminalde sizi bekliyorum" "Aaa, kendinizi tarif ederseniz sizi tanıya bilirim" "Üzerimde beyaz tişört mavi ağırlıklı kamuflaj pantolon var" Ve ses kesildi. Genç kız etrafına bakarken ona doğru ilerleyen genç adamla duraksadı bir an. İçinden "Yok artık canım. Oha. Doktor bu mu yani? Hangi defileden karıştı tıbba acaba" diye geçirse de karşısında durup tepeden ona bakan adam ile başını kaldırması gerekti. Hayır anlamıyordu. Neden bu kadar uzun olunurdu ki? Rahat bir doksan üzeriydi adam. "Leyal Hanım?" "Doktor Bey?" Sıcağın altında ikili birbirine bakarken elini uzatan kız oldu. "Hoş geldiniz. Leyal Dilhan. Doktorluk yapacağınız köylerden birinin muhtarının kızıyım" "Memnun oldum Leyal Hanım. Doğan Ertürk bende" Çok fazla sıcak olduğu için "İsterseniz araca geçelim. Malum sıcak ilk günden çarpmasın sizi" derken adamın gölgesinde kaldığının farkında değildi. "Haklısınız, çok sıcak gerçekten de" Büyük bavulu pikabın arkasına yerleştirdikten sonra araca bindiklerinde iri bedeni uzun boyu ile sığmaya çalışan adama bakan genç kız gülmeden edemedi. Sonunda iki büklüm sığan adam ile gözlerini karşıdan ayırmadan "Zorlandınız biraz ama idare edin. En sağlam ve kullanılır araç buydu. Yolcu taşıyan diğer aracı bekleseydiniz köye dört saatte anca ulaşırdınız. Çok dolanması gerekiyor çünkü. Biz kısa yoldan bir saate kalmaz varırız" deyip terminalden çıktı. Araç ilerlerken sessizlik oluşsa da genç doktor sohbet başlatma adına "Leyal Hanım, okuyor musunuz?" diye sordu. Genç kız gözüne küçük görünmüştü. Her anlamda. "Hayır. Geçen sene üniversiteden mezun oldum" "Ya. Ne üzerine eğitim gördünüz peki?" "Gazete ve yayıncılık. Savaş muhabiriyim ben yani olacağım inşallah. Şimdilik köyle ilgilensem de haber bekliyorum" "Demek savaş muhabirliği ilginç" "Neden?" Soru genç kızın dikkatini çekmişti. "Yani, daha sabit bir iş için başka meslek dalında da okuyabilirdiniz" "Ne gibi sizce? Doktorluk, mimarlık, öğretmenlik, ya da muhasebe. Bunlar bana size göre daha uygundu galiba" "Hayır öyle demek istemedim. Bu coğrafyada daha sabit ve belirgin meslekler seçilir ya. Ondan dedim" "Bakın bu coğrafya sizde nasıl bir düşünce tarzı oluşturdu bilmiyorum ama burada sizin gibi biz şehrin göbeğinde değil sınır kıyısında her an düşecek bir bomba ya da gelecek merminin gölgesi altında yaşarız. Diğerlerini bilmem ama ben vatanıma kasteden askerime kurşun sıkan hainlik edenleri halka göstermek için bile isteye muhabir oldum. Çünkü batının doğuya bakışı çok farklı ve fikir ayrılıkları oluşturuyor." "Leyal Hanım eğer kırıcı konuştuysam özür dilerim ama farkındaysanız o gölgelerin altına bende görev yapmak için gidiyorum. Üstelik seçtiğiniz meslek de oldukça iyi ve saygı duyulası" Yine sessizlik oluştu. Zaten yolun gerisinde de radyoda çalan türkülerle köye vardılar. Doktor Doğan yolları izlerken genç kızı inceledi istemsiz. Açık kumral saçları sarıya yakındı. Teni güneşten ötürü esmerleşmiş kısa boyu ile direksiyon başında biraz komik dursa da bir yandan da şirin duruyordu. Bileğindeki kurt işlemeli bilekliği dikkatine takılmıştı. Değişik bir kızdı da. Sonunda köye giriş yaptıklarında istikameti babasının muhtarlık yeriydi. *************** Cızırtılı bir sesin ardından bariton bir ses duyuldu tüm timin kulaklığından. "Turgay koçum görüş ne?" Turgay dikkatlice tüfeğinin dürbününden kayanın üzerindeki adamı izlerken cevapladı. "Leyla mecnunu bekliyorum komutanım. Tam pozisyonunda" Kağan "Desene gidip sikmek bize kaldı" Koray "Ulan oğlum ne meraklısın sikmeğe ya" Kağan "Deme öyle Koray'ım, böyle piçleri sen sikmesen ben sikmesem nasıl soyları tükenecek" Tüm tim kısıkta olsa gülerken komutanın sesi duyuldu yeniden. Behram "Ben sizi bir sikecem kalan ömrünüzde peder hayatı yaşayacaksınız. Cıvımayın lan" Recep "Komutan haklı gençler. Hallene hallene bir avuç kıllı göte mi kabardınız" Selim "Abi sen böyle değince bir an içim kalktı" Fevzi "Komutanım cidden hallenmediniz değil mi?" Bu defa tüm tim son üyeleri en genç olanları Fevzi için gülmeye başladı. Behram "Ordulu, geri döndüğümüzde hatırlat da seninle şöyle bir eğitim yapalım. O zaman anlatırım ben sana kimin kime hallendiğini" Fevri "Emredersiniz komutanım" Behram "Neyse cıvımayın. Görüş açında neler var Turgay? Kişi sayısı belli mi?" Turgay "Belli komutanım. Bir tane mal taşın üzerinde dikmiş bacakları uyuyor. Tepede gözlemci yedi adam var. Mağara etrafında belki bir eksik ya da fazla emin olamadım şu an on iki kişi. İçeri girip çıkanı da hesap ederken toplam da kırk kişi. Paket içeriden hiç çıkmadı ama içeri sokulan yemek tepsileri ve seyyar telsiz çantası içeride olduğunu gösterir. On bir tane de kadın terörist var. Ellerindeki keleşi tutmalarından çömez oldukları anlaşılıyor. Yüzlerine bakılınca üniversiteden toplanalı çok olmamış" Behram "Tamam koçum. Beni dinleyin beyler. İçerideki puştu sağ ele geçirmemiz gerekiyor. Elinde bulunan bir çipin içinde örgüt içine sızmış istihbaratların isimleri mevkileri ve askeri içindeki görevleri mevcut. Üstelik ülke genelinde yedi yerde düzenlenmesi muhtemel olan bombalı saldırının ve doğu illerinden beşinin valiliğine hazırlanan suikast planlarının da başı. Her şey o puşta bağlı şu an bu bölgedeki örgüt yuvalarının tamamında" Mehmet "Yani kara kutu komutanım" Behram "Evet" Nedim "O puşttan başka sağ almamız gereken bir unsur var mı komutanım" Kağan "Aha yerli Freddy analarını bellemek için soruyor" Mehmet "Oğlum uğraşma şu adamla. Bir gece dikilecek başına Eşhedü diyemeden göçeceksin" Kağan "Ayıp ettin beni kaybettin Teğmen'im. Bize bordo derler. Üstelik ölüm timi Anka'nın da bir ferdiyiz yani. Öyle yerli Freddy ile korkup öleceksin burada ne işimiz var değil mi ama" Recep "Kes tıraşı daktır" Kağan "Emredersiniz komutanım" Behram "Bitti mi koçlar" Ve timden ses çıkmadı. Behram yamuk ve soğukça gülümsedikten sonra silahının kabzasını sıkarken Nedim'e cevap verdi. Behram "Nedim, o puştun dışında diğerlerinin içlerinden geçeceğiz koçum" Nedim boynunu sağa sola oynatıp kütürdetirken elindeki Bixi'nin tetiğini daha sağlam kavradı. Gece yarısına yaklaşırken saat yapılan plan doğrultusunda Behram komutan brifingi verdi. Behram "Ben, Recep ve Mehmet içeri sızıyoruz. Turgay sen kendine daha yüksek ve alana hâkim bir nokta bul hemen. Kağan, Selim, Koray sağdan Nedim ile Fevzi de soldan ilerleyecek. İçeri sızmandan ortası da bize ait zaten. Paket alındıktan sonra leşleri mağaraya doldurup içerideki mühimmat ile sağlam bir bomba yapman lazım Selim. Bu mağaranın altı diğer birkaç yer ile bağlantılı. Mağarayı çökertirsek bu taraf ki çıkış ve giriş kapanacak" "Emredesiniz komutanım" diye hepsi bir ağızdan söylediğinde sesi daha da sertleşen komutan "Kimse ölmeyecek anladınız mı? Ölenin ölüsü ile bizzat ben münasebet yaşarım öldüğüne pişman olur. Kayıp vermeden şu cehennemden çıkalım. Sınıra iki günlük yürüme mesafemiz var. Bu defa kobralar bizi almaya gelmeyecek. Sınırı geçip sessizce ulaşmamız lazım karargâha" dediğinde bunun anlamı ölsek de ne ülke ne de başka bir yer bize sahip çıkacak demekti. Turgay yanlarından ayrılıp daha yüksek bir tepedeki kayalığa konuşlanırken diğerleri de yerlerinden dikkatli bir şekilde çıkıp ilerlemeye başladı. Sonunda uyuklayan adamın olduğu yere kadar gelen Koray adamın boğazına doğru uzanırken sırıtarak fısıldadı. "Selam Leylam. Seni sikmeye geldim" Sözleri bittiğinde adamın boğazını boylu boyunca yarmıştı. Bıçağını elinde çevirip keskin kısmı koluna çevirirken adamı çekip kayanın dibine bıraktı. Son kıpırdanmalarını yaşarken kaşları çatılan Koray "Cehennemde diğer kuduz piçlere selam söyle amına koduğumun puştu" diye hırladı resmen. Bir kez da kalbine sapladığı bıçakla sessizce kayanın dibinde sıyrıldı. Karanlık işlerini kolaylaştırıyor her bir nöbetçiyi çık çıkarmadan halledip gebertiyorlardı. Nedim elindeki Bixi ile kendini yere atıp şenliği başlatırken dakikalar içinde kırkı erkek on biri kadın elli bir teröristi etkisiz halde getirdiler. İçeriden elleri bağlı çıkarılan paket burnundan akan kanın ağzına dolması ile kızıla bulanan dişlerini göstere göstere hırlıyordu. "Asker, çok yanlış yaptın. Sınırı geçemeden bizimkiler gebertecek her birinizi. Amınıza koyacaklar. Akrep yuvasına girdiniz" Recep silahının dipçiği ile yüzüne geçirirken dalga geçer gibi konuştu. "Ulan alayınızın üstünden geçtik. Leşleriniz on dakika sonra kül olup yok olacak. Elin kolun bağlı kucağımızdasın ama sen hala lolo derdindesin. Bak pek bir kıymetli orospu çocuğu, yerle bir olacak mağaranın derinliklerinde ağzında ve kıçında dinamit lokumu ve tank mayını ile gebermeni bende çok isterim ama şimdilik lazımsın. Ama söz işimiz bitsin o herkesin kolladığı kıçına iki tane el bombası sokup pimini zevkle çekeceğim" Behram Recep ile adamı mağaradan uzaklaştırıp güvene alırken diğerleri cesetleri taşıyordu. Fevzi yerde yatan son cesede uzanmıştı ki adamın son bir hamle ile ateşlediği küçük beylik silahı ile omuzundan yaralanıp yere düşerken timin yanında gelen Turgay küfrederek adamın kafasına tek mermi sıkıp tamamen öldürdü. Kağan ise koşarak yere düşmüş Fevzi'nin yanında diz çöküp yarasına bakmaya başladı. Kağan "Ulan Ordu'lu ulan Ordu'lu nasıl becerdin kendini vurdurmayı" Fevzi "Komutanım ölmemiş şerefsiz" Kağan "Neyse sus mermi içeride. Kanaman çok" Behram Recep'i adamın yanına bırakıp ikilinin yanına geldiğinde "Durum ne koçum, yarası nasıl?" diye sordu. Sinirliydi çünkü tim arkadaşlarından -ki Fevzi en küçüğü ve yenisiydi- birinin bile kanı bir şerefsiz yüzünden aksın istemiyordu. Kağan "Komutanım mermi içeride. Çıkartabilirim ama sınırı geçene kadar ayakta tutmak zor" Behram "Hadi koçum sen işini bilirsin. Hallet şu işi. Zor bizim için normal imkânsız zaman alır sadece bilirisin. Mermiyi çıkar gerisinde gerekirse sırtımızda taşırız Ordu'luyu" Kağan çantadan çıkardıkları ve hemen yakılan küçük ateşte ısınan bıçak ile mermiyi çıkarırken diğerleri mağaraya kalan cesetleri taşıyıp Selim'in hazırladığı bombalar yerleştirildi. Ardından uzaklaşıp fünyeyi ateşlediklerinde yerin sarsıldığı bir patlama ile mağara dakikalar içinde yerle bir olurken tim oradan uzaklaşıp belirlenen güzergâhtan ilerlemeye başladı. İKİ GÜN SONRA... "Murat gilin damından atlayamadım, döküldü liralarım toplayamadım." Mırıldandığı türküden sırtına giren böcekle sıyrılan Leyal yere uzanmış kamerası ile karşıki dağdaki kayalıkta gördüğü kartalı çekmeye çalışıyordu. "Bak evladım çık sırtımdan da uğraştırma beni. Bak kime diyorum çık işte la çık" Leyal dayanamayıp yerinden kalkarak etrafında dönerken diğer yandan da sırtına uzanmaya çalışıyor kabile dansını andırmayacak şekilde hareketler yapıyordu. En sonunda etrafına şöyle bir bakıp yalnız olduğuna emin olduğunda üzerindeki tişörtü çıkarım sporcu atleti ile kalınca biraz rahatlamıştı. Tişörtü silkeleyip böceği düşürürken söyleniyordu. "Bak gördün mü demokraside çare tükenmez. Sen kim köpek benle uğraşıyorsun bücür şey. Bak hala bana bakıyor çekil git ezerim valla bokun çıkar götünden" O böcekle konuşa dursun tişörtü hala elindeydi ve sol omuzunda sırt kısmına doğru kendini belli eden kartal dövmesi güneşte esmerleşen tende parlarken bir çift yeşil gözün esiri olmuştu. Behram çatık kaşlarla kısa boyu, örgülü açık kumral saçı, güneşte bronzlaşan tenin üzerindeki krem rengi sporcu atleti, altında hâkî yeşili kamuflaj pantolonu ile duran kıza bakıyordu. BÖLÜM NASILDI?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD