BEN GELDİM. YİNE GÜZEL BOL SORU İŞARETLİ BİR BÖLÜM OLDU. KEYİFLİ OKUMALAR...
Yaşanan hiçbir şey boşa değildir. Her bir adımın ve dahi gidilen yolun bir amacı sonu sonucu vardır. Genç kız sandalyesinde oturduğu internet kafenin ip adresini değiştirdiği bilgisayarında e postalarını kontrol edip gerekli yerlere gereken şeyleri iletiyordu. İnce şekilli kaşları çatık kafasında ise tonlarca düşünce kol geziyordu. Son cümleleri de yazıp son e postayı da atınca geri yaslandı. Cebinden küçük eski model bir tuşlu telefon çıkarıp daha öncesinde aldığı konuş at hatlardan birini takıp açılmasını bekledi.
Sonunda telefon açıldığında ezbere bildiği numarayı tuşlayıp arama ikonuna tıkladı. Birkaç çalıştan sonra karşıdan duyduğu sesle gülümsedi.
"Nazlı?"
"Heval."
"Lan sokturma hevaline, kaç defa dedim bana öyle deme diye?"
"Hadi ama kimyacı etrafındakiler sana heval demiyor mu?
"Etrafımdakilerin de onları doğuranın da şimdi dümdüz gideceğim."
"Tamam sakin ol ya şaka yapıyorum."
"Allah razı olsun ya bir şakacı kartalım eksikti o da geldi tam oldu."
"Sen şimdi kartalı kargayı bırak da Zeyzey bir şeylerden bahsetti. Orada son durum ne?"
Derin bir iç çekiş duyuldu. Sonra da arkadan gelen seslere yüksek seste bağırmasını dinledi. Yüzünde soğuk bir gülümseme yer edindiğinde sakinlikle konuşmasını bekledi. Nihayet başındakileri defeden kişi devam etti.
"Büyük bir toplanma var. Sınır ötesi için birçok gruptan adam alıyorlar. Özellikle işinde sağlam ve uzmanlaşanları seçiyorlar."
"Yer ve zaman belli mi?"
"Net bir bilgi daha bana gelmedi ama adamların eğitimini hızlandırmamı ve hazır halde bulundurmamı istediler."
"Raşit de mi sana bilgi vermiyor?"
Leyal düşünceliydi. Neler olduğunu tam anlamı ile bilmemek sinirlerine dokunuyordu. Bir şeylerin yerinden oynadığını hissediyor dağın tepesinden kopan çığın altında kimin kalacağını merak ediyordu. Kendi de kalsa bile asla yalnız gitmeyecekti. Dişlerini sıktı. İntikamını almadan ve babasından devraldığı görevi bitirmeden ölüm yoktu. Her şey açığa çıkıp gerekeni yaptıktan sonra ölmesi sorun değildi.
Karşıdakinin hırlar gibi konuşması ile düşüncelerini tozlu raflara yerleştirdi.
"Onun tipini cinsini cibilliyetini gelmişini geçmişini ben ta si- "
"Hop yavaş gel. Sövmeden önce sadede gel de sonra cilasını çekersin."
"Tamam lan tamam. Dediğim gibi bana net bir bilgi gelmese de büyüklerin elinde bir resim ve isim dolaşıyor ve bir köyün silineceğini konuşuyorlar."
"Kimyacı bana hangi köy olduğunu öğrenmen lazım. Kimi alacakları da öğrenmen gerektiğini söylememe gerek yok değil mi?
"Konuştu canına yandığım. Aynen gerek yok malum geri zekâlı yok karşında. Neyse benden haber bekle. Raşit'in odasına girme şansım var birazdan. Bakalım ne bulabiliyorum."
"Senden haber bekliyorum kimyacı. Nazlı seninle gurur duyuyor."
Yine bir iç çekişin ardından "Bende nazlı ile gurur duyuyorum. Leyal?" deyip sessiz kalınca diline kadar gelen cümleler asılı kalmıştı. Lakin yeşilleri buğulanan Leyal duyacaklarını anlamıştı.
"Merak etme kimyacı. Çok yakında bitmesi için çabalıyorum. Yine yan yana olacağız."
"Umarım kartal umarım. Hadi nazlıya selamlarımı söyle. Kendine çok dikkat et."
Telefonu kapayıp cebine attığında bilgisayarda da işi bitmişti. Gerekli silme ve şifre değişimi işini hallettikten sonra kalkıp parasını vererek kafeden çıktı. Pikaba ilerlerken gözleri etrafı kabaca tarıyor dikkatini çekecek absürt bir şeye karşı tetikte ilerliyordu. İlçe içinde birkaç kırtasiyeye ve Doktor Doğan için eczaneye uğradı. Daha önceden hazırlanan listeleri hazır ederken kulağı cebindeki telefondaydı. Gün ikindi vaktini gösterirken pikap da oturan genç kızın telefonu titredi. Hemen açarken duyacaklarının bu denli can yakacağını bilemezdi.
"Kartal kırmızı alarm."
"Ne oldu? Neler öğrendin?"
"Baskın yapılıp silinecek köyü sınır köylerinden. Kısacası sizin köy."
"Nehh!"
"Aynen öyle üstelik büyüklerin elinde senin fotoğrafın var."
"Siktir."
"Hem de koca bir siktir."
"Demek ki çözdüler kim olduğumu?"
"Ya da çözmek için uğraşıyorlar. Çünkü senin geçen sene ilçe gazetesindeki köşende yazdığın yazı buraları epey karıştırmıştı unutma. Bir süredir dikkatlerindesin."
"Dikkatlerini sikeyim ben onların."
"Bende yardım ederim becermene de şimdi konu o değil. Köy tehlike de."
"Kahretsin. Benim acilen köye geçmem lazım."
"Kartal, jandarmaya haber vermelisin. En azından belli etmeden köyü boşaltmalılar."
"Kimyacı kafan mı güzel senin he. Ne diyeceğim Jandarmaya? Ben bir istihbarat aldım köyü yıkıp beni kaçıracaklar mı diyeyim. Adamlar demeyecek mi sen kimsin de istihbarat alıyorsun. Kimden öğrendin nerden aldın bilgiyi demezler mi? Sormazlar mı sen hayırdır birader diye. Nasıl bir açıklama yapmamı önerirsin."
"Harbi lan bu bunu düşünmedim. Şimdi sen değince bana da mantılı gelmedi."
"Üstelik biz köyü boşalttık diyelim ya diğerleri ne olacak? Çevre köylerle dip dibeyiz. Biz köyden ayrılsak bile diğerleri zarar görecek. Benim bu domuz soylarına verecek bir kurbanım daha yok."
"Ne yapmayı planlıyorsun?"
Leyal elini yumruk yapıp direksiyona bir kez geçirirken sessiz kaldı. Bu sessizlik onu dinleyen için büyük anlam ifade ediyordu. Sıkıntı ile oflayan kişi "Dikkatli ol. Anladın mı beni lan. Dikkat edeceksin kendine. Aksi bir durumda ben çarkına itina ile sıçarım bilmiş ol. Ayrıca aklındakiler için ölçüleri biliyorsun." Demekle yetindi. Sessiz kalan bir Leyal her şeyi yapabilirdi.
"Merak etme ben bakarım başımın çaresine asıl sen dikkat et. Raşit seni yakalarsa bu defa işler istediğimiz gibi gitmeye bilir. Yine de değişik bir durum olursa beni haberdar et."
"Anladım. Şimdi kapatmalıyım."
Telefon kapandı. Leyal hattı çıkarıp kırarken aklında çoktan bir plan oluşturmaya başlamış ters durumda ise B planı için birkaç alternatif düşünüyordu.
Kontağı çevirip pikabı çalıştırdığında bu defa ilk durağı temizlik malzemesi satan dükkanlardan biriydi. Bolca en etkili çamaşır suyu aldı. Bidonları pikaba yerleştirip geri rafların arasına döndü. Çamaşır suyu ile karışınca büyük etki yaratacak şeylerden şişelerce aldı. Hesabında olan paranın bir bölümü bu işe gidecekti ama başka da çaresi yoktu. On büyük şişe saf alkol, amonyak, sirke aldı. Kireç çözücü tuz ruhu karbonat almayı da ihmal etmedi. İşi bittiğinde sırada oyuncakçılar vardı. Ne yazık ki birçok oyuncakçı da istediği havai fişek vs. şeyleri bulabilmişti. Aslında birleştiğinde zarar verici şeylerin bu kadar çocuklara yakın olması canını sıkıyordu.
Pikabın arka kısmının brandasını kapadığında geri köye dönmek için yola çıktı. Düşündü. Karışımları nasıl hazırlayıp nerelere yerleştireceğini hesap etti.
Çamaşır suyu ve alkolü karıştırdığında ortaya kloroform ve muriatik yani hidrolorik asit üretimi başlar. Bu asit sinir sistemi, akciğer, böbrek, karaciğer, gözler ve ciltte ağır hasara neden olur. Yüksek oranda kloroform baş dönmesine, mide bulantısına, bilinç kaybına ve ölüme yol açabilir. İşte bu sebeple çok dikkatli olmalı ve yerleştireceği yerleri çok iyi seçmeliydi.
Çamaşır suyunu amonyak ile karıştırdığında ise ortaya çıkan gazlar ölümcül boyuttaydı. Hatta amonyak ve klor amin sayesinde patlayıcı madde elde edebilirdi. Üstelik işin içine sirkenin de girmesi demek baskına gelecekler için kötü sürpriz olacaktı. Kapalı bir kapta karışan sirke ve karbonat ise el bombası gibi olabilirdi.
Köye kadar birçok hesap yaptı. Bazılar düşündükçe saçma gelirken bazıları için yer belirlemeli ve işlemleri yerine getirmeliydi. Sonunda pikabı muhtarlığın önüne çektiğinde hemen inip içeri girdi ve yalnız başına bazı evrakları mühürleyen babası ile konuşmaya başladı.
"Hoş gelmişsin kızım."
"Hoş buldum babam da bir sorun var."
"Tövbe bismillah, ne sorunu kızım? askerleri götürürken kötü bir şey mi oldu?"
"Yok baba onları sağ salim jandarmaya bıraktım."
"Sorun ne o zaman evladım. Korkutma beni gözümün çiçeği."
"Geliyorlar baba. Şerefsizler çok yakında köyü basıp katliam yapacakmış."
"Ne dersin sen Leyal? Nasıl öğrendin kim söyledi kızım?"
"Baba kim ne diye sorma. Acilen çevre köyleri ve bizimkileri uyarmak lazım. Ben kendimce hazırlık yapacağım ama kimseyi tehlikeye atamayız."
"Peşindeler mi?"
Yaşlı adam kızın yeşillerindeki kıpırtılardan, sesinin tınısından büyük bir şeylerin içinde olduğunu anlayabiliyordu. Leyal ise cevap veremedi.
İç çekip "Çocukları yaşlıları ve kadınları büyük kayalıktaki gizli yere götürmemiz şart. Geldiklerinde en azından bizden yanda can kaybı olmamalı." Dedi. Tek bir can onun yüzünden toprağa düşerse bunun vicdan azabı ile yaşaması çok zor olurdu.
***
Behram karşısında duran sivil giysileri giyerken karasındaki düşünceler asla şekil almıyor hep bir yerlerden fire veriyordu. Kim için bir köyü telef etmeyi göze alabilirlerdi ki? Üstelik bunun hesabını Türk askerinin misli ile soracağını bilirken. Aklı almıyordu ama her kim içinse onlar için oldukça önemli olduğunu biliyordu.
Timin kalanı jandarma binasında hazır vaziyette onu beklerden siyah kalın keten pantolonu ve hâkî yeşili kazağı giyip silahını beline takarken katladığı üniformasını güzelce onlar için ayrılan dolaba koydu. İçerideki havayı derince soluyup siyah renk kabanı da giyerek odadan çıktı. Ordulu Fevzi yaralı olduğu için yanlarında olmasa da geri kalanı hazır ol da onu bekliyordu. Gözleri hepsinde tek tek dolandı. Her şeylerini bilirdi. Hem aile hem de silah arkadaşıydılar. Aklına Sami komutan geldi. Yıllar önce kucağında can verirken dahi üzülmeyi yasaklıyorum diye emir veren bir adamdı. Baba gibiydi. Son nefesinde dahi evlatlarını düşünüyordu.
Yanlarına gelen jandarma komutanı ile şimdiki zamana dönerken yapılacakları planlamak gerekiyordu.
"Her şey hazır komutanım. Üç er size eşlik edecek. Gerekli mühimmatlar da hazırlandı. Çıkabilirsiniz. İki sivil araç ile buradan ayrılacaksınız."
Sadece başını sallamakla yetinen Behram selam verip arkasında tim askerleri ile yola çıktı. Bir an önce köye ulaşması gerekiyordu.
***
Leyal akşam ezanı okunurken kucağındaki koli ile sağlık ocağının kapısını tıklatıp içeri girdi.
"Selamın Aleyküm Doktor Doğan."
"Selam çok vasıflı Leyal Hanım. Aman efendim koli ile zorlanmayın alayım hemen." Diyen genç adam çapkınca gülümseyip ayaklandı.
"Hayırdır doktor? Pek bir esprilisin, keyfin yerinde."
Koliyi açan adam içindekileri listeye göre kontrol ederken diğer yandan da kızı cevaplıyordu.
"Evet aslında keyfim yerinde. Kardeşim ile konuştum ve neşe saçan biri olduğu için benim de modumu yükseltti."
"Ya ne güzel. Kız kardeşin olduğunu bilmiyordum."
"Benden birkaç yaş küçük. O da yeni sınıf öğretmeni oldu. Görev yeri için beklemede."
"Hım. Öğretmen demek. Desene aile de hem doktor hem öğretmen var."
"O da bir şey mi? Babam da büyük bir üniversite de dekan annem de müzik öğretmeni."
"Ailecek eğitim ile alakalısınız. Vay canına."
"Aynen. Anne babamın istediği gibi öğretmen olan kardeşim sayesinde ben doktorluğu tercih ettim. Eh o da gerekli değil mi?"
"Çok haklısın o da gerekli."
Doğan kolideki malzemeleri çıkarırken onu izleyen Leyal tam zamanı değip konuya girdi. Yeni gelse de köyde yaşıyorsa her şeyi bilmeliydi.
"Doktor onları hiç çıkarma. Biraz otursana konuşmamız lazım."
Genç adamın kaşları önce merakla kalkmış sonra da kızın yüzündeki ifade yüzünden çatılmıştı. Küçük masasının diğer tarafına geçen adam sandalyesine oturup kızı dikkatle dinlerken Leyal devam etti.
"Yakında bu köye bir terörist saldırısı olacak. Nereden nasıl öğrendim bana kalsın ama herkesin hayatı tehlikede. Bir iki güne köyü boşaltmamız gerekli ve bunu gizliden yapmamız şart çünkü o şerefsizlere haber uçuranlar olabilir. İllaki içimize sokmuşlardır birini."
Doğan bir müddet kıza baktı. Kafasında hem soru yumağı büyüyordu hem de korkmadan edemiyordu. İstanbul da yetişmiş okumuştu. En çok zorlandığı şeyler kayak yaparken düşmesiydi. Oysa şimdi bir sınır köyünde doktorluk yapıyordu ve saldırı olacağı haberini alıyordu.
Leyal ise rengi kaçan ve soruların kafasına üşüştüğü belli olan adamın karşısına geçip ayakta durarak devam etti.
"Bak biliyorum senin içinde zor. Daha geleli fazla bir zaman olmadı ama işte olanlarda ortada. Ben bir şeyler yapacağım ama köylünün başında aklı başında iş bilen birileri olsun istiyorum. Babam yaşlandı. Diğerlerinin halini az çok anladın zaten. Bu badireyi kayıpsız atlatmak için mecburuz."
"Jandarmaya haber versek. Sonuçta burası onların bölgesi."
Genç kız soğukça gülümsedi.
"Jandarma diyorsun da gelecek şerefsizler onların kanını dökmek için daha da azgınlaşıp saldıracak. Kaç ana kuzusunun ocağına ateş düşer biliyor musun? Daha saatler önce timi onların yanına bırakırken gördüm askerleri. Dağıtım izninden gelen yeni erler var. Planladığım gibi olursa onların işine ben bakacağım."
Kendinden emindi. Planının tutmaması halinde en azından masumları korumuş olacak kendi okka altına gidecekti. Ama biliyordu ki ondan istediklerini almadan öldürmeyecekti. Üstelik bu şekilde belki de içlerine girer daha fazla bilgi toplaya bilirdi.
Doktor biraz şüphe ile baksa da dağ başında itiraz edip sorun çıkarak hali yoktu. Karşısındaki kız burada yetişmiş her şeyi bilen biriydi. Tereddüt etse de "Tamam, senin dediğin gibi olsun ama nasıl bir planın var bilmeliyim. Ne yapacaksın?" dedi. Belki elinde silahla duramazdı ama başka türlü yardımı olurdu.
Onlar konuşa dursun tim iki araçla köyün yakınlarında bir alana gelmiş ellerinde çantalar ilerliyorlardı.
Koray "Komutanım, biz şimdi geri dönüyoruz ama..."
Behram "Ama? Aklına ne takıldı daktır?"
Koray "Yani benim düşüncem o kansız ile karargâha dönmekti. Şimdi ayrıldığımız köye geri dönüyoruz."
Behram "Geri dönüyoruz çünkü köye yakın zaman da terör saldırısı olacak. Gelen istihbarata göre köyde almaları gereken biri varmış. Onu alıp köyde katliam derdindeler bizse hem alacakları kişiyi koruyacak hem de köylüye zarar gelmesini engelleyeceğiz."
Recep "Komutanım, saatler önce o köydeydik. Ben o piçlerin isteyeceği birini göremedim. Yine neyin derdinler ki."
Selim "Valla ben bunu bilir bunu söylerim hep en olmadık şeylerle karşı karşıyayız ya yine öyle bir şey olacak. Benim bir tahminim var."
Behram "Kim miş o tahminin Laz Selim?"
Selim "Komutanım köyün muhtarı Feyzullah amca olabilir. Çünkü çocuklar okusun köy gelişsin ne bilim dağa çıkma olmasın diye adam epey uğraşmış. Gözlerine batmış olabilir. Belki de onlar hakkında ciddi bir bilgiye sahiptir."
Nedim "Laz haklı komutanım. Bizim buralarda böyle işler dikkat çeker. Yöre haklından değil ha dağdaki itler halkın arasına karışınca provokasyon için olaylar çıkarılır hedefler gösterilir. Muhtarda hedef gösterilmiştir. Kızı da bir tuhaf. Savaş muhabiri üstelik geçen sene bunlar için ilçe gazetesinde köşe yazısı var. Bu köyde işler karışık hem de çok karışık."
Behram Nedim'in sözlerinden sonra sessizleşse de beyni susmuyordu. Yine bazı düğümler kızın üzerine geliyor ve sabitleniyordu.
Turgay ise "Yav bir buçuk metre kız ama her işte bir parmağı var. Muhabir mi köşe yazarı mı çoban mı belli değil. Okumuş etmiş ama köyde de ilçede de bir tanınmışlığı var. Köylü de baya dinliyor sözünü. Amenna sağlam kız da işte orada kocaman bir işte var. Hayır bir de asker olmayı istiyormuş. Eğer istediğini olsa TSK yanmıştı."
Diğerleri gülerken Behram sadece düşünüyordu. Bilmediği şeyler olsa da emin olduğu tek şey kimsenin canına zarar gelmesine izin vermeyecekti.
Kimse bilmez ama geçmiş ile gelecek bugün de çakışırsa ortaya çıkan zaman depremi nicelerini siler süpürürdü.
13 YIL ÖNCE
Evinden çıkmak için üniformasını giyen adam yakasını düzeltirken onu izleyen bir çift gözün olduğunu biliyordu. Yüzünde sıcacık bir gülümseme ile en sevdiği parfümü sıkarken iç çekiş duyunca bakışlarını kapı ağzına çevirdi. Yüzünde kocaman bir gülümseme gözlerinde sevgi hayranlık ve gurur gördüğü kızına adımlarken heybeti düşman korkutur gibiydi. Ama kızı korkmak yerine on üç yaşında olsa da kollarını ona uzatıp kucağına aldıracak kadar cesaretliydi. Ufak tefek olan kızının isteğini geri çevirmeyen adam yine kucağına aldı ve kahvaltı sofrasına geçtiler. Yardımcıları ve kızının bakıcısı Fatma Hanım hemen çaylarını doldururken babasının kucağındaki kızla gülmeden edemedi.
"Sami Bey, koca kız olmuş ama hala bebek gibi kucak ister. İşiniz zor vallahi evlenince ne yapacak bakalım."
Kaşları çatılan adam kızını sandalyeye bırakırken sesi kendinden emindi.
"Ben kızımı kimseye vermem ki."
"Ben kimseye gitmem ki."
Aynı anda baba kızın konuşması üzerine ellerini teslim olur gibi kaldıran kadın hala gülüyordu.
"Anlaşılan ne baba kızını vermeye ne de kız gitmeye razı. Ne diyeyim Allah ayırmasın inşallah."
Üçü de güldü. Son sabahlarında baba kız kahvaltı yaparken sohbet etti. Kızı boyu uzasın diye basket kursuna yazılmayı istediğinden bahsetti. Babası ise düşünceli olsa da kızını onaylayıp en kısa zamanda bunu yapacağına söz verdi.
Ah hayat. Sözler verilir ama tutulur mu bilinmez.
Sami Karan o gün lojmandan çıkarken bir daha geri dönmeyeceğini bilir gibiydi. Kızını okula bırakırken onunla ciddi bir tonda konuştu ve bir emanet bıraktı. Karargâha geldiğinde ise gelen görev emri duyunca silah arkadaşı ile mıntıka alanında kısa bir yürüyüşe çıktılar.
"Bunca zaman sonra seni neden göreve çıkarıyorlar?"
"Nedeni belli değil mi?"
Yeşil gözleri uzakları izlemeye dalmıştı. Dişleri sıkılı yüreği sıkışıktı. Tüm kaslarında ağrı vardı. Çünkü gidip birkaçına yumruk atmamak için kendini zor tutuyordu.
"İyi de nereden öğrendiler?"
"Anladılar demek ki? Ben gereken her şeyi yaptım. Lakin olur da şehadet haberimi alırsan senden yapmanı isteyeceğim bir şey var."
Adamın sesindeki tını öl dese öleceğinin kanıtıydı.
"Benden hemen sonra kızımı öldü gösterip vereceğim adrese yeni kimlikle yerleştireceksin. Kimse gerçeği bilmeyecek ama gün geldiğinde korumak kollamak da yaşarsan senin görevin olacak. Biliyorum ki kızım benden sonra da bana ve vatanına layık bir evlat olarak yetişecek. Sana emanet. Annesinden ve kardeşinden sonra onu çevremdeki kimseye bırakamam. Üstelik daha ortaya çıkmayan sızıntılar varken güvenemem de. Ama sen benim süt kardeşimsin. Sana güvenim tam. Evladımın kılına zarar gelmesin Hakan."
"Merak etme Sami, kızın kızımdır. Sen yine de sağ dönmeye bak kardeşim. Bu soysuzları birlikte yok edelim."
"Kader Hakan, kader. Şu göreve bir gidelim de dönebilecek miyiz Allah bilir."
İşte böyle emanet etti Sami komutan biricik evladını ve Anka timini de alıp yola koyuldu. Helikopterde son kez kızı ile konuştu.
"Baba, döneceksin değil mi?"
İç çekti ama kimseye belli etmedi. Askerleri yanında dik sert ve güçlüydü.
"Dönemesem bile sen dik duracaksın kızım anladın mı beni? Ağlamayacaksın. Kimseyi sevindirmeyeceksin."
"Ama baba."
"Aması yok göz nurum. Sen benim kızımsın. Konuştuklarımızı unutma. Her şeye hazırla kendini."
Küçük kız elbette zorlanıyordu ama asker çocuğuydu işte. Bilirdi ki babası gitti mi al bayrağa sarılı dönebilirdi. Hayatında ölüm hep olmuştu. Her daim kendini buna alıştırmak istemişti. Şimdi babası ağlama dik dur diyordu.
"Tamam baba. Ağlamam. Yine de sen yürüyerek gel olur mu?"
"İnşallah babam inşallah. Fatma ablanı üzmek derslerini aksatmak kavga etmek yok. Anlaştık değil mi küçük hanım?"
Küçük kızın dudaklarından kaçırdığı kıkırtı ile adamın da yüzünde buruk bir tebessüm belirdi.
"Kavga harici hepsine tamam baba. Zaten kimse bana bulaşmaya cesaret edemiyor. Son gösterdiğin hareketler çok havalıydı. Onları geliştiriyorum. Salondaki hocam da çok memnun. O yüzden sataşanın üzerinde antrenman yapabilirim."
"Kızım."
"Babam."
"Kendine dikkat et."
"Sende baba, sende dikkat et. Ha bu arada baba."
"Efendim kızım."
"Seni çok seviyorum bunu hiç unutma olur mu?"
Sami komutan boğazına düğümlenen düğümü zorlukla yutup cevapladı.
"Bende seni kızım."
Sonra durdu. Sevdiğini söylemek için son şansı olabilirdi. Bunu bende seni diyerek ziyan edemezdi.
"Bende seni seviyorum güzel kızım. Allah'a emanet ol."
Kapanan telefon ile baba kızın yüreğine kor düştü. Günler sonra gelen haberse o koru büyük bir yangına çevirdi. On üç yaşında küçük kız yakasında babasının resmi karşısında al bayraklı tabutu kalakalmıştı. Babasına sözünü tuttu. Dimdik durdu. Tek damla göz yaşı dökmedi ama babasından aldığı gözleri kıpkırmızıydı. İçine içine ağlamıştı. Üzerine toprak atılırken de dürülmüş tertemiz bayrak küçük kollarına bırakılırken de ilikleri titrese de sesini çıkarmadı. Zaten sonrasında cenaze dönüşü olan kaza sonrası hayatı çok başka yerlerde başka isimle ve gelecekle devam etti. Fakat ne babasına verdiği sözden ne de kendi yemininden döndü.
O intikamını en derin ve acı şekilde alacak ne babasının ne de ihanet yüzünden yerde kanı kalan hiçbir asker ve sivilin ahını bırakmayacaktı. Zordu ama imkânsız değildi.
BÖLÜM NASILDI?